2 Eylül 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

2 Eylül 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

li Halifenin muhafızları Hulâgüya teklif ettiler: — Eğer şu yanındaki adamı bize teslim edersen sana da para veririz. Ayküt bir anda tepede duran iki at- Uyı gördü. Hemen istikametini bu ta- rafa doğru çevirdi: — Yegüne kurtuluş ümidim bu iki atlıda. Kaçmayıp durduklarma bakı- lırsa ya halifenin ileri gelen adamla- rından, yahut da Iki yiğit olacak. Artık onlara iyiden iyiye yaklaş- muşti, Ayküt bu iki adama bir daha baktı: — Aman Allahım, hayret! Ne görü- yorum, Ta kendisi, Hulâgü.. Gökbige- min babası. Yanmdalki Buğatimur. Ne görüyorum? Ölmek üzere olan insan larm gözüne bir takım hayaller gözü. kürmüş. Galiba ben de artık ölüyorum da Kayal görüyorum. Maamafih tereddüt edecek, bir sa- niye vakit kaybedecek zaman değildi. Çürkü arkasmdakiler karış karış ona yaklaşıyorlardı, Son bir gayretle mah- wüzlarını kanatırcasma atının karnı- na batırdı. Ve avazı çıktığı kadar: — imdat büyük komutan! diye hay- kırdı, Hulâgü ile Buğatimur ancak o 24- msn bü adamın kövalanmakta olduğu» nu anlatılar. Ve kendilerini tanıdığın- dan dolayı büyük bir hayret gösterdi- ler, Maamafih hiç tereddüt edecek 2a- man değildi. Hülâçgü kaykırdı: — Merak etme delikanlı. Tihur peşimden gel! Hulâgü Ne Boğatimur kılıçlarmı si- yırarak gelen etlıları önlediler. Halife- nin atliları böyle önlerine çıkan iki adalnı görünce tereddütle duraladılar. Hulâgünun ateş gibi keskin gözleri bütün cesaretlerini kırmıştı. AZ Sonra” Aykut da atını döndü- rerek Hulâgünun yanında yer aldı. Sağ omuzu fena halde sızlıyordu. Bu- nun için kılıcını &ol eline aldı. Bu sırada halifenin adamlari ara- $ında bir takım konuşmalar oldüs — Türk! — Evet, İkisi de Türk. Kıyafetlerin- den ve yüzlerinden belli. — Burada ne arıyorlar acaba? — Kim hilir. Bana öyle geliyor ki bunlar öyle lâlettayin adam değil! Baksana kıyafetlerine! Bu kıyafette olabilmek için en aşağı yüzbaşı olma- Tarı lâzım. — Yüzbaşı mı? Yok canm! Üzer- lerinde ne nişan var. Ne de altın, gü- müş, elmastan bir işaret. — Sen ne anlarsın budala! Türk za- bitlerinin savaşta bir neferden farklı giyinmediklerini bilmiyör musun? — Peki ne yapmalı? ii ' alışmış olduğu pek sevdiği babasının böyle bir cinayet işlemiş olduğuna ih- timal vermek bile onu son derece muz- tarıp ediyordu. Fakat sonra vicdanı galebe çaldı, ne olursa olsun meseleyi İyice anlamağa karar verdi, O da bir kere gu mahut evin teşkilitmı görmek istiyordu. Kimse görmeden girdi, araş- tırdı. Her şey yerli yerinde durduğu). için derhal odaları tesbit etti. Anla. mak istediğini anlamıştı. Eve avdetin- de derhal babasinin yanma gitti, ha- Jinden ciddi bir şey konuşmak istediği anlaşılıyordu: — Baba se; mak istiyorum, — Mühim bir Az. le ciddi bir şoy konuş- Vaktin var mı? yok, Görüşebili- — Hücum edelim mi? — Ya arkalarında veya etrafların- da başka askerler gizli ise” — İmkânı yok. Her taraf apaçık. Tabak gibi görünüyor. Asker olsa ne- reye gizlenebilir? — Karşıda bir koruluk var. — Var amma, bu da bir şey ifade etmez, oraya gizlenmiş askerler mey dana çıkıp buraya gelinceye kadar biz Bağdadın kapısma varabiliriz. — O halde hücum edelim. — Bana öyle geliyor ki bunlar mu. hakkak casus olacaklar, Eğer bunları diri diri tutar esir edersek halife he- pimize ayrı ayrı onar altın verir, — İşte akıllıca bir söz. — Durun ben teklif edeyim, Aralarmda yirmi adrm kadar bir mesafo vardı. Bu sırada halifenin a8- kerlerinden biri birkaç adım ilerledi: — Sizi öldürmek istemiyoruz. Gö- rüyorsunuz ki siz Uç, biz on üç kişiyiz. Kaçacak bir yeriniz yok, Sizi hakla- mak bizim için işten bile değildir. O. nun için teklif ediyoruz. Teslim olun! Hulâgü sordu: — Kimin namına teslim olmamızı teklif ediyorsunuz? — Bağdat halifesi Mustasım Bil lâh namma. Aykut Hulâgüya fısıldadı: — Vakit kazanmağa çalışmız. © Hulâgü sordu: — Fakat bizim «126 bir zararımız olmadr, Halife Mustasm Billâh, hiç bir saç İşlemiyen kimseleri tevkif cder mi? — E., Sen çok soruyorsun. Eibet eder, neden etmesin? Hem kim demiş ki hiçbir suç işlemeğiniz diye. Halife- nin düşmanı bir haini tutmamıza, ges bertmemize mani oldunuz? — Ne yaptı bu adam? Suçu nedir? — Suçu halifeye ve halifenin adam- larma karşı gelmesi, Bağdadı altüst etmesi, sayısız derecede adamım canı- na kıyması, saraya kadar sokularak oradan bazı kimseleri kaçırmağa mu- vaffak olmasıdır, — Bütün bunleri tek bir adam mı yaptı. — Evet. Şu yanmızda bulunan ib- 1is. Halife onu ölü veya diri yakalaya- cak olana büyük bir mükâfat vaadetti. 'Tabit diri yakalanırsa mükâfat mik- tarı daha çok. (Devamı var) Bonra mütebessim delikanimın yü- zine baktı, ilâve etti; — Yoksa hayırlı bir haber mi var. Evlenmeöğe mi karar verdin? — Yök efendim. Ne münasebet, şu penbe evin vakası, Şadiye hanımın ci- nayeti hakkında tafsilât istiyeceğim. Adamın kaşları çatıldı. Asabi bir sesle: — On senelik hikâyeyi ne diye gene tezelemek istiyorsun! — İstiyorum, çünkü içimde bir his- ba kadınm masum olduğunu söyliyor! — Sen de o deli Ahmet beyin sözle- rine kapıldn değil mi? — Hem 6, hemi de başka sebepler vat, — Ne gibi? Hatıralarını anlatan ? EFDAv TALAT Acaba, Ingilizler giderlerken |“ bizi de götürürler mi? N kötü yaradılışkı herifi adam akıllı tokat- lamak istiyordum. Çünkü o, bu âdiliğile benim kanımdan olanları lekeliyordu. Karşımda Kümilin taklidini yaparak sırıtan İngiliz çavuşunu aşağıya gönder dikten sonra ben de yukarı kata çık - tum, Evvelâ Krokerin kantin memurunu çağırarak misafirlere her türlü ihtimamı göstermesini tenbih ettim. Sonra herifle rin odalarını hazırlattım. Binada mev- Gut askeri eşyadan bir kısmını buraya çıkarttım. Her odaya münasip miktarda karyola, masa, dolap vesaire koydur - dum, Yatakları yaptırdım. Bu sırada gü ruhu lâyüflibun ortadaki salonda top - lanmış, biribirlerile dertleşiyorlardı. He rifleri, şahsi ehemmiyetlerine nazaran mevcut odalara taksim ettim. En mute- ber olanlarma birer kişilik, bir snf a- şağıda olanlara ikişer kişilik odalar ver- dim. Diğerlerini de koğuş usulü salonda yanyana yerleştirdik. Saate baktım. Beşe geliyor. Eh, ne ise, daha şaakf sökmeğe yarım saatten afzla vakit var. Bizim kolonelin emri barfiyyen yerine getirildi. Aslandan ka- çan tavşanlar gibi bu hiyanet ve ahlâk- sızlık timsalleri İngiliz himayesinin al - tna sığındı. Bunun böyle o olmasına kat'iyyen istemezdim. Fakat ne yapa - yım; onların bir gün gelip nasıl olsa be- lâlarını bulacaklarını düşünerek, şimdi- ki halde hadisatın cereyanma tabi ol - makta başka me çare vardı. Onlarm bulunduğu salona girdiğim zaman hepsini süklüm püklüm olmuş bir vaziyette gördüm. Biribirlerile ko - suşup deileğiiksen sma #yaklaış suyu ermişti. İngiliz zabitlerine tellâlirk edeceğini düşünerek sevinen Kâmil de iki eli şa - kağında düşünüp duruyordu. İçlerinde en soğuk kanlısı eski polis müdürü Tah- sindi. O, bize küstahlığımızm Cezasını göstereceğini bağıra bağıra © söyliyen haşmetlü vali efendi tabasbus ve riya- nun bir nümunesi haline girmişti. Ben i- çeri girer girmez hepsinden evvel aya- ğa kalkıyordu. Hepsinin gözleri dudak- larımda,.. Vereceğim bir haberi, söyli- yeceğim herhangi bir şeyi merakla bekli yorlar. Ve nihayet ben bir şey söyleme yince içlerinden biri merakından patlı- — Affedersiniz beyefendi, biz burada mı kalacağız? — Evet! Bir diğeri soruyor — Ne kadar? i — Vaziyete göre tayin edilecek, Fena halde canım sıkılmıştı. Koşup yukarı salonda diğerlerinin © içinde bu Sualler devam ediyor: — Anlatırım baba, penbe eve gittim. — Ne maksatla? «— Yanındaki kireç ocaklarının vazi- yetini tetkik etmek istiyordum! Bu cümle Naili beyi gayri ihtiyari irkilt- ti, rengi, uçtu. Helecanla sordu: — Bu ocaklardan kim sana bahset- ti? — Durmuş! — Belli bu adam sersemin biri. Bi- lir bilmez konuguyor. — Hayır baba, hiç sersem değil! Anlattıkları gayet makul, Karbonun neşrettiği zehrin arazı tamamen tarif ettiği gibidir. Şadiye hanımda da aynı alâim görülmüş, kadın da çocuk da ocaklara kurban gitmiştir. Oksit dö karbonun insanları nasıl zehirlediğini bilmiyor musun baba! — Herhalde senin kadar ben de bi. lirim!? — Müsaade edersen bilmediğine hllküm vereyim.. Çünkü bilmiş olsay- âm, raporunu o şekilde vermezdin! — Neden? Sarhoşluğun da alâimi aynı değil midir? — Evet ama, ortada böyle bir me- gele varken, niçin mutlak fenayı tercih etmeli. Hem ölen çocuğun kanını tah- lil etseydin iş derhal meydana çıkar —165 — — İngilizler İstanbuldan giderlerse biz ne olacağız? Bililtizam omuz kaldırarak: — Bilmem! diyorum. O zaman bir telâştır başlıyor, — Bizi Kemalistlerin ellerine kırlarsa halimiz ne olur? — Ne olacak hepimizi ipe çekerler! O zaman, o meşhur softa salâvat ge- tirmeğe başiryor. Hepsinin yüzü endişe bulutlarile örtülü... Bir tanesi yalvarır gibi soruyor: — Acaba, İngilizler giderlerken bizi de götürürler mi? — Bu onların vereceği karara bağlı. — General Haringtonun bizim buraya geldiğimizden baberi var mı? — Var. ; — Kendisini görebilir miyiz? — General isterse... Onlara cevap yetiştirmekten yorul - dum, Nihayet diyorum ki: Z — Bir arzunuz varsa bana haber gön derirsiniz. Onlar hep bir ağızdan, bir göygoycu alayı gibi teşekkürler (£ ederlerk. » ben dışarı çıkıyorum. Sabahleyin saat yedide kolonel Bal- İarı uyandırttım: — Beklesin, kendisini şimdi çağırirım demiş. Yarım saat sonra (haber geldi. Yatak odasına çıkarak yaptığım işleri, bütün komik teferruatile uzun uzadıya kendisine anlattım. Kolonel bir taraftan çay içiyor, diğer taraftan beni dinliyor, ara vra gülümsüyordu. İzahatım bittik- ten sonra sordu: — Hepsini getirdin mi? , — Evet —röxaiâ ni bana Vırazdan balcı gönderirim. Yukarı bsraber © çıkarız. Ben şahsan önlârı buraya ne için davet ettiğimizi ve vaziyetin son şeklini anlat mak isterim. Bu dostların hepsi ingiliz- <e bilmez. Sen yanımda bulunursun. Aşağı odama indim. Bütün geceyi uykusuz geçirmiştim, Ayakta duracak halde değildim. Fakat © bütün bu işleri bir raporla Esat beye bildirmedikçe isti rahat etmeğe hak kazanmış addetmiyor dum kendimi... Masanın başma geçerek gece geçen vakaları, (kimleri Krokere naklettiğimiz; tafsilâtile yazdım. Polis Selâmiyi çağırarak, raporumu polis müdürüne gönderdim. Artık biraz olsun uzanabilirdim. Krokerde otabii hayat başlıyordu. Memurlar işlerine başlamak Üzere idiler. Perdeleri çektim. Portatif karyolama uzandım. RUMCA ŞARKI YÜZÜNDEN Kendimden henüz geçmiştim ki ka - pım hızlı hızlı vuruldu. — Giriniz! diye bağırdım. Yattığım bıra « Yön — Söyle söyle ne demek istiyorsun? — Ve, böyle feci bir yanlışlık ol- mazdı, İhtiyar adam serin kanlı görünmek istiyordu, Lâkayıt bir tavırla: — Benim kanaatim kati. Yanılma. dığrma eminim! Delikanlı kendini zaptedemedi. Ar- tık fena halde sinirlenmeğe başlamıştı. Gayri ibtiyari; — O halde hakikatı ketmediyorsu- nuz. Bunu bilerek yapmışsmız! Naili bey aynı eda ile sordu: — Penbe evde kaç kişi beraber ya- gadığını biliyor musun?.. Ölen oğlan- dan maada iki kız, bir de hizmetçi var- dı. Karbonun onlara bir şey yapmamış olmama ne dersin? — Gayet basit, çocukların yatak odası evin öbür cihetinde denize karşı. Şadiye hanımın ki ise ocaklara bitişik. Duvarda baca yeri var. Hortum gibi bütün zehri çekiyor, odaya dolduru- yor, Ölen çocuğun beşiği de tam soba deliğinin önünde.. İyice te*kik ettim Her suretle isbat ederim ki birkaç ay lık çocuk yuttuğu bu zehirli havaya dayanamaz ölür, Söylediklerim doğru değil mi? İ ölmüştü, bunu da pekâlâ bildiğini < 4 Yazan; İHSAN ARİ o, yerden kira gelecek diye kapıya be” i dum. Kapı açıldı. Evvelâ, elleri keli ti, sta boylu karayağız bir arkasından da İngiliz kumandan mensup bir polis içeri girdi. Y. kalktım. Memurun uzattığı zarfı açarken sordum: — Bu adam; neye getirdiniz? o ü — Meyhanede bir takım adamlari“ ralamış. > N Bu seler elleri kelepçeli adamâ düm: * . —İsmli ne senin? — Mahmut! — Türk müsün? — ElhamdüliMâk... — Ne halt ettin, bakalım. — Halt malt etmedim. Biraz kı mek için Galatada bir meyhaneye & miştim. Balozda eğleniyordum. > içmiştim. Derken © kopillerden bif romca bir şarkı çaldırmağa hora tef ğe başladılar. Kan beynime fışkırdı." tık onları dinlemeğe tahammülüm i mamıştı. Türklüğüme dokundu b©?. Ulan susun dedim. Susmadılar, ““ run,, dedim, oturmadılar. O zaman oldu. / — de oldu, anlat... — Kâğutta yazmışlardır, okursuf” — Sen söyle bakalım. 2 — Ne olacak kopilleri önüme Ki Bir ikisini şişleyiverdim. Derken pir ki giliz polisi görürdü. Herifler onu SOĞ,“ Ce şımarmak, bağırmak, çağırmak > bi diler, O köpoğlu da bir şey yapa” e k gile piri mülmiz. Fame? kotkutacak. Kafasına bir iskemle © dim, o da serildi, kaldı. O sirada İ rüsü kadar polisler geldi. Beni Y dılar. Polise sordum: — ölen var np? — Yok. — Yaraklar nasıl? — Üç taneri ağırca... (Devamı KURUN Dottoru (i Necaeddin Atasagun | Her gün 16,30 dun 20 ye ked#” | Lülelide Tayyare upartımanlari” İl da daire 2 numara 3 de hastalar a1 kabul eder. Cumartesi günleri ? den 20 ye kadar muaycne pal i dır. — Bence değil! — Demek sizi ikna edemedim! 4 — Hayır! Hem on sene sonra “ey işleri karıştırmak doğru değildi dm kurtulmuş. Olan olmuş, he unutulmuş! — Ya vicdan azabı? dl İhtiyar doktor yerinden fırlağf” — Ne demek istiyorsun! # — Demek istiyorum ki, zavalli 4 WE ; dında görülen sarhoşluk alâimi yuttuğu zehrin tesiriledir. Ve öl anladığınız. bildiğiniz halde sus” — Metin! Delikanlı şiddetle devam etti: — Küçük Abdullah da bu 4 de yine sustunüz! md — Demek beni itham ediyor” le mi? İ — Maatcesslf öyle, siz bi yi halde süküt etmek cinayetini niz! Naili bey koltuğuna çöktü, si ki terleri sildi, çok korktuğu bu ke ani demek nihayet gelmişti. bir sesle mırıldandı: (Devam İİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: