22 Kasım 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hatıralarını ânlatan: Alman korsan gemisi P “Deniz kartalı" nin süvarisi Kont Feliks fon Lukner Z—zA5di Hurma ağaçları arasında bir Alman müs- temlekesi vücut bulmuş oldu. Adaya (Sesil )ismi verildi Dalganın hücumu esnasında güver- tede bulunan herkes başlarına yağan direk ve seren enkazından korunmak için bit kenara gizlenmişlerdi. Sükün ve sükünet avdet ettikten sonra etra- fıma baktımı: Yapayalnızdım. Acaba bu müthiş felâketten yalnız bir ben mi kurtulmuştum ? Şayet böy- leyse buna bir iyi tali demektense ta- lilerin en felâketli ve şeametlisi demek daha muvafik olacaktı. Bir müddet dal|l, ha bekledikten sonra hüzünlü bir sesle baş tarafa:doğru seslendim: — Neredesiniz çocuklar?.. Baş taraftan, hiçbir zaman unuta - mıyacağım şu cevap geldi: — Kumandan, geminin zinciri koptu ama, bizleri size bağlıyan kalbi zincir sapasağlam duruyor! Hivet Alman zinciri sağlamdı. Vata- nrm nasıl bütün cihanm hücumuna karşı durabildiyse küçücük kıt'al as- keriyem de felâketin hücumuna öyle mukavemet etmişti. Kendi kendime söylendim: — Evet, bu sağlam kalbî zincir bizi biribirimizden ayırmıyacak ve yurda kadar götürecektir! Şimdi işe başlamak lâzımgeliyordu. Erzak ve tatlı su mevcudumuzu emin bir yere koymak lâzımdı. Yüz beş ca- nm mukadderatı bu komanyanın mu- kadderatma bağlıydı. Bu erzakm nakli bazı yerlerinde bir metro suyu bulunan daimi akıntılı ka- yalık bir saha Üzerinde yapılacaktı. Bu itibarla.tayfanın ayağı kayarak - sık sık düşüyorlardı. Böylece ertesi günü bacakları sıyrılmamış bir tek nefer| kalmadı. Bütün gece çalışıldı ve niha:« yet elzem olan her şey adaya naklolu- nabildi. Boş mühimmat kutularına koymuş olduğumuz tatlı suyumuz pek çabuk bozuluyordu. Lâkin bereket ver sin ki dinamitle kayalıklarda birkaç sahrımç vücuda getirebildik. İşte bu suretle hurma ağaçları ara- sında bir Alman müstemlekesi vücut bulmuş oldu. Adanımn ortasma dikmiş olduğumuz direğe Alman bandırası çe kildi. Adaya (Sesil) ismi verildi. Artık (Deniz kartalı) nm birkaç kademlik güvertesi yerine birkaç kadem murab- bamda toprak vatanımız kaim olmuş- tu. Adada yüzlerce iriliufaklı kuşlar vardı. Hattâ bazı mahallerde yumur- ta ezmeden bir adrm atmanın imkânı yoktu. Adaya muvasalatımız. üzerine korkup kaçan martılar o kadar kalaba- lıktılar ki bunlar kesif bir sürü halin- de uçarlarken semayı karartıyorlardı. Lâkin kuluçka küşlar yumurtaları ü- zerinden bir türlü kalkmıyorlar ve yu- valarını terketmekten se yumurtaları üzerinde ölmeyi tercih ediyorlardı. Bu hayvanları koğmak için tüfek atmaf bile lâzımgeliyordu. Diğer taraftan kısmr azamında civcivler teşekküle başlamış olduğundan bunlardan istifa- de edilemezdi. Bu itibarla mahdüt bir sahayı te- mizledik ve cılk yumurtaları denize attık. Bu saha temizlenince yümurt - lamak üzere bulunan martı analar bu temiz mıntakaya üşüşerek yumurtladı- lar ve bu suretle cüz'i bir müddet Zar- fında bol bol taze yumurta ele geçir-| miş olduk. Geceleri yaktığımız ateşin Işığımna yüzlerce iri yengeçler, pavuryalar ge: liyorlardı. Erzakımızı emin bir yere koyduktan sonra bir köy inşasına baş- ladık. G zamana kadar efrad ve zabi- tan hamaklarımı ağaçlara gererek açık havada uyuyorlardı. Bu tarzı hayat pek şairane olmakla beraber bircok mahzurları da vardı. Faraza yirmi o- tuz metro irtifadan düşen Hindistan- tevizleri insanın kafasma raggeldiği ;lrd!rde bir adamr öldürmeye kâfi i- Bunun için evvelâ büyük bir saha nebatattan temizlendi. Baltayla devir- * ! diğimiz hurma ağaçları inşaat için lâ- zım olan keresteyi bol bol temin edi- yorlardı. Yaptığımız binaların damını yelken bezleriyle örtüyorduk. İlk bina, pek parlak olmadı ama, i- kinci ve üçüncü kuülübelerde: mimar- lık hususunda dev adımlarla terakki ettik. Mimarlıkta esirlerimizden kap- tan Petersenin tecrübelerinden istifa- deler gördük. Bu zat genç ve güzel ka- rısının yardımiyle bembeyaz ve nefis bir köşk inşa etti. Bizi binlerce mil deniz üzerinde gö- türmüş olan yelkenler kazadan sonta da başlarımızı soktuğumuz evlerin damlarını örtmek suretiyle bize Son derece faydalı oldular. Esirlerin çadır-| ları yerlilerin kulübelerinin sol tarafı- na, bizimkiler de sağ tarafına inşa e- dilmişlerdi. Çadırlarm önündeki sahil Alman köyünün önünden gectikten sonra sırasiyle Amerikan ve Frangız köylerinin de önünden uzanıyordu. Biz bu sahile (Deniz kartalı plâjı) ismini vermiştik. Burası bilhassa ak- şamları oldukça kalabalık oluyordu. İkametgâh çadırlarından maada er- zak ve komanyaya mahsus hususi ça- dırlarımız da vardı. Ayrıca mühimmat esliha, harita ve gseyrisefain malze- mesi, mötöre mahsus çadırlardan ma- ada içinde bir mutfak sobası ve fırm bulunan büyük bir çadırda büyük bir intizamla biz kazazedelere taze ekmek yetiştiriyordu. Telsiz telgraf için küçük bir kulübe inşa etmiştik. İşte bu telsiz yeni (Ro- benson) ların medeniyet âlemiyle ye- gâne temas noktasmı teşkil ediyor ve hepimizi .günün havadislerinden ha .-|., berdar ediyordu. (Devamı vür) INAVH 1St)S0d MERĞYY — 22 Ikinciiegân_ — 1936 A Macera ve aşk romanmı —i - Yazan : (vâ-NüÜ Zenci imam, pösteki döşekte, beyaz kadır yanında lakayt horuldayınca zavallı Havvi büyük bir yeise düştü : yatağına yattı.. Orada ihtiras V Geçen tefrikaların hülâsası: Mühtedi İsveçli bir kadın olan Havva, esir taciri olan kocasından, talâkı selâse “le boşandığı için, yeniden evlenmek Ü zere, hülle yapıyor, Habeşistan — sahille rinde ihtiyar bir imamm — kulübesine girlyor. — Sen benim kocamsın.. Neden ör- tüneyim ?.. Günah değil ki?.. Hem şim di postların arasına, senin koynuna geliyorum... — Gel.. Gel kızım fakat.. — Fakat?.. Havva, bütün faciayı, ansızın kav- rar gibi oldu. Yanlış kapı çalmıştı.. — Fakat, böyle işte.. Seni sabahle- yin sağ salim iade edeceğim... İsveçli kadın, ağlamaklı bir sesle.. — Niçin ama ya?.. — Çünkü, çünkü imkânı yok.. İhti- yarladım... Gösterdiğimden de daha yaşlıyım... — Fakat derler ki zenciler... — Yamandırlar.. Doğru.. Ancak gençken.. Cenabıhak, birçok insanlara, bahusus zencilere bu hususta pek bü- yük, pek payansız hazineler vermiştir. Zenciler; bu hazinenin kapısını daha sekiz doküz yaşında açarlar.. Ve saçar lar, saçarlar.. Bu israfa servet mi da- yanır?., Sizdeki erkeklerde sağlamlık bitmeden bizde biter.. İşte böyle kalı- rız.. Bizim ihtiyarların felâketi bün- dadır... Havva, adetâ yalvarmağa başladı: — Niçin-beni red ve tahkir ediyor- sun ?.. Eminim;zenci kadmlarından bık. mışsmdır. Önun için böyle söylüyor- l sun.. Halbuki, beyaz kadım.. Bana bak, hislerin degişmîyor mu? — Beyaz. k&dm.. Ben ona alıgıgım. Filhakı_ka. senin gibi bir beyaz buralı- lar görmemişler... Beyaz kadın, burala Ta ayak basmamıştır.. Fakat ben Mı - sırda bulundum..."Orada kaç beyaz kö le ve cariye aldım; bıraktım.. Onün i- çin, beyaz değil, mavi olsan bile nafi- le... Arkamı dönüp yatacağım.. Uykum var!.. Havva bu geceyi böyle mi getirece- ğini ummuştu; kara İmam, kerevetli yataktaki pösteki yorganı başıma çek- ti. İsveçli kadın, tombul vücudunu gös termekteki beyhudeliği anladı. Hazin hazin göğüs geçirerek kocasmm yanı- na girdi. Sağa döndü, uyuya.madı sola dön- dü, uyuyamadı. Bacaklarını imamınki- lere değdirdi. Zenci, zengin beyaz ta- cirin karısını rahatsız etmemek için, yatağın ta öteki yanma çekildi. “— Ah ne demeğe bu herife razı ol- dum?.. Bu iklimin gündüzleri ne dere- ce sıcak oluyor da, geceleri serinleşi- yorsa, demek ki, erkekleri de gençken ateş gibi, fa.kat ihtiyarlayınca böyle| soğuk...,, Aklından bin türlü delılıkler geçi- yordu. Meselâ şu kulübeden fırlamak! Rasgele başka bir kulübeye dalmak... Orada kimbilir ne delikanlılar vardir ve Havvaya, Afrikanın ne âteşin bir aşk ziyafetini çekerler... Hattâ bir aralık, imamın horuldadı- ğini işiterek yataktan çıktı. Kulübe- nin kapısını aralayıp dışari baktı. Ge- miden gelmiş haremağaları kapının ö- nünde nöbet bekliyorlar... İmkân yok.. Hiçbir şey yapılamaz:.. Birdenbir& aklına geldi ki, esasen yalnız çocuklarla ihtiyarlar ve kadın- lar kasabada kalmışlardır. Bütün deli- — kanlılar ve orta yaşlılar, harp ve bas- kın için Hacı Mustafa heyetiyle bera- ber gitmişlerdir. Kaçsa da nafile.,; Nereye gıdecek" Geri döndü... Pöstekiler arasındaki » Ve Siyasetten nefret ederim. Siyasi adamlarla görü Garson gidince Semra elbisesini de- ğiştirdi. Kendisini üstüste davet eden zengin ve kibar müşterilerin bütün tek- liflerini reddediyordu, Semra tiyatro kapısından çıkarken, onu yakından — görmek için bekleşen seyirci kalabalığı arasından — güçlükle geçebildi. *& * » Alman yüzbaşısı ( Fon Ştanke ) ile ilkkonuşma.. — İstanbuldan yeni mi geldiniz? — Evet. Henüz üç gün oldu. — Bu gete ne kadar mes'udum bil- seniz!.. Ben — Türkleri çok — severim. (Çoban havası)nı — dinlerken, kendimi Anadoluda sandım. — Anadoluyu gezdiniz mi? — Evet.. Üç kere, Ben de İstanbul- dan öon gün evvel gelmiştim. — Dânslarımı beğendiniz mi? — Fövkalâde güzel.. Ve o kadar du- yarak okuyor, o derece — sanatkârane rakslar yapıyorsunuz ki.. Doğrusu ben şimdiye kadar sizin gibi güzel oryental rakslar yapan artist görmedim. Yüzbaşı Ştanke şampanya mıştı. Garson şişeyi açtı.. Kadehleri doldur du. Yüzbaşı kadehini uzatarak: — Bunu Türkiyenin şerefine rum, dedi.. Yaşasın Türkler... Semra: — Ben de Almanların şerefine içiyo- rum. Yaşasın Almanlar... Diyerek kadehini dudaklarına götür- dü, ısmarla- içiyoö- işmekten bile korkarım Semra şampanyasını içerken, gözünün ucuyla Alman zabitini tecessüs etmek fırsatını da kaçırmamıştı. Yüzbaşı Ştanke hem mağrur hem de müstehzi bir adama benziyordu. Semra, onun dostluğunun samimiye- tinden şüpheye düşmüştü. Fakat, ken- disine karşı bu derece mültefit davra nan bir adama kurnazca mukabele et- mek gerekti. — Yüzbaşınım gözleri dumanlıydı., ha önceden içtiği de belliydi. * Rakslar, artistler, sahne ve dekorlar- dan sonra mevzuu değiştirmişlerdi. Çok çabuk dost olan Alman yüzba- şısı şimdi Semraya harp — sahnesinden| bahsediyordu. : — Alman orduları her cephede iler- liyor. Almanlar her yerde ve her zaman galiptir. Sizin ordulardan ne haber var? — Bir erkânıharp zabiti olduğunuza bakılırsa, bunları siz benden iyi bilirsi- niz! Bir Türk kadını İstanbulda ne du: yabilir? Biz, daima askerlerimizin mu- zaffer olmasına dua ederiz.. Başka bir şeye aklımız ermez . . — Canım, bir kadının elbette birkaç tane zabit ahbabı vardır. Bunlardan in- san harp vaziyetini pekâlâ sorup öğre- nebilir. Memleketini düşünen bir kadın,| harp sahnelerinde neler olduğunu, ordu sunun nerelerde galip, nerelerde mağ- lâp olduğunu'anlamalıdır. Benim ka- rım Alman ordularının nerelerde daha küvvetli, nerelerde zayıf olduğunu pek âlâ bilir. — Siz zabitsiniz.. Da- Karımıza icap eden malümatı verirsiniz. Ben — genç bir kı- zım. Babam da zabit değil. Esasen si- yasetten - nefret ederim, Siyasi adamlar- iskender F. Sertelli — - la görüşmekten bile korkarım. — Enver paşanız çok devlet adamıdır, Ondan da nefret eder- misiniz? — Ömrümde bir kere yüzünü — bile görmediğim bir adam hakkında hiç bir fikrim yoktur. Alman yüzbaşısı hayretle açtı: gözlerini — Ne diyorsunuz? Başkumandanını- zın Harbiye nazırınızın yüzünü görme- diniz.. Onu tanımryorsunuz, öyle mi? — Evet.. Neden şaşıyorsunuz? Yat- tığım oteldeki garson bana sizin Başve- kiliniz Betman Holveg'in kısa — boylu ve genç bir adam olduğunu söylemişti. Halbuki bü sabah otelden çıkarken ken- disini gördüm.. Otoya biniyordu. Hem sakallı, ihtiyar bir adamdı. Hem de kı- sa boylu değildi. Büyüklerini tanımı- yan. yalnız Türkler değil sanırım. Alman zabitj bir polis hafiyesi — gibi Semrayı adam akıllı sorguya çekmişti. Ağzından bir söz alamıyaca”'nıı ve esa- sen kendisinin bir şey bilmediğini öğ- renince siyast konuşmalard-- vazgeç. ti.. Şampanya kadehini doldurdu: — Memleketimizi nasrl buldunuz? — Çok güzel. Müze gibi — süslenmiş bir şehir. — Ya temizliği... — ÖOna hiç diyecek yok. Bunu. İs- tanbolumuzun kirli — sokaklarını bana hatırlatmak için — soruyorsunuz, değil mi? SK i — Hayır, Bövle bir nükte savurmak| hbatırıma gelmedi. Otelde rahat mısı- nız? "(Devüamu var) | aşk menbal ver bana... sempatik bir ra.p içinde kıvrandı: — Artık bitti... Her şey bi rın beni buradan alarak, tekrar f ye götürecekler... Evet, Hacı M ile tektar nikâh kıymlacak, fakâf tan -bir nikâh... Hanım olacağiP|, kat lâfta bir hanım... Kocam, kadınlarla yaşıyacak... Ve ben, '| mağalarının, halayıkların ortasIif'l mür çürüteceğim... Bütün hayatf'| lil bırakılmış — çocukların yars tuzlamak, sarmakla geçecek... koşup da menzile varınca son ne| teslim eden bir betbahta benziy? Cenuba doğru köştüm, fakat iŞ“ Afrika sahillerinde, bütün kadif y mellerimden mahrum bırakıldım-”|ı. mer adamların en esmeri bir gayemin cesedi gibi koynumdâ ' yor. Bana karşı lakayt, fütursuz * duyor..,, Bu düşüncelerle, gam 1çınde, etti. Afrika güneği, bir ) idam ,» munun hücresini aydınlatır gibi; * _ vanın yattığı kulübeyi aydmla mam, sabah namazını kıldırmak " kalkmıştı. Kasabada, müslümanl#|i duğu gibi hıristiyanlar ve mect'Üh de bulunduğu için, -muhtelif — G mahsus ibadet davetleri, çanlar. naralar ve saz âletlerinden hâsil “Pa sesler, dualar, ilâhiler biribirine K ti. | y Havva da, yatağın kenarında ©'? rak dua etti: “—— Allahım!... susuz gibi, bu hayatm ortasınt Beni çölde kaJ ni L rakma... Ya canımı al, yahut d&t Gönlüme Ha bir menba,.. Kana kana ıçeyıığğm böyle metruk ve münzevi yas lâyik değilim... Kanıma bu & erect | raret verdin... Önu nasıl söndü'| ğim?... Kiminle söndüreceğim ?.. inledi.. Fakat, duası reddolunmuş gibi: lübenin kapısı aralandı: İmam göründü. Arkasından, haremafaları.. Ve kapının dışında da, müslüman zenciler... İmam, orlara dönerek: — Ey ümmeti Muhammed!.. H rabbülâleminde şahit olun... bire # kâhla aldığım Havva hatunu bü * boşuyorum... İradesi elinde 01—*5 | dedi. Ve işte, böylelikle hulle mha bir çadır yaptılar. Bunun içine 3) riyordu. Gene dünkü çarşafla, * « Dün. 4 Havva, büyük bir alayı peşinden * liyerek sahile kadar * yürütüldü. neş, gittikçe artan hararetiyle, ”| larda “yükseliyor, insanın da.ml?ır barut gibi yakıyor, beynine rehaV” riyordu, Havva: “— Bitti... pishaneme gidiyorum.. Bir dahâ * bir erkek yok.. Bari son gecemi, " teşem bir zencinin koynunda lıklar içinde geçirebilseydim...,, G? sefleniyordu. — Efendimiz!. niniz.. Bu tıpkı gözleri bağlı bır mahf ” “— Kütügün önüne geldik.. nuz kesilecek... demek gibi bir ;eydı. " Kafanızı yatl İ Fakat, elden ne gelir?... YaP bir şey yok.. Havva, itaat etti. Bir sarsıntı... Kürekler şıpırl”a Sandal gemiye doğru yol 3153' Hacı Mustafanın vekili ve " Her şey bitti.. he Sandala geldiki| gemilerin kaptant Hadım Reis Vj ile meşhur Gürcü köle, bir fil y Havvanın bulunduğu gemiye kendisiyle halvet olmak istedi V& ki' — Sultanım.. Artık, bütün Y’ ve hastaya bakmak için lâzım * let, edevat ve ilâçlarınızı, t "ç merhemlerinizi ve tiftikle bülundurmalısınız... Her an küçÜ ralıları bekliyoruz... (Devamı !7”: |

Bu sayıdan diğer sayfalar: