2 Mart 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

' İ v a T Doti bi ğ eli MA LA iD e N İN e *":"""x: v - çT İ AT Ğ ee "e a d Kat a 4 L "—.-——:;1— 3 NIART — 11936 HABER — Akşam Jpostası Tefrika No.5G Yazan; Murad Sertoğlu Genç Ali artık bir şey söylemi- yordu. Yalnız gittikçe artan merak ve heyecaniyle gözlerini kırpmak- sızın Kara Hasanrı dinliyordu. — Sizin çok yorgun ve üzüntülü bir gece geçirmiş olduğunuzu bi- liyor, bunun için eğer uyanmamış iseniz uyandırmamayı tasarlıyor- dum. Bunun için kapının önüne ge- lince durdum ve dinledim. İçeri- den hiç bir ses gelmiyordu. Bir ke- re de anahtar deliğinden bakayım dedim. Ve baktım.. Genç Ali sapsarı, sonra kıpkır- mızı kesildi. Yüzünü elleriyle ört- tü. Kara Hasan devam etti: — O zaman hakikati ve aramız- daki farkı anladım. Fakat emin o- lun ki bunu anlamam, hakkınızda beslediğim büyük saygıyı kat'iy- yen eksiltmemiş, bilâkis artırmış- tır. Şimdi her şeyi anlıyorum. Cem Sultana benden başka bir bağla bağlısınız. Ve bunun için ölümden de müthiş olan bu sergüzeşte atıl- maktan korkmuyorsunuz. Bileği- nizde de görülmemiş bir kuvvet ve maharet var. En usta silâhşorları bile yenecek kadar mükemmel kı- İrç kullanıyorsunuz. olan hürmetimi arttıran saiklerdir. Ve beni size karşı siz diye hitap etti- ren sebep de gayet basit: 'Hakiki bilmiyorum. Padişa- Bütün bunlar size karşı hüviyetinizi hım, şefim saydığım bir adamın nesi olduğunuzu bilmiyorum, Aradan her il:isine de çok uzun gelen birkaç dakika geçti. Nihayet Genç Ali yavaş yavaş doğruldu. Ellerini yüzünden çekti: — Mademki hakikati kısmen öğrendin, artık tamamını bilmen- de bir mahzur yok. Evet, ben gör- düğün gibi erkek değil, kadımım. Daha döğrusu bir genç kızım. A- sıl ismim Gülsüm... Kara Hasan sıçradı: — Kaytbayın kızı. — Tamam.. Mısır kölemeni Kaytbayın kızıyım. — Fakat bunu nereden biliyorsun, — Şimdi her şey gözümde ay- dınlandı. Doğru veya yanlış oldu- gunu bilmiyorum. Fakat kulağıma Cem Sultanın Mısırda iken sizin- le.., — Evet, doğru duymuşsun. Se- viştik. — Sonra, daha ben Rodosa gel. meden evvel sizin babanızın sara- yından kaçtığınızı duymuştum. — Evet, bu da hakikattir. — Yalnız, tabirimi mazur gö- rün. Böyle delice bir fedakârlık i-| çin babanızın sarayından kaçabi- leceğinize kat'iyyen ihtimal ver- memiştim. — Fakat görüyorsun ki bunu yaptım. — Ben de bunun için bana ina- nin ki şimdi size bir kat, kat daha küvvetli olarak bağlan- dım. Artık sizi Cem Sultanın bir vekili, bir parçası olarak tanıya- rum. Ve bunun için tamamiyle si- zin emrinizdeyim, — Yani her sözümü yapacaksın değil mi? — Tamamiyle.. Ne derseniz bu- nu Cem Sultandan gelmiş bir emir telâkki edeceğim. Ve size tamami- le itaat edeceğim. — O halde dinle! Sana emredi- yorum. Şimdiye kadar bana nasıl muamele etmişsen gene ayni şekil- de muamele edeceksin. Ve bana gene eskiden hitap ettiğin gibi sen diye hitap edeceksin! Bana emir vereceksin! Ve