t * Tamam bu sıralarda bir sabah ufuk- ta bir Fransız yelkenlisi belirmişti. Pransız yelkenlisinin süvarisi kayalık- Jar üzerinde “ Deniz Kartalı, nm en- kazmı görünce ikinci kaptanı çağırmış Ve mağruk gemiyi göstererek sormuş- © — Şu görülen şey kazazede bir gemi değil mi? © gaya kadar müsellâh olarak dibe uzan- © mışlar, dört kişi de küreğe geçmiş ve © Pransız yelkenlisine doğru çala kürek yollanmışlar. Fransız gemisinden filikanm geldiği görülünce: $ — İşte © leri yükselmiş ve Fransız gemisi 18812! © — bir adada kalmış olan biçare kazazede- eri kurtarmaktan mütevellit bir gu- © urla Fransız bandırasını çekmiş. Bi- © — zimkilerin çala kürek ilerlemekte de- vam ettiklerini gören Fransız süvari seslenmiş: -— neden yoruluyorsunuz? İşte Bu sırada filika gemiye yanaşmış, ve altı müsellâh nefer Fransız gemisi- © min güvertesine kediler gibi tırman- : mışlar, kazazedeler geliyorlar! s08- a olarak “Lütes,, ismin. ki gemiye geçmişler ve bu gemiye 'ortüna,, ismini koyarak yola çık- eşyası Imiş. Bu eşya arasında konserveler, et, bisküvit, çikola- Li konserve süt, kuru meyveler, pata- © İes gibi bizim çocukların pek ziyade — Sanları çektiği geyler de bulunmuş. Ef- arkalarmda lime lime olmuş elbise- değiştirerek kadın çamaşırları giy- » Adadan hareketten evvel mülâzim kararımız veçhile bana hitaben mektup yazarak bunu bir şişeye uş ve mukarrer ağacın altına iş. Mumaileyh bu mektubunda! tavyaya müteveccihen yola çıkaca- bahsediyormuş. Lâkin gemisini kere daha gözden geçirdikten sonra F burnunu dolaşıp Almanyaya av- etmeyi daha muvafık bulmuş. Ba- — favyaya yola çıktığı takdirde Japon ve kruvazörlerine tesadüf et- y ihtimalini nazarı dikkate almış. | “Fortüna,, eylülün beşinei günü ak- Şamm saat sekizinde demir kaldırmış Mopelyadan açılmış. Kling sdada ww olan düşmanımızm gözlerini icin evvelâ garbe doğru dü- kırmış #orira cenuba dönerek Pas okyanusunu geçmeğe başlamış. - ÜTeşrinievvelin dördüncü günü Pak “Denız kartalı” nın süvarisi H&ont Feliks fon Lukner Altı müsellah Alman neferi gemiye kedi © gibi tırmandı. Fransız gemisi artık Almanlara geçmişti adası görünmüş. Bu adada bir müddet durarak gemiyi tamir etmek ve taze suyla erzak almak icap etmiş. Lâkin sahile yaklaşırken Furtuna haritalar üzerinde gösterilmiyen bir kayalığa bindirerek batmış ve bir defa daha ge- milerinden mahrum kalmış olan efra- dım kendilerine yeni bir vatan hazır- lamak ıstırarında kalmışlar. (Pak) adaları ahalisi neşeli, müte- vazı ve çok merd insanlardır. Şili hü- kümeti her sene kendilerine bir mik- tar kullanılmış elbise gönderir. Batan gemideki kadm tuvaletleri bu sade ve saf adamların çok hoşlarına gitmiş ol- duğundan kazazedelere ellerinden gel- diği kadar ikramda kusur etmezler, a- dadaki Şili hükümetinin valisi kaza - zedelere hüsnükabul gösterir, Zabitana bir köşk tahsis eder, efrad da yerlile- rin kulübelerine yerleşirler. Bizim ço - cuklar adadaki yüzlerce beygirlerden birer tanesini intihap ederler ve her gün dağ, tepe dolaşır, dururlar, Adada balık, ıstakoz ve hayvanat ehliye boldur, Buna mukabil tax sebzevat ise hemen hemen yok denile- cek derecede azdır. Her altı ayda bir Şili gemisi adaya konserve ve sebze ge tirir. Adada ekmek de tamamiyle meç hul bir şeydir. Bizimkiler unları kur- tarabildikleri için ekmek sıkıntısı çek memişler. i (Devamı var) HABER — Akşam postası Geçen tefrikaların hüklansı: Esir taciri merhum Hacı Bilâlin oğlu Haci Mustafanın yedi gemiden mürek. kep humuzl filosu, Kızıl denizde Serli. yor. Bunun bir gemisi, lebelep, yeni hadım edilmiş Habeg çocuklarile dolu. dur. Wakat içlerinde (Sünbül isminde) bir tanesi, binbir maâcera ile, bu felâ. ketten kurtulmuştur. Onun bu sırrını yalnız Hacı Muüstafanm mutallâkssı biliyor. Havva ismindeki vu kadn, kü. çük bastaların sıhhatile alâkadar olma. ga mamur edilmiştir. Maiyetinden ti kadını Süntülün bulunduğu kovuşla tetkike yolluyor. İncebel, ince belini yılan gibi kıvıra- rak salladı: — Ah... Erkek. Bu iştiyaklı sözü söylediği sırada, iştiyakına, belinin kıvrılışı da tempo tutuyordu. Kafkasın en asil kabilelerinden biri- ne msntuptu. Bu kabilenin hususiyeti, mevzun endamlı, ince belli kadınlar ye tiştirmek olduğu için, onu vaktiyle sa- tmalıp haremsarayına kapatan Hacı Bilâl, kendisine bu ismi koymuştu. Niyeti, İncebeli yetiştirip İstanbul ko- naklarından birine, battâ belki de sa- raya satmaktı. Ona, Mısırda da ne alı. cilar bulunmazdı. Hacı Bilâl, iki baş parmağını ucuca değdirirdi. Sonra, â- vuçları içine genç Kafkas kadınmiın belini alırdı. Orta parmakları biribiri. ne kavuşurdu. Elden yapılma bu ke- Eski asırlarda kına, şimdiki pedikür, manikür gibi maharetle sürülürdü ve cidden zarif bir şeydi. Akik ve yakut gibi idi mer, İncebel'in ince beline tıpatıp ge- lirdi. İhtiyar esir taciri o zaman: — Sen bin altın edersin! - diye co- şardı. - Fakat seni satmıyacağım... Sen benim olacaksın, kız!... Ve göğsünü örten torbu sakalı he yocanla titrerdi: — Haydi!... Oyna. Kıvır!.. Kıvır be- | lini, Yallah. Haremsâray gemisinin geniş saf'a- sında nazenin bir saz başlardı. Ve İn- cebel, garp ressamlarının yaptıkları şark tablolarında görüldüğü gibi beli çıplak, ortaya çıkarak, kıvrılır, bükü- lür, Hint denizlerindeki tayfun hor - tumları gibi döner, döner, kıvrılır ve ihtiyar tacirin başmı döndürürdü.. Başında tülü, alnında altınları, çıplak göğsünde memelikleri, ve kalçalarınm en geniş yerinden aşağı doğru bol kıv rımlarla inen İpek şalvarı, çıplak aysk lariyle cidden görülecek bir manzara- 81 vardı. Ellerinin ve ayaklarının tırnakları daima kmalıydı. Fakat bu kma, son asırda tereddi etmiş şekilde, sıvaşık, bulaşık, musibet bir manzara değildi. On dokuzuncu asrm şark kadınları, maalesef, kma sürmeyi rezil etmişler- dir. Halbuki daha eski asırlarda, bu boya, şimdiki zarif pedikür ve mani- kürler gibi, büyük bir itina ile sürü- lürdü. Taşmaz, muntazam bir şekil Prens hazretlerinin çoraplarımı nasıl Çıkardığını görmek mi istiyorsunuz? Mükik biterken Semra birdenbire ye-! re serildi.. Sesinin bütün sıcaklığile bu parçayı da şu sözlerle tamamladı: En büyük dosi insanın bizzat ken- disidir. Ben kimi arıyorum?. Bir arka - daş... Fakat, o arkadaş, © bana benden başka kim olabilir?!,, “Ben Prensi değil, Prens beni soyacak..,, Gece yarısından o#onrasaat üçte, salonu terketmeğe başlayan misafirler» den biraz sonra hiç kimse kalmamıştı. En arkadan giden Prenses Falkenş- tayn tekrar Prens Vilhelme vaadini ha- tırlattı; | — Yarın gece sizi Semraya: — Prens hazretlerine — unutmama- sı için — siz de hatırlatırsınız değil mi? Dedi, Semra vaadetti. Şimdi koskoca salonda Prensle Şem- ra yalnız kalmışlardı. Bu sırada salonün kapısında beliren mürebbiye kılıklı (o kadın — akşamdan olduğu gibi — gene Semranın yanına sokularak: z — Prens hazretlerini gece yatarken elinizle soymayı ve yatağa çağırmadıkça girmemöyi unutmayınız! İbtarını. tekrarlamıştı, Semra da prens gibi sarhoş olmuştu. Mürebbiyenin bu sözlerinden fena hal- de sinirlendi, Kadının kulağına eğildi: — Ben prensin hizmetçisi veya odalı ğı değilim, dedirı, Şarkta erkekler zevcelerini soyup ya» tırırlar. Prens benim elbisemi kendi eli- le soymaz ve çoraplarımı kendi elile çı- karmazsa, ben onun odasına bile gir- mem. Anlıyor musun? Alman mürebbiyesinin gözleri fal ta- ş gibi açıldı. O böyle sert konuşan bir kadınla ilk defa karşılaşıyordu. — Eyvah, prensin başma gelenlere, bakın? bekliyoruz.. Ve Demek ister gibi, yüzünü buruştura- $ rak geriye çekildi. Prens Vilhelm: — Odama şampanya çıkarınız! diye bağırıyordu. Saray uşaklarından birisi eline bir tepsi alarak dışarıya çıkarken, prens de Semranın koluna girmişti. — Bizde gidelim artık, olmaz mı gü- zelim? — Nasıl isterseniz. Kolkola girdiler. Yavaş yavaş yürüyerek salondan çıktı- lar, Prensin yatak odası. Beyaz saçlı bir uşak, tepsi içinde bir şampanya şişesi ile iki kadeh tutuyor.. Asık suratlı mürebbiye kapının iç tara- fında duruyordu. Semra yavaşça mürebbiyenin kulağı- na eğildi: — Prens hazretlerinin benim çorap- larımı nasıl çıkardığını görmek mi is- tiyorsunuz? Mürebbiye gözlerini âçtı.. Bu hakare te belki de sarayda ilk defa tahammül ediyordu. Ağzını açamadı. Vilhelm bir koltuğa oturmuştu. Göz- leri yar: açık bir halde mürebbiyeye eli- le işaret etti: — Haydi hepiniz dışarıya çıkınız! Mürebbiye eğilerek prensi selâmladı ve birkaç adım geriye doğru yürüyerek çıktı. Şampanya tepsisini elinde tutan ihtiyar uşak tepsiyi masanın üstüne bı- rakarak çıkıp gitti. Semra kapıyı iyice kapadıktan sonra prensin yanına oturdu: — Şampanya emretmiştiniz. Getir- diler.. Arzu eder misiniz? Prens gözlerini açtı: — Elbette içeceğiz.. Henüz sabah ol madı, değil mi? — Hayır asaletmaap! Saat henüz üç buçuktur. — Bana neden ismimle hitap emiyor sun? Sevdiğim bir kadınm beni adımla Yazan: iskender F. Sertelli İğ surumu sebe maesanmmennz çağırmasını ne kadar arzu ederim bil sen! — Emreder$iniz, Vilhelm! Fakat; bu- nun için beni tekdir etmiyeceksiniz, de- gil mi? — Ben böyle Istiyorum. , Odamızı çekildiğimiz saman aramızda resmiyet ve teşrifat kalmayacak ve başme elleri- nin içine alarak kendi Icendine söylen- di: — Usandım artık bu manasız sere monilerden.. . Bu sonsuz riyakârlıklar- dan... Semra şampanya kadehlerini kendi elile doldurdu: — Haydi içelim öyleeyse.. Prensin kadehini ağzına götürdü. — Uykunuz mu geldi yoksa?.. — Hayır.. Hayır.. Ben çok sevdiğim kadınla konuşurken uykuya hasret çe- ken budalalardan değilim. Senin güzel- liğin benim gözlerimi kamaştırdı.. Beni akşamdanberi afyon içmiş bir Çinliye çevirdin. Biraz da ayılmak için içelim. Kendimizi bulmak için içelim. Kadehleri boşalttılar.. Prens esnedi.. — Yatağı m: açmışlar mı? — Evet, açık.. Ve hazır. — Haydi, öyleyse soyunalım. Biraz da yatak da konuşuruz olmaz mı? Semra itiraz etmedi: — Nasıl isterseniz.. sevdiğinizi itiraf ettiniz! — Yatalım, Semra Beni mağlüp etti- niz. Alman İmparatorunun yeğenini yendiniz.. Ben şimdi size tabiim! — O halde beni soyunuz! Garp adet- lerini bilmem. Fakat, şarkta adet böyle- dir. Erkek karısını soyar.. Geceliğini kendi elile giydirir. Yatağa kendi elile yatırır. — Pekâlâ. Ah,.'bu ne güzel adet. — İlk önce iskarpinlerimi, çorapları" mı çıkarınız lütfen! — Pekâli.. Pekâlâ. Mademki yenil- Mademki beni mk BR Lİ salk ğe alk Mi ön Ka ağ e İn in il e, enem m e 4 muhafaza ederdi, Rengi de bozuk paskalya yumurtası arzetmezdi. gibi, yakut gibi kırmızı olurdu. nın en güzel kına yakanları esir lerinin emektar cariyeleri arasi bulunurdu. Kmayf en fazla İnceb yakıştırırlardı. Çünkü, onun beli g” parmakları da, tırnakları da ince ve zundu. Ve raksederken, belinin yıl kavi hareketleri gibi, kollarından parmaklarından da ra'şeler geçerdi Hacı Bilâl, onu seyreder, eder: — Ah, ne kadm!... - derdi. İncebel, en güzel râkısları öl mişti. Onun için, ihtiyar esir muteber misafirleri olduğu vakit, Y büyük ölçüde bir satış yapmak İst ği zaman, ziyafetleri esnasında, sürpriz yapardı. Yemekler yenir, fi ler içilir... Ve saz başlardı. Derken, taya büyük, pek büyük bir altın gelirdi. Misafirler: — Artık doyduk... Bir şey iste” yiz! - derlerdi. Hacı Bilâl bir kahkaha atardı: — Doydunuz mu?.. Bu yemeği miyorsunuz demek ?.. Fakat, buna © yum olmaz... Buna, daima insanm tihası açıktır. Zira, bu öyle bir mektir ki... — Açm kapağı. Uşaklar, kapağı Ve o zaman herkesin gözleri, hi retle, heyecanla yuvalarından dış uğrardı.... Zira, altın sahanm içinde, yuk anlattığımız kılıkta, yarı çıplak, İnd bel doğrulurdu... Musikinin ahengine, horeketle! uydurarak yavaş yavaş kalkardı.. lini oynata oynata.. kıvıra kıvıra.. Hacı Bilâl, gür kahkahalariyle, kalını dalgalandıra dalgalandıra, beğini oynata, oynata, ellerini ve di ni şaklata şaklata, gözlerini fu * dır misafirlerine dör“ döndüre lerdi: i — Nüssıl,.. İstihanız bitmiş mi” Yer misiniz?.. İstemezseniz geri sin... Kıvır İncebel, kıvır! Ve Çerkes kızı, bildiği raksların * güzellerini, bu altın sahanı içinde pardr.... Ayaklarınm kınalı parmakii) rını zengin ihtiyarların hayretten rım âçilan ağızlarına kadar uza uzatır çekerdi. Onlar, keseye davranırlardı: — Sat bize bunu Hacı Bilâl! - ğe — Kapan da kaçan mı?, — Beş yüz! — Yağma yok! — Bin altın! — Aah! — İki bin benden... —5Sana da vermem. Hiçbirini” vermem. O, benimi.. Benim haremi” rayımm neşesidir o.. Benim keyfimi o. Şayet böyle güzel kızlarım olma şayet cariyelerin en güzelleriyl€ “« keyfetmesem ne yapayım ticari, Ne yapayım altmları? Ne yapa ' yatı?.. Hepsine yuf olsun... g Misafirler anlarlardı ki, nafile kadn kendilerine nasip olmıy©, Onur rakamı seyretmekle iile ey cekler... Hasretle içlerini geti hepsi birden: — Ah! kadın! - derlerdi... ii Hey gidi devran hey... İste yaf ayni İncebel metruk, münzevi, İT tane köşesinde: — Ah, erkek! - diyordu » dim.. Mademki mağlübum,. Her dedi ni yapacağım bu geceli. ik (e