4 # A yanim er Kont Feliks fon Lukner Hidematı şakka mahkümları, caniler ve katiller arasında tam üç hafta kaldık Oklandda karaya çıktığımız zaman erkânıharbiye bizi ta iskeleden karşi” ladı. Firarımızdan sonra yakalanmak. lığımızı bu zevat teşkilâtlarındaki in. tizam ve mükemmeliyote atfediyorlar. dı. Bu heyet relsi miralay Peterson »âkledileceğimiz yerin miinasebetsiz - Yiği hakkımda daha evvelden affrmızı istedi. — Neroye sevkedileceğiz? ölye gor- dum. Cevap vermedi. Meğer gene hapisha- neyi boylıyacakmışız. Binbaşı Prays bize âdi milerim mu- amelesi tatbik etti, Alelâcele at Koşu- larına gitmek istiyen bu zabit bizim harp esiri olduğumuzu gardiyanlara söylemeyi unutmuş, onlar da bize cani lere yaptıkları münmeleyi tatbika kalkmışlardı. Hayatlarında ilk defa olmak üzere böyle adi bir hapishaneye giren bizim gocuklar ölü gibi sararmışiar, asabi- yetlerinden titreşiyorlardı, Feleğin çem berinden kaç defa geçmiş olan ben bi- Je bu müamelenin son derecelerde ca- nimi sıkmış olduğunu saklıvamıyaca - ğım. Hürriyeti bir kere daha tadıp 2- yaklarımın altında iyi bir geminin gü. yertelerini hissetlikten sonra yeniden 6saret bayatma dönlüş, doğrusu, kanı- mı beynime #ıçratmıştı. Ne olurdu keşki Kermadeke bir gün sonra yanas mış olsaydık? Başka bir rota takip et- miş olsaydık hakkımızda daha hayırlı olmaz mıydı? Gidip de düşmanm bur. Düns #okulacak ne vardı? İşte bir sürü can siker, beyin bur. gulayıcı sual ki Atıl hayatımızm daki- Kâlarını sohirlomekten başka bir geye yaramıyorlardı. Yetsimiz! yenmeye mu vaffak olduk Ve biraz sorra her hic. reden bir nağme yilkselmeye başladı: “Zal nehrinin salin sahillerinde... Hidematı şakka mahkümları, cani - ler ve katiller arasında tam üç haftu kaldık, Nihayet hapishaneye girişimi. zin yirmi birinci günü firarımızı im - kânsızlaştırmak maksadiyle hepimizi ayrı ayrı esir kamplarına gönderdiler Kirşays İle ben, Yeni Zolandanın sö - Euk mmtakasında ve Lyttleton yakı. amda River İsland'a nakledildik. Bu - rada kapatıldığımız Jervols kalesi vak tiyle Ruslara karşı yapılmıştı en 1S81z yerinde bu kale.) Dünyanm doki hücrelerimiz önünde mütemadi - yen nöbetçiler dolaşmaktıydı. Etraf tel örgülerle çevrildikti başka kale avlusunun üstünü de - kanatlanıp uç. mamızdan korluyorlarmış gibi - tel e ile kapatmışlarâr, Hakiki bir ka. es! Bizi göz hapsinde bulundurmaktan başka vazifesi olmıyan kırk beş kisi i- se zaten “kuş uçmaz, kervan geçmez. arazisi olan civara kimseyi yaklaştır. mıyorlardı, Kampm kumandanı binbeşi Limig - di. 'Tasmanyalr olan bu binbaşı tepe - den (irmağa kadar asil ve kibar bir a- damdı. Bizimle beraber bu adada ken disi de bir esirden başka bir ge 'y olma» dığından bizimle çabucak anlaştı. Deniz kenarmdz olmakla beraber bizi dünyadan tecrit eden bu kalede temam yüz on dokuz giln kaldık Bu meobüri ikametin acılığını ancak bir bahriyeli tâkdir &lebilir. Btrafımız çok iğimiz denizle çevrilmişti. Ufukta yelkenliler birbirini kovaairken bize (Deniz kartalı) nr halırlatıyordu. İşte böyle, hapishane hücresinin pen çeresinden düşünceli düşünceli denizi seyrederken aklıma fevkalâde cüretki rane bir firar plânı geldi. Bunun üze- vinde fikrimi yörmaya başladım. Pit. nım şuydu: — * Kale avlusunu asfalt yaptırıyorlar. Ği; bunun Için demir fıçılar içinde zift gölirmişleril. Böşalan fıçılardan biri ir gün yuvarlanıp, yüksek yardan denize düştü; akıatı ile açıldı. Pek sık geçen küçük yelkenlilerden biri fıçıyı ! | | İ İ ald. Bu, beni pek zlâkalandırmıştı; et tesi günü denize bir fıçı da ben yuvar. ladım, onu da bir yelkenli topladı. Plânım artık kat'ileşmişti İşçileria yemek paydosunda hemen avluya çr- karak fıçılardan birinin kapağmı a - Çıp İç tarafına kocaman bir çivi mıh- Yadım. Fıçmın dibine de bir çivi çak- tıktan Sonra uçlarını kıvırarak kanca şekline soktum. Sağlam bir iple küçük bir filika çıpasını bir kenara sakla - dım. Biraz yiyecek ve su da tedarik edince firarım için ber gey hazırlan - miş olacaktı. Münasip bir zamanda fıçmm İçine girip, mıhladığım her iki çividen ge çirilen ip vasıtasiyle, kapağını sımsı- kı Kapatacak, sonra fıçiyla beraber yuvarlanarak denize gidecektim, Akm İl fiçıyı biraz açığa götürünce yelken. lilerin daima takip ettikleri yol üze - rinde demir atıp bekliyecektim. (Devamı var) Herkesin hüviyetini tesbit için kapıları kapayıp: işe b Kapı açıldı, Lokantanm elektrikçisi telâşlâ içeri- ye girdi: — Geçmiş olsun, doktor. Ve siz Fr Yyr. Doktor gözlerini uçarak hayretle sor- du: — Ne ver? Elektrikleri neden söndür dün? — Neden mi? Ben boşuna (ortalığı karanlıkta bırakır muyem? Siz kaçasınız diye... — Anlat bakalım. ne var gene? — Ne olacak?! Memurlar konuşur- ken, kulak verdim.. Herkesin hüviyetini tesbit için kapıları kapayıp işe başlaya- cak'lardı. — Sahi mi söylüyorsun, Hans? Doğ- rusu kulaklarının bu kadar delik oldu- ğunu urmmazdım. Bu hizmetine karşılık al bakalım şu parayı. Hans derbeder, uysal hir O adamdı. Harpte bir ayağından yaralanıp sakat kalmıs, bu lokantaya elektrikçi olarak girmişti. Parayı alarak; — Yüz mark. Yanlışlık Oolmasm..? Diye mırıldandı: Doktor güldü: — Haydi al da git. Biz rakamları iyi tanırız. Bu gece evine dönerken ço- cuklarma yemiş ve pasta alırsın! Hans yüz markı alınca, sevinçle ne diyeceğini şaşırmıştı. Doktor Şmit çok telâşlıydr. — Yemek yiyelim mi? Diyordu.. Fakat, yemek yiyecek haj- de değildi. Doktorun bir endişesi var- dı: Ya oteldeki müşterilerin hüviyetle- rini de soruştururlarsa..? Genç kadnı; — Burat resmen otel olarak tanın- mış değildir. Lokanta sahibinin ve işçi- lerinin ikametlerine ayrılmış beş on © dağdan ibaret. Memurlar en çok lokanta ya gelip giden müşterilerle alâlkadarlar olurlar, Haydi, keyfine bak. Yemek Tin tesini iste de biran evvel karnımızı do- yuralm! Allan kiminle beraber ? Doktor Şmit o gece Kempinski lo- kantasının üst katımdaki odasında gözü sargılı genç kadınla başbaşa yemek yi- yordu. Elektrikçi Hans yüz markı slın- ca gözü faltaşı gibi açılmıştı. Macera veaşk romanı Yazan : (Vâ-Nü) Sam ee Geçen tefrikaların hülâsası: Sünbül İsmindeki hadım edilmekten kurtulmuş delikaniz, hadım ediletlerin yatakbanesindeki yatağıma tam zama nmâa ulaşmışlır. Az daha (o yakayı ele verecekti. Ozu ilerde o kendisine Zeve yapmak istiyen sabık gözde İsveçli Hav va da, kırlan potu tamir etmeğe uğra ge'yar. a — Sahi yeniden ısınmış... Canlanr - yor... İşte kımıldamağa basladı. Biri: | —Doğrusu'pes sena, Havva hatun! - dedi, - Bu şeyleri nasıl biliyorsun | Biz, onu öldü sanıp denize bile atar - dık... Başka biri: — Fakat bu sihirbazlık gibi bir şey. Demin hiç böyle değildi. Tamamiyle cansız gibi duruyordu. Havva: — İşte gördünüz, cunlandı.. Bu, böy- le garip bir hastalıktır... Ben, bir kere de, Tataristanda aynma bir yaralıda aşlayacaklardı ölünceye kadar sadakatle hizmet etmeğe borçluyum, Doktor, Hans gittikten sonra caketi- çıkardı. — Bü gecö'de Behii koynuma girmi yerek misin, güzel meleğim? Genç kadın soyunmuyordu. Odada iki karyola vardı. Bunlar karı koca my dılar? Neydiler.? Kadın, bir odada yat- tıkları halde erkeğin koynuna (neden girmiyordu? Ayni odada yatan bir er. kekten genç kadın neden kaçıyordu? Doktor Şmit tektar sordu: — Bu gece benimle yatacakım değil mi? Genç kadın kendi kendine mırıldan- dı: — Hayatın: tehlikede gören bir kadın böyle bir saatte ancak istikbalini düşü- nebilir. — Senin istikbalini ben senden ziya. de düstintiyorum! Eğer bir tehlike var- sa, o bizi arar, bulur, Tehlikeden ve ö- Tümden kaçmanın imkân: var mı? — Ölümden kaçılmaz. Fakat, tehlike den pek âlâ kaçabiliriz. — Bu gece bir tehlike tasavvur edi. yorsan, bu yalnız senin için değil, be- nim için de varittir. Zabıta seni ele ge- girecek olursa, benim yakamı © serbest mi bırakacak? Sara ne ceza verirlerse, bana da o cezayı verecekler. Ben buda. a değilim. Bu gece vak bir o tehlike sezmiş olsaydım, burada soyunup yat- mazdım, Haydi benim sarışın meleğim, soyun da gir koynuma! Bak, beni nel zamandanberi aldatıyorsun! Artık biri-| birimizi anladık. İkimiz de ketum, uzağı görür insanlarız. Kafamızın içindekileri hiçbir kuvvet dışarıya vuramâz. Berlin zabıtası projektör olarak güneşi o eline Alsa, bizim gittiğimiz, o yürüdüğümüz yolları keşfedemez! Genç kadın hâlâ Omütereğdit. Hâlâ heyecanlı idi. Güşlükle yemek yedi. Bir hasır koltuğa oturdu. Bakıylarmı.? dan belliydi ki, Lehli (o doktora mühim şeyler söylemek istiyordu. Biraz daha açıldılar.. Doktor gülerek sordu: — Fransızlarla Almacların mütareke akdetmeleri ibtimali gittikçe (o yaklaşı-| yor, değil mi? | ! — Evet... — Vallahi bana falancayı vur dese niz vuracağım geliyor. Beni kendinize o kadar çok çektiniz, o kadar çok bağ- Jağınız ki.., Size sadık bir köpek | gibi! — Mütarekeden sonra Berlinden ser bestçe çıkacak ilk yolculardan ikisi de Ni, gözlüğünü, yakasmı; boyun bağını) caba sena ME yapacaklar? biz olacağız sanırım, — Şüphesiz , | Karanlık dehlizlerde, bir çelme attılar: Beşir Ağanın üzerine iki vücut birden çullandı raslamıştım... Ondan evvel de, çok tec-| rübeli bir Moskof kadını bana anlat- mıştı.. Bu çocuğu görür görmez has-| talığınm cinsini farkettim. Yarm gün doğunca göreceksiniz ki hiçbir şeyi kal mıyacak. Gözleri gene canlı canlı ışıl- dıyacak... Fakat, böylelikle tehlikenin geçtiğini sanmayın... Sakm ha onun ya rasmdaki tiftikleri siz değiştirmeye kalkmayı, çünkü bu takdirde ölüm tehlikesi mutlaka belirir.. İyi anladı. nız, değil mi? Elini süren bunun kati- I olur... Kendisini mes'ul tutarım... Zira, halinden anlıyorum ki, Sünbül, & lerde hayli pahalı setılacaktır.. Efen- dimizi yüz altın zarara sokmuıyalım. — Yüz altın mı? — Belki daha fazla edecektir, görür- sünüz.. Nekadar akıllı olduğunu gözle- rinin ışıltısından - farketmiyor musu'- nuz?.. Bu çocuk mutlakn saraya satı lacak, mutlaka kızlarağası olacaktır!.. Yatakta yatan bu oğlana karşi umu ire earemesarmmsssne erRsEreameNeNe vene meermeee eee — İngilizler bu hizmetine karşılık a- —OÖnbin İngili; lirası - fat alâtağım. Londrada da bir vilâ sahi- bi olacağım. — Ah, ne güzel. Ne parlak bir iş. O zamn benden ayrılmıyacaksın, de- ğü mi? — Kendini benimle beraber tehlikeye atan bir adam: ölünceye kadar unutm. yacağımdan emin olmalısın! Londrada- ki villâmızda mes'ut bir yuva © kurup! refah ve neşe içinde yaşıyacağız. — Ah. Ne tatlı bir hülya! Çıldıraca-| Zım. Şimdi Bebi. Çıldıracağım... | — Sana sokulmayışımın sebebini an- İsyorsun ya..? Doktor Şmit sırıttı; — Anlıyorum, Bebi, mes'ut yuvamızda mi? —Evet., Evet. İşte şimdiye kadar bu nu anlamalıydın! Ben bir sokak kadını olsaydim, çoktan senin koynuna girer. dim! Rakat, ben İngilterede yüksek bir aileye mensubum, Dünyayı sulha kavuş turmak için buraya geldim.. Senden gör düğüm yardımı nasl Oo unutabilirim ki, yürüdüğüm yolda bana bir ordunun ya- pamıyacağı hizmeti yaptın! — Ya sen, Bebi? Ya sen..! Sen de beni iki kere ölümden kurtardın! — Biribirimize yaptığımız yararlık- lar bizi biribirimize bağlamıştır, dok. torcuğum! Sen de ne cesur ve ölümden anlıyorum. O birleşeceğiz değil İ yılmaz bir adamsın ya.! Hani o Kristal Jokantasında öldürdüğün sivil memuru hatırladın mı? Neydi o geceki cesaretin! Fakat, yakayr ele vermeden ortadan na- sıl srvıştığına hâlâ hayret ediyorum doğ rugu, Sen çok yaman bir adamsın! agilterede bir iş bulabilir miyim? — Evvelâ iyi bir döktorsun! Vil&- mızda bir atelye açarız. Para kazanır. sın! Maceradan bıkmadınsa, sana Lon- drada parlak bir istikbal daha var,.! Mil yonlar kazanabilirsin!. — Ne diyorsun, Bebi, bana milyonlar kazandıracak bir istikbal mi dedin? — Öyle ya.. Seni, Londraya gidince, derhal (Entellicens Servis)e oprazante ederim, Mühim işler deruhte edersin! — ikinci bir Lâvrens olabilir miyim acaba..? —Lâvrense bu kadar kıymet verme canım! İngilterede yüzlerce (o Lâvrens var. Sen de onlardan biri olursun! Ce.| a ENR NN wi mi bir hürmet uyanıvermişti, Sanki © bir gehzadeydi... Taca, tahta bir veliabttı... Hakikaten de Kızlarağası"... Az Sİ mi bu?. Kızlarağası!.. O, her şeydi tarihte!.. Eğer akıllısı, (ya 31) olursa yalnız harem dairesini dö gü, bütün sarayı, bütün devleti pafij mağmın ucunda çevirirdi. 1 Havva, bir an feneri kaldırarak B kesin gözlerinin içine baktı. Umumi huşuu farketti, “— Çok şükür... Tehlikeyi atlar Sözlerime inandılar... Diye düşündü. Bir müddet daha, çocugun ya; nr sarıyormuş gibi yaptıktan sönrü nu methüsena etti, Derken, beyaz çarşafa doladr. Nöbetçi kızlara döndü: — Haydi, haremağalarına haber riniz.. Bir sedye getirsinler... Bu cuğu kurtarmak için, odama alıp bir tedaviye tâbi tutmam icap e e A VR ÖZ am ün a batı 'Nöbetçiler bu sözlerdeki manayı da anlıyamadılar, Artık, Lokman hekimlikteki üsü lığına bir mürid gibi kani oldukları! nımlarının emirlerini körükörüne re getirmek için koştular. Yolda Beşir ağaya rasladılar. Beşir ağa... Onu hatırladmız Hani, gündüzün Sünbülü sedye ile tirip yerine yatıran hadımlardan 1iğj dasma alacel... Haydi sedyeyi bir arkadaşırla b getir. Beşir: — Ben nöbetçi değilim, bilmiyor sunuz? - diye surat astı. - Baska var benim... Nöbetçileri bulun! Fakat, sonra, brdenbire alâkadar du: — Havva hatun, gündüzkü oğlafi davi işin odasma mı gönderiyor... — Öyle ya, canm... —Ha. Ya? — Ne var? —Hiç.. — Sedyeyi taşıyacak mısın? — Yok canım... Ben nöbetçi değ dedim size... İşim var, işim var.. Vapurun dehlizlerinde, kizlar nö” çi haremağalarmı aramıya gide ken, Beşir de, aksi istikamette yiri dü Mütemadiyen: "— Ya... Ya... Oyle ha?., Od tedavi ha?.. - diye söyleniyordü Şimdi ahlıyorum. Şimdi anlar gibi yorum. Ya.. Ya.. Bu isi Havva b“ tertip etmiş öyle mi?.. Şu cin kağ Bütün dünyayı parmağınm uew döndürüyor... Ah şu cin kadın. BU rarın künküne nasıl vermalı?... leyi nasıl derinleştirmeli? Dur.. ma geldi... Tamam... Hızlı hızlı yürümeye başladı. Geminin içini ezber bildiği için, * ta koşuyordu. N “— Daha evvci varmalıyım... söylendi. © Pakst, ayaklarına birdenbire bir me takıldı... Yüzllkoyun yere kapı” Suratı yöre geldi. İki insan, üzerine gullanermif” Bir suikaste uğradığını anladi” (Devamı v8) binde emrine verilmiş binlerce A bir çek. İstediğin yere serbestçe p bilirsin! Hattâ bana öyle | geli sen taçları bile devirmeğe caksın! 4 — Ne diyorsun, Bebi? Yer devrilecek hangi taclar var? yek” — Mütârekeden © sonra kadar çok tac ve tahtlar var Kİ — Meselâ...? (Donan