© Ohlisalib son 4 — I Yazanlar : ingiliz ordusu hava zabitlerinden Kenneth Brovn Collins, Meşhur seyyah ve muharrir Lovvsli Tnomas —33 — muh 1a'trebeleti Dilimize çeviren: A, E. Lokomotifleri harekete hazırladık Bu iş kırık desti ve şarap şişelerile zan aa Kudüs demiryolunun ültisak Onuna ilerledik. Burada kırk beş , İurgunlara yüklü büyük © çaplı İP ve iki iokomotif zapettik. Bunlar İçin paha biçilemiyecek kadar de- “ #eylerdi ve tahmin edilebileceğinden çok fazla zor oldu Hampşayr sevinçten çılgına dönmüş- in bir telsiz telgraf yok- rayabilirdi. Bizim telsiz operatörü buhar makine- lerine dair birçok şeyler biliyordu. Bir Çölde Hecinli bir postacı 300 GÜZEL PRENSES vapurun ocaklamda ateşçi olarak çalış- tığı günlerde epey şeyler öğrenmişti. Bu tekerlekli vesaite şiddetli ihtiya- cımız vardı; fakat Türkler mal ve mülk lerini öyle kolay kolay teslim ediveren insanlardan değildi. Lokomotifleri be rakmışlar ve İstasyonu terketmeden ev- vel de su sarnıçlarını parça parça etmiş lerdi. Şimdi de bataryalarile üstümüze ateş yağdırmağa başladılar. Mermiler demiryolu istasyon meydanının her ta- rafından patlıyordu. | Hampşayr göklere yükselen bir taş ve toprak dumanının arasından tıçraya| rak lokomotiflerden birinin üstüne fır- ladı. Makineyi iyice gözden geçirdikten sonra? — Bozuk bir şey yok! Su taşıyacak kir kap bulun da kazanı dolduralım! Diye bağırdı. İstasyon çırçıplak bir halde bırakıl- mıştı. Büyük bir testiden başka bir se») bulamadık. Fakat testinin sözı o kadar küçüktü ki, kendisini doldurmak epey uzun sürüyordu. Adamlardan birisi de bir çamaşır teknesi buldu. Süvariler de boş şarap şişeleri ve ye- mek tencereleri kullanarak ikinci maki- neyi doldurmağa başladılar. Yalnız bir kuyu vardı herkes sıra beklemeğe mec- burdu. Bu işin hiç bitmiyeceğini düşün düm ve Türkler de herhangi bir saniye de tam bir isabetle bu kuyu başı muhab betini darmadağın edebilirlerdi. Nitekim bunu yapmağı denediler de Mermiyi hedefe isabet ettirmemek için hiçbir mazeret yoktur. Lokomotif leri su ile doldurup buhar oOtutmak işi tam beş saat sürdü. Türk topççusunun biri vurabilmesi için bu kadar milddet yeter ve artardı da.. Kendi trenlerinin düşman tarafından işletilip istasyondan çıkarıldığını gör mek, Türkler için herhalde hoş biriş değildi. Lokomotifleri sürerek, Türk larınm göremiyeceği dar bir götürdük. General Cop'un livası Ramle ile Rid istasyonlarını aldı. Türkler Yafayı mu- harebesiz boşalttılar. (Devümt varı topçu boğaza Bizim görüşümüze göre Filistin muharebeleri — 13 — Ben bu orduya bağı Alman Asya kolunda bulundum. ve Filistin ricatini bu Alman kıf'asiyle yaptım. Ne acı manzaralar gördüm ve memleketimize gelen sözde müttefik zabitlerin ne zih- niyet beslediklerini iyice anladım. An- cak bu acı hatıraları aradan yıllar geçtikten sonra tekrar etmek Türkün Pek nezih ve asil olan ahlâkına yakış- mıyacağından deşmiyeceğim. Fakat bunca yllar geçtiği ve hayatta büsbü- tün başka mahiyette tasa ve dertler peşinde koşmaktan o meş'üm harbi ve bütün felâketlerini çoktan unutmuş ol) duğum. halde, mittefiklerimizin tavır! ve hareketleri hakkında burada iki! söz olsun yaşmaklan kendimi alama - dim. Netekim memleketimize umumi harpten evvel “Alman heyeti islahiyei askeriyesi,, reisi sıfatile gelmiş ve bü- tüm harp müddetince Türklerle birlik- te harp etmiş olan müşir Liman Fon Sandres de hatıratında bu söyledikle- rime işaret etmekten kendini alama- mıştır. Buna dair olan bir tek cümle sini tercime edeceğim: “Almanyanın şimdiye kadar Türkiyede takip ettiği ve Alman heyeti aslahiyesinin bina edildiği meslek, yıldırımın. teşekkülü ile tamamen bozulmüuştu.,; 1917 senesine kadar Almanyadan Türkiyeye gelen efrat ve zabitan bura- da hemen kendi üniformalarım sırtla- rından çıkarmışlar ve Türk üniforma- sı giyerek şeklen olsun Türk kılığına girmiş ve aramızda bizdenmiş gibi ka- tılmışlardı. Halbuki yıldırım ordular grubuna verilen Alman Kıtaları ile 2a- biller burada hem harbiye nazsırkijn yapmış bir Alman orgeneralının ku mandası altında Almanyada olduğu gi- bi, hem de sevahiri bile kapamağa li zum görmeksizin, harp etmeğe gelmiş- lerdi. Yıldırım ordularındaki Alman kıta- atı şunlardı: 1 — Üç piyade taburu (bunların her birisinde üçer piyade bölüğü vardı ve 701, 702, 703 numaralı taburlardı.) (Devamı var) GÜZEL PRENSES 197 — Fakat babacığım. Bu kadının k:- yafeti saraya girmesine hiç de müsait değil. — Fazla söz istemem kızım Oda bir insan ve benim tebaamdır. Fakirli- ği bir kusur olamaz. Bilâkis onu herkes ten evvel dinlemem icap edir. Salonda bulunanlar, ihtiyar (Okadına İğrenerek bakıyorlardı. Hakikaten ka- dının pis ve parça parça olan üstü başı iğrenilmiyecek gibi değildi. : Kral ona sordu: — Sen kimsin? Ne istiyorsun? — İsmim Soseldir. Ormanlarda, ma- Zaralarda yaşıyorum. Sizden adalet iz- temeğe geldim. Kral, canı sıkılarak sordu: — Adalet için neden mahkemeye git- mein de buraya geldin? Kocakarı yan gözle Veraya bakarak Cevap verdi: — Benim istediğim adaleti mahkeme ler temin edemezdi Bunu verebilecek Iniz sizsiniz hükümdarım. Bu sırada Veranın elinde ( tuttuğu fildişi yelpaze kırıldı ve parçaları yere düştü, Bunun üzerine Vera kocasına: — Burada, dedi. Pek sıcak var. Da- Yanılacak gibi değil. Biraz hava almak için dışarı çıkacağım. Fakat Dük Jorj, onun elinden tu kalkmasına mani oldu ve ilâve etti: — Ne yapıyorsun Vera, < Böyle bir Bünde babanın huzurunda merasimi bi- Yakıp dışarı çıkmak abes değil mi? Ba- anız gitmeden buradan kimse çıkamaz, Bu sırada kral sabırsızlıkla o ihtiyar Şingene karısına sordu: — Açık söyle kimden ve neden şikâ- Yet ediyorsun? Sosel, derdi i — Adaletsizlikt en layan beis Biricik oğlumu çaldılar. Halbuki o son günlerimde benim için büyük bir teselli ve Ümit kaynağı idi, Kral hazretleri ri- ca ederim onu bana iade ediniz, Son de- fa onu görmek istiyorum. Sihirbaz kadın, bu sözleri söyledik- ten sonra hıçkırarak ağlamağa başladı. Salonda hazır bulunanlar ona acımağa başlamışlardı. Kral gene sordu: — Oğlunu kim çaldı, küçük müydü? Nas:l çalındı. Kocakarı cevap verdi: — Oğlum büyük bir adamdır. Güzel ve yakışıklı bir gençtir. Galiba felâke- in sebebi de güzel olmasıdır. — Nasıl bir felâkete uğradı senin oğ- lun? Kısaca anlat bakalım. Şimdi nere- dedir? —Nerede mi? İnsanların nefretle tit redikleri bir yerde. Kral, kadını baştan aşağı süzdükten sonra müşaviri Zelloya sordu: — Acaba bu kadının aklında bir bo- zukluk mu var? Avukat cevap verdi: — Öyle görünüyor. Müsaade ederse- niz onu ben isticvap edeyim. O zaman buraya gelişinin sebebini anlarız. Kral, buna razı oldu. Avukat Zelis, kocakarıya yaklaşarak sordu: — Bana bak, niçin açık konuşmuyor sun. Hükümdarı fazla üzmeye yok. Söyle oğlun nerede? — İşkence yapılan yerde! lürum — Bu memlekette kimseye £ İşkence edilmediği gibi işkence yapılar bir yer de yoktur. İhtiyar kadın müstehzi bir tavırla ce- vap verdi: — Yok mu? Kral hazretlerinin nazır tı karakale zindanlarını unutuyorlar ga- liba? Cevap veriniz, Böyle bir yer yok Adolar, biraz düşündü. Sonra: — Duvarı aşmak bir şey değil, de- di. İş üç haremağasını haklamağa Jar sın. Fakat acaba zamanında yetişip de Annayı kurtarabilir miyiz. Züleyha, sordu: — Şimdi saat kaç? — Şimdi dokuzu vurdu. O halde tam zamanında yetişebi- İirsiniz. Hatırımda kaldığına göre paşa, Annanm gelin odasına tam saat onda götürülmesini emretmişti. Yalnız çabuk olmanız lâzımdır. Bir dakika bile kay- belecek vaktiniz yoktur. Papas Daguber, konta sordu: — Evvelâ bir sandal bulmak değil mi? — Evet, bulalım. — Tanıdığım bir balıkçı vardır. O- nun sandalmı alabilirim, Hemen gide- Tim. Fakat bu genç kızı ne yapacağız? Tabii paşanın konağına gidecek değil. Züleyha ve asıl ismi ile Zaloka, he- men atıldı; — Aman paşanın konağı olmasın da| neresi olursa olsun giderim. Tele müm kün olup da memleketimde ölsem ken- dimi bahtiyar sayacağım. Adolar, genç kıza belki bir gün bu- nun da mümkün olibeleceğini söyledi.| Sonra hep beraber yola koyuldular. Yol) da giderlerken, Zalokanın kendilerini balıkçının evinde beklemesine, ertesi gün de Yunanistana gitmek üzere yola çıkarılmasına karar verildi. Biraz sonra balıkçının evine vardılar,| hip Daâguber balıkçı dostundan san- me istedi ve Zalokayı dinlenmek üze- re onun evine bıraktı, Adolar ile dostları sandala bindiler, Rahip dümene oturdu. Adolar ile Ed- var da kürek çekmeğe başladılar. | lâzım Tunanın hafif dalgalı sathı üzerinde bir hayli ilerledikten sonra rahip Dagu- ber uzaktan görünen paşanın köşkünü arkadaşlarına göstererek: — On beş dakika sonra oradayız, dedi. Üç arkadaş silâhlarını muayene etti- ler. Kont Adolar da bir (o tabanca ile Sanşo Perzden aldığı | zehirli hançer vardı. Edvarda ise büyük bir “bıçakla bir rovelver ve muşta denilen bir demir vardı, (o Rahibin silâh (o olmadığından Edvar muştayr ona verdi. (Rahip kan dökmeğe pek taraftar (oOolmamakla be- raber icabında muştayı pek iyi kullan- masını bileceğini söylüyordu. Biraz sonra nehrin hemen kenarn- dan yükselen paşanın bahçe duvarının önüne geldiler. Edyvar, nöbetçi bulunup bulunmadığı” nt anlamak için duvar boyunu bir kola- çan etti. Sonra Edvarın yardımile Ado- Jar duvara tırmanmak istedi, fakat be- ceremedi. Çünkü duvar elle tutunmağa hiç de müsait değildi. Nihayet Edvar, uzunca boylu olan kont Adoların omuz arma $ çekti, S rak kendini Cuvarın üzerine da Adoları ve papazı yıka rı çekerek duvarın Üzerine »çıkardı. Son ra sıra sahçeye atladılar. Bir müd- det etrafı dinlediler. B: Jarr duyulmamıştı. Hepsi de silâhlarını çekerek karanlıkta pencerelerinden ışık taşan köşke doğru ilerlemeğe başladı- lar, Bışharemağası köşkün mermer mer- divenleri rinde oturduğu iskemlede uyumuştu. Bir iki adım ötede İkinci bir haremağası vardr. Bu da öteki gibi hos rulduyordu. İç kapın önünde ise elin. de kılıç bulunan bir harerağası odaha vardı. Bu adam da uyumayorsa bile u- yukluyordu,