| | Naki Hatıralarını anlatan: Alman korsan gemisi “Deniz kartalı” nm süvarisi Kont Feliks fon Lukner # yal e) i Kamaraya dahil olunca asılı durân ıslak çatnaşırların altından geçerken i ilmek icap etti. Kamaradaki biribiri- yürüyen zabit Janeti — Zevceniz mi? — Evet zevcem! Zabit sahte kadına dönerek zarif bir reveransla: — Sizi rahatsız ettiğimizden dolayı görerek sordu: Janet en ince sesiyle mukabele etti: — Olraytı, Zabit parçalanıp tahtalarla örtül- müş lombozu görünce şaşırdı: — Aman yarabbi! Ne berbat bir havaya yakalanmışsınız!.. — Sormayınız. Lomböozu marango- ,Zum tamir edecek, Yalnız canımı $i - © şarkı çaldıkları duyuluyordu. Evrakı musyene eden zabit evrak © Yığınına toptan yekün şöyle sathi bir ; göz gezdiriyor ve: — Olrayt kaptan olrayt! Demekle iktifa ediyordu. Zabitin, aa İN arşısında *olrayt” demesi- ni kendisine yaptığımız hüznü tesire atfediyor ve memnuniyetimden heri. fin boynuna sarı KA A eden: © me karışmış olan benzin, yağ, gaz ve is) > kokusu kendilerini öksürttü Önde! BINLARBENİ AR / Hissi Roman Hatice Süreyya Adam sen de kaptan. Tabii bu kadar fırtına geçirmiş bir geminin evrakı kuru olmaz ya ?... geliyordu. İngiliz zabiti not defterine mütemadiyen not alıyordu. Bana ge - lince hakiki bir Norveç gemisi süvari- si gibi salonun her tarafıma tükrük sa çarak kâğıtları uzatıyordum: — Buna da bakınz, lütfen buna da - diyerek öyle evrak ve vesaik işinden pek anlamaz haşin bir deniz kurdu ro Mi oynuyordum. Zavallı ingiliz zabiti vaziyetinin pek nâzik olduğunu ve he- men hemen süngüler ucunda yürllmek te olduğunu nasıl anlasın? Aşağıda askerlerin silâh elde beklediklerini bir ben biliyordum. Yanıbaşımda muavinim Prays du - ruyordu. İriyarı boyu ile tam bir Nor- veçli hali gösteren arkadaşım, metin ve soğukkanlı, bilâhareket duruyor ve rolünü pek mahirane bir surette ! fa ediyordu. Bir aralık ingiliz zabi- ti sordu: — Hamule evrakmız nerede? Muavinim Prays yavaş yavaş yürü- yerek bunları getiri, İki defa elden ge çerek tashih görmemiş yegâne evrs- kımız bu hamule evrakı idi. Binaens- leyh tehlikeye savuşturulmuş nazariy- le bakabilirdik. Bu evrakta hamulenin İngiltere nam ve hesabiha Avustral- yaya gönderilmekte olduğu tasrih edi- liyordu. İmza: “Britanya hükümeti vis konsolosu Cek Conson,, dı. İngi - Tiz zabiti bu evrakı da tetkik ettikten sonra başmı salladı: — Kaptan, evrakmızın hepsi mü- kemmel! Derhal cevap verdim2“« 5... — Evrakımm böpsimi mükemmel bulduğunuzdan dolayı mienmunum. Za- ten başka türlü de olamazdı ve.. * Bu sırada sevinçle ilk hatamı irti- kâp ettim. Tam bir Norveçli kaptan rol oynamak üzere ağzımda tütün çiğniyordum. Meserretinı arasında tü- tün gırtlağıma kaçmıştı. Tubif ken - dimi tutamadım ve yavaş yavaş yut- tum. Tütünün hançeremde ağır ağır aşağı indiğini hissettikçe midem bu - lanmıya başladı. İngiliz (ozabitinin, karşısındak! Norveç kaptanının deriz tutmuş gibi gözlerini 5 anlıyamaması için cebri nefs ediyor. dum. İngiliz zabiti, bir Norveç kapta- nmm denizden müteessir olmasını pek garip ve tuhaf bulacaktı. Zabit nihayet geminin gündelik def- terini talep etti, Mülâzimlerimizden Lüdeman bu defteri getirdi. İngiliz zabiti kemali dikkat ve ihtiamla bu defteri muayene etti. İlk sayfaları tet kik etti, sonra birdenbire sordu: — Neden üç hafta demirli kaldmız? Yutmuş olduğum tütünden mütevel. lit mide bulantısı ile uğtaşa uğraşa , başımm döndüğünü ve ingiliz rabitinin bu suali karşısında her ,9eyin mah - volduğunu anladım. Her şey bilmigti ve foyamız meydana Lâkin daha ağzımı açmıya it bulamadan Ludman atıldı: — Gemi sehibi, Alman muavin kru- — 62 — — Her geyi biliyorsun "anne... — — Fakat oğlum.. Bu kadınla işi fazla uzatm... O kadar dadanma... , — Ne yapayım, hoşuma gidiyor... — Seni çapkın... Yanağını oksadı... , — Dur, öyleyse, seni elimle hazırli- — Yayım... Fakat sövle, o kokuyu kul — lanmasm... Beş ağrisı yasar. Onur i Bibi esmer kadınlara en iyi giden an- berli kokulardır.., Bir yandan da, oğlunun giyinmesi. ne yardım ediyordu. Onu süslüyor, püslüyordu. Enis, güldü: — Kadınların nasıl hoşuna £idile. ceğini ne mükemmel biliyorsun, anne- ciğim... — Tabii değil mi ya?.. Ben de ka- dındım!. r vazörleri yüzünden geminin hareketini XARSIBirTUR Hatıralarını anlatan ; EFDAw TALAT Ballar bana çıkıştı: “Düşman! azmış gibi şimdi bir de polisi mi uğraşıyorsun ? — Gel yahu, bir tane de seninle İçe- br — Şimdi içecek sıra değil. Kumanda- nın emri var. Dışarı çıkacağız. — Kumandan çıldırmış mı? — Niye? — Arkadaşlar geldi, Halk © yiyecek adam arıyor. Önlerine nasıl çıkariz, — Önlerine çıkmıyacağız, — Aralarmda dolaşmak da ayni şey. — Kolonelin emri şudur. Derhal ara- basile şehri bir dolaşıp döneceğiz. — Araba ile olursa iş değişir. bında kaçıveririz, Başçavuş bir taraftan söyleniyor, bir taraftan kayışını, tabancasını takıyor” du. İki dakika sonra kolonelin büyük ka- palı otomobili ile Şişhane yokuşundan Galataya doğru iniyorduk Halk, Refet paşanın geçeceği ana caddelerden taş- mış, yan sokakları da (doldurmuştu. O ne, ana baba günüydü. Bütün cad- de boyu Türk polislerinden mürekkep devriyelerle dolmuştu. Polisler bura” dan ne tramvay, ne de (otomobillerin geçmesine müsaade etmiyordu. Bizim araba, Domüz sokağının başına geldiği zaman müthiş bir gürültü ile karşılaş- tak. Kulağımıza sağır edecek derecede müthiş bir uğultudan Refet (paşanın pek yakınımızda olduğu (anlaşılıyor. Halk bütün coşkunluğuyla (yaşa, var ol, diye bağırıyor. Ortalık mahşer gibi kalabalık... İğne atsak yere düşmiyecek tabirine bundan daha güzel bir (sahne Dömuz sokağından aşağıya doğru f- nen ötemebilimiz caddenin başında bir- denbire durdu. Merak ederek (o başımı uzattım baktım. Nöbetçi duran bir Türk polisi otomobilimizin önüne (çıkmıştı. Garip bir hisle sordum; — Ne var? — Geçemezsiniz! — Sebep? — Polis müdüründen emir aldım. Otomobilin baş tarafında sallanan İn- giliz bayrağına baktım. Üç sene bu ya- bancı şehirde kendisi için hiçbir yasak mevzuubahs olmayan koca Ballarm o tomobili bir 'Türk polisi tarafından dur- duruluyordu, Bu hakikaten hayret edi. lecek bir tecelli idi, Ben içimden müt- hiş memnunum. Fakat gel gelelim, za- vahiri kurtarmak vazifesini de (ihmal etmeğe gelmiz. Yüzdük yüzdük kuyru- Huna getirdik, Şunun şurasında birkaç gün kaldr. Mevsimsiz bir pot kırmıya- İtm. Ben polisle konuşuyor ve vaziyeti böylece muhakeme ediyordum ki bak- tem yanımda demindenberi miskin mis- kin oturan başçavuş hiddetle doğruldu. Herhalde bizim konuşmamızdan polisin arabayı zorla durdurmak İstediğini his- setmişti, Bir eli tabancatının kapzasın- da olduğu halde horsurdandı; — Ne istiyor bu adam? İca- geri bıraktırmıştı. (Devamı var) Evlâdıma doya doya bakıyor: Gün geçtikçe toplanıyor, güzelleşiyor... Ku- laklarının memeleri daha şimdiden pembe pembe olmus... Omuzları da genişliyor... — Enisçiğim... Paran da yok gali- ba... Haydi aç şu çekmecemi de, ne bu- İursan ceplerine doldur bakalım... Sonra, delikanlıyı öptü.. Yola saldı... Ve pencereye gidip iftiharla, arzasm- dan baktı. Genç adam, bahçede iki kere dönerek annesini selâmlağı, Oto- mobiline binip giderken de eliyle ona öpücükler yolladı. Salona döndüğü (vakit, annesinin pasyans açtığını gördü. Sofrada ye- mek hazırlanmıştı: — Eh?... Hani Enis? şimdi de İstanbulu kurtarmağa gelmi- 10 Ikinciteşrin — Ef erij Yazan: — 254 — «diler. Onjar Türk istik! müjdecileri idiler. Onla: niden dirilen büyük ve sembolü idiler. Arabanı rularak ileri doğru bakt geliyorlardı. Mstevlileri rile değil, diş ve tırnak “ve yurdun temiz sinesir dan kurtaran kahramani relerini görmüştüm. Siy run gitında hepsi müteb; gir ilerliyorlardı. Her t konfeti yağmuruna tut re: — Dur! diye bağırdı: Durduk. Şimdi alay | çiyordu. Halk önümüzde arkamızda milli ordunu: ni çılgınca alkışlıyordu. Ben kendimden geçm gimde duyduğum ulvi mest olmuştum, Dokunsi tım. Fakat hiç sesimi çel ruz manasız gözlerle etri yordum. Ellerimi uğuştu kül ben de diğer vatanda kışlamak, ben de bağırım mi boşaltmak, gülmek, | yordum. Fakat bir heyk dım. Ne bağırabiliyor, ne muktedir olamıyorum. E dar müteheyyiç oldum k şardı. Artık kendimi tut lar gözlerimden boşanma şımı çevirdim. Başçavuş bana bakıyordu; — Ağlıyorsun. — Evet, — Müteessir mi oldun — Öyle! — Sende milliyet; demek. — Cevap vermiyorsur! — Ne söyliyeyim. Ca — Sahi, senin halin ne Başçavuş Rayt mütarekenin ilk gün lerindenberi daimd Türklere karşı büs- nü muamele etmişti. Fakat tahakküme pek kızardı. Bitisinin kafa (tutmasını kat'iyyen tahammül edemezdi. Hele İn- giliz bayrağını taşıyan bir o otomobilir bir Türk polisi tarafnıdan durdurulma- $ı onu çileden çıkarabilirdi. o Binaene leyb, vaziyetin Kayli vahim olduğunu gördüm ve derhal müdahaleye mecbu: kaldım, Başımı pencereden uzatarak po- lise seslendim: — Polis efendi! Bu otomobili dur. durmağa sizin salâhiyetiniz yoktur. V« bu arabayı bugün hiçbir kuvvet durdu- ramaz, Siz bu hareketiniz yüzünden mes'ul olacaksınız. — Ben aldığım emri yapıyorum. Polise cevap vermeden şoföre sert bir sesle şu emri verdim: — Haydi çek! Motör homurdandı ve otomobil sarsı larak ileri atıldı. Polis memuru şaşırdı, mani olmak için bir adım atmak istedi. fakat çiğneneceğini anlayınca geri &ç radı. Otomobilin yan camından şöyle o- na bâktım. Dişlerini gıcırdatarak başın sallıyordu, 'Türk memurun gözlerinder saçılan kin ve garaza © sahne (içinde muhatap oluşum ne kadar hazin bir şey di, Başçavuş, kolumdan (o tutmuş, ba” hâdiseyi soruyordu. Vaziyeti ona anlat- tım. — Her şey iyi ama, bize de dokunma» ğa kalkarlarsa iş fenaya varır. — Polisin işgüzallığı. Herhalde polis muduru böyle emir vermemiştir. — Ben de zannetmem. Esat bey ak:i- k adamdır. — Neyse, keyfine bak Böyle şeyler olur. Şimdi köprüden geçiyorduk. Köprü» nün üzerini ve Eminönünü doldurmuş olan on binlerce halk, Refet paşayı bek lerken İngiliz bayrağı sallanan otomo- çavüşum. bili görünce sinirleniyor, gazup nazar. — Sorma, larla bizi süzüyorlardı. San da biri hizinile Biz tramvay yolunu takip ederek Tür — öyle olacak. | beye kadar çıktık. Oradan geri dönerek Babiâliye doğru geldik, Şark mahfilinin — Kuızlay binasının — önü, ana baba günü idi. Arabamız sokaklarda güçlük- le yol alabiliyordu. Ben arabanın geri- sine doğru çekilmiş, Okendimi halkın nazarlarından mümkün olduğu (kadar saklamağa çalışıyordum, Hava mevsim- den umulmayacak kadar güzeldi. Tabi- at ta Türklerin büyük bayramına işti- rak ediyordu. Sirkeciye indiğimiz za- man ilerleyemiceğimizi anladık. Cadde- ler ve sokaklar halkla tıkanmış idi. Bir az ile'den müzika sesleri, yaşa, var ol feryatları geliyordu, Arabamızın etrafından koşüşan halk. — Geliyorlar, geliyorlar! diye ba- gırıyorlardı. Evet kahraman Türk ordu sunun evlâtları geliyordu. On binlerce Türk çocuğu vatanım şeref ve istiklâli için kanını dökerek Anadolu bozkırla» rında kalmıştı. Bu kardeşler gazi olmuş Halk alayın arkasından kıp gidiyordu. Cadde niz Taşmıştı. Şoföre hareket rettim. Krokere geldiğim ların benim için haber rendim. İhtiyar kolonel £ mizi görünce meraka düş Doğru odasına gittim. — Nerede kaldınız. Ar diniz mi? diye sordu, — Yollar çok kalabalı madrık. Durmağa mecbur Kolonele gördüklerim Başçavuş Rayt da yanımd nuşurken Jâfa karıştı: — Kumandan, Efdal ö Galatada bir Türk polisi durmak istedi, Fakat bu sürdürdü. Az daha polisi Raytın bu sözleri koloi Bana dönerek: /D — Sokağa gitti.. Yemeği de evde yemiyecek. Zübeyde hanımefendi, evvelâ bir şey söylemedi. Lâkin, masada, deli. kanlınım boş kalan yerine ters ters bir iki kere bakarak: — Bu haftanın içinde üçüncü defa- dir ki onu bırakiyorsun... Bu işleri benim aklım almiyor kızım... Bir if- rat, bir tefrit seninkisi... Oğlanı olmı- yacak derecede sımartıyorsun. , — Ne yaparsın. anneciğim? Yirmi yaşıma bastı. Artık yaşamak hakkı. dır... Hem de nasıl bir vaziyetten kur tulduktan sonra yasamak... Evde mi tutmamı istiyorsun ?.. Hom tutsam bi. İe kalır mı bakalım? — Sen bilirsin gayri... Hizmetçi, Enisin sofradaki yerin! kaldırdı... Bütün yemek sustular. Bir gey söylem yemiş yenirken, dimağlar celerin mabadini ortaya met: — Yakacığı götürdüğ senesi oluyor... — Aman bbi... Ni günler. Ne biyük Elik anne... Nisanm birinci nüydü. Zübeyde hanımefendi. çinde mülâyimleşerek: — Hayır, cevabını veri rihini yazmıştım... Bir f ni Yakacığa gitmistik. Enis'in tamamiyle ke olduğu o mazi günlerini yaşatarak gene susin'ar, SON