Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Tariht macera ve aşk romanı Casus olarak terbiye edilmiş bir ço hırıstiyan kadınlar Istanbul gemilerine esir düşmelidir. Bunlardan bir tanesi Padişahtan bir çocuk sahibi olursa onu gizlice hırıstiyan terbiyesile büyütmelidir Geçen kısımların hülâsası Altı Turistiyan gemisi bizi esir etti. Biz, iki gemi halkıyız. İçimizde ka- dımlar da var. Bu kadınlardan biri, müstakbel padişah Mehmedin süt annesidir. Osman ismindeki külçük çocuk da padişah İbrahimin kendi evlâdına tercih ettiği bir oğlandır. Ben de, maktul. Sünbül ağanın mu- temed bir adamıyım. İçimizden ba. l zıları hiristiyan oldu. Ayşe, ben ve Osman da bu meyandayız. » * & Bütün seyahat imtidadınca başka mühim bir hâdise olmadı. Küçük Os:- man, gemideki huri&tiyan kadınları. nm davetlerine icabet etmeden, onla. rı.böyuna tatlı sözleri, güler yüzleri atlattı. Müslüman kadınlarla ahbablık etti. Onlar bu oğlana adetâ perestiş ediyorlardı. ÂAÂyşeyi sorarsanız, kaptan başta ol. mak üzere, bütün zabitler! ahbab ol- muştu. Kâh terclimanın — delâletiyle, kâh doğrudan döğruya könuşuyor, dil hususunda epeyce terakki ediyordu. Zabitlere sualler soruyordu. Onlar, Türklerle yaptıkları — muluarebeleri, muvaffakıyet kazanmak için başvur- dukları çareleri anlatıyorlardı. Ayşe, boyuna: — Ben Türkleri severim, Çünkü be. nim milletimdirler. Onları hıristiyan yapmanın bir kolayını bülsak... - di. yordu. - Bu fikir, zabitlere pek elverişli ge. liyordu. Tahakkuku için ne yapmak lâziımgeldiğine dair Âyşeyle münaka. şaya girişiyorlardı. O, sarayı pek iyi bilen bir kadın sıfatiyle izahat veri- yordu: — Sevkülceyşimizi iyi idare etme- miz için benim de bazı şeyier öğren. mem lâzım... İyi tafsilât veriniz! . di- “yordu... Önlerine birtakım haritalar açıyor. lar, uzun uzadıya konüşuyorlardı.. Ben, kapıdan divan duruyordum. İçimden: ; — Ah, akreb... ÂAh koynumuzda bes. lediğimiz yılan... Senin bizim aileden çıktığıma öyle müteessirim ki.. - di- yordum. iri Fakat birdenbire içime bir . hüzün çöküverdi: — Ben bunun hakkında böyle düşü. nüyordum. Peki ama, âlem benim hakkımda ne diyor acaba?... Ben de vatan haini, millet ve din haini değil miyim?.. . Bazan, muhavereleri pek muğlâk bir hal alıyordu. Ayşeden daha iyi Tumca bildiğim halde dönen mevzula- rı pek kavrıyamıyordum. “— Bu kız, bu fikirleri rendi ? ; diye şaşıyordum. ; /|Bazan da söz döne dolaşa pek cazib bir safhaya intikal ediyordu: — Bir gemiye güzel kadınlar koya. lım.,, « diyorlardı. . Bunlar bizim ter- biyeli, taliimli casuslarımız, olsun.. Her birine saray âdet ve an'ânelerini ben birkaç ay içinde öğreteyim. Ora- ya düşünce kime nasıl muamele yapılacağına dair ders vereyim. Padi. şah ve pasalara müstefrişe oldukları nasıl öğ- zaman neler yapacaklarını — tafsilâtı | ile öğrensinler. Herhalde diğer esir- lere kıyasıa bu suretle fevkalâde te, rakki ederler. Zira, esasen seçme fe- dailer olacaktırlar. Onlar, bu sayede, bizim Türk saraylarında, ellerimiz kollarımız olurlar.:. Kaptan: — Zaten bu hileye ilk defa olarak |* biz başvuracak değiliz... Tarihin sey. mü esir olmuştur sanıyorsunuz?... Ayşe: — BSafiye sultanın hıristiyan âlemi- ne ne kadar hizmeti oldu. Kaptan: — Hattâ siz bile, dolayısiyle bize onun yadigârı sayılırsınız... Onun bir şakirdi Sünbül ağa idi. Siz de Sünbül ağanın muhitinde yetiştiniz.., Ayşe: : — Evet... . dedi. - Daha benim gi. biler yetişecektir. İşte ben de yeni Safiye sultanlarm zuhurunu istiyo. rum... Birer Osman yetiştiren Safiye sultanlar.. h Kaptan ve zabitler, heyecan duyu- yorlardı: — Siz harikulâde bir kadınsınız, Angiliki! - diyorlardı. « Hakikaten plâ- nmız fevkalâdedir. Biz, Türkleri tes. hir için birçok cihetlerden çalışmalı. yız. Bunün bir şekli, Osmanı ne ya- pıp — yapıp * Osmanlı — tahtına ge: çirmektir. Zira, o, reis olmak husu- siyetlerini fevkalâde haizdir. Eğer o. | nu İbrahimin yerine padişah yâpabi- lirsek, ne mutlu bize! Fakat eğer ya. pamazsak, söylediğiniz şekil en mu. -vafıkıdır. — — Yani hulâsa ediyorum: Bizim ta- rafımızdan iyice yetiştirilmiş bir ka- dın, bir padişah zevcesi olacak. Bir evlât sahibi olarak, onu; benim ssma. nı yetiştirdiğim gibi yetiştirecek... Böyle bir bükümdar Türklerin başına geçince, papa hazretlerile münasebe- te girecek... Yavaş yavaş muhitini ha. zırladıktan sonra, Türk memelketle. rinde hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edecek... Yeniçeri ordusu hıris- tiyan çocuklarından mürekkeb oldu- ğu için, onlara da bu fikir birdenbire mülâyim gelir... Kaptan ve zabitler, ellerini biribiri. ne vurarak, bu sözleri alkışladılar. — Şimdi, gelelim tatbikat sahası- na... Bu işi bakmız ne suretle yapa. cağız. Ayge, etrafıma baktı. — Bu mezvzuu başbaşa könüşalim... Ancak rütbeyi haiz hıristiyan zabit. leri arasında'. Amiral, maiyetine dönerek: — Dışarı çıkınız! - emrini verdi. Hepimiz çıktık... Aramızda kırk yıl lık hıristiyanlar da vardı. Onlara bile itimad edilmemişti. Halbuki Ayşe, hı- ristiyanların en itimad edilen erkânı. harpleri arasına girmişti. İşte, buna hayret ediyordum. Dışarı çıktığımız zaman, Girid ada- sına pek yaklaştığımızı öğrendim. (Devamı var) fıkra müsabakasi açmıştır. Gönderi, lecek fıkraların kısa ve hiç olmazsa “az işitilmiş olması lâzımdır. Fıkralar, gönderenlerin Imzaları yahut müstefr adlarile neşredilecek Haber, okuyucuları arasında birx ve her ay ©0. ây İçinde — çıkacakların en iyilerinden beşine muhtelif ve kıy, metli hediyeler verilecektir . Bize bildiğiniz güzel fıkraları , gönderiniz. Ben ehli kuburdanım Sultan Mahmut devrinde rtakı içmek yasak edilir. Meşhur Bekri Mustafa Topkapı mezarlıklarından birinin içine egirer ve içmeğe başlar bu arada oradan' geçen zaptiyeler Bekriyi görürler ve sorarlar: * — Sen rakı içmenin yasak olduğunu bilmiyor musun?. ; ” Bekri cevap verir: — Biliyorum'amma benim dürya ile alâkam yok. Ben ehli kuburdanım, der. Aysel Nedim Hesabı doğru veren Ağanım biri çobınlnhm toplamış on. lardan koyunlarının hesabınır soruyor - muş, Her çoban sıra ile ağanın odasına girip Hesap veriyor ve dişarr çıkıyör. Sırası en son gelen, ağaya şöylece he. sap vermiş: — Yüz koyundan ellisi dalaktan öl - dü. Yirmisini kurt kaptı, yirmisini sel aldı, götürdü. Dokuz tanesi de doğurur- ken öldü. Kalan bir taneyi de kestim, pastırma yaptım. İşte derisi. Sütünden de sana bir çömlek yoğuürt yapıp getir. dim. Ağa hiddetle yoğurt çömleğini alıp çobanın başına geçirir. Yüzü, gözü /|—bembeyaz yoğurt içinde - dışarı çıkan |işgüzar çobana arkadaşları bu halin se- bebini sorarlar. e — Hesabı doğru verenin yüzü ak çı. kar, - der. ri esnasında kaç tane böyle misal var. Meselâ Saliye sultan da başka türlü Bırak, dünyayı —yıkmaya kalkar Bektaşinin biri bir hamama gider, yıkanır. Çıkacağı zaman: — Yarabbi, der, bana bir kuruş ihsan et te hamam- cının parasını vereyim, yahüt da bir fevkalâdelik göster de Şuradan sıvışa- yım, Tesadüfen müthiş bir zelzele olur ve bu arada Bektaşi de tası tarağı toplar ve hamamdan sıvışır, doğru bir camiye | gider, bir de bakar ki adamın biri o- turmuş ve ellerini açmış, Yarabbi bana bir çuval altın ihsat et diye, dua edi . | yor. Bektaşi adamın suratına müthiş bir tokat 'atarak der ki: — Beş dakika ev- vel Bir. kuruş vermemek için kota ha. | mamı yıkan Allahtan hem de bir çuval altın istenir mi? Bırak hiddetlenir de dünyayı yıkmıya kalkar. Asuma » Nedim ' İnkisarcı Eski zamanlarda, — Etyemezde bir karı koca varmış. Erkek, nasılsa 3*Ya tana uyarak evini ihmale başlanğış. Bu halden müteessir olan kadın, der- dini komşularına açmış. -Yaşlı..':T komşu kadin, Akbıyık semtinde oiv- ran meşhur inkisarcı kadını sağıık vermiş. Kadıncağız tarif edilen eve gitm's. O gün inkisarcı kadın çamaşır y'kı. yormuş. Etyemezli kadını ayak üstü dinlemiş: — Bugün çamaşır yıkıyorum. Fazia bir şey eöyliyemıgm. Yalnız şu kadarcık söyliyeyim. O herifte Sultanahmet camii kadar yara açılsın, minaresi ka. dar da fitil işlesin... Demis... Orhan G—önoııç"_ | 2 Haziran — 1937 İlkanın -o gece gözüne uyku gırinedi. Bir türlü sabah da olmuyordu. Bir sa- bah olsşa! Uzun saatlerden sonra, niha- yet yatak odasının perdeleri günün ilk | rşığı ile aydınlandı. İlka mahmur göz- lerle kalktı, sahah gazetelerini — aldırıp heyecanla baktı.. Belki gete — kendisile görüşen Erl idi. Hayır. Gazeteler şam- piyonun o gece Virjinya Biçde yaptığı maçm tafsilâtını yazıyorlardı. Demek o saatte telefonda olan Erl değildi. İlka, bir çılgın gibi giyindi, sokağa çıkt:; âşı- kının apartımanına koştü. Ö, geze yarı: sından sonraki trenle döndüğü için, he- nüz gelmemişti. İlka divana üuzanarak bekledi. Biraz sonra kapinm deliğine bir anahtarın girdiği duyuldu Etl Marşal içeri girdi. Kolunda bir raket vardı. . — Hello, Erl! — Hello, İlka! İki âşık öpüştüler. lik kucaklaşmalar bittikten sonra İlka sordu: — Dün akşam bana telefon ettin mi cicim?. — Hayır, neden sordun?. Ş — Hiç.. Birisi telefon etti de.. Sen zannettim., İlka bu kadarla iktifa etti Eğer te - lefon mükâlemesini söylerst muhak . kak ki Erl kızataktı. Belki de korka;. cak ve esasen zorla kabul ettiği bu işten vazgeçecekti. Hiçbir şey söylememek daha münasip olacaktı. Öyle yaptı. Yal- nız, şimdilik kocasının aleyhine düşün- düklerini henüz tatbik zamanı olmadı. ğını bild'rmekle iktifa etti. HARARETLİ BİR GECE Cim Bleyk, telefon ettiği -YET den çı. kar çıkmaz bir otomobile binfmş ve ya- zıhanesinin adresini vermişti. Fakat Cim, şeförü, Eril Marşalın se siyle çağırmıştı? Birdenbire kendini, topladı. Yoksa bu sesten kurtulamıya . Caktı!'Ötomobile binince kendi sesiyle konuşmağa başladı ve istediği zaman sesini değiştirebileceğini görerek mem nun oldu. Yazıhaneye gelince, Cim, kabul sa - lonunda Şarlotu gördü, Şarlotun elin- de kâğıtlar 'vardı. ÜCim sert bir sesle sordu: S 'T “ — Bu saatte burada ne yapıyorsu - nuüz?, Üo Şarlot kabahat işliyen bir çocuk va. | kalandığı zaman ne hale gelirse öyle ol. du, sarardı, sonra kendini topladı: — Ya siz, dedi. Sizin ne işiniz var? Yoksa bir-şey mi oldu?,. ., - , — Hayır.. Tamamen şahsi bir iş ile meşgüul olmak için geldim. — Tamamen şahsi mi? Buna rağmen size bir yardımım dökünabilir mi?,: ' — Hayır. Eğer icap' etsey'di. size kal manızı söylerdim. ! Cim böyle sert sert konuşmakla Şar- lotu mütcessir ettiğini anlıyor, ve onu Amerika €tumhurreisi Ruzveltin zabıta romanı muuıııııq““ııllll Dü AL müteessir ettiğinden dolayı kendi ae müteessir oluyordu. Tekrar sordu: — Burada geç vakit ne yapıyorsunuz söylemediniz? Şarlot elindeki kâğıtları uzattı : — Bu mesele ile mesgul olmamı söy. lemiştiniz. Madem ki buradasınız, be « raber - bir göz atabil'riz. — Şimdi meşgul olamam. — Doktor, bana bir itirafta bulun - mak mecburiyetindesiniz. Şarlot, patronuna arasıra “dokteor,, diye hitap ederdi. Çünkü Cim Bleyk, bundan iki sene evvel Üniversiteye de » vam etmiş ve edebiyat doktoru ünvanır. nr kazanmıştı. Aralarında bir gergin « lik olduğu zamanlar ona doktor dedi mi, Cimin hiddeti geçerdi. Cim cevap verdi: — Böyle bir mecburiyetim yok ve size cevap verecek değilim amma, bir defa sorunuz bakayım. — Nerede yemek yediniz?. — Bü akşam mı? Niçin sordunuz?... Galiba yemek yemedim daha.. — Ben de öyle tahmin, ediyordum yal., Şarlotun halitide büyük bir zafer ka- zanmış bir kumandan hali vardı, İlâve etti! — Gidip bir şeyler alayım. Yazıhane hesabmna gayet tabii.. Hattâ gidip Cer - vellide de pekâlâ yemek yeyebilirdik. — Teşekkür ederim, karnım tok... Çalışacağım. İşim var. — Peki, ben sizi burada beklerim.. — Hayır, beklemeyiniz, yalnız kal . mak, istiyorum. Şarlot onu bu halde yalnız bırak. mak istemiyordu. Yazıhanenin sol gö - zünde bir tabanca olduğunu biliyordu. Onun için: ; — İyi, dedi, ben de şu işleri bitire- yim; giderim.. Cimin asabiyeti fevkalâde idi: — Işinizi derhal bitiriniz., — Sizi böyle geç vakit yalnız mı bır. rakmamii istiyorsunuz. Şarlot bu sözleri öyle bir şefkatle, öyle himayekâr bir eda ile söylemişti ki, Cim Bleyk hayret etti..; — Ne o? dedi, benim için bir şeyden mi korküyorsunuz? Kendi kendine kalmağa, çalışmağa alışmış ve hayatta hiçbiı'— kirnseden şefkat, muhabbet görmemiş olan — bu adam, dünyada kendine acıyacak, ken disi —için endişe duyatak bir kimsenin mevcüudiyetine hayret ediyordu. Devam etti: . ; — Demek benim için korkuyorsunuz. Benim meyus olduğumu zannediyorsu. nüz. Acaba ne yaptım ki bana söylemi. yorsunuz? — Neden şüphe ediyorsunuz?. * ! | (Devamı var) saznn A ÜTT EETErALDTE UAMRĞZİ Ni D aT TED ÜTEE