vi ; © amiralinin benimle "Deniz kartalı” nın #üvarisi &ont Feliks fon Lukner iv karşılayarak Deniz Kartalı macerasına hayranlık duyduğunu anlattı Sekiz gün sonra bir gün sabahleyin erkenden yüzbaşı Vaythavz hücreme girdi. Çehresinde büyük bir dostluk e- geri okunuyordu. Anlaşılan fevkalâde bir vak'a olmuş. Bin bir dereden su getirmek suretiyle söze başlıyarak ni- hayet ağzındaki baklayı çıkardı: — Bir Japon amiralı sizinle görüş- mek iştiyor... Kendisine derhal cevap verdim: — Bilmem sözlerinize inanayım mı? - Sakın Hu sefer de bir Japon Makenzi © dalaveresi olmasm. Bana başka bir za- bit gönderiniz. Benim sizinle işim yok! “Yarın saat sonra bir mülâzim geldi ve filhakika İdzuma ismindeki Japon © kruvazörü ile gelmiş olan bir Japon görüşmek ar. zusunu İzhar ettiğini söyledi. Şüpheler © beymimi burgular bir halde hazırlan dım. sonra saat ikide yanımda bu mülâzim bulunduğu halde hapis - hanenin avlusunu geçtim ve sahile doğ vu indik, Bu sefer beni aldatmamışlardı. Li- manda zarif bir Japon zırhlı kruvazö- © sü demirlemiş duruyordu. Biraz sonra © kıç gönderinde Japon bayrağı dalga- Yanan bir istimbot gelip kumsala ve- naştı ve eli şankasmda bir zabit beni © karşılıyarak istimbota bindirdi. Refa - katmide İngiliz mülâzimi ve fki İngi- Iz neferi bulunduğu halde Japon zabi- tinin yanma oturdum. © Kruvasörün kiç güvertesi üstünde Japon zabitleri (Deniz kartalı) nm e © sir UYAP #elâmlamak içir vaziyet alnfiilardr” J#pon amiralı elimi sıktı o ve — Vatanmız için yaptığınız şeyler - dolayısiyle size hayranım! Deği. Beni zabitlere takdim etti ve sonra bana dönerek: — Demek oluyor ki, dedi, geceli gün © dilelü tamam üç aydır peşinden koştu- umuz zat sizsiniz öyle mi? Sizinle ce- surane bir harp sahasında karşılaşaca ğımız yerde bu şerait altında tanıştı- X ğımızdan dolayı müteeasirim. Ben de mütekabilen muhatabım gi- bi civanmert bir düşmanım elinde esir , bulummadığımdan dolayı müteessir bu — İamduğumu söyledim. Bu sözlerim ken disini hayrete düşürdü. © odJapon amiralı, İngilizlerin bizi ca- nilere mahsus bir hapishanede yaşat- fıklarmı bilmiyordu. Bu sözlerimden #onra Japonlar tarafından İngiliz zabi —Gtine karşı gösterilen soğuk muamele ile İngiliz zabitine karşı takındıkları — soğuk tavır hiç kimsenin gözünden kaçmıyacak kadar barizdi. Japonların © Almanyaya karşı gösterdikleri neza- ket fim olmasa da kalbimi istiyordu. Bana kruvazörün . içinde de refakat - etmek istiyen İngiliz nöbetçileri kara- davet etti. İlnthinedeki çıplak hüc- “reye alışmış olduğumdan kendimi $a- raya giriyor zannetiim. Amirsi bana kendi hattı destiyle yazılmış iki def. — ter gösterdi. Bunlardan birisi “Em den,, in diğeri de “Möve” nin ismini — teşyordu. Bir üçüncüsü boştu. Ami- ,ral: — Bu da (Deniz Kartalı) va aittir. Dedi ve devam etti. — Bana (Deniz kartalı) nın sergü- “zeşti hakkında vereceğiniz izahatı bu © deftere kaydedeceğim. Japonyada â - © dettir: Vatan için ihtiyar edilen feda- kürliklar çocuklarımızın, genç nesli -| © mizin vatanperverane hissiyat ve heye K canmı takviye için kaydolunur. Bana erinizden birkaçmı lütfeder - iaanmiye | ği — Evvelâ müsandenizi rica ederek ir sual soracağım: Geminizle Ameri- wm faraza Arjantin veyahut Şili 1i- manları gibi bir lmanmdan mı hare- ket ettiniz? — Hayır, doğrudan doğruya Alman- yadan geliyoruz. Kendimizi Norveç ge micisi kıyafetine soktuk ve İngilizlerin bir buçuk saat devam eden taharriya- tından yakamızı kurtardık. — Demek İngilizler (Deniz Kartalı) nı muayene ettiler öyle mi? — Evet... Japon amiralı ile, erkânıharbiye re- isinin çehrelerinde bir memnuniyet te- bessiimit parladı. Sonra şampanya içe- rek beni dinlemeye başladı. Amiralın (Deniz Kartal) nın mütebaki müret - tebatınm nerede olduğunu anlamaya can attığı belliydi. Birdenbire bana sordu: — Nerelerde cevelân ediyorsunuz? — Siz bizim nerelerde dolaştığımı- zi sannediyordunuz? Bizi hangi mm- takalarda aradınız? Önüme büyük bir harita yaydılar ve bana Yeni Zelanda ile Çatam arasın. daki sahayı gösterdiler. Bu sahada çi: zilmiş olan hatlar kruvazörün takip etmiş olduğu rotayı gösteriyordu. A- miral; — İşte, dedi, sizi tamam üç ay, se- stte yirmi mil süratle bu havalide a- rayıp durduk. (Devamı var) — Bu karahaberi size prens Fulkeng- tâyn mu söyledi? — Evet, Hariciyede duymuş. Kabine reisi Betman Hülvege gelen bir şifreli telgrafta Bağdadm düştüğünü bildiri- yorlarmış. ş Semra bu haberden çok müttessir ol- makla beraber, fazla alâkadar olmamış gibi görünmeğe lüzum görmüştü. Prens Vilhelm Semraya döndü: — Ummam ki bu haber doğru olsun. Sakın üzülmeyin! Doğru bile olsa müt- tefik orduları yarın! oradan da düşmanı tardetmeğ muktedirdir. Semra, prens Falkânştaynla dostluk temin edebilmek için karısı ile şimdiden dostluğu. derinleştirmeyi faydah buldu. — Harpte zafer kadar hezimetler de hesüba katılır, dedi. Herhalde bu a Gdalin sonunu bekliyeceğiz. Prens Vilhelmin gözleri süzülmeğe başlamıştı. Semranın artist olduğunu öğrenenler yavaş yavaş prensin etrafını sarıyordu. Herkesin gözü Semranın Üzerinde.. “A- caba bir şark dansı yapmıyacak mr?,, Gemek istiyen bakışlarla ( biribirlerine &yni suali soruyordu. Prenses Aydanın bir teklifi Semrayı büsbütün sevindirmişti. Prens Vilbelm şampanya Ayda prense dönerek: — Yarın gece akşam yemeğini bizde! yemek tenezzülünde bulunür musunuz? dedi, Prens Vilbelm prensesin şatosuna Sik sik gittiği için, bu teklifi reddedemedi: — Gelirim. Fakat, yarın akşam ol masın da başka bir akşam olsun, dedi. Vilhelm bu cevabile misafirini kasde derek özür dilemiş gibiydi. Ayda teklifinde ısrar etti: — Misalirlerinizle birlikte teşrifinizi rica ediyorum. Prens Falkenştayna da bir söprriz yapmiş oluruz. Semra güldü: — Kendi hesabıma ( itifatınıza çok teşekktir ederim prenses! Vilhelm itiraz edemedi. Semraya döndü; içerken, i Mzcera veaşk romanı “Sen de mi onlarla birliksin 2... Sen demi be Japon atniralı beni büyük bir nezaketle (öldüreceksin 2... Ben sana ne fenalık yaptım —22 — Yazan : (Vâ-N0) | Ey amcamın oğlu?..., içinde yatmıştı... Sonra, bu çocuk, ken” Geçen tefrikaların hulâsasn: Havva, yeni badım edilmiş küçük oğ lanların tedavsiine Fakat bir de Silnbili sâmda hadım edilmekten kurtulmuş küçük zenciyi odasında sak lıyor. Onu kendisine koca yapmak üzere yotiştirecektir. Ayni yaşta bir hasta ço cuğu kamarasmda tedavi (oederken, öl dürmek ve yerine Büsbülü koymak tiyor, Lâkin, BÜYÜ ismindeki hasta, ya ralanıp, göğsünde bançerle £ kaçıyor. Binbül, Bülbülün amcazadesi (olduğu için onu kandırmak için çağırıyor: ... İsveçli kadm hayrette kaldı.. Çocu- ğun “şu kadarcık iş!,, dediği adam öl- dürmekti.. Üstelik akrabası. Hem de böyle zalimane bir plânla.. Kendi zali- mane plânma, daha müthiş bir gekil- de devam ederek... Bu çocuk neydi böyle. Vaktinden çok evvel inkişaf etmiş... Baştan başa ihtiras, Baştan başa fesat, Baştan ba- şa hile ve hud'a.. Onda insaf ve mer- hametten zerre yok... Kendisini kurtar mak İçin canmı feda eden annesinin yarı vücudunu köpekbalığı kaptığı va- kit bile şu kadarcık heyecan duyma - mıştı.. Başka bir çocuğu ömrünün Sonuna kadar kâbus gelecek bu kucak- lamadan kurtulur kurtulmaz, onu lâ kaytlıkla denize atmış ve beyaz kadın sevdası peşinde koşmuştu.. Ve hemen © gece, beyaz kadınm koynunda zevk Prenses Aydanın yaptığı teklif Semrayı büsbütün sevindirmişti — Gidebiliriz, değil mi? diye sordu. Semra içten gelen bir sevinçle başını alladı: — Arzu ederseniz, şüphesiz ki ben de size refakat etmekle iltihar duyarım. Ertesi gece prenses Oo (Ayda)nın şa- tosuna gitmeğe söz verdiler, Misafirler dayanamadılar.. Hep bir ağızdan: — Şark yıldızını görmek istiyoruz. diye bağrıştılar, Şark yıldızı. Bu adı ona Berlin halkı vermişti. Sanat âleminde Semraya (Çıplak dan söz) tamgasını taktıları (o halde, Aris- tokrat Alman muhitinde onu (Şark yi- dızı; olarak tanımışlardır. Prens Vilhelm misafirlerine: — Kendisinden şimdi sizi (oOmemnün etmesini rica edeceğim. Diyerek ayağa kâlktı.. "inden tuttu: — Burası: bir tiyatro sahnesi değil; bir Alman prensinin evidir, dedi, burada wtediğin gibi, sıkılmadan, çekinmeden <ryental numaralar yapabilirsin. Görü Semranın © ! yorsun ki bütün © davetlilerimin gözü senin Üzerinde! Haydi, kalk.. bizi neşe- lendir bakalım! * Semraya bu teklif biraz ağır geldi. Prensin yanımda vakur ve ağır” başlı bir kadın gibi otuurp dururken, şimdi yrtaya çıkip herkesin karşısmda numa- ya yapmak, tiyatro sahnesinde oynama- ğa benzemiyodur. Fakat, nihayet herkes onu bir artist olarak tanımamış mıydı? »- Her şeye tabammül edeceğim.. Diys mırıldanarak yerinden kalktı, İyi ki birkaç kadeh şampanyayı üst- Üste içmişti. Başı oldukça dönüyor ve gözü bir şey görmüyordu. -— Fazla düşünmeğe ne lüzum var? Diyerek, etrafında toplanan davetlile re gülümsedi. Yavaş yavaş salonun or- tasına doğru yürüdü. Davetliler bir halka halinde salonun etrafını sarmışlardı. Semra ilk önce müzik (heyetine bir disine hücum eden cengâverin suratı- na iki avuç kül fırlatmıştı.. Nihayet onu bu derede seven, arıyan, ve sesile büyilenen amcazadesine oynadığı o- yun... Havva, Jül Sezarm macerası bilir- di: “— Brüthüs'ü, de geçti! - diyedü - şündü. - Çünkü, Brüthüs, hiç değilse, imdada koştuğunu ilân ederek yaklaş- mamıştı... Sesinde bu derece yalancı bir ifade yoktu.. Aman yarabbi! Aman yarabbi! Bu çocuk, büyüyünce ne ola» .. İstanbulda meler çevirecek?. Beni de Allah muhafaza etsin.. Ne kün delerden atacak acaba?.. Fakat... Evet, fakatı vardı. Onu terkedemezdi. Ondan vatgeçe- mezdi,. Pervanenin ateşe cezbolundu- ğu gibi, o da, bu yakıcı mahlüka mec- lüptu, muhtaçtı.. Hattâ, onur yangını- nı körükliyecekti.. Daha müthiş olma- sına yardım edecekti.. Zira, işle kendi entrikaları içine alınıştı.. Bu maoera, ber gün biraz daha muğlâklaşacaktı... Çare yok.. Fakat, vakit de kaybetmeye gelmez. — Haydi Sünbül, tut şunun cesedini bacaklarından senin dolaba sâklıya - lum... Ben, gece olunca onu denize &- tarım... Sen de yat onun yerine. Yara- şeyler söyledi.. Sonra birden ortaya &- tıldr. Müzik Semranm parçalarından birini çalıyordu.. “Boğaziçi çiçeği... Bu parçayı tiyatroda ancak bir gece oynamıştı. Semranın bütün müzik parçaları da. ha önceden saray orkestrası tarafından prova edilmiş ve numaraları çoktan a- lınmışta. Müzikle beraber dans etmeğe başlâ- dı. Ayni zamanda almanca Oolarak'da taganni ediyordu. İlk önce elinde tuttuğu bir demet çi- çeği yere attı. Onu çiğnemek istedi. Ortada birkaç kere döndü. Tekrar çi- çeğin durduğu yere geldi. İğildi. “ Bosforun büyülü havasile büyümüş çiçekleri çiğneyen insanın kalbi taştan, beyni kerPiçten, elleri granitten yara- dılmış olmalı.,, Melodisile başlayan bu dansın birinci Parçası, Semranın çiçek demeti önünde iğilip kalmasile bitmişti, Semra şarkıyı almanca olarak söyle- miş olmasaydı, kelimelerdeki inceliğin, tagannideki muvaffakiyetin ve ruha bir şelâle gibi akan basılı bütün misafirleri coşturan bu güzelliklerin belki de hiç- kimse farkına varamıyacaktı. Müzik iki üç saniye fasıla verdi: Salonun kubbesi uzun bir alkış tufa- nile çınladı. Alkış devam ederken, müzik tekrar başlamıştı. Semra, eski devirlerde güneş karşı" sında iğilerek tapan ilk insanlar gibi, çiçeğin demeti önünde kollarını salla- yarik birkaç kere iğilip doğruldu. Bu sırada müzik gök © gürültüsünü andıran müthiş bir coşkunluk — içinde perde perde yükseliyordu. (Devamı var) meyen EE. mem mmm amm amana Oğlan, hayretle: — Nasıl yaralarımı? — Sen beni dinle.. Benim kocamı her halde seni hadım etmek niyeti değilim... Fakat hadım gö mecburum,. Onun için, şu kanlı b le, tiftiklerle saracağım seni... Ü! ne de mavi bir bağ bağlıyacağım.. © ra, ortaya çıkacaksın... Öteki çoc! rm yanına yatacaksın.. Seni de haf #anacaklar. Esasen gemide kim kimseyi tanmasma kâfi gelecek man geçmedi... Sonra yatakların leri de değişti.. Seni kimse cak., Senin memleketlin olan ço bilecek ama, onlar de kendileriyle Ekte ayni felâkete uğradığını san lar.. Anlıyor musun? — Peki ama, yaramı değişt için bezleri açarlarsa? ğ — İşte mesele orada... Mavi bağ açmıya benden başka kimsenin hiyeti yok.. Korkma.. — Şimdi anlıyorum... Anlıyorum Havva, aceleyle sardı. Kapmm önünde ayak sesleri du muztu. Haremağaları, sedyeyle gelmişler Hastayı yerine nakleğeceklerdi. Sünbül, bir aktör meharetivle il meye başladı: — mh! Imh! — Oldu mu aslanım? — Oldu. f — Vay! Buraları kan içinde kairt — “Tabii değil mi ya?. Bu h hep ağır.. Bu da İçlerinden en — Bu kanlar hep ondan fışkırdı mek? — En tehlikeli cihet de bu ya... — Allah allah. Sedyeye koyup götlirdükleri su küçük Sünbül, hâlâ inliyordu: —Imh! Imh! Haremağaları: — Bizim hatun, bu hastabakıcii# gindeh çok anlıyor doğrusu! « diye! aralarmda konuştular. — Çok... — Hastalari böyle kısımlara #! mak işi de iyi oldu. Herkes vazife bilecek.. Ağır hastaları öldürdün ©* mes'uliyet altma girmiyeceğiz.. — Öyle... , — Kızlar da bundan pek memmi” Doğrusu, Havva, iyi düşündü. Haremağaları, sedyeyi, koğuşs # türdü. En kenarda, pencerenin yi da duran boş yatağa yaklaştılar. yeyi bir an yere bıraktılar. Büyük İ takhanede bir inilti devam ediyo” Sünbül de, buna uydu: — Imh! Imh! N Birinci haremağası, onun saçi&” okşıyarak: — Vah evlâdım, çok mu ari Ah, biliriz, biliriz!.. Bizim de mızdan ayni şey geçti.. - deği. Beşir adlı ikinci haremağası: — Fakat evlâdı... Dikkat et Zer bu müthiş hastalıktan ide sen bizim gibi hamal haremağısi ÖZ yasm, Gözlerinde zekâ ışıkları Pu yor.. Bizim bazı hemcinslerimiz V£ 2 Yiket arkadaşlarımız, sanki HEP eli intikammı almak ister gibi, gey rin başına geçmişler, saraylar! maklarımın ücunda döndürmi . Sehde de o istidat olduğunu Mar den anliyoruz... Çok sevimlisin. vi dilerimizin hoşuna gitmeye bü Küfidir... Şirinliğinden istifade e Onlara yaltaklanarak sokul, madununa karşı dişlen! Hele emer yazsa ez'onları... Ne kadar hain kabilse ol., İntikanımızı al. (Devami