B'!De D Vardır. G W . . kârsız bir iştir ! Ka Râletle servetini harcayan ve sonra 81z kalan pek çok Ingiliz devlet adamı Bu vaziyet ancak bir iki ay B îvve! aeğlşmiş_m aŞvekiller şimdi senede B Tümenti Tarırlar, Osu geçenlerde İn - ka Kabul hakkındaki ka Ti Stti. B D—:ı'“ biz mes ei Süretle, uzun bir ta 1920 evele sona ermiş oluyor. Oduğu yi n İâmentonun teşkil et - Tüy aa Dir n ÇAt bir Syon, bu işle uğraş- ğ Sti Biz korı tticeye varamanuştı. tkikleri esas itibarile FHr A, tdilemer Miştir. Fakat şu var amay GMet bu işle bizzat çç TU bapl” Diğer taraftan o ae ğ daçı *N da başlamış olduğu uığ'.::—n_ *A maaşalrı büyük ölçüde N Vazi, ina ı:: karşısında nazırların, Nakaşı Pilamazdı. Yıllarca hn“h'dlh Bonra şimdi ka- Mmı,.*':h' Böre, İngiliz nazır - Bi ” Ta yapılar zam epey e) 00, kabineye dahil bu- İlrağy SST 3.000 yahut 2.000 ı“%n b:ü Caktır. :::"'îu, m;l“”lmenıu olan her Ve L Stsine göre, 3.000, Vet :::I:"I“İı llrıış yıllık maaşı &, *00 İagiyiy ? Yanı başında 1.200 ;,_ Biliz Uralık kalemler de var ıızq'iwe h W S Tni alefet partisi liderinin S iliz Hirasr 'îh—.: 000 d, taş almaları ve KTT Dtiliz liraer miktar & bağlakması Hakfin-” YTetle karşılandı , dî İngiliz hükümeti. €tkek olmak üzere :dlf. Yâlnız son işçi h 16 de kadm'nazır bülu. Ş :İ:İnin beşği saraya n alanların hepsi de * k.di:’;'ğ ':':uklınndın, kabi- m:yhdiyürlu- #ttikleri makam | hi ;ıu.h_lâ'"ğ Meselâ dış bakan x beri Robert Van Sit. Ve “Süto e alâkaları ol- gel yerlerinde hu—h—'xkyoktur. En il etmekte- a larm seyısı 22 dir: AYan ve ““l.% £ £ FF LA Egğ'ğ ! kabineye dahil > Juntor — diye Ve bakanlığın par- Yaşlı Müsteşarları da dine göre bir hu- Sİlsilor meratiptir ki bir kimsenin, hu- ıf likların teşkilât. şkilâtı İtekim, hükuk iş- Mlüne İŞ Avukatlar ara Seçilmekte oldu- lekte — çalışırken | Cok ._:":_“kmr. Bu itibarla, İ!f P FŞ y n bu sefer de müsbet İ bin Sterlin alacaklar -— yi Yapılar 1909 930 da toplanmış Öğğ Sekiz sene Mmütemadiyen Başvekillik yaptıktan sonra 1916 da çekildiği ca düşünülebilir. Geçen asrın başlangı çına kadar hiç bir kazanç vergisi veril miyordu; halbuki bugünbu mıktardan 1.200 İngiliz lirası kesilmektedir. Bu vaziyet karşısında başvekiller iş gal ettikleri makamla mütenasip mas raflar da bulunabilmek için kendi husu sİ servetlerini de harcamak mecburiye tinde kaltyorlardı. Hattâ 1850 de bir komisyon karşısında bu meseleyi izah eden Lord Russel vaziyetinden yana ya kıla şikâyet etmiş Ve hayatırida yalnız Başvekil olduktan sonra borçlandığını söylemiştir. Askit, sekiz yıl mütemadi yen Başvekillik ettikten sonra 1916 da vazifesinden çekildiği zaman boğazına kadar borçlanmış, arkadaşlarının yar dımına muhtaç kalmıştı. (Doyçe Algemayne Çaytung . gaze- tesinden) Aslanın kuyruğuna - basan Papas muradına eremeden öldü Londrada, eskiden papas iken mes. leğini değiştirerek işi “aslan - terbiye. eiliği,, ne döken Davidsonun, aslanla- rin bulunduğu kafesinde - seyircilere birkaç söz söylerken kazayla aslanın kuyruğuna basınca, fena halde kızan hayvanın taarruzuna uğradığını ve neticede, kendisine aşık olan 16 yaşın- da bir kızcağız tarafından — kurtarıla. rak hastahaneye kaldırıldığını - yaz- mıştık. Sabık papasın bu kızla evlen. mesi mevzuubahis idi. Son posta ile gelen Avrupa gazete- leri, zavallı adamcağızın aldığı - ağır yaralardan öldüğünü haber vermekte- dirler. Sirk müdürü, bu ölümden derhal mükemmel bir reklâm mevzını çıkar. mış ve kapıya kocaman oklarla yazılı şu levhayı koydurmuştur: *Sabık papasa hücum ederek yara- layan aslanları ve onu kurtaran gü- zel kahraman kızı muhakkak görün!,, Haseki Hastanesi |dahiliye mütehassısı öldü Haseki hastahanesi dahiliye — mütehassısı Dr. Muhlis Maner zatürree ve ihtilâtatından | kurtulamayarak dün anbah vefat etmiştir. Cenazesi bugün sant 12 de Haseki hastaha. nesinden kaldırdarak Dpamazı Aksaraydı Tür k atlarının hepsinin ceeeri altındaki zincirler altındandı Ertesi gün, 24 ağustos, Bay elçi, pa- dişahım elini öpmek için malyetiyle be- raber İstanbula geçti. İstanbul tarafın da karaya çıkınca, efendim ile maiye - tini alarak sıraya götürmek Üzere pa - dişah tarafından gönderilmiş sekiz si. pahiyi hazır bulduk, Sarayın etrafı dört mil kadar olup bir sur ile çevrilmiştir. Surun yanında çep çevre bir yol vardır. — Saray ile karşı karşıya ve bir ok atımı mesafede meş - hur Ayasofya mabedi bulunmaktadır. Ayasafya ile Saray arasında büyük ve güzel bir meydan vardır. Bay elçi bu meydana geldiği zaman sarayın kapısı- na teveceüh etti. Sarayın bu dış kapısı 12 — 15 palme yüksekliğindedir. Sade bir tarzda iş. lenmiş taştan yapılmıştır. Tahta kapı kanatları çok güzeldir, üzerine Türkçe yazılar yazılmış ve kabartma olarak işlenmişti. Bu kapının muhafızları 300 Türktü. Kışlaları bu kapının yanında idi. Elçi bu kapının eşiğini aştığı zâ- man, Türk kapıcılar hizmetine koştu - lar, onu İzzet ve ikram ile koltukladılar ve Türk usulünde başlarını eğerek se. lâmladılar. Bu birinci kapıyı geçtikten sonra gü- zel ve büyük bir meydan bulduk. Onun bir köşesinde İstanbul patriklerinin eski barap sârayı görünüyordu (!) Bu meydanın ortasında siyah ve beyâaz kü- çük taşlarla çiçekler ve halkalar şek . Hnde düşenmiş dümdüz bir kaldırım vardı. Elçi, sarayın ikinci kapısına git - mek Üzere bir başından öbür — başına kadar bu yolu aşarken, yolun kenarına atlariyle beraber sipahiler dizilmişti. Bunlar pek zengin bir surette giyirnmiş. Terdi. İki yüz kadar saydığımız atların hepsinin gem ve dizginleri ile Üzengile. ri altın yahut gümüşten idi. Bir çokla - rının alnından altın, yahut gümüşten güÜl şeklinde birer levha sarkıtılmıştı. Bu levhanın ortasına da ya bir yakut, ya bir yemen taşt, yahut bir firuze ©- turtulmuştu. Bu atların hepsininn çene. sinin altındaki zincirler altından ve gü- müştendi. Ve kullanılanr bu iki made- nin miktaarına göre aşağı yukarı 500 düka kıymetinde idi. Küçük Türk eğerleri yaldızlıydı. Sağ rılatının üstüne üçer elayası genişliğin - de altın dokumalı kumaşlar yahut altın işlemeli kadifeler atılmıştı; ve İki tara- fından bu kumaş ve kadifelerin ucun « daki sırmadar yahut kırmızı ipekten ya pılmış püsküller sarkmakta — idi. Bu hayvanlar, en güzel Türk ve Berberi at. larıydı. Retkleri kaza, duru,kır, benekli kır, yahut beyazdı. Ve her birinin değeri 200 dukadar aşağı değildi. Bana söy - lendiğine göre. Padişâlın sarayında ai« lelâde günlerde 6000 sipahi varmış.. Elçi efendim “le bu atlıların arasından geçerek, sarayın yeniçeriler (Kapıcılar) tarafından muhafaza edilen ikinci ve büyük kapısına geldik. Efendim bu kapıyı geçer ğeçmez, ka- pı yanında oturan yeniçetiler çavuşları ve kâhyalariy'e beraber ayağa kalktılar, Büyük bir hürmet eseri göstererek eğik diler, o geçtikten sonra oturmak üzere yerlerine döndüler. Bay elçi, paşaların toplandıkları divan yerine geldi. Burası bir kubbe altıdır. bir tarafı açık bir hc re şeklindedir. Uçsalona taksim edilmiş- tir, üçüncü xalon padişaha tahsis edil - miştir. Açık olan 3nünde on iki pâlme uzun- luğunda altı tütuna istinat eden bir sa- çak vardır. Efendim, burada dört paşa tarafından büyük bir nezaketle karşı - landı. Bu payılarda birincisi Süleynan İkincisi Rüstem, üçüncüsü Mehmet Te- belip (Mehmet Tavil, Sokullu), dözdün- cüsü...(?) idi Elçiyi padişaha takdim ettiler, Sefa- retini arz ve takt'r ettikten sonra divanır hümayun tercümanı kendisine cevap verdi, bunu nüteakip yanmda paşalar olduğu halde padişahın elini öptü. Ken- Tefrika numarası : 12 Besessanecencane Nakleden: Reşat Ekrem KOÇU disini, maiyetiudeki asilzadeler takip e- derek el öptüler. Padişah, bu üçüncü salonda, suma işlemeli şilteler, yastıklar Üzerine otur - muştu. Sırtında beyaz atlastan esvap ve başında oldukça büyük bir sarık vardı. Sarığının üstünden kırmızı kadileden ve dilimli kavuğu üç parmak kadar gö- rünüyordu. Sarığında,, alnına değru sarkan altından bir gül vardı. Bu gü - lün göbeğinde yusyuvarlak ve pü- til yanan yarım fındık büyükkiğünde bir yakut vardı. Sağ kulağında bir fın - dik büyüklüğünde ve armüut biçiminde bir inci sallanryordu. Çenesinin altında, beyaz ipekten çepkeninin yakasında, düğme yerine, ön en iki tane fevkalâde güzel ve nohut büyükküğünde inci var- d a Padişahın elini öptükten sonra, paşa- lar Bay elçiyi divana götürdüler. Bu salontur her tarafı halı döşeliydi. Alça - cık sedirlerde halılar gerilmişti. Beriim şerefli efendini, Fransız elçisi, öğle ye- meğini, maiyetinden olup ta padişahın elini öpmek şe,«fine nail olan diğer a « silradeler ve dört paşa ile beraber bur salonda yedi. Kendilerine Türk âdeti üzerine hiz - met edildi. Padişahın elini öpmeğe gir- memiş olan diğer asilzadeler, saray mu- hafızı olan yeniçeri (kapıcı) ların otur- dukları dairle yemek yediler. Bu asil- rzadelere Türk usulünde yemek nasıl çıkarıldığını gördüğüm gibi yazıyorum : Evvelâ kapıdan bir Türk görümdü. Zannederim, bize çıkarılan yemeğe ne- zaret etmeğe memur olan adamdı. Al - tın sırma işlemeli yeşil kadileler giyin . miti, elinde bir değnek vardı; kendisini iki kişi takip ediyordu. Birisi gayet güzel tüylü bir hal taşı- yordu ki uzunluğu 15—16 Palme, eni 8 palme idi. Öbüründe çok güzel, w- zun ve enli pamuk bir sofra örtüsü var. dı. Halıyı getiren önu bütün boyunca yere yaydı, Öbürü de halının üstüne sofra bezini serdi. Sonra iki adam daha geldi. Siyah pikeden çepken giyinmişlerdi . Bu adamlardan biri içi bembeyaz çörek dolu büyük bir sepet getirdi, elinde de birginik dolusu güzel tahta kaşıklar var dı. Çörekleri ve kaşıkları sofra bezinin üstüne $ıra ile dizdi. Bunlardan sonra iki kişi daha geldi. Zengin ipekli el'ise- ler giyinmi: Birinin elinde on pit - lik (bin santilitrelik) büyük bir kâse vardı. İçi, geker ve armut ve diğer meyva . Tarla yapılmış bir su ile (hoşaf) dolu idi ki çok güzel, lezzetli bir şeydir, ve çok muğaddidir. Öbürünün elinde iki tane gayet güzel toprak maşraba vardı ki Pisadan yahut Montaldodan gelen kupalara benziyordu. Bu adamlardan sonra, içeriye ik'şer ikişer ön dört tane çok güzel delikanlı girdi. Çiçek, dal ve yapraklar işlenmiş sırmalı esvaplar giy- mişlerdi. Bellerinde altımn kemerler vardı. Pro- vans kadınlarının yaptıkları gibi, saç . larını kâkül halinde keserek alınların Üstüne dökmüşlerdi , Başlarında ucu sivri pek zarif sarı külâhlar vardı. İlk ikisinden birinin elinde xerde, birinin elinde plâv vardı. Pirinçleri şeriye gibi uzun uzundu. Arkadan gelen iki deli- kanlıdan her biri ikişer sahan taşıyor - lardı, Bu sahanlardan ikisinde paralanmış piliç eti ile kuskus vardr. İkisinde “de tavada kavrulmuş tatlılı hâmur (lolkima olsa gerek) vardı, Onların ardından ge- len iki delikanlının ellerindeki kaplar. da parçalanmış piliç kızartması vardı. Diğer iki delikanlı, keza * parçalaninış bıldırcın kızartması ve keklik kızartına- İ sı kaplarını taşıyorlardı. Nihayet son iki si, iki kap fıstik şekerlemesi taşryor'lardı. Bütün bu kaplar sofra örtüsünün üstü- ne ayni zamanda kondu. Etrafına, bütün asilzadeler Türk usulü yere oturdular, bir kısnu diz çökmüştü, yapabilen bağ- daş kurmuştu. İnsan içmek istediği za- man, kâseyi ve maşrabaları elinde tutan lar hberkese bir maşraba dolusu hoşaf veriyorlardı ve fazla vermiyorlardı. Eğer daha fazla su içmek isteyen ©- lursa, yemek yenilen yerde ve avında bulunan altı tane kadar çeşmeye gitmek mecburiyetinde kalıyordu ki, her çeş - menin kenarıma rzincirlerle gayet güzel altın yaldızlı taslar asılmıştı.. Asilzadeler yemek yerken, fevka'öde kıymetli esvaplar giymiş olan bir zok sipahiler önlerinde duruyorlardı; ye - mek yedikten sonra, sipahiler sofradan kapları aldılar, ikişer, üçer kişi birer kenara çekilerek kaplarda kalanı yeme- ge başladılar, Sonra oradaki çeşmelere gidip su iç- tiler. Benim elçi efendim, yemek yedikten ve paşalardan gitmek üzere izin aldık. tan sonra, refakatinde bir miktar ye - niçeri olduğu halde bizim ile beraber sahile kadar geldi. Sandallara bindik ve Galataya geçtik. O sırada İstanbulda ve Galatada mülthiş bir veba salgını vardı. Bu se » bepten, elçi efendim maiyetiyle beraber Galatadan iki mil ötedeki bağa gitti. Bu bağda, yağlı boyalı çok güzel bir ev vardı. Bir bahçesi ve pek tati: bir sayu olan bir kuyusu vardı. Bütün maiyet halkı gece yatısına bu evde kalamıyor » duk, Mösyö L. Entrecasteaux, Mösyö Jean le Grec, Floransalı Mösyö Rug - gicro, Mösyü Jean le Philosophe ve ben yatmak için bu bağdan yarım mil ötede diğer bir bağın içinde bulunan başka bir eve gidiyorduk. Bay elçi, veba dolayısiyle bağa çe- kikdiği esnada, bir defa padişahı görmek için İstanbula geçmişti. Bir de sarayda oturan Süleyman Paşa taralından öğle yemeğine davet edildi; ve servis, Fran- sız usulü yapıldı. Ben, kadim ve şahane meşhur ve muazzam İstanbulu gezip do- laşmak istiyordum. ç Elçi, Süleyman Paşanın ziyaletinde iken, kendisinden izin alarak, biri Li « yonlu, biri Venedikli ve diğer kadırga- mızın kâtibi olan üç zat ile Hipodromu görmeğe gittim (?). Burası, Roma taki Azone meydanı kadar, uzun ve büyük bir yerdir. Bu hipodromun etrafmda İyonya - Korint üslübunda ve 18 palme irtifaında mermer sütunlar, ortasında Üç tane dikili taş var. Bir tanesi tunç idi ve (biribirine sarılmış) üç yılan şek- linde yapılmıştı, kuyruklarının Üstüne istinat ediyordu, başları da yukarıda bir. müselles şeklinde açılıyordu. Difer iki- sinden biri, 30 palme irtifarnda bir por firdir. Üzerine Masır yazısı hakkedil « miştir. Dört tane tuaç mesnet üzerine eturtulmuştur. Hipodromun bir tarafında, padişıhın biricik gözdesi İbrahim Paşanın sarayı bulunuyor. — Padişah, büyük su'tan Roxelanenin arzusiyle onu uyurken öl- dürtmüştü. Bu İbrahim Paşa da, “kbal gçemberinin ne kadar kararsız - olduğu, ne güzel görünür. Yer yüzünün en bü- Yük hükümdarının yanında ifrat ile bihe yütülmüştü. Onu hemen hemen ken - dine denk vapmıştı. (Devamı var)