"Tarihi macera ve aşk romanı — 76 Müteassıp kaptan, bana dedi ki: “Senin adın Yazan: (Vâ - Na) Mustafa! Muhammet Peygamberin adı senin gibi bir adama elvermez... Sana daha iyi bir peygamberin ismini koyalım. Bundan sonra Hristo ol...,, Geçen kısımlatın hülâsası ) Düşman eline esir düştük. Efendi. miz olan Sinbül ağa öldürüldü. Bi. tün Türkler, esir düşmemek için a3- lan gibi muharebe etti. Yalnız ben, cusus olan Sünbül ağaya uyarak, bir takım habasetler karıştırdım. Düşman tarafına geçtim. Nişanlım ölün Ayşeyle oğlum olmak ihlimali olan küçük Osman düşmandan pek büyük izzet ve ikram görüyor. ... Ayse bana, döndü: — Bu mu?... Yahancı değil Amiral; — Yabancı olmadığı zaten anla. mıştım. Gâyemizin husulü için, az ya» rarlık göstermedi. 'Türk esirlerinder bir ihtiyar: — Mel'un! . diye haykırdı. O esnada öteki gemiden de esirler getiriliyordu. Bunlar arasında biri ba. na hain hâjn baktı, Onu tanıyacak gi- bi oldum; âma, tanıyamadım. Esasen, dimağım civarda olup bitenlerle o ka dar meşguldü ki, böyle teferrünt üze. | rine duramazdım. | Rum tercümanın emriyle, bana mel'un diyen adama, hıristiyan asker. lerden biri bir kamçı indirdi. İkinci kamçı ineceği esnada, ben e Timi uzattım. İstirdat eder gibi: — Dur! - dedim. — Niçin? Rum tercümana cevap verdim: — Benim yüzümden vuruyorsunu?, değil mi?... Onun benim için dayak yemesini istemiyorum... Vurdurtma. yn. Amiral, konuşulanları sordu. Tercüman nakledince, çatal sakallı bahriyeli gülümsedi. — Tamam... Tamam... Aferin be a. dam. - diyerek yaklaştı; yanağımı ok $adı. Sonra, üzerime doğru bir haç i gareti yaptı: — İsa seninle beraber olsun, Bir iki adım geriledim. Fakat o es. nada Aygeyle göz göze geldim. Bana, Tenk vermemem için Öyla vasla bir işaret yapıyordu ki... Durdum. Gülümsedim. Kaptan Üç kere daha haç çıkardık: tan sonra: — Tam hiristiyan ahlâkı ile yâra- dılmışsın! Hazreti İsa (bir yanağma tokat indirene öteki yanağmı da uzat) der... Sen de onun gibi yapıyorsun. Bu adam sana küfretti. Sen onun da- yak yemesini istemiyorsun... İşte, bt. ristiyan merhameti böyle olur. O bü- yük his senin kalbinde var! Tercüman bu sözleri tercilme etti. Faknt ben esasen anlamıyor değildim Zira muhavere rumca olarak cereyan ediyçdu. Ben de, Ayşe de, İstanbulda rumlar arasında bulunduğumuz için bu dili pek iyi bilirdik. Lâkin onun tercümanla konuştuğunu görerek ber de öyle yapıyordum. Bana sordular; — Adin ne? — Mustafa, Kaptan, dudak buruşturdu, — Beğenmedim ".. dedi. — Niçin efendim... Peygamberin 4. dr. Bana ötedenberi Anber Mustafa derler... — İyi ya... Asıl Muhammed pey. gamberin adı olduğu için beğenme- dim ya... Senin ahlâkın nasıl İsanın- kine benziyorsa, ismin de benzemeli, dir. Onun İçin seni vaftiz ettireceğim. İsmini Hristo koyacağım. — Hristo mu? - ... diye haykırdım. Kaptan, bu sesteki teessü” ifadesini sezemedi, Hattâ belki de memnuniyet sayhası saydı. — Evet... Tebşir ederim... Hristo oluyorsun... “— Ben Muhammedin ümmeti ola. rak kalmıya ve öylece ölmeye canımı feda ederim!,, diye baykıracaktım; lâ. kin, artık benimle meşgul olmuyorlar. dı. Kaptan, öteki Türklere hitab etti: — Hepiniz esirsiniz. Bir sürü meşek katler, eziyetler göreceksiniz. İçinizde kurtulmak istiyen yok mu? Kadı, ileri atıldı: — Ben, ben kurtulmak istiyorum, amiral hazretleri... İstanbula yazaca- ğım. Bursada emlâkim vardır. Satıp diyetimi, fidyemi versinler... — Pekâlâ... Bu bahsi sonradan gö- Tüşürüz.., Fakat, herkesin iradı, aka. rı yoktur... Bu esir düşen tayfalarır birçokları fakirdirler... Onlarm içinde de kurtulmak istiyen vardır belki... İşte şimdi onlara bir yol gösteriyo. rum... Eğer takip ederlerse, yalnız dünyada değil, ahrette de kurtularak. Tardir... Bu yol, hiristiyan olmaktır. Bütün esirler, cesaretle ve nefretle: — Asla... . diye haykırdılar, . Allah yazdıysa bozsun... İstemiyoruz öyle kurtulmayı... Kaptan pek müteassıp bir herifti. Sert bakışlarını takmdı. Kalm &esile haykırdı: — Ayağınıza gelen nimeti tepmenın cezasını göreceksiniz... Hepinizi, teda- vi edilir edilmez küreğe koşacağım. Atın gu köpekleri anbara! Kamçılar şakladı, Amiral Ayşeye döndü: — Siz ne düşünüyorsunuz? Nişanlım, hemen diz çöktü: — Ben mi?... Ben mi?... Canımla ba şımla vaftiz edilmeye hazırım... Oğ. ium da beraber... (Devamı var) 20000) G0) Mezarda yaşayan | zengin! MER zenginlerinden Zeki E- fendi Okaşa öldüğü zaman gö- mülmesi için inşa ettirdiği türbede yaşamağa başlamıştır. Kahire mezarlıklarından birinde inşa ettirmiş olduğu türbe o kadar hoşuna gitmiştir ki Zeki Efendi tası tarağı topladığını gibi buraya taşın” mış ve burada yaşamağa başlamış» tar. Bizim paramızla 187500 liraya mal olan türbenin altı dairesi vardır. Dairelerden birisi Zekiye o mahsus- tur; diğer beş daireyede ölürken yapacağı vasiyetnamede yazılı” beş arkadaşı gömülecektir. v Bu ücaip fakat çok lüks türbede Zeki her akşam ziyafetler vermek- tedir. Türbede iki alaturka hamam ayrıca elektrik makinesi ve bir buz- hane vardır. Momilya gayet asridir, Yatak odasındaki perdelerin her bi- risi 3500 Tira'değerindedir. Bu garip tabistli zat telefonla arkadaşlarını davet ederken “mezar da yaşamakla beraber ölü olmadığı. nr, da ilâve etmektedir. 250 kuruşa sandoviç ! E CNEBİ bir seyyahın Paris bar. larından birinde bir sandoviç için 250 ve bir kadeh içki için 390 kuruş vermesi Paris sulh ceza hâkim lerinden birini fena halde kızdırmış- tar. - Bu hâkim bar sahibine şöyle bağırmıştır » — Sizin işiniz büyük şehirlerin bataklıklarında yetişen zehirli man tarlara benziyor. Bu hareket bir Parisliye hiç de yakışmadığı gibi siz Fransanın yüz karasısınız. İşlettiği. niz lokanta ecnebiler için âdeta bir eşkiya yatağıdır! nebi 50 yaşmda bir İngilizdir. Folli Berjeri ziyaret ettikten sonra opera meydanından geçerken otömöbilli güzel bir kadın tarafından çağirıl. mıştır. Kadınım gezinti davetini sevinçle kabul ettikten sonra karşı karşıya birkaç (o kadeh cakıştırmak için kadının gösterdiği bara girmiş” tir. Burada bir saat kadar oturduk tan sonra getirilen hesap puslasında 5 ingiliz lirası tutan yekünu görün- ce İngilizde şafak atmış ve cebinden bir tek ingiliz lirası çıkararak masa. Soyup: soğmna çevrilmiş olan ec | miş ve işin alt tarafını da barm ka" Teisizle yemek pişirilecek! “.— Yemeklerimizi çok geçme: | den telsiz telgrafın kısa dalgalariyle ! Pişireceğiz!,, Avusturyanın meşhur hikmetşi- naslarından Kovascik geçen hafta burada verdiği bir konferansta bunu söylemiştir. “Avusturya biofizik cemiyeti,, mensuplarmdan güzide bir ilim he- yeti huzurunda verilen bu konferans ta porfesör, Ültra kısa telsiz dalgala- riyle yaptığı ve bütün dünya ev ida resinde büyük bir inkılâp vücuda getirecek keşfini misallerle göster- miştir. Büyük bir liğen içine su doldu- rulmuş ve bü su mavi halinde kala- cak şekilde en aşağı hararet derece- sine indirilmiş, içine canlı balıklar atılmıştır. Bir düğmeye basılmiş ve ik dakika sonra bütün balıklar öldüğü gibi su hâlâ incimat noktasında 'ok duğu halde mükemmel bir surette de pişmiş oldukları görülmüştür. Bundan sonra profesör daha mühim bir gösteriş daha yapmıştır. Suya kocaman bir parça çiy büftek atmış tur, Su bu et parçasmı buz halinde dondurmuştur. Telsiz telgraf dalgaları safıveri- İince bu et parçasr, buz kalıbımm içinde nefis bir surette pişmiştir, nın üstüne bırakmıştır. Bunun üze rine bar sahibi olan kadm ingilizin yüzüne bir yumruk aşketmiş, kendi- sini bara getiren güzel kadın dayak faslma karışarak zavallı ingilizin ka. burga kemiklerine tekmeleri indir pıcısı olan sabık boksör tamamla: mıştır. İngiliz bir müddet sonra ayılın. ca kendini bardan epey uzakta kal dırım üstünde bulmuş ve cebini ka* rıştırınca içinde (500 İsviçre, 100 Fransız frangı ve 15 İngiliz lirası o- | yakalayıp yakalayıp bir dalganın üze - lan cüzdanının yerinde yeller estiği: ni görmüş, dava da bundan çıkmış» tır. Bu hadise Pariste barların fiyat listelerinin belediye tarafından kon- trol altıma alınmasını icap eltye sektir, i 25 MAYIS — 1937 Amerika-cumhur reisi Ruzveltin zabıta romanı » Gim Bleyk, denizle dövüşmesini se- verdi. Acı, iri dalgalarla karşılaşmak, sonra, mağlüp olarak kumların üzerine | serilmek... İşte her sabah yaptığı bu dövlüşme sayesinde, kırk üç yaşına rağ. men küvvetli bir vücude, çelik gibi a - dalelere sahipti, O sabah, deniz istediği gibiydi. De - rinliklerden uzanan dev kollar, onu | rinden ötekine fırlatıyor, bazan çekip | içeri almak istiyordu: Cim bir hayli boğuştuktan sonra yo. ruldu, kendini bif dalganm sahile uza» nan diline bıraktı, kumlara varır var » maz, öylece kaldı. Güneş çıkıyordu. Cim yerinden fır » ladı. Birkaç hareket yaptı, takla attı. Sonra, havlusunu alarak .vücudunu o. ğuşturmıya başladı. Bu İşi yâparken, gözleri, . Savtempton yamacının üze- rindeki. şato denilecek kadar muhte . $em eve daldı, öylece kaldı. Cim eve | baktıkça aklından binbir türlü şey ge- Şiyordu. Birdenbire, ev gözleri önünde salla nır gibi oldu, sinemalarda yavaş “gös - terilen filmlerde olduğu gibi. yavaş ya, vaş yıkılmıya başladı ve biraz sonra, yamacın üzerinde eve dair hiç bir iz kal madı, Cim kendine geldi. Baktı.. Ev yerin: de duruyordu. Bu yıkılış sadece onun hayalinde olmuştu. Bu ev, onun kendi eviydi. Fakat buna rağmen Cim, evin | temellerinin pek sağlam olmadığını. Yı. kılmak üzere bulunuluğunu biliyor, hat tâ, temenni ediyordu. Zira; kendi mevcudiyetinin tehlikede olduğunu biliyordu. Evet, yedi milyon dolar kıymeti olan kendi mevcudiyeti « nin! Cim, o gece, sabaha kadar ne yapa - cağını düşünmüştü, Kafasının içinde, hep yıkılan ev hayalleri vardı, ve işte, bu hayal, sabahleyin de gözünün önüne gelmişti, Karısını ne yapacaktı? Ne bâhasma olursa (o kendisiyle bir daha mwinakaşa etmiyecekti. Cim, karı koca kavgası denilen bu münakaşalardan nef ret ediyordu. Daha dün akşam böyle bir münakaşa yapmışlardı ve karısı, İ- ka, dostlarından birinin verdiği giyalete gitmişti. o Giderken de, ancak sabaha karşı gelmek ihtimali olduğunu, fakat, bünu pek te ümit etmediğini; hor Hal - de, kahvalitr için: beklememesini söyle mişti. Filhakika, Cim, denize girmek Üz“. re odasından çıktığı zaman, İlka, henüz ziyafetten dönmüş değildi. Bleyk âilesi gittikçe. bozuluyordu. Hergün geçimsizlik yüzünden müna - kaşalar oluyordu. İlkaya ne oluyordu?. TI Cim için artık bir mâna ifade etmiyen paranın İlka için büylik bir ehenemiyeti vardı. Hoş, İlka harekâtımdan pek te mes'ul değildi. Etrafındakiler harikul, Ade güzelliğinden dolayı onu şımartmış lar, en küçük arzularını yerine getire - rek, kusurlarını affederek, hattâ birer meziyet halinde göstererek ona, fazla yüz vermişlerdi. İlka Rustu, ve bütün Rus asilzadeleri, bu meşhur aktrise âşıktılar. Evet, onun bir kabahati yok - du, Asıl kabahat Cimde idi. İlka kendi- ni sevdiğine inanmak gafletinde bulun. muş idi. Onun şefkatini samimx bir bir şefkat sanmıştı. İlka uzun müddet sefalet içinde kal- mıştı. Cim Bleyk ise, onu tanıdığı za. muş idi. Onun şefkatini samimi bir nu: — Kendi kendini zengin avukat! Diye parmakla biribirlerine gösteri « yordu. İlka da onu böyle tanımış, ve bir milyon doların, az bir para olmadı- ğın tahmin etmişti. Hemen eline” bir kalem ve kâğıt alan İlka, bir milyon doları tubleye tahvil edince, hayatında ilk defa olarak- nâmütenahi hakkında bir fikir edindi; ve tahmini kanaat ha - line geldikten sonra, Cimi elde etmiye karar verdi. İlka tanıdığı mülteci bir Rus gene - ralinden ödünç bir kaç elmas aldı ve bir senaryo tertip etti. Tanıdığı bir diğer Rusun evinde, hususi ve mah » dut bir seyirci kütlesi için temsiller vermiye başladı. Bunda okadar muvaf fak oklu ki, Cim kendini bizzat Rusya çarı zannetti. Bu temsillerin kendisini avlamak için verildiğini bir vörlü far - ketmedi. İlka'ya, evlenmek (teklifinde bülunurken, her tarafı titriyordu. Bu sebepten, İlkan Rus şivesiyle “böyle bir saadeti ümit etmediği, cevabını du. Yunca, kendi kendini yaratmış olan bu zengin avukatın aklına son kozunu oy- yaratmış olan bu mamakta olan birakteisi sefaletten kurtardığı katiyyen © gelmemişti. Cim, evlendikten bir kaç ay sonra, karısına Savtempton'da bilhassa yap - tırdığı bu nefis evi hediye etti, İlka, sahne kudretini, bu evde davetlilez'ne Böstermekte devam edebilecekti ve öy. Ie yaptı. Eve gelip yerleşince, davetler tertip etti ve o civardaki zengin çiftlik sa - hiplerini, sayfiyeye gelmiş. olanlar polo, ve yat meraklıların çağırd. Bun- lar, kocasının serveti sayesinde eski çarlık Rusyası hayatın temsil edebilen İlkenm davetlerine koşa koşa geliyor * lardı. “Devamı var)