ben senin sözlerine itaat edeceğim. Kara Hasanhiç cevap verme- den sustu. Bu sırada dışarıdan bir ses duyuldu: — Kara Hasan! Genç Ali! Kır- mızı sakallı Jak sizi çığmyor. Ge- mi yaklaştı. Bu söz ikisini de hırekete getir- di. Her şeyden evvel iş yapmak, faaliyete geçmek lâzım geliyordu. Kara Hasan süratle zırhı Genç A- liye giydirdi. — Bu zırh halis Türk çeliğinden yapılmıştır. Hiç bir kılıç dele- mez. | Derhal yukarıya güverteye fır- ladılar. Orada karşılaştıkları man- zara çok gariplerine gitti. Gemici Feodon ön direğe sıkı sıkr bağ- lanmıştı. Ve kırmızı saakllIır Jakm adamları korkunç kıyafetleri ve vaziyetleriyle kılıçları — ellerinde | güverteye toplanmışlar, reislerinin kendilerine vermekte olduğu İza- hatı dikkatle dinliyorlardı. Kırmızı sakallı Jak, karşıların- daki gemiyi nasıl dalgaya düşüre- rek mağlüp edeceklerini, ve takip edecekleri plânı adamlarımna anla- tıyordu. Ha Karşıdan gelen gemi de iyiden iyiye onlara yaklaşmış bulunuyor- du. Nerede ise sonu meçhul olan bu kanlı ve heyecanlı vuruşma başlryacaktı. Kara Hasanla, Genç Âli de on-| lara doğru yürüdüler. (Devamı var) SAZAN: —62— B KOLALI İSHAK FERDİ KADIN Nil boyunda bir gezıntı yapıyorlardı . Emir Said birdenbire Leylânın boynu- | na sarılıvermişti . Sinemada Leylânın karşısın3 çıkan bu adam da kimdi ? Şimdi cinâyeti itiraf etmek sı- rası Leylâya gelmişti.. Birdenbire başını Ömere uzatarak güldü: — Haydi, şu açık alnımdan öp bakalım... — Neden yanağını vermiyor- sun da alnını uzatıyorsun? — Biraz önce; (onu öldüreni tanısam, alnından öpeceğim!) di- yen sen değil misin? Kafkasyalı bir zengin Bir hafta sonra.. İngiliz polisi araştırmalarına devam ediyordu. Mister Tomson, Prens İbrahi - min izi üzerinde yürüdüğünü ve yakında yakalanacağım söylemiş- ti. Leylâ ile Ömerden başka her - kes ve bilhassa Zeynep büyük bir ümit ve sevinç içinde idi. İbrahim hele bir kere meydana çıksın.. On- dan sonrası kolaydır, diyorlardı. Prenses Fatma kıymetli oğlunu kurtarmak için kesesinin ağzmı açmıştı. Bir gün Ömer, Leylâ ile sine - maya giderken, yolda eski bir ar- kadaşına rastladı. Bu adamın göz- lerinden Ömere mühim şeyler ıoy- lemek istediği anlaşılryordu. - mer, Leylâyı sinemaya bn'aktı_ — Ben arkadaşımla konuşaca- ğım. Sen sinemadan çıkınca doğ - ru eve git! Dedi. Leylâ sinemaya girdi: Ö- mer de arkadaşiyle uzaklaştı. Leylâ henüz karanlık salona girmemişti.. Sinema yeni boşalı - yordu. Leylâ bu sırada omuzunun dibinde duran uzunca boylu, siv- ri sakallr bir adamla göz göze gel- mişti. Adamın başında kıvırcık bir kalpak vardı. Giyinişinden belli idi ki, ya Rusyalı, yahut da Romanyalıya benziyordu. Sakallıydı.. Fakat yaşı kırk beşten yukarı değildi.. Çok şeh - vetli bakışları vardı, Leylnra gü- lümsiyen bu adam, genç kadımın , sinema salonuna girmesine mani olmak ister gibi bir tavırla yanına sokuldu: — Ruhunuzu boğacak olan bu karanirk salona girmekte ne ma - na var, hanımefendi? — Sinema vaktini ufak bir gezinti ile geçir - memize müsaade etmez misiniz? Leylâ hüviyeti meçhul adamın kibarlığına ve çok tatlı bir Azeri şivesiyle Türkçe konuşmasına ba- yılmıştı. Prens Ömerden başka bir er - kekle konuşmamağa yemin ettiği halde nasıl oldu da bu adama ka- pilrvermişti? Buna kendi de şaşı- yordu.. İtiraz edemdi: — Hay hay, dedi, ancak bir sa- at vaktim vardır. Nil boyunda ge- zebiliriz. Sakallı adam kendisini Leylâ . ya: — Kafkasya zenginlerinden E- mir Sait... Diye takdim ettikten sonra, kapıda sıralanmış otolardan biri- nin önünde durdu: — Buyurun hanrmefendi! Leylâ otomobile atladı.. Emir Sait, şoföre Nil boyunda bir ge- zinti yapacaklarını söyledi. Sine - -| manın önumlenywl&ıkr Yolda 'yavaş yavaş İkonuşuyorlardı: —— Benim Türk olduğumu nere- den anladınız, Emir Hazretleri? — Sinemanın kapısında ayrıl- dığınız centilmenle Türkçe konu- şuyordunuz, Tatlı sesinizi duyun - ca, elektrik cereyanına tutulmuş | bir insari gibi sarsıldım.. Ve sizin- le tanışmak istedim. Çoktanberi Miısırda mt bulunuyorsunuz? — Hayır.. Ancak iki ay kadar oldu. ' — İstanbul şivesiyle konuşu - yorsunuz., Zannederim oralısınız? — Evet.. İstanbulluyum! Ya BİZ?... — Rusyadaki kargaşalıklardan yakamit kurtarmak için ben de bir yıl önce Türkiyeye gelmiştim. B' raya geleli altı ay kadar oll!!“' — Ne işle meşgulsünüz? — Rusyada vali idim.. Buf’a’ ticaretle meşgulüm. Y centilmen kocanız mıdır? — Hayır.. Fakat, yı.kındl cam olacak. Kendisi prenstir: Emir Sait gülümsedi: — Onun Prensliği de benift Emirliğime benzer, Servetini betmiş bir adamın kuru uıh* Hİ vaniyle öğünmesi neye yarıf — Bunu nereden bılıyorıul'“' — Herkesin bildiği bir şey z" man zaman gazetelerde n rum, 5CN cH AA — Fakat, ona İngiltere İlü | meti servetini iade edecek. — Sizin'gibi zeki bir ai böyle bir vaade i manmaıma q ret ederim, Mis Nelsonun ölümür” den sonra, Prens Ömerin w.l“’di eskisinden bin kat daha tehlik*© düşmüştür. — Onu çok yakından lw”d gibi konuşuyorsunuz? 4 — Kendisini şahsen bugun İâr düm.. Gıyaben — mühim - bir W cianın kahramanı olduğu îçînî_ gazetelerde tanımıştım. İ , — PrensÖmerin bu fllî;ğb bir alâkası olduğunu rmu zantif” yorsunuz? — Şüphesiz. İngiliz zab ; mensup dostlarım, çok YM Prens Ömerin tevkif edilece” : bulaa mabroğ olarak et Böyle tehlikeli bir adamla b;; tınızı birleştirmenize şaşm kabil mi? AA Leylâ düşünmeğe bagllmğ Yeni tanıdığı bir adamın kef” , mef ne karşı gösterdiği alâkadan nun olmamış değildi. O, P"“,_!"İ ; mer ailesinden kolaylıkla YM | nr sıyırıp uzaklaşabilse, M dünyanın en bahtiyar ınııl“ caktı. (Devamı var) _:// ç --. v Ş birkaç| | gittim. EVYLJ DEG y AŞ Tefirka No. 62 Hattâ ciddi bir tavurla şunüu da söylüyordu: — Bu felâket asıl kendisi için hiç te hoşa gider bir şey olmıyacaktı. Çünkü bu evlenme ile sakat bir kadını bütün hayatınca sürüklemeğe mecbur olacak. tı! Halbuki, ben, sakatlığıma rağmen parlak, mü. kemmel bir kocaya malik olacaktım. Zaten onun be, nim bütün şikâyetlerime, sızıltılarıma beni teşyi et. mek için verdiği cevap bu idi. Hattâ öyle sanıyordum ki, onun bu sözleri beni kandırıyordu da... Gözlerimin önünde büyük bir parlaklıkla canlandırdığı bü güzel hayâle karşı sakat kalmağı diliyecek raddelere kadar gelmiştim. Kocam yine sordu: — Orndan sonra bu müthiş çapkını artık hiç gör. mediniz mi? — FHayır asla! Bu cok tehlikeli oyundan sonra artık bani ondan - uzaklıştırddan. Belki ben oradan Belki de onu gönderdiler. Birbirimizi artık hiç görmedik. Uzun senelerdenberi onun hatırasını ilk defa birisile konuşatak canlandırıyörüm, Biitlin fikrirmi, bütün varlığımı dolduran bir muammayı bir parçacık olsun anlamağa bana müsaade eden bu te. sadüfü takdis ediyorum. Siz ki, onu tanıyorsunuz. Bana öndan bahsediniz. Arif Nedret bana hemen cevap vermediği i. çin tekrar ısrar ettim: — Söyleyiniz... Onun adını söyleyiniz! Küçük bir tereddüt geçirdi. Sonra birden kararı. nı vererek: — Onunla Kalamış plâjında tanıştığım vakıt an. cak on iki yaşlarımda idim. Denizden hiç çıkmadığı için arkadaşlar arasında onu deniz kuşu diye çağı. rıyorduk. Uzun seneler geçtiği için asıl adını unut. tum... Belki o zamanda bilmiyordum... — Sonra ne oldu bilmiyor musunuz? — Birbirimizden Aayrıldıktan bir iki sene sonra öldüğünü bir arkadaşımdan işittim. Bîrdenbire rengim sapsarı oldu. Dilim dolaşarak: — Öldü mü diye kekeledim. Yüreğime sanki bir iğne saplanmıştı. Canlandırdığım hatıralarının sevinci, küçük oyun arkadaşımın izlerini bulmak umudu, ölümün, bu en sevgilileri biçip götüren ahretin bu kara elçisile mi karşılaşacaktı !... Kocam kayıtsız bir tavırla tekrar etti: — Ne yazık ki, o öldü! Bu kadar uzun seneler. den sonra bu haberin size bu kadar dokunacağını um. mazdım. ; Boğazım sıkışarak! — Çok dokundu dedim. Başımı eğdim. İnsafsız bir sukutu hayâl ile bü. tün varlığım acmmacak bir surette hurdehll ?.ı?” | gözlerim yaşlarla dolmuştu. A Bğr e Arif Nedret biraz alaylı: İ; | — Hadi sizde! dedi. O kadar uzak bir di | | çin ağlanmaz. Acı acı cevap verdim: gıuf’ — Hayatta korkunç bir surette Sevdiğim ve beni seven insanların hepsi me da ebediyen uyuyorlar... İçerimde yalnız şu $ bm' t ve aö | düşünceleri kalmıştı... Onun yaşadığını çu h ğgünü düşünmek kalbimde ölçüsüz tld'ı'w bcı'l# * dırıyordu. Belki günün birinde bir tesadüf ©F yolumun üzerine çıkaracaktı. — Sizi tanımazdı ki... — Şüphesiz! Belki de o kadar ezl)"i | şimarttığı küçük kızın bütün hatıraların! dbgkı y İN caktı. Fakat'ne olursa olsun yüreğ'ımin de yaşayan bu duygu benim için erni tatli biT ?pi' 'i idi. Bu o kadar az günqlmen mar istikbalin bana gülen, neşeli bir tâ , yordum. dl.ğ dlamadığım bu melankoli İle Üı'l' M züktü: şiddctle kapadı “f / h müun biricik, mesut bir sahifesi idi. Bm”n. I”' Arif Nedret beni saran ve gizl Ayağa kalkarak bana dofnı YM | Â ! di çi l # - A

Bu sayıdan diğer sayfalar: