5 Ocak 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

1 eee şamame | e üi ge VYazan: A, Cemalettin Saracoğlu Millit mücadele senelerinde ka Enosis vapuru masıl -. zaptedilmişti ? 2_ numaralı motorbotu geriye bırakarak - tam yolla şikârının üzerine atıldı Aksi olacak ya!./ Tamam bu sı - rada 2 numaralı botun makinesinde gene bir bozukluk baş gösterdi. Za- ten bu tekneler pek paslak birer ma- tah değillerdi. Anadolu Milli hü- kümetine Rusyanım bir cemile olarak satmış olduğu bu iki gemi , öyle buhranlı bir devreye tesadüf etme- miş olsaydı muhakkak ki hurda ola- rak satılacak teknelerdi. Lâkin “ko- yunun bulunmadığı yerde keçiye ab- — durrahman çelebi,, denıldıgı gibi elde — başkası bulunmadığı için, Milli hükü. — met o zamanlar bu botları tehalük ile — satın almıştı. Bir taraftan karanlık kesifleşerek göz gözü görmez bir hale — gelirken -motorbotlardan birisi stop etmek mecburiyetinde kalmiştı. Bu vazi - yet karşısında | numaralı bot süva- risi yüz başı Necati kaptan düşünme- di bile. Madem ki kader ve tali onu arkadaşından ayırarak yalnız bırakı- yordu. . O da yalmz başma Yunan | vapurunun üzerine saldıracak ve tek başma büyük — düşmanı ile hesabmı görecekti. v Hem acele etmek, “Enosis,, i ka- k istemiyorsa çabuk davran| mak icap ediyordu. Binaenaleyh, 2 numaralı motor- — botu geride brrakaral: tam yolla şi -« — kârmım üzerine atıldı. Böyle mini mini bir tekne ile koca bir vapuru zanta kalkışmak belki bir cinnet ta - hakkuk etmesi çok güç bir hülya idi. na benzer, ne hülyalar olmuş, nice olmaz görünen işler becerilmişti. el Ki numa.ralt motorbot bem he- m kopukler saçarak şikârma dogru kabeı ışık ve nür içinde rahat rahat İstanbula doğru yol alryordu. MiLLOR A KAPTAN DUR!... “Enosis,, rumca “İttihat,, demek” ' tir ve her nedense bu isim (Türk de — mizcilik tarihinde acaip tesadüflerle © karışık tubhaf bir iz brrakmıştı. , ” 1310 Osmanlı — Yunan muhar rebesinde “Prevze,, Osmanlı istih- kâmları bir tek Yunan vapuru batır- mışlardı ve bu vapurun ismi “Enosis,, — yani “İttihat,, idi. 'i 1914 dünya harbinde Karadeniz — Rus donanması bir Osmanlı vapuru zaptetmişti. Ve bu vapurun ismi 'İtti- hat,, idi. 1919 İstiklâl harbinde Türk bah- — Tiyesi bir vapurun zaptı peşinde kor ;uyo:du ve bu vapurun ismi gene osis”, “İttihat,, idi. Tuhaf bir tesadüf değil mi? Her ne ise, sadede gelelim: Bu sonuncu “Enosis,, vapuru Novorosisk'den deri, salamura, bağır- — sak yüklemiş ve İstanbula gidecek — birkaç yolcu da alarak denize . açıl- | Yunan gemisinin süvarisi başta olmak üzere gemide herkes Karar — denizin emin olduğuna o kadar inan- — da bir Türk harp gemisiyle - karşılaş- — maları ihtimalinden bahsetse kahka” — halarla gülecekler ve o kimsenin çıl- — dırmiş olduğuna — hükmedeceklerdi. — “Ayverof,, un Yunan torpito muhrip- | lerinin dolaştıkları sularda bir Türk gemisinin mevcudiyetine hiç imkân Mt tasavvur edilirdi?... - “Enosis,, e binmiş olan yolcular — ve bunlarım arasında bulunan maliye — mütehaasısı İtalyalı Sinyör Luici A- — berto da böyle düşünmüştü. Zaten söyle bir lhhmal Taevcut bulunsaydı_ rini sokakta bulmadılar yal. Böyle bir tehlike varit olsa bu zatlar elbet koca gemiyi seyahate çıkarmazlardı. | Bu sebeplerden dolayı “Enosis,, vapurunda süvariden dümen neferi” ne kadar herkes Türklere tesadüfü hatır ve hayalinden bile geçirmiyor- du.. Halbuki tahakkuku milyonda bir ihtimal dahilinde bile görülmiyen bü tehlike tahakkuk ediyor ve saâatte yirmi milden fazla bir süratle kendile rine yaklaşıyordu: (1) numaralı mo- törbot gecenin kuyu karanlığı içinde “Enosis,, e gittikçe sokulurken botun baş tarafmdati 47 milimetrelik tor pun arkasında harp mevkiini alımş olan topçu Halit cavuş (*) mermiyi topa sürmüşt, — Ateş!.. emrini bekliyordu. Kaptan mevkiinde süvari yüzba- şı Necati kaptanla kendisini bir arka- daşiyle Rus meyhanesinde tanımış oidugumuz serdümen Sürmeneli Hü seyin çavuş gözlerini düşman gemisi- nin pupa fenerine dikmişler, saatte yirmi mil süratle denizleri yırtan kü- çük teknenin koca bir gemiye karşı boy ölçüşme saatinin çalmasını sar bırsızlıkla bekliyorlardı. (Devamı var) (*) — Anadoluda milli hükümet teessüs ettikten sonra denizde ilk defa olarak düşmana mermi savurmak şe- refini kazanmış olan bu — babayiğit KA BDUAL — Âkşamı puslüsiü Macera ve aşk romarı —e Yazan : (Vâ-Nü) | Lâkin onun her şeyden evvel isteği sa- Türk denizcisi Filyosludür. Saraydaki Mihrümaha bir ilâç içireceksin. — Kendisini birkaç gün ısıtma gibi bir hastalık — tutacağı için saraydan tımara Geçen tefrikaların hülâsası: Esir taciri hacı Mustafa, muhteşem ge milerile ve kalabalık heyetile İstanbula gelmiş, Fındıklıdaki sarayına yerleşiyor maiyetindeki Beşir ağa ile sarayda per “decilik eden biraderi —Nesim ağa ko nuşmaktadır. — Demek ki sen bizim yükselmemize imkân görüyorsun Beşir... — Tabii.. — Bunun için bir çaren var mı? — Sen söyle bakayım! Şu senin Mih- rümah'a yükselmek hırsı olan bir ka- dın demiştin, değil mi?.. j Güzel mi bari, genç mi? / Nesim, fmdık ormanında yalnız bu- lunduklarından emin, bir kahkaha at- Hi — Tabif değil mi... Fakat bu sualle- rin manasını anlamıyorum, Beşir, manalı manalı: — Bir erkekle onun başını döndür- mek istiyörum... — Çok beklersin, öyleyse.. Çünkü Mihrümah, gerçi, ekser saray kadınla- rı gibi, erkeksizlikten çok şikâyetçidir. raydan ayrılmamaktır. Zira dışarki ha- yatı cehennem farzedtyor. Hattâ, daha demin bile söyledi: “Paşalarla evlen - mesini bile istemem... Çünkü beni kim bilir nerelere götürür, sonradan unu - turlar... Gene bu saraydaki vaziyetime düşerim, ama, daha fena bir muhit - tel...,, dedi. Hulâsa, evlenmek