20 Kasım 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

20 Kasım 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ge İ i Hatıralarını anlatan; Alman korsan gemisi “Denız kartal” nm süverisi Kont Feliks fon Lukner -40- Tam 250 gündenberi seferdeydik ve bu kadar zamandanberi ayaklarımızı top- rağa basmamıştık. Hiç olmazsa denize k serinleyebilsek... girip benyo yapara İngiliz sebep siz yalan söyle X mez, Demek ki İş “Deniz Kartalı, ; nm faaliyeti ba - | berleri gemi sa - z hiplerini telâşa dü !77 şürmüş ve Kapda cemubi Amerika - da, Avustralyada ve Yeni Zelândda hamule yüklemiş olan vapurlar de- we. için “Deniz Kartahı,, » v esirlerini taşıyan Kambron gemis korsan gemisinin batirıl- masmı beklemeğe başlamışlardı. Bu yüzden hiç şüphesiz sigorta ücretleri de yükselmiş ve işte İngilizler sigorta ücretlerini indirmek için bu yaları uy durmuş ve bu telgrafnameyi çekmiş- lerdi. İngilizler için milli menfaat dai- ma;hakikatın üstündedir. İngilterenin bu kurnazlığını mu- kabelesiz bırakanazdım ve onun şeyta netine daha baskm bir şeytanetle ce- vap verdim. Bizde telsiz telgrafla bü. tün cihana şu haberi verdik: “— İmdat! İmdat! Alman tahtelba- hirleri var? | Bunun üzerine Passifik okyanosun- da dz Alman tahtelbahirlerinin görün- müş oldukları haberi yıldırım gibi bir Süratle etrafa yayıldı ve sigorta ücret- leri daha fazla yükseldi. HALİ ADADA Cenubi Amerika sahilleri boyunca &- çıktan ilerlemekteydik, Juan Fetnan - dez civarındayken. yakınımızdan Kent isimli bir İngiliz kruvazörü geçti; fa- kat telsizlerini dinlediğimiz için gafil avlanmadık. Markiz adaları yanmdan geçerek hiç bir gemiye raslamadan Honolulu civa- rma geldik. Biraz sonra ise Sanfran. sisko ile Avustralya arasında işliyen gemilerin geçtikleri yol üzerinde do - tık. Korsanlık hayatımıza devam ar- Zzusunu muhafaza etmekle beraber ge- micilerin en büyük düşmanı olan kanı sulandıran “Beriberi,, hastalığınm yaklaşmakta olduğunu hissediyorduk. Tayfalardan birkaçının mafsalları şiş- mişti, Taze su ve taze sebze yokluğu bu hastalığı doğurmaktaydı. Binaenaleyh hiç olmazsa tatlı su ko- manyamızı ikmal ve biraz olsun sebze almak için adalardan birisine yanaş- malıydık. Sonra cenubi Corciyaya gi- decek ve oradaki İngiliz balina aver- ları tesisatını tahrip edetek, müteaki- ben daha müsmir seferlere başlamak Üzere Bahrimuhiti Atlasiyo geçecektik Evvelâ Kuk büyük adalarmdan bi- risine yanaşmayı düşündük, lâkin bu- ralarda bir telsiz istasyonu mevcut bu- lumabileceği gibi bu yollar ekseriyetle gemi cihetinden kalabalık olduğundan hüviyetiniizin meyli çikmasi teb kösine maruz bulunacaklık. Şar- ka doğrğu seyredemez- dik. (Devamı veri . 20 İkinciteşrin — 1536 ; Dİ a , OĞLU) Macera ve aşk romanı —10 — Zenci imam: “Demek bu. hatuna hulle Yazan :(vâ.NÜ) | lâzım geliyor!,, Hay hay! buyursun di fakirhaneye! ,, dedi g8 Geçen tefrikaların hülâsası: EBiir tatiri ola genç Hacı Mustafa, Habeşistan sahlilerindedir. İnsan avına çıkmağa hazırlaniyor. Fakat o esnada, müştebit karısı isveçli Havvayıda talâir else He boşuyor. Sonradan ona) acıyor. Tekrar , kendimle evlenmek, fakat onu hadım eilen çocuklara bakmak işinde kullanmak istiyor. Havva, pek muhteris bir kadındır. Bir külle yapılmam mevzubahietir. Bu bülle ise, antak snhilden tedarik edi lecek bir zenci müslüman'a yapılabile cektir, İsveçli kadm, sabık kocasının elle- rine iğildi. Memnuniyet ve şükranla öptü: — Bana şerefimi iade öttin. Yoksa, cariyeler ve haremağaları beni kendi seviyelerinde görmeğe başlamışlardı. Doğrusu bu $erait içinde yaşıyabilme- me imkân yoktu! - dedi, - Rica ede- rim, Jütuflarında devam et, Öyle sani- yorum ki, şimdi hemen karaya çıka» caksın, Orüda işlerinle uğraşacak, an- cak bir iki gün sonra geriye dönecek- sin. Çok isterdim ki, benim hülle me- selesi de bu kısa zamian zarfında hal. ledilsin. Avdetinde sana kavuşayım... Fakat hayır. Meraklanma.. Sırnağa - cak değilim... Yalnız beni ismen zeY- cen yap. Bu şeref bana kâfi olacak- tır. : Mustafanın iyiliği üzerindeydi. Şimi- di pek kârlı bir ticarete girişmek Üze- reydi, Hayat yollarında beraber yürü- düğü bu kadını böyle bir anda kırmak istemedi. Onun yanağını okşıyarak: — Peki, paki! - dedi, - Fakat bilirsin Ki, bu gemilerde büyle şeyler, olmaz... Beni dışarı aldırtacağım.. Orada ihti- yar bir müslüman buluruz. Nikâh kıydırırız.. Seni yarın - boşar. Sonra gemiye dönersin. Avdetimi beklersin... çoğnıya başladık. Noel adaları yak (Siüvercini yakalayıp boğdu. Yere attı. Etrafında bir kaç defa döndü. larında Conson, Manila ve Sleyd isimli üç Amerikan gemisi batırdık. Fakat haftalarca dolaştığımız halde başka bir ava raslıyamadık. Artık ca- ımız sıkılmaya başlamıştı. Müthiş bir sicak, hareketsizlik ve meşgalesizlik, sahrmçlarda dura dura yeşilimtrak bir renk almış içme suyumuz ve kon- serve yemekler canımıza tak demişti. Ka Andre a bitaraf limanlar vardı. # ultumi h bitaraflığa riayet öden kim? Hele hiz Almanlara karşı ne dost, me adalet, mevcuttu, Kendi başımızın çaresine kendimiz bak mıya mecburduk, 'Tam 250 giindenberi selerdeydik ve bu kadar zamahdanberi ayaklarımızı toprağı basmamıştık. Hiç olmazsa de nize girip banyo yaparak serinleyebil- sek... Köpekbalıkları biri bu zevkten de mahrum ediyorlardı. Gemimiz için- de mahpustuk, Bu #obeple kin duyduğumuz köpek balıklarma karşı, hem de vakit geçir. mek için türlü muziplikler yapmıya ko yulduk. Köpekbalığı avı bizim yegüne meşgalemizi teşkil ediyordu. Bazan bu hayvanlardan ikisini biri- birine iple raptediyor, bazan da kuy» ruklarına koğüman bir fıçı bağlayıp bırakıyorduk. Hayvan hemen denize dalıyor, lâkin ip gerilince fıçıyı aşağı-| ya çekemiyerek deli gibi çurpmmıya | başlıyordu. En eğlencelisi yağa bulan-! miş bir el bombasını denize atmaktı.| Köpekbalığı bombayı hemen yutuyor,! birkaç dakika sonra ise paramparça «larak arkadaşlarıma yem teşkil edi-| ) | Bu şekilde köpekbalıklarına musal- lat ola ola bu havelide aylarca dolaş- Bir havuzbaşı. Güvercinler havuzun) mermer sütunları arasında © uçUşüyor. Kuşların cıvıltısı, hazin Arap musikişi- nin ruha kayan ahengine karışıyor. Semranın bel büküşleri, ayak vuruş- ları seyircileri birdenbire o kadar heye- cana düşürmüştü ki.. Sağdan soldan tek tük öksürenlere, hızlı nefes alanlara bi- le kızıyorlardı. Semranın bu numarasi hem çok güç, bem de çök sanotkârane idi, O- nu daha ilk numarasında herkes tak- dir etmişti, — Zer gön... Zer gön... Sadaları yükseliyor. Alkış tufanı tiyatronun kubbesinde akisler yapı - yordu. Semra döndükten sonra, yavaş ya - vaş havuzun yanma sokuldu. Ve ken- disini suyun içine attı. Artist sayun içinde çırpinırken per- de kapandı. Bu, onun en güzel, en cazip numara- larından biriydi. On dakika ara verildi. İkinci perde açıldığı zaman, gene Arap dekorları... Gene Arap Traksı.. Fakat sahnede havuz yoktu. Havuz ye rinde kafesli bir evin cephesi görünü. yordu. Semra, yaşmak gibi, ince bir tülle yüzünü örtmüslü; Elbisesini değiştir - | mişti, Göbeğinin üstünde 'kalm bir Şam kuşağı sarılıydr. Gözler! biraz da- ha fazlaca sürmeli... Bakıtlari eskisin- den çok daha baygmdı. Kafesin önünde durdu... ' Omuzuna konan bir güvercini okşadı. Ve birazi sonra, omuzundaki güvercin güya onu gazalamış, canmiı yakmış gibi; somurt- tu... Şiddetle güvercini yakalayıp boğ- du... Yere attı.. Etrafında bel bükerek birkaç defa döndü. Bu sırada mavi gökten bir bulut a- çıldı.. Vücudu örtülü ve uzun kanatlı bir melek göründü: “— Yazık değil mi... Onu neden boğ- dun? Onun hiçbir suçu yoktu.,, Diye bağırdı.. Ve yavaş yavaş göke, bulutların arasma çekildi. Kayboldu.. Şimdi gökyüzü kararmıştı. Şimgek- ler, yıldırımlar.. Gökgürültüleri,, Ha- sılı kıyamet kopuyordu. Semra. O, bu sahnede eldden görülecek bir artistti., Boğduğu güvercinin başı ucuna iğil- di. Müzikle beraber öyle tatlı, öyle sa- nâtkârane bir ağlayış ağladı ki. Seyirciler arasında bu ağlayışa işti- rak edenler az değildi. Semra sahnede harikalar yaratmış - & N Ağlama faslı bitince müzik başka bir fasla geçmiş gibi, birden coştu ve herkesi de coşturmıya, heyecandan he- yecana düşürmeye başladı. Semra şimdi mabutların önünde dö- vünerek yalvararak günahkâr kadm- lar gibi, saçını başım: yolarak çırpını- yordu. Onun bu sahnesi çok cazip, çok he- yecanlı geçmişti, Seyircilerin: — Yaşasın çıplak dansöz... Sesleri arasmda bu perde de kapan- dı. Tiyatronun ikinci katmda sahneye yakın Jocalardan birinde iki Alman zabiti, perde arasında gülerek konugü- yordu: Sarışın kadın, esir tacirinin bir da- ha eline sarıldı. Sonra, Mustafa, hamamda tellâk ça- gırır gibi, ellerini biribirine vurdu; — Gel! - diye bağırdı. Nereden çıktığı - anlaşılamıyan iki zenci, hemen oracıkta belirdi. Bunlar nöbetçi haremağalarıydı. Hacı Musta- fa, onlara şöyle söyledi: — Ben gittikten sonra, Havva ha- tunu sımsıkı mesture olarak sahile indireceksiniz. Tabiatiyle icap eden tedbileri almakta kusur etmeyin ki şe- vefimizi lekelendirecek bir şey olma- sın... Kendisine hulle yapmak Üzere, fhtiyar bir zenci bulmakta güçlük çek- mezsiniz. İmam, nikâh kıysın. Sabaha da, tabiatiyle talik olur. Gene gemi. ye getirirsiniz... Fakat sakm ha, öbür akşam kimse sahile inmesin. Hepiniz gemilerde bulunun... Çünkü, Tantu ka- sabası, düşmanları tarafından baskma uuğrıyacaktır. Size de bir zarar gelebi- lir. Anladınız mı? Haremağaları, elpençe divan: — Anladık, efendimiz! « dediler. Hacı Mustafa, mutallakasma eliyle bir “Allaha ısmarladık! işareti yaptı ve uzaklaştı. Havva, arkasmdan, onâ işittirecek şekilde: — Benim kırdığın gönlümü tamir ettiğin için Allah seni iki cihanda aziz etsin, Mustafa! - dedi, Sonra, sabık kocasmın arkasından baktı: Esir taciri, silâhşorlarile birlik. te sandallara bindi. Hep birlikte, çala» kürek sahile doğru ilerlediler. Orada, kendilerini bekliyen diğer silâhlılar “vardı. Bunlar, mızraklı, kalkanlı yerli zencilerdi. Ateş yakmışlar, davul, çif- te nara ve sürnaya benzer musiki âlet“ leri çalıyorlar, dansediyorlar, cenk “a- vazeleri haykırıyorlardı. Böylelikle, misafirlerini karşıladılar. Onların şe- iskender F. Sertelli — Nasri buldun? — Mükemmel), eşsiz bir artist, — Bir kusuru var. — Nedir 0? — Çok ciddi.. Hiç gülmüyor. — Yaptığı rol icabı. — Biraz gülmesi, etrafı selâmlaması lâzımdı. Bagmı yukarıya, localara bi- Ye kaldırmadı. — Her artistin sana göz ataçağını mi umuyorsun? — Acaba hakikaten İstanbullu mu bu kadın? — Zannetmem. Ben İstanbuldan ye- ni geldim. Orada böyle bir dansöz gör- medim. — Türkiyenin başka bir şehrind. oynamış olabilir. Bir dostum bana ©- nun İstanbuldan geldiğini, kendisini trende gördüğünü söyledi. — Ne demek istiyorsun? Ondan çok hoşlanmış gibi söyleniyorsun! — Hoşlanmak da lâf mı a canım”! Bu gece her halde onu bulmalıyız. — Ne yapalım? Benim de hoşums gitmedi değil, — Sen şarklıları benim kadar sev- mezsin* — Belli, Sevdiğin için, müttefikimiz olan Türkiye hariciye nazırmın çanta- #ını aşırdın, değil mi? — Adam sen de, Keşki aşırmasay- dım da, bir müddet daha İstanbulda kalsaydım. — Haydi bir buket ısmarlayalım. — Fena olmaz. Garsonu çağır.. Zabitin biri zile bastı: Garson locaya geldi. (Arkası yarın) refine, rakslarıma devam (ettiler, baları tutmuş gibi coştular, tep , bağrıştılar. Bu merasim, bir buçuk, iki sasi dar sürdü. Sonra, bir nevi ger” içildi. Yemekler dağıtıldı. İki iz müttefik muharipleri, hep birlikteğ dö, ranlıklara doğru hareket ettiler; raltılarının ovadak! tepeler arki kaybolduğu görüldü... 1 Gemide kalan diğer haremağı kadınlar gibi, Havva da, bütün manzaraları küpeşteye dayanmı retti, “— Ne saadet... Zencilerin giriyorum.... İhtiyar da olsun, n€ sa olsun, onlardan birinin k gireceğim... Daima zihnimden “Ceji erkeği,, diye geçirirdim.. Fakat di #u zenci ve hakiki bir erkeğin olabileceğimi aklımdan geçirm tim... Gerçi haremağalarını görüp ek; , rurdum... Fakat onları bir an bil# kek saymadım.. Şimdi, hakiki 769 keği.. Afrika topraklarında ye! mahlüklar nasıl oluyor acaba ?.. Hem, şimdi, uzun zamandır b b; meğiği bir değişiklik arzusunü ü duyuyordu. Son seneler zarfında, "ha, #ınm tesirine kapılmışti. Ondan b . bir erkeği gözü görmemişti, W Hacı Mustafa, yoksa Hacı Mu Halbuki şimdi, bu del!kanlıya yüreğinde büyük bir Kırgınlık ÖZESPEİ” yordu, Gerçi, o, kopardığı fırtu kp sonra, bir de çelebilik göstermiş, karısının gönlünü slmek istemişti EH kin bu, sadece onun bir insan, bif kadaş olarak a çi. $a, bir kadın olarak, Ka üi bul etmez şekilde kırılmıştı! Şimdi, değişiklik hissine, bir âımlık bodbinliği karışıyordu: Başka bir erkek!... Yalnız hullö yanına sokulacak olan bu ihtiyar cide bile bir zevk ve ihtiras arıyacaktı... — Efendimiz! Başını çevirdi. Demin kendisiyle alay eden o tiftik didici haremağası: — Ben ettim, sen etme, efi Namazda secde eder gibi önündü panıyor... — Arkadaşlarım cariyeler de larından pek pişman oldular, lil Demek ki, hepsi, nikâhın ğini duymuş... Bu haber, süratle bütün eve mış. Doğrusu, Havva, bundan nun oldu... O mağrur tavriyle: — Peki, pek!... İşlerinize gidin! pinizi affettim! - dedi. 'Haremağası ve cariyeler, ve dua ederek ayrıldılar, Yalnız Hacı Mustafanın karay? mak emrini verdiği haremağalar! dı; — Örtüneceksiniz, değil mi, miz?.. Hazırlanınız... Nasıl gitmek yorsunuz? Havva emirler verdi. Harem sinde kendisine ait eşyadan büyük sarşaf , getirdiler. “Lâkin giydiği çarşaf değil de, yatak gibi bir şey. Bundan seyyar bi" alır yaptılar, Havva içine girdi mağaları, gelin götürür gibi, on yakları yanarak yürüyor... mak, bir basamak yükselmek, yerde duran bir taşın üzerinde” mak... Hulâsa ne lâzımsa, rı ona o Buretle emir veriyorlarö Sahile çıktıkları vakit, Ha mağalarından birinin arapca © mam sorduğunu duydu. Devamı vi

Bu sayıdan diğer sayfalar: