Hatırşlarını anlatan: Alman korsan gemisi Bütün ümidimiz Çadırları içinde me gi zemin Kurala örtü - i lüydü, Pek ince ve ö kar gibi beyaz olan 5 bu kum her tarafa © müsüia bir te mizlik”” manzarası veriyördu. o Akşam üzetleri müzik baş. lyör, o motörümüz de bize elektrik 21. | yası temin eyliyor - du. * Bütün bu tesisat- © tan" manda bir ba- © lık tütühhâresi de vücuda getirmiştik. 20 UVSIPuTE Epsmg vizleri kabüğu ya: karak her gün vasati iki yüz tane ba-! lık isliyor, tütlin - “balığı yapıyorduk. Sahil mükemmel ve mükellef bir plâj manzarası arzediyor ve ideal bir ban- yo teşkil ediyordu. Sıcak zamanlarda biraz serinlemek için adanın poyraza nafır tarafına uzanmak kâfiydi. Bu'dünya cennetinde birkaç gün ge- girebilmek için bir milyarder bile Üe- ret olarak kilçük bir'serveti sevine se- vine ikram edebilirdi. Sıcaklar dolayısiyle oldukça yorucu messi “neticesinde göminin büyük ça- nı iDeniz-Kartalı köyü) nün ortasın- daki, hurma ağaçlarından birisinin da- ına takıldı. Bununla saat başı çalı yorduk. “Franşız köyü” civarında en yüksek hurma ağaçlarndan birinin tepesine bir gözcül mevkii yaptık, Gayet rahat oluj Yapriklır araaindil gizli bulunan koltuk şeklindeki bu gözcü mevkii oto- matikti, Ağacın tepesine bir makara takılmış; içinden bir ip © geçirilmişti. Nöbeti tamam olan gözeli bu ipe mer- but bir sopaya tutunarak kendisini boşluğa bırakıyor, böylece aşağıya i- nerken yeni gözeliyii yukarıya çekiyor- du. Yukarıya çikan gözcü, inenden da- ha ağır olduğu için bir tayfa ipi çeke- rek yardım ediyordu. Mürettebat arasında şair ruhlu kim- seler kendilerine ormanda âyrı ayrı küçük kulübeler inşa etmişlerdi. Hattâ (Deniz kartalı) nm zabitan salonu ©- mirberi, esir bir Hollandalmm 2 çeneler Hapşu Vazifen çok mühimdir. ni da vücuda getirmişti. Düşman gemi lerinde ele geçirdiğimiz keten sofra ör tüleri, havlu ve saire bunların mahir ellerinde gömlek, don oluyorlardı. Marangozumuz Drayer bir dükkân açmıştı ve burada denizlere açılıp ye niden taliimizi deniyeceğimiz motörlü sandalm teknesini inşaya başlamıştı, Yeni vatanımızda pek rahattık ama bi- zi medeni âleme kavuşturacak küçük de olsa bir gemi tedarikimiz beheme- hal lâzımdı. Korsan kruvazörümüz ka yalıklar üzerinde paramparça olmuş yatıyordu. Fakat bizim öesaretimiz hiç de kırılmiş değildi. Binsenaleyh bütün ümidimiz motör- lü sandalımızda toplanıyordu. Birçok- larımız bu küçük teknenin bizi bu &- dadan uzaklaştıracağma ve bu tekne i- le yeniden bir düşman gemisi zaptede- * rek korsanlığa tekrar başlıyabileceği- mize inanmıyorlardı. . Lâkin Alman bahriyelisi srfatiyle en zayıf mücade leye devam tmidini terkedemezdik. Zaten korsan, taliime ebediyyen mey- dan okuyan bir serdengeçti demek de- gil midir? Biz de yeni'teknemize bir donanım tertibatı vücuda getirdik. Bir direk di. kildi, yelkenler biçildi, çarmıhlar ge- rildi, orvadıra takıldı. Bir taraftan bu inşaat devam öderken diğer “taraftan da erzak hazırlanıyor, yelkenler dikili yordu. Bir taraftan bu hazırliklaria uğraşır- ken diğer taraftan suyun bir kadem derinlikte olan'yerlerinde balık avlı- “Deniz Kartah,, karaya düştükten sonra rod Uray — vag süvarisi “Deniz &ont Feliks fon Lukner Kartalı” nin e ali motörlü teknede idi, bu- nunla bir gemi zaptedeceğimizi umuyorduk EŞ güvertesinin hali. yorduk; Balıklar gıdslarını aramak (- zere sabahları bu sığ sulara sokuluyor. lardı. Ürküte ürküte sığ bir mahalle sevkettikten sonra bunların etrafına bir ağ çeviriyorduk. Bundan sonra ar- tık yerliler ellerindeki mızraklarla, şiş lerle balıkları avlıyorlardı. Bu havali yerlileri balık avına yal- nız gittikleri zaman dahn derin sula- rı tercih ederler. Gözlerine büyük göz- lükler takan biri suya dâlâr ve elinde- ki mızrakla balığı yaralayıp dişiyle hayvanın amudu fıkarisini kırar daha iri balıklar için ise elinde mtiteaddit mızraklı ve iri çengelli bir âlet bulun: durur, Ayrıca olta ve bombayla da balık avlıyorduk. Vakıâ kayaları da biraz zedelerdi ama, buna mukabil yüzlerce mefis balık, ahtapot ve pavurya avlı- yor ve kaF'gün tasa balıkla karnımızı doyürüyorduk. Şafakla beraber arasıra kaplumbağa avma da çıkıyorduk. Pek iri olan bu kaplumbağaların hem eti, hem de yu- murtası pek leziz bir şeydi. (Devamı var) © Macera ve aşk romanı Oo - Tavuk boğazlar gibi, oğlanı, bacakları arasın4 aldı. Kolunu kanadını kıskıvrak | m ie 23 İkinciteşrin — 1936 Aİ | Yazan :(vâ-N0) yakaladı, bıçağı salladı Geçen tefrikaların hülâsası: Esir taciri bacı Mustafa, yedi gemisi le birlikte Habaşistan sahillerinde, Tan tu kasabasının önüne demir (atmıştır. Kendisi, Tastulularlâ müttefiktir. Kendi adamlarını ve bu kasabalıların siühgör lerini alarak, iç ellere doğru çocuk avla mağa gitmiştir. Yedi gemiden © birine, gözden düşen gözdesi Havva, yarslı ço) cuklara bastabakıcılık elunek üzere bâ| Kırlanmıştır. — Demek seferden avdet ediyorlâr ve hadım ettikleri çocukları da bera- ber getirecekler? Gürcü köle, güldü: — Evet, yakında seferden dönecek ler... Fakat, çocuk filân getirecekleri yok, — Öyleyse? — Çocuklar burada. — Nerede? — 'Tantuda... — Allah allah.. Biz, yüzlerce oğlan için yer ve ilâç hazırladık.. 'Tantuda, o kadar hadım oğlan ne gezer”. Ora nın erkek çöğükları ancak bizim hazır- ladığımız yataklar kadar. Hadım reis: — İyi bildiniz... - diye esrarlı esrar- lı güldü. Her halde siz, hazırsınız ya.. Pek yakında, Tantudan, küçük hare mağalarını gemimize dolduracağız! "Hadım reis, Havva İle bir müddet dâhâ könüşüp küçük esirlerin nasıl te- « davi edileceğine dair malürüat verdik- ten'te' teferrüat etrafmıda' münaka- şa ettikten sonra, gene filikasma bin- di ve hastane gömisinden Kendi kadir. gasma döndü. Bütün tertibatın mü - kemmel olduğuna artık katiyyen ka- Yİ anla vel nâat getirmizti. Büyük bir. teftişten sonra, ayni, kan naati getiren, Havvada, akşamın gece- “ye tahayyül etmesi saatlerinde, küpeş- teye dayandı. Afrika sahillerinin ka- rarmasını seyre daldı. Birdenbire, Gözüne, kasabanın pek yakınında bir kalabalık insan alayının yürümekte, hattâ koşmakta olduğu sarptı. Allah allah. Hacı Mustafa maiyye- ti ve müttefikleri çocuk avından mi dönüyorlar?... Fakat bu takdirde, koş- malarına ne lüzum olurdu?.. İşte, bağ- rışmiya da başladılar... Tantudan da, çığlıklar koptu: Haykırışıyorlar: — Düşman! — Düşman bastı! — Baskma uğradık... — Aman oğullarımiz... — Evlâtlarımızı kaçırın!... — Kesecekler... Hakikaten âe, Havva, dikkat edin- ce, bu gelenlerin mızraklı zenciler ol- duğunu, Tantu'ya hücum ettiklerini gördü. Sazdan yapılmış evler arasında, elle rinde meşalelerle sağa solâ köşuyor - Jardr. — Ortalığı yangma veririz!... Ne siz kalırsınız, ne çocuklarmız.. Çıkarın oğ- lanları dışarı... Hadım edip gideceğiz. Başka hiçbir zararımız olmıyacak... Kadınlar, ağlaşıyor, bağrışıyorlardı: — Daha ne zararınız olacak.. Zilrri- yetimiz bitiyor.. Eyvah. Zürriyet... Bu iptidal memleketlerin zihniyetin- de, bir kadının erkek evlât doğurması kâdar mukaddes olan ne vardr? Bütün gurur vesilesi, hattâ taşınan isim, kö- caya karşı kazanılan hak, ailedeki iti- barlı. mevki... Hep bu erkek evlât sâ- yesindeydi.. Şimdi, Tantu kadınları, bi- rer.bıçak darbesiyle, oğullarını erkek liklerinin gözleri önünde kaybolduğu- nu mu göreceklerdi?.. - Bu, “vebadan, bir âfetti. Ah, eğer, kocaları, ağaböy- leri köyde olsa, felâkete karşı koyar. lardı... Halbuki onların hepsi diğer ka bilelerde ayni faclayı yaratmıya, çocuk avlamıya gitmişlerdi. Kasabada yal - nız ihtiyarlar, kadmlar ve çocuklar kalmıştı. Tantunun en büyük düşmanı göğüs germek Her tehlikeye mecburiyetinde bulunuyorsun — Çok rahatım. — Sokaktan gürültü ak$ediyor mü? — Hayır. Çünkü beşinci kattayım. — Numaralarınızı ne vakit değişti- receksiniz? — Bunu benden ziyade tiyatro mü- dürü bilir. — Çok numaranız var mr? — Yirmi kadar. — Üçünü seyrettik. Demek ki daha on yedi numara göreceğiz...? — Evet. — Şu halde birkaç ay şehrimizde mi- safir kalacaksınız? — Umarım. Alman yüzbaşıs: ateşli gözlerini genç kıza dikmişti: — Uykunuz gelmiş olmasın? Sizi o- teliniz& kadar götürmek şerefini bana bahşeder misiniz? — Zahmet etmeyiniz. Teşekkür ede- rim. Ben otelimin yolunu — biliyorum. Yalnız giderim, —'Ne kadar sicak nefesiniz var? O. toda beş dakikacık olsun © yanmızda, omuzunuzun dibinde oturmak İsterdim. Refakatimden emin olun ki Memnun kalacaksınız! Sizi katiyyen taciz etmi- yeceğim! — Ötel kapısına yabancı bir erkekle befaber gitmek istemem, Beni (Mâzur götünüz! . — O halde ben otele varmadan öto- dan 'inetim.. Riea ederim, beni reddet- meyiniz? Lokantadan kalktılar,, Şık bir otomobile bindiler. ( Fakat, yüzbaşı Ştanke sözünde dur- madı. Yolda giderken iki kere Semra- nın boynuna sarıldı ve yanaklarından öptü. Semra bağıramadı.. Bağırmak istemedi. Necmi Beyin sözlerini hatırladı: “— Döruhte ettiğin vazife çok bü- yük, çok mühimdir. Bu yolda yürürken, her tehlikeye göğüs gerecek, her isti. raba katlanacaksın! Hedefin vatandır. Vatanı kurtarmak kaygusunu, her'şey- den her düşünceden üstün tutacaktın!,, Bu kelimeler genç Ve toy (o artistin kulağında çınlıyordu. İşte Semra bunun içindir ki; Alman yüzbaşının temayüllerini reddedeme- miş, onu tamamile elde etmek kaygusi- de başını Alman Oozabitinin OOmuzuna dayamıştı, Tiyatro ile otel arasındaki (o mesafe ancak on dakika sürebilirdi. Yarım saattenberi otoda ve ayni sür" atle gittikleri halde el'ân ötele yaklaş: | mamaları Semranın dikkatini celbetme- ğe başlamıştı. Biraz sonra anlaşıldı ki, zabit şoföre yolun üzamasını emretmişti. Mamafih | $imdi ötelin üst tarafındaki o caddenin bâşında duruyorlardı. Yüzbaş: Ştanke bu müddet (içinde Semrayı ancak iki kere yanağından öpebilmişti.. > İşte v kadar.. Semra; Necmi beyin sözlerini hatırla» Yazan: er F. Sertel 10 — Isket i makla beraber, izzetinelsinden, bekâre-| tinden fedakârlık yapacak kadar düşük! ruhlu ve zayıf ahlâklı bir kız (değildi. O, ne yaptığını ve ne yapacağını bilen, gittiği yolu herkesten ziyade kendi gör züyle gören bir kafa taşıyordu. Kendi kendine: — Gençlik bu.. — diye mırıldandı — ben de erkek olsam, bir artiste bu kadar değil, belki burdan daha çok sarkıntı- Ek eder, onün gözüne ve nihayet koynu #8 girmâğe çalışrıdım. Otomobil durmuştu. Yüzbaşı belliydi ki Semradan koloy kolay ayrılamıyacaktı. Alman zabiti, Semraya iyice tutul-| muştu . i Fakat, ayrılmak lâzımdı. Zabit Uni. formasile Ştanke.— Semra . razı olsa; bile — otele girmek istemezdi. — Yarm gece tiyatro dönüşünde ge- ne ayni lokantada sizi bekliyeceğim..! Diyerek iki elini birden öptü. Semra yarı ciddi, yarı güler bir vırla: — Peki... Diyebildi., Ayrıldılar, Otomobil sokağın başından Semranın oteline geldi. Genç kadın ödasına çıktığı ozaman bâşı dönüyordu. Şampanyanm tesirile ta dördü. oldukça sersemleşen Semranın kafasın- da garip istifhamlar kıvrılmağa başld- muğiz (Devamı ver) olan ve baskınlarına uğrıyan kabileler de, intikam almıya geli Fakat hayret! Kasabanın erkeksiğ duğunu onlara haber veren kimdi İşte, baskına uğrıyanlar, bir bir yana şaşkın şaşkın koşarköf il) evlâtlarınmn zürriyet kabiliyetini tarmıiya uğraşırken hep böyle dü yorlardı: “ Kim haber verdi?,, Zira mutlaka bir casusluk olm Bunu, öğrenmelerine imkân yoktük. renmemeleri için bütün tedbirler mıştı. Baskıncılar bağırıyor: — Ortaya çıkarılan çocuk, dım edilecek... Saklanan, öldü Saklandığı ev yakılacak... Ona Kapılardan dalan muharipler, ? sonra, dışarıya, fırlıyorlar. Küçük oğlanın bileğinden yakalamış sürüti yorlar. Tavuğu kümesten çıkarı” bi bir manzara... Oğlan, kıyamet” koparıyor, çırpınıyor. Fakat, ust# ahçıbaşı gibi, muharip, çocuğun nu kanadını kıskıvrak yakalıyor. caklarını bacakları arasına kistıf? Vücudunu yay gibi iğiyor... Bir bıçak darbesiz. Bir çığlık daha.. Kapıda 'yolunan ânnenin fer Sonra, biçâre kadın, iş işten ğini anlayıp içeri koşuyor. Bir #' tus alıp evlâdınm yarası üzerine yor... Zürriyeti gitti, bari hayati tulsun.. Derken, Yaralı çocuğunu rak, göğsüne bastırıyor, ağlıyâ kulübeye giriyor... : j Bu tablo, bir değil, iki değil, bes El gil, on değil... Yüzlerce, Her dü Asle6M Bilen “bir kulübede" "ça Kimi: — Söyle kadın?.: Nereye sekli çocuğunu ? - diye, bir zenci kadın! den yere atiyor. Tekerliyor, * hi yor.. Öteki: — Hah buldum! diyor... Koskocaman bir küpü, teker) dışarı çıkarıyor... Bir taşa çarpıp çalıyor... İçinde, yumurtadan ©, çikar gibi, bir yavru beliriyor... M ripler, onun da üzerine gula Bağırmasına, gözyaşları. dökm“ bakmıyorlar. Bir “bıçak., Oğlan kanlar içinde bayılıyor... K Hele bir kulübede, pek (acık)! sahne oldu. Anne, oğlunu, tava” zenbile saklamıştı. Kadını sıkıs” asker, bunun farkına vararak, ibi gülümsedi. Mızrağını uzatıp: « — Şu zenbilde bir şey yok ©”) diye sordu. — Yok... — Hele hele... — Ah, inan bana, Vallahi yok lâhi yok... 4 — Öyleyse, mızrağımla bir ta'”ş dan öte tarafa delivereyim zenbili” dersin.. l Kadın, askerin ayaklarına ka ıl — Yapma,.. Bağışla bana. EB“ götür.. Keyfince kullan.. İsterse? met halayığı yap.. İstersen bitli “4 yuz kölene hediye et... Lâkin, saki” kım o zenbile dokunma, — Hah hah hah... Gördün mü?“ ni içinde bir şey yoktu?!. ; Babası tutmuş gibi yüzünü ri ire e yek iiiğeşe ii j oynatan, gözlerinin aklarmı Bİ köpürmüş dudeklarını büsbütün vanlaştıran zenci asker: ii — İndir zenbili. Yokan, delectfi Zavallı anne, elleri sapır sapı” yerek, ipi gevşetiyor... Çocuk, içerden: — Anneciğim.. Anneciğim. i kendi elinle mi teslim adiyorsuf” — Evlâdım.. Ne yapayım?. daha mi iyi?... Fazla konuşmaya vakit kal zenci, çarİston oynar gibi zevkli hareketlerle, yavrucağızı yal kıstırıyor! ğ (Devam: ve)