Kİ EEE EEE re Ga Hatıralarını anistan: Alman Korsan gem “Denız süvarisi kartalı” Gont Feliks fon Lukner 1s) nin -—32-— Yanlış anlaşılan bir söz üzerine geminin mühimmatına fitil konularak ateş veril- mişti. Bizim bu işten haberimiz yoktu Arkadaşımın soğul kanlılığı vaziye-| ti kurtarmış oluyordu. Derin bir ne -| fes aldım. İngiliz zabiti baha döndü; — Alman muavin kruvazörleri mi? Alman kuvvetleri hakkında malümat- tar mısmız? — Şüphesiz. Cevabını verdim. Vaziyeti biraz daha emin addetme- ye başladım. Ludemanın açık gözlülü- günden istifade ederek birçok maval okuyacaktım. İngiliz zabiti suratıma baka kalmıştı. Ben devam ediyordum : — Tabif Möve ve Deniz Kartalı isim lerinde Alman muavin kruvazörlerin- den bahsedildiğini işitmişsinizdir. Bundan mâada on beş Alman tahtelba hiri de yola çıkmışlarmış. Gemi sahi- binin bize anlattığı şeyler bunlar... Gemide İngiliz hamulesi mevcut olduğundan Almanlar tabii bize de en- dişe veriyorlar, Diğer zabit acele ediyordu; saatine Bunun Üzerine muhatabım da elin- deki “feri kapıyarak ayağa kalktı ve: — Evrakmız tamam kaptan! Sonra devam etti: — Ancak yola çıkabilmeniz için da- ha bir buçuk saat beklemeniz lâzım- geliyor. Biz hareket işaretini veririz. Güverteye çıktık, İngilizler Ullikala- rma indiler, gırtlağıma kaçmış olan Siğeesenis tütünü öğürerek denize tü. Mm” OK' dünya varmış! Fakat asıl tehlikeyle karşılaşma miz bundan sonra mukaddermiş. — Yola çıkabilmeniz için daha bir buçuk saat beklemeniz lâzmgeliyor. İngilizlerin bu cümlesini işitmiş olan bir bedbin: — Eyvah! Her gey mahvoldu! demiş geminin alt kısmmda Kirşaysın ku. mandasmda olarak yukarda olup bite- ni dinlemekte olan efrad bu “her şey mahvoldu, cümlesini işitmişler ve bu gom haber geminin başımdan kıçına kadar ağızdan ağıza yayılmış ve mü- himmat deposunun fitili tatuşturul- muş. Hattâ fitile ateş konulalı yedi dakika olmuş. Biz yukarda nâsl bir tehlikeye maruz bulunduğumuzdan bİ- haber can ve gönülden rollerimizi oy. nuyor ve her şeyin muvaffakıyetle neticelenmesinden dolayı sevinç de du yuyorduk. İngiliz zabiti elimizi tekrar siktik. tan ve: — Eruvasörün hareketinize misaa- de etmesine Okadar bekliyoceksiniz, cümlesini tekrar ettikten sonra merdi- venlerden filikaya kaydı. İkinci kaptan Kling kutpu şimali a- yısı suralma benziyen murabba çehre, siyle düşmana arkasını dönmüş, bil diği yedi sekiz kelimelik Norveççeyi tekrar ederek direklerdeki tayfaya ku mandalar veriyordu. Vakıâ ikinci kap- tanım geminin hareketten kalması için emir veriyordu ama, bir yelkenli ge- mi, uskurunu işletmeden bir vapur gi- bi olduğu yerde bilâhareket duramaz, yavaş yavaş ilerlemekte devam eder. Filika gemiden avara etmeye çalıştığı zaman süretimiz filikayı kendine doğ. rü çekmiş ve İngilizler “Deniz Karta- Jun kıçına doğru sürüklenmeye baş| Jamıştı. Ba hal, bizim için büyük bir felâket doğurabilirdi. Çünkü kıç tarafımıza yakm düşecek olan İngilizler kocaman uskurumuzu göreceklerdi. Halbuki us- küra dair evrsktmizm hiçbirisinde u- fak bir kayıt bile yoktu. Binaenaleyh bitin sahtekârlığımız meydana çıka. cak, son saniyede işimiz bozulmuş 0. Yacaktır. Derhal bir çare aklrma geldi. Kre ta- rafa doğru koğurak elime geçen hala- tı kaptım ve alelâcele İngiliz filikası- ne doğru attım. Sanki bu suretle fili- kanın bordamıza çarpmadan avara et. mesine yardım etmiş oluyordum. İn - giliz zabitine: — Halatı yakalayınız! Diye bağırdım. Halatın atilması ve benim Ceryatla- rım üzerine sandaldekiler başlarını havaya kaldırdılar. Bu suretle nazarı dikkatlerini üzerime celbetmiş ve göz- lerinden uskurumuzu saklamış oluyor- dum. Bu plânım da muvaffakıyetle ne. ticelendi. Filika nihayet gemiden açıldı ve zâ- bit bana teşekkür ettikten sonre efra- dma çıkışmak lüzumunu hissetti; — Anlaşılan filikaya bütün ahmak- ları doldurmuşum, adamakıllı bir fili- kayı avara edemediniz! Ben kendi kendime: — Sen de onlardan âz değil, sin, diyordum. Tâkin acaba Onun yerinde olsaydım, daha açik göz mü davranacaktım? İngiliz zâbitelri sırf norveğçe bilme- diklerinden dolayı kurduğumuz tuzağa düşmüşler, hakikati görüp anlıyama - muşlardı. Yoksa biraz norveççeye vâ- kıf bulunsalardı, işi erhal çakacakla- rmâa şüphe yoktu, Derin bir nefes aldım. Bu iyi haberi geminin alt kısmındaki arkadaşlara müjdelemek için merdivenleri dörder| dörder atlıyarak aşağıya koştum ve Cevap yoktu. — Yahu, açsanıza. Mscera ve aşk romanı a Yazan : (Vâ-Nü) Esir taciri Hacı Mustafanın gem leri, Habeş sahillerinde demir atmş duruyordu Birinci kısım Gözden düşen bir gözde Kızillenizdeki Afrika kıyıların he- nüz İngilizler, Fransızlar ve İtalyan- lar tarafından paylaşılmadığı bir de. virdeyiz... Süleyman Peygamberin va- Neleri, Habeşistanda, bütün ihtişem- lariyle hâkimdirler... İşte gu sazlıkla- rin ortasındaki kurma ağaçlarının göl gesinde bir kasaba var... Burası da o hanedanındır.. Lâkin, “kasaba,, de. yince, sakın, gözlerinizin önünde kür çük bir şehir canlandırmayın! Hayır, sadece damları ve duvarları sazdan örülmüş #adübeler... Bunlardan bin kar dan bir arya geldiği için köyün adı büyümüş; Tantu kasabası olmuş... Süleyman Peygamber ahfadının bu, havaliye sâhip oluşu da, tamamiyle lâfın gelişidir. Zira bura halkı hik kümdarın ve merkez hükümetinin devletiyle hiç alâkadar değildir. Ar- cak kendi hüvalisinin küçük derebeyi. ne vergi verir; o derebeyi, civardaki rakipleriyle boyuna kavga eder; dahi-| NK muharebelerin sonu gelmez... Fakat, ayni rütbede olup aralarında boğuşan derebeyleri, daha büyük rütbede bulu- nan bir Ras'a boyun eğmekte ve bac ödemektedirler, O Ras da kendi seviye simlehi veislerle boğuşur, fakat, bü tün Ras'lar, seneden seneye, “Hüküm. darların hükümdarı” na kese kese al fınlar ve vergi yerine geçecek olan di- ğer bir süpü keymettar hediyeler gön- derirler... Aralarında büyük tahta da *yöz dikenler yok değildir amma bu gi- bilerin her teşebbiste kafaları ezilir... Diğer taraftan da, ele avuca sığmı- Geminin dibinden boğuk bir kuman.İ yan bir sürü göçebeler, derebeylerin da aksetti: — Silâha davran! Allah, Allah, çıldırdılar mı? Hançeremin bütün kuvvetiyle bağır- drm: a Açmız yahu, tehlikeyi savuştur- (Devamı var) hudutları içinde dolaşır, her tarafı İşte, ezeli Habeşistan!... İtalyanların son samanlardalci hücu. muna kadar devam eden ve belli ek- ser havalide hâld sürüp giden vasi yet... Habeşistanda kölelik, cariyelik şim- Tİ gg yg Entellicens Servis'e karşı Bir Türk Hatıralarım anlatan ? EFDAtı TALAT Yeni vazifen Türk o —255 — Yazan: İHSAN ARIF rdusu karargâhında tercümanlıktır — Sen de çok İleri gidiyorsun dedi, Cevap verdim: — Yaptığım doğru değildi. — Ne olursa olsun. Düşmanların âz- mış gibi şimdi bir de polislerle mi uğra Şiyorsun, Ses çıkarmadım. Ballar bir Omüddet düşündükten sonra; — Sen bir iki güne kadar (o buradan gitmelisin. — Peki! — Peki deyip gene işi savsaklama, — Hayır! — Bu gidişle başına bir belâ gelece- ği muhakkak. Ben genin O Müameleni yaptırayım, — Teşekkür ederim. Odadan çıktım. Kendi yatıhaneme geçtim. Başım ateş gibi yanıyor. Başımı cama dayadım. Sabahki uğultu devam! ediyor. Halik şimdi tezahürat Yaparak! Beyoğlu caddelerini dolaşıyor. O geçi şehirde büylik bir donanma yapıldı. Kendi kendime: — Artık ne olürsa olsun. Bari bu ge- ce serbest kalayım: Ben de bütün vatan»! daşlarım gibi zaferin, hürriyetin temiz havasını teneffüs edeyim, dedim. Akşama doğru miralay beni odaşına çağırınca bir bgHana bularak: — Vakayi hakkında Esat beyden mü temmim malümat alsak fena olmaz, di- ys bir standildeb ulundum, Ballar bu teklifimi kabul çtti. Kalesinden kurtul muş bir kuş gibi Krokerden fırladım. Gözüm ne işi, ne başka bir şeyi görmü- yordu. Doğru Samatyadaki evime git- tim. Aşağı yukarı on beş yirmi günden beri ev yalnızdı, Her taraf toz içinde idi. Duvarlir örümcek tutmuş, pencere- leri kapalı odalara ağır bir koku (o sin- mişti, Binbir mecburiyetlerie terkedil. miş olan baba bucağının bu hali (o beni) müteessir etti, Fakat aklım başıma gel di, Bugünü görmüştük ya, bütün çek- tiklerimizi unutacaktık. Süratle soyu- narak sivil elibeselirimi giydim ve soka- ga fırladım. Ortalık iyiden iyiye kararmıştı. Her taraf donanmıştı. İhtiyar İstanbul, öm- ründe en haklı bir sebeble ve en içten gelen bir coşkunlukla şehriâyin yapıyor du. Ahali akın akın Sultanahmede öcğru| gidiyordu. Ben ; esaretten ku muzaffer olmuş, şerefli bir mill çuğu gi5! onların arasina katı larımı serbestçe sallıyarak, rslk rak, gülerek yürüdüm. Şark mahfil: önüne kadar geldim. Burası müthiş kı Yabaltketr. İzdiham o derece idi ki b kimseler eziliyor, her taraftan İmdat sesleri, bağırmalar işitiliyordu. o Fakat! bu gürültülere hâkim olan daha kuv- vetli sesler vardı. Bütün İstanbul milf kahramanları #Weistıyordu, Bütün İstan baf Türk vatanınm halâsın: kutlulu- yordu, (Devamı var) di bile devam etmektedir. Zira insan alım satımının, ana vaftam orasıdır. Bilhassa, siyah ırlan en iyi milmunele- ri bu topraklarda yetiştiği için, bütün eşirçiler daima Kizildenizin Afrika sa. hillerine gözlerini dikerlerdi. Hele ha- rem ağalarının hemen hepsi oradan te darik olunurdu. ".. Tantu kasabasının önüde bir hafta- dır yedi gemi duruyor. Bunlar, esiri taciri, Hacı Mustafayn aittir. Musta- Ka, babası meşhur esirci hacı Bilâl'in ölmesi üzerine, onun #anatına, serve. tine, kâdınlarma ve hilelerine tevarüs etti, Evet, kadınlarına ve hilelerine de... Çünkü, bu küçük filonun en büyük baştardası, esir tacirinin kendi husu- si haremsarüyıdır. Ömrü açık deniz lerde ve insan avı peşinde geçen hacı Bilâl, servetiyle mütenasip bir gekilde yaşamanın zevklerinden kendini mah- rum bırakmak istemediği için, Haliç- teki yalıların istirahat ve eğlence Ya. sitalarını da taşıyan bir büyük gemi yaptırmıştı. Diğer yelkenlileri top, tü- fek, cephane, erzak ve üsera ambarla- riyle doluyken, bahsettiğimiz yedinci sefinede bunlara benzer hiçbir gey yoktu. Esasen sefer esnasında da, baş- tarda, dalma diğer gemilerin ortasın- da ve onlarm himayesinde seyahat e. derdi. Harem gemisi ismi verilen bu gö rülmeriş cins sefinede neler yoktu Al- lahım neler?... Güverte, tam manasi- le bir bahçeydi. Birer arşın murâbbâ- mada dört köşe kutular yan yana ko. hülarak bunlardan çim'veçiçektarhs lârı meydana getirilirdi. Kıç “tarafta bir kameriye vardı. Kenarlarda, büyük tahta saksılar içinde hurma, portakal, nadide elma, armut, nar ve sait möy- va ağaçları bulunurdu. Saksılar mev- simine göre, güverte bahçesine çıkar, çiçekleri yahut yemişleri bitince de, en alt ambardaki limonluğa alınırdı. Bahçe güvertede, salmeaklar kurul- muş, kolanlar vurulurdu. Bir yanda kümeslerde tavuklardan tavuslara ka, dar iri kuşlar vardı, ötede beride de ka» feslerin içinde papağanlar ve diğer rengârenk kuşlar ötüşürdü. Ortadaki fiskiyeli mermer havuzun içinde kır- mızı balıklar yüzerdi... Havalar bozulduğu vakit, bütün bu portatif hayvan nebat ve eşyanın İcap ©denlerini aşağıya alt ambardaki li- monluk kismmın yanmda bulunan yerlerine indirmek, sırayla yerli yerle- ribe dizmek ve sarsilmiydeak, örselen. miyecek derecede bağlamak, berkleş- tirmek hiç de güç olmazdı... Bu meyan da tabiatiyle, havuzun suyunu bogel- tarak kırmız: balıkları da münasip biri yere nakletmek güç olmazdı! Hulâsa, görülüyor ki, gemilerdeki yazlık, kışlık bahçelerin ve pisinle- rin kâşifi de yirminci asırdaki Avru. palılar ve Amerikalılar değilmiz... Üç asırdan daha evvel, erbabı zevkten bir 'Türk, bunlarm alâsmı yapmış... Fakat, dahasıda var: Güvertenin altındaki birinci ambarı sorarsaniz, burası, doğrudan doğruya bir İstan. bul konağının, sofalı, odalı, abdestha. neli bir katr.., Klâsik olarak, sofa, ta. biatiyle ortada... Buraya, aydmlık, ta- vanın ortaşmdan geliyor, Güvertedeki | havuzun en altı, cam gib! şeffaf bir maddeden yapıldığı için, suyun hafif) maviliğinden siizülerek, işik, ne tatlı bir şekilde iceri süzülüyor... Tavanm ortasındaki bu ziynetin kenarlar: da, gere İstanbul binalarındakine nazire teşkil edecek tarzda, çiçek nakışlari,/ le süslenmiş... Sea, bütün konaklarm büyük sofa. ları gibi, baştan başa evvelâ geçe, &6u- ra da, onu» ürerinde tüylü haldarla kapit... Minderlerin serildiği, yemek zamanı 8inilerin kurulduğu, mevsimi- ne göre öbek öbek büyük mangalların yandığı ve bütün harem etmaatinin; cavıl cuvul toplanıp oynaştığı içtimal yeri burasıdır... İki taraftaki odi ise, kamara denemez... Buraları5 benziyen gekli, daha kapılarından yor... Ev kapıları... Pencereleri öyle: Dört köge ve kafesli... Hattâ zıları cumbalı ve şehnişinli... Ta bir kalabalık limana yanaşıldığ man, esirci hazretlerinin baremi yındaki hatunlara kimsenin ken Zü İlişemesin.. Fakat, içerdekiler, hallenin bir sokağını Topkapı saraymı gezdiğiniz VW €ski usul bir Türk odasınm ne bi de olduğunu görmüşsünüzdür: Yi serilmesine mahsus, alkovvarf bir İşte, her gözdenin, her cariyenin bi bir odası ve böyle bir yatağı ve” Sonra, dünyanın dört bir yanı” gelme eşya ile döşemeler: Hint ku? ları, Acem halıları, Şam sedef rahi ri, Anadolu gergef işleri ve 0) Venedik hasırları, Çin porseleni Hepsi de, odadaki hanımın na, zevkine ve hususi servetine $ yerli yerince konulmuş. Kıç ter en bilyilk yatak odası: Efendinin İ rahatgâhr.. Tabif, saydığımız eşyi da en nadidesi burada. Aptesthaneler ve musluklar, #i mermerlerden, gıcır gıcır oğulmu$! mizlenmiş.. Anlattığımız sofadan, baş tarafi ağalar dairesine, geminin kenarın kip eden iki dehlizle geçiliyor. da mutbak ve ağalar dairesi f 'Tablakârlar, yemekleri, bu kof” lardan getirirler. İki dehlizin dn altarbara ığik gitmesini ve gi tedön oraya eşya indirilmesini © eden bir boşluktur. Alt anbara gelince, - şaşaci ama, doğru söyliyorum - burada, *| hanile, göbek taşile, soğukluk dal rile koskocaman bir alaturka hs? var.. Mal sahibinin cariyelerle hem kandığı, hem de sefahat ettiği yer» hamam, hem s4/'Ta vazifesini le beraber, limonluğun h külkanı vasıtasile temin ediyor.. * $$ Şimdiye kadar hep eşyadan ba” tik. Halbuki, bu anlattığımız gari? minin içi insanla, doludur; Kızlar, kadınlar... Hem de ne kF ne kadınlar, dilşürün., Böyle meclüp bir mal sahibi, esir tüf olur da, parçaların en iyisini kef ayırmaz miı?.. Tabil ayırır. Oy" tasavvur edin: Sülün boylu kızlarından steş gibi İspanyol di” lerine ve şimali Afrikanın esmer larından, şimalin ay parçası gibi hatlı, beyaz ve tombalak yosmü kadar hepsinden niimtmeler var. Sonra, arularında, siyahlı erkekler de dolaşıyor.. Erkekler? züm ona yeni.. Bunların zencileri £ beyaz ırktan olanlari da hadımdır» miye, eskiden, erkek namına Hacı Bilâl ağa ayak basardı. bülüğa erdikten sonra, biricik 08” bile sokmamıştı.. , Fakat işte gimdi Hacı Bilâl © Bütün malı, mülki biricik varisi Mustafaya intikal etmiştir.. Bu le, tekmil bu filo; bu seyyar bö seyyar konaklı, seyyar hamam © ve cennetiilâ gibi buriler ve gulâ” la dolu bu sefine onun.. 4 Kendisi, bü işten pek memnu” vetinden ihtişamından alabildi > i yy tifade etmek istiyor. Fakat, H# İşte o, bu işlerden asla memnun © Hacı Mustafaya rahat nefes Aj© yor. Ne Çerkesine baktırtıyor, ». İspanyoluna.. İlle kendi, ile kendi Havva da kim?.. İste gu SÜ bahçesindeki sarmaşıkir kameri? 4 işinde, sedirde uzanmış yatan © geçmiş kadm.. Olgun ve dolgu” duna, incecik bürümcük bir Hİ “| maşımdan bir tünik giymiş. GÖS” bütün olgunluğu, kalçalarmın “4l dolgunluğu meydanda, (Devri © Çe!