niyetin- de değil. Hem evlense bile ne çıkar? Beşir, sesini alçaltarak ve ormanda olmasına rağmen - çalı dibinde adam bulunur fehvasınca - ihtiyatla: — Onun vasıtasiyle saraya bir erkek sokmak istiyorum. — Deli misin sen? ! — Hiç de deli değilim. — Öyleyse bunün nasıl kabil olaca- ğını sanıyorsun ?.. O zavallı Mihrümah da senin benim fibi bir kul parçeası.... Beni nasıl Hacı Bilâl saraya satmışsa, onu da öylece ayni esir taciri satmış.. Beşir, sevmçî“ kardeşinin kolunu ya kaladı: — Deme.. Sahi mi söylüyorsun? — Allah' Allah..” Bünda Şaşacak, memnun olacak ne var?. — Memnun olduğum, Mihrümahın bizim efendilerimiz tarafından saraya satılmış olmasıdır. Çünkü biliyorsun ki sarayın âdeti, hastalanan insanları timara yollamaktır. Sarayda hasta müuhafaza edilmez. Nereden geldiyse o- raya gider. Tedavi edilerek geri yolla- nır, Öyleyse, Mihrümah keyifsizlenin- ce Hacı Mustafanın konağma istirahat icin yollanacak... — Vallahi sözlerinden bir şey anla - mıyorum, birader.. Sen, uzun bir sefere çıktı, her halde, sinirlerin bozulmuş... Bunlar ne demek? — Neticeyi görürsün... Sen benim söylediğimi yap.. Şimdi, konağa gıdm- ce, sana bir ilâç vereceğim, onu Mihrü- maha İiçirirsin. Birkaç gün sıtma gibi nöbetleri tutar, onu saraydan tedavi için yollarlar.. Ben, hastane kısmında Tekrar yemek salonuna döndüğü zaman arkadaşını masanın başında bulamadı Öteki memur eliyle kadehleri tuttu:| — Hayır. İstemez.. Arkadaşı şaşırdı: — Komiser gelinceye kadar değil miyiz? — Yavaş konüş! Garson memur ol. duğumuzu anlamasın. Görüyorsün ki burası meş'um ve tehlikeli bir yerdir! — ÂAdam sen de, Herkes keyf ve neşe içinde. Bizim içmememiz aptallıktır. — Komiserin dediğini unutuyorsun? — Bir tuzağa düştü diye mi merak ediyorsun? içecek — Beş dakika daha — bekliyeceğim, Dönmezse,.... — Biz de şarap deposuna ineceğiz, öyle mi? — Elbette, Yerinden kımıldamak istemiyen ve kömiserin muvaffakiyetinden şüphesi olmayan memur birdenbire uzaktan ge- çen bir gölgeyi göstererek: — O ne?! dedi. Ahçı başı giyinmiş paltosu sırtında.. Gidiyor. — Benzetmişsindir, azizim! Ahçı ba- şı bizim komiserle birlikte — lokantanın zemin katına indi. Onu merdivenleriden inerken gözümle gördüm. — Bet de bu adamım şimdi giyinmiş olarak müzikholün arka kapısından rüz güâr gibi geçtiğini gözümle gördüm.. — Emin misin..? — Komşunun gözlerile — görmedim. Kendi gözlerimle gördüm. Haydi kalk gidelim. — İkimiz hirden gidemeyiz. Sen git bakalım,, — — Pekâlâ, O halde beni bekle bura. SKİ — D ' Sıvzl memt r yemc" salonundan fırla Mıazı'c*'o’ı.n kapısından geçerek Ür- şarıya çıktı. Loka.ntanm knpıunda ON ıhış fazla otomobil. duruyordu. b Ahçıbaşı bu sırada bir taksiye bınmış ti. Otomobil süratle hareket etti. Me-! mür arkasından koşmadı.. Lokantanın! merdivenlerinde cebinden — küçük not İdefterini çıkardı.. Şu nümarayı kaydet-| ti: 444, Tekrar yemek salonuna döndü. ğü zaman arkadasını masanın başında | bulamadı. Sandalyeler masanm Üzerine çevril- mişti. Belliydi ki, masa terkedilmiş de- ğildi. Sandalyenin birini çekti. oturdu. Masanın üzerinde şu pusulayı gördü: “Beni bekle burada. Şimldi dönece. ğim,,, | Memur iki kadeh bira ismarlamak fır satını bulmuştu. Garson birâları getirdi ği zaman, sordu: — Bu hoklkabaz çoktanberi oynuyor mu burada? — Hayır, yeni geldi. — Yahudiye benziyor, değil mi? — Evet. — Başka numarası»yok mu bu ada- ram? — Bu gece ufak birkaç tecrübe yap- tı. Eğer halk tutarsa, her gece gelip ya. pactak numaralarını. Sivil memür bir hayli — bekledikten sonra arkadaşını aramağa lüzüm gördiük Kendi kendine — Komiser ve maiyeti şarap ideposu- na ineli yarım saat oldu, hâlâ dönmedi. ler. Bizim arkadaş da onları — aramağa gitmiş olmalr. Bu ne garip lokanta! Gi- den gelmiyor.. Hele bir ben de gidip ba kayım şu şarap deposuna. A Yayaşça yerinden kalktı. — Ahçıbaşıyı kaçırdık ama, 444 nü- maralr BH. arabanım şoförünü bülmak| | güç bir iş değil, Biraz sonra şnförd-rı ahçının nereye gittiğini öğreniriz. , Diye söylenerek salondan çıktı. Dar, Yazaın: iskender F. Sertelli . asli 50 M U zUvTAKĞRMÜĞÜNU MA bir merdiyenin başımna gelince, bindenhi re başı dönidü. Ö ne? - — Fazla afyon mü koydular biraya..? Memür, © sıra arkasından gelen bir ayak sesi duydu. Kendini güçlükle ton. — Beni de takip mi ediyorlar? Diye mırıldanarak basını arkaya çe- virdi. Salonda konüştuğu — gardon me- acaba mürün arkasında İdürüyordu. Birdenbi. | re gülerek! — 'Aftfedersiniz, dedi. arıyorsunuz? — Arkadaşımı. : — Arkadaşınız rahaterzlandı. Gitti. — Gitti mi? — Evet. Hattâ size özür diledi. Başı fazlaca dondüğimu Soylemckl gimi ten- bih etti — — ÂAcaip şey! Demck ki onun da ba- şı fazlaca dönüyordu? — Olur ya., Taze biranım idaima afyo. nu serttir. Bayatladıkça azalır.. — Fakat, ben — çocukluğumdan beri bira içiyorum. Beş düble içer icmez sar hoş olduk. Bir tane daha içseydim, ye rimden kalkamıyacaktım.. ' — Sız haşkıı yerde de kalayı doman- ladıktan ıom-a buraya gelmiş olmalısı. nız! — Hayır, Dosdogru buraya geldik. — Sizin komiser — efendiye bira hiç çarpmadı. — . - — Vay. Sen bızım komucrı tanıyor musı.ır" y Burada kimi — Tanımaz xmyım?! Ahçıbaşıy: şa-| rşp 'dcpçsura t ırdîrdı EBçn de Onl,'ra meze gotürdum,. : —; Meze mi götürdün? . - | '1Ö13E UOYPOU. SD7 — 'ADAf SUĞTD 381 LIPIY | —ttti dÜÜn d00 rasml sarze — tasa A anaisiti di — NS ÜN yollayacaklar.. . çalıştığımdan bu gibi ilâçları: ogı;en"f dim, Meraklanma, hiç de zararlı de « - ğildir.. İki kardeş böylece konuşarak, köna- ğa geldiler.. Şadırvanların, havuzların L önünden gectiler. Çiçek bahçeleri, ye - | miş bahçeleri.. Mermer merdivenler... Geniş halrlarla döşeli sofalar.. Hulâ - sa bir saray ki, belki Osmanlı padişahi parmak rsırmaz ama, devrin bütün hü- kümdarları gıptayla bakarlar... Nete- kim, bütün vüzera kıskanıyor.. Bü saray, daire daireydi. Hacı Mus- tafa İstanbulda değilken kâhyası tara- fimdan idare edilmişti. Her dairenin de ayrıca müdurîcri vardı ve onlar gü kısımlara bakarlar- dı: Hizmet halayıkları, Yatak cariveleri, Haremağfaları, ÂAk ağalar, İş köleler, Yakışıklı köleler. Tabiatiyle bu sonuncu iki kısm'ı. lâmlıktaki iki daireyi isgal ediyordu. Fakat dört evvelkiler, harem dairesin- deydi, Herbirinin ayrı ayrı şubeleri vardı. : Ön tarafta, merasim salonu gibi hattâ belki de tiyatro gibi olan büyük tarafta kâhyanın nezareti altında ha - zırlıklar oluyordu. Köse olan bu adam, bir taraftan tesbih cekerek dolasryor,. öte yandan da ince zırtlak sesiyle: — Haydi çahuk olun! - dive haykı- rıyordu. - Hem efendimiz geldi, hem de — yarın misafirlerimiz gelecek, bütün çe sitlere bakacaklar... Ne m&*f y Canlanın.. Kafanızı patlatırım.. Nesim, usulla: . — mek- yarın yenî esırlerla eskî îer hen birlikte sehrin tanmmış insgan- larma vösterilecek?.. — Evot, sergi var. Tabif, usu]lerı bi- livorsun... Su kocaman divan odasımda halk birikecek.. İran edenlere cariye- ler eğeterilecek.. Büvük satıslar ola - cak. Kâhvanm havkırması da bu vüz- den. Salomu hazırlatrvor.! Fakat avni hazırlık difer bısımlarda da vardır. Simdi göreceksin.. Tam zamanmda geldik.. ? HND EİTTAMCİYA — yazamırma Tihem wrirm a 0r Trrr sarUrRrAR E —1E) 189fTE dopAvuğ mı?ipvımq d;89X 99619P 1503 ' ..J (Devamı var) “Kendin şarap deporsuuda Eeyf ça “öyle mi? ş soldakı dcmır kapmm önünöe du:dm y öer ya Depoüa kafalan tütıülü— W ' yorlar.. Ama da taharri bu! Doğruıu pişkin adammış sizin kömiser! ' Memur bitdenbire Şaşırdı. " — Demek biz aptal gibi salonda öti rüp duürürken, bizim komiser şarap de“ posunda keyf çatıyör ha?l.. ı | — Ne sandmız yal! Böyle bir fırsat her zaman ele geçer mi? Bizim lokanta- nin şarab deposu, yalnız; Berlinin değil bütün dünyanın nefis şaraplarile idolü. dur. — Sahi mi söylüyorsun? Haydi bana yol göster bakayım, Bizim — komisert bir baskın yapayım da aklı başına gel- + tin. ; Garson eliyle gösterdi: — Şu merdivenden aşağıya inersiniz- Soldaki odanm kapışını itip 'bırdenbire içeriye dalarsınız. — Pekâlâ, Haydi sen bana da güzeı bir şarap mezesi getir.. . : — Sıcak börek yer misiniz? H — Fena olmaz. Biraz da tüurşü.. — Başüstüne. Şimdi getireceğim. Garsori ayrıldı. Memur, garsonun gö$ terdiği merdivenden inmeğe başladı. — Ne uzun yol. İnmekle — bitmiyoör: Merdivende sendeliyerek kendi ketıdl' ne konuşüyordu. ) — Bu daracık yollardan koöcaman !P_ rap fıçılarını nasıl indirip çıkarıyorlar. acaba? Vay komiser vay., Alacağın sun senin! Beni yukarıyâ - bağlımln' Yirmi ayak merdiveni !ndıkten sonr3

Bu sayıdan diğer sayfalar: