Hatıralarını anlatan: Alman korsan gemisi “Deniz kartalı” nın süvarisi Kont Feliks fon Lukner e Baban kont olduktan sonra ne diye gemi- ciliğe heves edersin. Babanın yanına dön, bir yede bin şükret! “Konkordiya oteli, 50 ve 75 e yataklar.,, Bu fiatalrı mevcut servetime uygun buldum. Otelin nerede olduğunu sor- mak Üzereydim. Bir hamal koşarak geldi: Nereye gidiyorsunuz? — Konköordiya oteline. — Konkordiya oteline mi? Evden kapı dışarı ettiler ha? Gemici ola- caksın demek delikanlı! İhtiyar Hamburglunun bu nüfuzu nazarına ve “Konkordiya” der demez hemen benimle senli benli oluşuna şaştım kaldım. Hamal önde ben arkada Şen Pauli ye gittik. Burasını ilk defa görüyor- dum. Bütün dünya gemicilerinin uğ- rağı olan bu yer doğrusu pek hoşuma gitti, Konkordiya otejl karanlık biri avlunun nihayetinde bir bina imiş. Kapıcıya 75 feniklik bir yatak istedi- ğimi söyledim. Hizmetçi bavulumu sırtladı, yukarıya çıktık. Bir de ne gö Teyim, altı yataklı bir oda... İtiraz ettim: — Ben 75 feniklik bir yatak iste- miştim, — İyi ya! Biz de 75 feniklik verdik. İstersen 50 feniklik bir yatak ayıra- m ama, ozaman yatacağın odada vereceğin feniğin adedi kadar adam Bulunur! — Yani elli kişi.. Vazgeç! Razı ol- dum. ... Gemilerde iş aramıya ertesi gilnden İğibtren başladım. Bahriye açenteleri- We müracaat ötmek lâzımmış, İlk baş- Vürduğum acente: — Pek Mâ, dedi, adresinizi birakı- nız. İş çıkınca haber veririz. Yalnız âilenizin müilsadesine dair bir kâğıt getirmeniz lâzım! Müsaade ne gezer? Başka bir acen- teye gittim, her yerde ayni talep... Tâkin bu müşküller azmimi kırmak şöyle dursun, bilâkis arttırdı. Şöyle düşündüm: — Madem ki acentalar vasıtasile gemilere kapılanmak imkânsız, niçin ben doğrudan doğruya gemilere mü - Tacant etmiyeyim? Bu kararla yelkenli gemilerin bu- Tunduğu rıhtıma koştum. Fakat bun- lardan birisine nasıl girip kaptanla görüşmeli?. Gemiler benim evvelce zannettiğim gibi rıhtıma yanaşma. mışlar, açıkta demirlemişlerdi. Klübesinin önünde oturan bir ka- yıkçmın yanına gittim, — Ne istiyorsun evlât? KABINLARBEN TN LA ER / — Yelkenli gemilerden birine git- mek istiyorum. Kayığa gittik. Kıçtan tek kürekle sandalı yürütmesine pek şaştım, böy- lesini hiç görmemiştim. Yelkenli bir geminin bordası yanımdan geçer- ken direklerin uzunluğu dikkatimi çek ti, Hele iplerin, halatlarm çokluğuna hayret ettim. Acaba gemleller bu di reklere tırmanmak mecburiyetindeler' mi? İhtiyar kayıkçıya bunu sordum. — Tabit!, Hattâ en yukarılarına kadar... Limanda iken bu mesele de- ğildir. Ama açık denizlerde gemi yal- pa vurup sallanırken yukarıya çıkmak hele orada durabilmek kolay iş değil- dir, mecburiyeti denizcilik hevesimi soğu- tur gibi olmuştu. İhtiyara içimi dö- künce nasihate başladı: — Oğlum sen bu sevdadan vaz geç. Bek ben yirmi beş senelik denizeiyim, sonunda ne olduğumu görüyorsun?. Bü küçük sandalın kaptanıyım. Sonra sordu: — Baban ne iş yapar?. — İş yapmaz, emlâki, arazisi var- — Senin adın ne? — Kont Lükner... — Vay canına! Böyle bir mesle- gin olduktan sonra ne diye gemicili- ğe heves edersin?. Babana git, geni bir güzel dövslin. Her tokatta da sa- na böyle bir meslek verdiği için te. şekküir et! Keşke benim de böyle bir “mesleğim olsaydı... Babamın yanmdan kaçtığımı söy. İeyince ihtiyarı düşlinee aldı. . Sonra karar verdi: — Benim adım Peder'dir, bana sen diyebilirsin. Sana yardım etme- Ze karar verdim. Fakat her halde de- niz hevesinden vaz geçmelisin. — Olmaz Peder, muhakkak denizci olacağım. Ertesi günü Pederi gene buldum. Bana tek kürekle sandal idare etine- sini öğretti. Artık $yice ahbap olmuş- tuk. İki gün sonra kayığını ben kul- lanarak onun yerine yolcu tâşımağa başladım. O her fırsatta nasihat veriyordu: — Gemici olmaktan vaz geç. Baba. nm müsaadesi olmadan seni hiç bir gemiye almazlar. Hem parada lâ- zim, elbise ve saire tedariki icap e- der. Bir kaç yüz markı nereden bu- lacaksın? (Devamı var) Hissi Roman Nakleden: Hatice Süreyya ila Resme baktı ve hâlâ dostluğunu hissettiği Enise karşı yüreğinde bir incizap duydu. Zavellı çocuk!. Ne iyi kalplidir. Ne içlidir, ne şâiranedir.. Ve olgundur da.. Kendisinden beş yaş küçük olduğu halde onunla ahbap ©- Jabilmişti. Cebinde bir mektup duruyordu. Elile onu sikti. Daha bu sabah aldı- fi mektup!. Gözü resimdeki Enisle.. Sıska kollarından gömleğini sivamış.. Saçları rüzgârdan isyan edip kabar- mış. (Tenis oynadığı ozaman hep böyle kabarırdı!) Halbuki şimdi ya | takta mtırapin bir yandan bir yana dönerken kabarıyor... Kolları da cibet daha srskadır.. Zavallı Enis!. Göz leri sulandı. — Biçare oğlan.. Seni ne severim bilsen... Parmakları gene cebindeki kâğıda gitti. Bütün hiddeti söndü. — Sen mükemmel bir insansm. En's! Senin için her geye tahammül edeceğiz. Adalet ve insaf böyle icap etiriyor. Açılan bir kapımın gürültüsü.. Ça- buk çabuk söylenen cümlelerin parça- ları... Ağustos böceğinin cırlaması gibi bir geyler... Melike teyze gidi- yor. — Akşama... Evet, evet, evet ca. mim. Gene burada yatacağız! Suni nasıl olür da yalnız bırakırız... Elbet gelerşğiz.. Evet, evet, evet... Ah bir kaşık su olsa da böğte gu HABER — Akşam postası Hatıralarını anlatan * EFDAS TALAT Snlbellicer KARŞI Bir —228 — 15 Birinciteşrin — 19 ger. Yazan; R. TU, Kat'i kararımı verdim, onlar — Evet! Çünkü Rum, Ermeni ve Ya- hudilerin burada çalışmaları Türk mu- hitinde o kadar göze (çarpmaz. Bunu ekseriyet tabii görür. Fakat (o bir Türk gencinin bu hali biliyorum ki nefretle karşılanır. Bahusus Türk halkı (şimdi bizi düşman biliyor. Ve sen düşmanlara hizmet ediyorsun gibi gelir (oonlara.. Tahmin ediyoruz ki senin bir çok düş- manların var, — Var ve beni devamlı surette tehdit ediyorlar. — Bunu bize neden şimdiye söylemedin. — Ehemmiyet vermedim. — Ehemmiyet vermemek olmaz. Böy le karışık günlerde her şey olabilir. — Kendimi koruyorum. — Henüz biz buradayız. Biz burada iken sana tecavüz etmekten çekinirler. Fakat belki evin bir taarruza uğrar. Bi- naenaleyh yarından tezi yok, o Anneni alıp buraya getir ve yukarı katta en İ- yi bir odayı kendinize ayır, O kadar şaşırmıştım ki (o birdenbire cevap veremedim. O bu durgunluğumu yanlış anladı: — Filhakika annen burada (evinde olduğu kadar rahat edemez ama, zaru- ri — Hayır! Böyle bir şey dim. — O halde mesele yok değil mi? — Bizi düşündüğünüz için size bü- tün kalbimle teşekkür ederim. Odama döndüğüm zaman hayretim hâlâ geçmemişti. Gençliğime, toyluğu- ma rağmen, şu karşımdaki pişkin, tec- rübeli ihtiyar kurdu tamamen. aldatma- ğa muvaffak olmuş, ara sıra beliren şühpelere rağmen onu sadakat ve dü- rüstlüğüme Yalnız o mu? İstanbulda bulunan (o Entellicens Servisin bütün adamları da atlamışlar- dı. Bunu düşünürken içimden kahka - halarla gülmek geliyordu. Şimdi ne yap mal? Balların tavsiyesini (o dinliyerek annemi alıp Krokere (o yerleşmeli mi? Gelmesem belki yeni bir şüpheye ma- ruz kalırım. Şurada daha sayılı birkaç gün kaldı. Artık ondan sonra bağlasa- İar onların yanında duracak (değilim. Fakat daha hizmetimin dokunabileceği bir zamanda da oradan ayrılmak iste - miyorum. Ne yapmalı yarabbim! Gel- meli mi; gelmemeli mi? İki'his arasın- da bocalayıp duruyorum, Kolonel Balların teklifini kabul edö- rek Krokere yerleşirsem ne olacak? Üç senedir devam eden hicabıâver hayatım devam edecek... Hakikatte, (şerefli bir vatandaş gibi aziz bir ideal için çölişr - kadar düşünme Ona sakin bir sesle cevap veriliyor, fakat cevap işitilmiyor. Gene Malike teyzenin sesi: — Allah Allah... Ne münasebet?. Olur şey mi bu?.. İnsan böyle anla- rında birbirine zahir olmadıktan son- ra ailenin ne hükmü kelird!? Senin şu anda bir istinatgâha, bir desteğe ihti- yacm var. O vazifeyi görmek bizim boynumuza borçtur. Gene müphem bir protesto. İsmetin yüzünde şaklıyan buselerin sesi. Ka- pı kapanıyor. Süküt. Derin ve uçü- rum gibi bir süküt. Murat, nefesi tutularak bekliyor. Kalbi çatlıyacak!, Ve işte, İsmet, bu süküt ve hare- ketsizlik âleminin hangi bucağından çıkageldiği belli olmuıyarak, ansızm e- şikte beliriyor. Sahiden İsmet mi bu? Elbisesi, saçları, boyu, seşi.. — Murat! Ah Murati, Boynuna atıldı. Hıçkırmağa başladı. Başka hiç bir şey söylemiyordu. Yalnız: — Murat! Murat!. Bu biçare mahluku, delikanlı kol- ları arasında sıkıp duruyor. Yalnız bir yorum. Cephede bir asker gibiyim. Fa- kat bunu kaç kişi biliyor. Bir de şu zale: ve şeref günlerinde Krokerin meş'um kucağına tamamen iltica etmek, hem, herkes nazarında çok iğrenç bir cürüm olan bu #riaceraya masum anneciğimi de sürüklemek, Yaşama hakkını, istiklâlini, kudreti- Nİ, neşesini velhasıl büyük © benliğini tekrar kazanan büyük milletimin süru- runa İştirak edememek. Bir yarasa gi- bi karanlıklara sinmek... Buna ne lü - zum Yar? Eskiden bir gaye için bütün bu sıkıntılara katlanıyordum, Fakat bu gaye tahakkuk ettikten sonra ayni si- kıntıyı devam ettirmekte ne mâna var. Artık maskemi çıkaracaktım. Artık herkese üç senelik hayatımın temiz he- saplarını verecektim. Ben de sokaklara gikâcâk, kendi milletimin kalabalığı rasina karışacak, milli sürura ben de iş- tirak edecek, bağırıp, çağıracak, sevi- nip gülecektim. Bu benim (hakkımdı. Ve artık bile bile ve Müzumsuz yere İn- gilizlere iltica etmiyecektim. Kat'i kararımı vermiştim, o Kolonel Ballara kârarımı bildirmek izere ayağa kalktım. Onun odasına açılan ara ka- pıya doğru ağır âğır (o yürümeğe baş- ladım. Garip bir heyecan içindeyim. Hayatı nın dönüm noktasında duran bir adam gibi mütereğdit ve miteheyyictim. Bal lara — Ben Krokere (o yerleşmiyeceğim. Ben büşimm çaresine bakacağım, dedik ten sofra ne yapacaktım? Esat bey bu hareketimi bir istical şeklinde “telâkki etmiyecek miydi? — Ne'olürta olsun dedim ve © elimi kapının tokmağma uzattım. o Tam bu sırada odamın koridora açılan (kapısı birdenbire açıldı. Geri döndüm. Gelen polis Üsküdarlı Saipti. En karanlık, en felâketli günlerimde bana çok yardım eden bu temiz yürekli çocuğu görünce geri döndüm. — Hoş geldin Saip ne yok? — İyilik beyim iyilik ama.. — Amması nedir bakalım. — Çok canım sıkıld: bir işe.. — Nedir bu iş? — Bu yukaridaki domuzları kaçırıyor larmiş, — Nereden duydun? — Siz bilmiyor musunuz sankil — Biliyorum. — O halde niçin burada oturuyor - sunuz? — Ne yapalım? — Bu alçakların kaçmasına göz yu- mâcak misniz? efendi; ne var kelime telâffuz edebilen bir bel bir çocuğu göğsüne basışı gibi: “Mu- vat!, Muratl,,, Bu sözün — kendi isminin — için- de her şey var: Her elem, her meser- ret, her macera!.. Hattâ her faryat.. Ve talihten şikâyet... Eşikle kendi kucağı arasında geçen şimşek kadar süratli zaman zarfında bu feryet ve gikâyetin yarı yarıya neden ileri geldiğini de anlamadı değil: Yüzü haylı bozulmuş, şakakların- da bir kaç tel beyaz belirmiş. Ne pudra, ne biraz boya izi... Elbise pek basit ve sırtına göyle gelişi güzel geçirilmiş. Yalnız saçlar hafifçe Chypre kokuyor. Yüreği burkuldu: “— Zavallı, aynaya bile bakmamış olacak...., Bu esnada böyle şeyler düşündüğü için kendi kendinden utandı. Lâkin bu tenkit hissi içinde büyüdü. Bütün benliğini ihata etti. “— Beni bekliyordu. Hattâ biraz pudra sürmeği bile düşünmemiş... Bu, igsmetin göz yaşlarından ve bu anın fecatinden fazla onu betbaht et- t Kadın genç âşıkının göğsüne 80- yi © > j — Göz yummak elbette iste! ne yapabilirim ki... — Ağabeyim, ona sen bir larsun, Vallahi yüreğim işe! — Benim de Saip. a oi aldattığımı nihayet söyliyecekti — O halde bu işe mani ol. B ret, ne İstersen yaparım. — Düşüneyim. — Düşünmeye vakit yok. & vuşuyorlarmış, — Mani olmağa çalışalım. — Söz ver, — Elimden geleni yapmaği — Mutlaka çalışmalıyız ra bize herkes lânet edecek, — İnşallah beybabamız bu bize yol gösterecektir Saip. — Beybaba İsterse mani olufe — O da çalışıyor. Sen git bak! Saip bu sözlerim üzerine bir medi, Mütevekkilâne boynunu 9 dışarı çıktı. Polis Salbin bu ziyareti akk ma getirmişti. Eğer o gelmedi dı buradaki vaziyetimi şahsi bi la bozuyordum. Fakat onunla tan sonra böyle bir-hareketin # cele olacağını ve daha bu bazı mühim hizmetlerde bulun ihtimalinin mevcut bulunduğu şündüm. O halde bir zaman iş” sıkıntıya katlanabilirdim, Saip sonra kendi kendime —Henlliz kendini düşünec: değil, hissiyatına hâkim ol ve artık rolünün bittiğine tam olacağın güne kadar devam ek KROKER BABİL KU DÖNÜYOR O gün öğleden sonra bizim misafirlerin evlerinden birer ğırmış olduğum gileleri, allâkatı birer birer OKrokere başladılar, Ben, Ballardan mir üzerine sık sk aralarında rak umumiyetle ne gibi e settiklerini kontrol ediyordum. Gelenlerin ekserisi kadındı. hemen hepsi çok müteessirdi, ağlayanlara, vaziyetten lere, kocalarile beraber gitmek, iş lere tesadüf ediyordum. Hepsi rı için elden geldiği kadar ve müsaadesi nisbetinde hazırlık Jardı. kulmuş, - hıçkırıyordu ve kendisini ne şözlerile, ne de yetile teselli edemiyeceğini Halbuki bir destek b Hayatta tek.. Ve işte manen hâlâ perişan, eskisi gibi betbaht! “ ona atılmıştı. — Güzelim, İsmetciğim! * Biraz mantıki olman, bulunman lâzım.. Onu o kadi” tacağız, o kadar manen ki receğiz, neşelendireceğiz ki, nım ne tatlı olduğunu seret, Görürsün!., Kadını kilçüik oturma oği ru sürükledi. Bin türlü ih iman gelecek ve iyii”