2 MART — 11938 Tefrika No.56 Yazan: Murad Sertoğlu HABER — — Akşam postası postası AZAN: kai Genç Ali artık bir şey söylemi- yordu. Yalnız gittikçe artan merak ve heyecaniyle gözlerini kırpmak. sızın Kara Hasanı dinliyordu. — Sizin çok yorgun ve üzüntülü| bir gece geçirmiş olduğunuzu bi- liyor, bunun için eğer uyanmamış| iseniz uyandırmamayı tasarlıyor- dum. Bunun için kapının önüne ge- lince durdum ve dinledim. İçeri. den hiç bir ses gelmiyordu. Bir ke- re de anahtar deliğinden bakayım dedim. Ve baktım.. Genç Ali sapsarı, sonra kıpkır- mızı kesildi. Yüzünü elleriyle ört- tü. Kara Hasan devam etti: — O zaman hakikati ve aramız. daki farkı anladım. Fakat emin o- Tun ki bunu anlamam, hakkınızda beslediğim büyük saygıyı kaviy- yen eksiltmemiş, bilâkis artırmış- tır. Şimdi her şeyi anlıyorum. Cem Sultana benden başka bir bağla bağlısınız. Ve bunun için ölümden de müthiş olan bu sergüzeşte atıl- maktan korkmuyorsunuz. Bileği- nizde de görülmemiş bir kuvvet ve| maharet var. En usta silâhşorları bile yenecek kadar mükemmel ke) lrç kullanıyorsunuz. Bütün bunlar size karşı hürmetimi arttıran saiklerdir. Ve! beni size karşı siz diye hitap etti- ren sebep de gayet basit: Hakiki hüviyetiniz! rum. Padişa hım, şefim saydığım bir adamın nesi olduğunuzu bilmiyorum, Aradan her ikisine de çok uzun gelen birkaç dakika geçti, Nihayet! Genç Ali yavaş yavaş doğruldu. Ellerini yüzünden çekti: — Mademki hakikati kısmen öğrendin, artık tamamını bilmen- de bir mahzur yok. Evet, ben gör- düğün gibi erkek değil, kadınım. Daha doğrusu bir genç kızım. A- sıl ismim Gülsüm... Kara Hasan sıçradı: — Kaytbayın kızı. — Tamam.. Mısır Kaytbayın kizıyım. nereden biliyorsun. kölemeni Fakat bunu — Şimdi her şey gözümde ay- dınlandı. Doğru veya yanlış oldu- ğunu bilmiyorum, Fakat kulağıma Eg Sultanm Mısırda iken sizin- e — Evet, doğru duymuşsun. Se- viştik. — Sonra, daha ben Rodosa gel. meden evvel sizin babanızın sara. yından kaçtığınızı duymuştum. — Evet, bu da hakikattir, — Yalnız, tabirimi mazur gö- rün, Böyle delice bir fedakârlık i- çin babanızın sarayından kaçabi. leceğinize kat'iyyen ihtimal ver. memiştim. — Fakat görüyorsun ki yaptım. — Ben de bunun için bana ina- nın ki şimdi size bir kat Ubirkaç kat daha kuvvetli olarak bağlan- dım. Artık sizi Cem Sultanın bir vekili, bir parçası olarak taniyo- rum. Ve bunun için tamamiyle si- zin emrinizdeyim, olan| bunu! — Yani her sözümü yapacaksın değil mi? — Tamamiyle.. Ne derseniz bu- nu Cem Sultandan gelmiş bir emir! telâkki edeceğim. Ve size tamami- le itaat edeceğim. — O halde dinle! Sana emredi- yorum. Şimdiye kadar bana nasıl muamele etmişsen gene ayni şekil- de muamele edeceksin. Ve bana gene eskiden hitap ettiğin gibi sen diye hitap edeceksin! Bana emir vereceksin! Ve ben senin sözlerine itaat edeceğim. Kara Hasan hiç cevap verme- den sustu. Bu sırada dışarıdan bir Şimdi cinâyeti itiraf etmek sı- rası Leylâya gelmişti.. Birdenbire başını Ömere uzatarak güldü: — Haydi, şu açık alnımdan öp bakalım... — Neden yanağını vermiyor- sun da alnını uzatıyorsun? — Biraz önce; (onu öldüreni tanısam, alnından öpeceğim!) di- yen sen değil misin? Kafkasyalı bir ses duyuldu: zengin — Kara Hasan! Genç Ali! Kır- Bir hafta sonra.. mızı sakallı Jak sizi çağırıyor. Ge- İmgiliz polisi araştırmalarına yaklaştı. devam ediyordu. le e Me Vee bit ai e getir- min izi üzerinde yürüdüğünü ve yakmda yakalanacağını söylemiş- ti, Leylâ ile Ömerden başka her - kes ve bilhassa Zeynep büyük bir ümit ve sevinç içinde idi, İbrahim hele bir kere meydana çıksın.. On- dan sonrası kolaydır, diyorlardı. Prenses Fatma kıymetli oğlunu kurtarmak için kesesinin ağzını açmıştı. Bir gün Ömer, Leylâ ile sine - maya giderken, yolda eski bir ar- kKadaşına rastladı. Bu adamın göz- lerinden Ömere mühim şeyler söy- Temek-istediği anlaşılıyordu. Ö-. mer, Leylâyı sinemaya bıraktı: — Ben arkadaşımla konuşaca- Zum, Sen sinemadan çıkınca doğ - ru eve git! Dedi. Leylâ sinemaya girdi: Ö- mer de arkadaşiyle uzaklaştı. di. Her şeyden evvel iş yapmak, faaliyete geçmek lâzım geliyordu. Kara Hasan süratle zırhı Ve A- liye giydirdi. — Bu zırh halis Türk çeliğinden yapılmıştır. Hiç bir kılıç dele mez. Derhal yukarıya güverteye fır- ladılar. Orada karşılaştıkları man- zara çok gariplerine gitti. Gemici Feodon ön direğe sıkı sıkı bağ- lanmıştı, Ve kırmızı saakllı Jakm adamları korkunç kıyafetleri ve vaziyetleriyle kılıçları “ellerinde güverteye toplanmışlar, reislerini; kendilerine vermekte olduğu iza- hatı dikkatle dinliyorlardı. Kırmızı sakallı Jak, karşılarm. daki gemiyi nasıl dalgaya düşüre- Nil boyunda bir gezinti yapıyorlardı . i Emir Said birdenbire Leylânın boynu:- na sarılıvermişti . Sinemada Leylânın KarŞısi çıkan bu adam da kimdi? -mânın: önünden ayrıldılar. Yolda e m a m — O5KOCALI İSHAK FERDİ KADIN lümsiyen bu adam, genç kadının sinema salonuna girmesine mani olmak ister gibi bir tavırla yanına sokuldu: — Auhunuzu boğacak olan bu karanlık salona girmekte ne ma - na var, hanımefendi? Sinema vaktini ufak bir gezinti ile geçir - memize müsaade etmez misiniz? yıl önce Türkiyeye gelmiştim. Br raya geleli altı ay kadar oluyo” — Ne işle meşgulsünüz? — Rusyada vali idim.. Burad* ticaretle meşgulüm. Y: centilmen kocanız mıdır? v4 — Hayır.. Fakat, yakında cam olacak, Kendisi prenstir. Emir Sait gülümsedi: Leylâ hüviyeti meçhul adamın) O — Onun Prensliği de beni” kibarlığına ve çok tatlı bir Azeri Emirliğime benzer, Servetini şivesiyle Türkçe konuşmasa ba.| betmiş bir adamın kuru amnleti İ yılmıştı. vaniyle öğünmesi neye yarar? Prens Ömerden başka birer-| © — Bunu nereden biliyorsun” kekle konuşmamağa yemin ettiği| & — Herkesin bildiği bir şeye 7 halde nasıl oldu da bu adama ka-| man zaman gazetelerde okuff” pılıvermişti? Buna kendi de şaşı- yordu.. İtiraz edemdi: — Hay hay, dedi, ancak bir sa- at vaktim vardır. Nil boyunda ge- zebiliriz. Sakallı adam kendisini Leylâ - rum, — Kafkasya zenginlerinden E- mir Sait... Diye takdim ettikten sonra, kapıda sıralanmış otolardan biri- nin önünde durdu: — Buyurun hanrmefendi! Leylâ otomobile atladr.. Emir Sait, şoföre Nil boyunda bir ge- zinti yapacaklarını söyledi. Sine - düşmüştür. yavaş yavaş konuşuyorlardı: — Benim Türk olduğumu nere- den anladınız, Emir Hazretleri? — Sinemanın kapısında ayrıl. dığınız centilmenle Türkçe konu- şuyordunuz. Tatir sesinizi duyun - yorsunuz? — Fakat, ona İngiltere hül meti servetini iade edecek. — Sizin gibi zeki bir ka böyle bir vaade inanmaşına h9 ret ederim, Mis Nelsonun ölün bağ den sonra, Prens Ömerin vaziY€ eskisinden bin kat daha tehlike? — Onu çok yakından tani, gibi konuşuyorsunuz? odan — Kendisini şahsen bugün gr düm.. Gıyaben — mühim bir” cianm kahramanı olduğu için gazetelerde tanımıştım. . — Prens Ömerin bu faci#! bir alâkası olduğunu mu'zan! — Şüphesiz, İngiliz mensup dostlarım, çok Prens Ömerin tevkif edi bana mahrem olarak söy! vi gla , rek mağlüp edeceklerini, ve takip edecekleri plânı sirin anla- tiyordu. ' başlryacaktı, (Devamı var) AYY. EW DAS ÖZ TAİ Terirka No. 62 Hattâ ciddi bir tavurla şunu da söylüyordu: — Bu felâket asıl kendisi için hiç te hoşa gider bir şey olmıyacaktı. Çünkü bu evlenme ile sakat bir kadı bütün hayatınca sürüklemeğe mecbur olacak. tı? Halbeki, ben, sakatlığıma rağmen parlak, mü, kemmel bir kocaya malik olacaktım. Zaten onun be, nim bütün şikâyetlerime, sızıltılarıma beni teşyi et. mek için verdiği cevap bu idi. Hattâ öyle sanıyordum ki, onun bu sözleri beni kandırıyordu da... Gözlerinin önlinde büyük bir İ parlaklıkla canlandırdığı bu güzel hayâle karşı sakat Xalmağı diliyecek raddelere kadar gelmiştim. Kocam yine sordu: — Ondan sonra bu müthiş çapkını artık hiç gör. meğdiniz mi? —H Bu çok tehlikeli oyundan sonra uzaklaştırdılar, Belki ben oradan nderdiler. Birbirimizi artık erdenberi onun (hatırasını ak canlandırıyörüm. Bütün fi w varlığımı dolduran bir muammayı bir parğı e olsun anlamağa bana mlsaade eden bu te. sadüfü takdis ediyorum. ii FN Leylâ henüz karanlık salona girmemişti.. Sinema yeni boşalı - yordu. Leylâ bu sırada omuzunun belli idi ki, ya Rusyalı, yahut da vetli bakışları vardı. Leylâya gü- i Romanyalıya benziyordu. — Evet. İstanbulluyum! Ya| nt sıyırıp uzaklaşabilse, Kara Hasanla, Genç Ali de on-| | Sakallydr. Fakat yaşı kek| siz?e. dünyanın en bahtiyar i insane lara doğru yürüdüler, beşten yukarı değildi.. Çok şeh -| o — Rusyadaki kargaşalıklardan! caktı. Siz ki, onu tanıyorsünuz. Bana ondan bahisediniz. Arif Nedret bana hemen cevap vermediği. çin tekrar ssrar ettim: — Söpleyiniz... Onun adın söyleyiniz! Küçük bir tereddüt geçirdi. Sonra birden kararı. nr vererek: — Onunla Kalamış plâjında tanıştığım vakıt an. cak on iki yaşlarında idim. Denizden hiç çıkmadığı için arkadaşlar arasında onu deniz kuşu diye çağı. rıyorduk. Uzun seneler geçtiği için asıl adını unut. tum... Belki o zamanda bilmiyordum... — Sonra ne oldu bilmiyor musunuz? — Birbirimizden ayrıldıktan bir iki sene sonra öldüğünü bir arkadaşımdan işittim, Birdenbire rengim sapsart oldu. Dilim dolaşarak: — öldü mü diye kekeledim. Yüreğime sanki bir iğne saplanmıştı. Canlandırdığım hatıralarının sevinci, küçük oyun arkadaşımm izlerini bulmak urudu, ölümün, bu en sevgilileri biçip götüren ahretin bu kara elçisile mi karşılaşacaktı!... Kocam kayıtsız bir tavırla tekrar etti: — Ne yazık ki, o öldü! Bu kadar uzun seneler. den sonra bu haberin size bu kadar dokunacağını um, mazdım. Boğazım sıkışarak? — Çok dokundu dedim. Başımı eğdim, İnsafsız bir sukutu hayâ) ile bü. ö ok ca, elektrik cereyanına tutulmuş bir insan gibi sarsıldım.. Ve sizin. le tanışmak istedim. Çoktanberi yorsunuz.. Zannederim oralısınız? yakamı kurtarmak için ben de bir Böyle tehlikeli bir adamla ve. # tmızı birleştirmenize şaşi kabil mi? Ji başla Karşıdan gelen gemi de pa dibinde duran uzunca boylu, siv-| Mısırda mı bulunuyorsunuz? Leylâ düşünmeğe ei iyiye onlara yaklaşmış bulunuyor-| ri sakallı bir adamla göz göze gel) | — Hayır.. Ancak iki ay kadar! Yeni tanıdığı bir adamın e du, Nerede ise sonu meçhul olan| misti. Adamın başında kıvırcık| oldu. ne karşı gösterdiği alâkadan bu kanlı ve heyecanlı vuruşma| bir kalpak vardı. Giyinişinden| & — İstanbul şivesiyle konuşu -| nun olmamiş değildi. O, Prem? mer ailesinden kolaylıkla mili (Devamı var) tün varlığım acınacak bir surette bune gözlerim yaşlarla dolmuştu. Arif Nedret biraz alaylı: — Haği sizde! dedi. O kadar uzak'bir çin ağlanmaz. Ac acı cevap verdim: — Hayatta korkunç bir sürette El Sevdiğim ve beni seven insanların hepsi da ebediyen uyuyorlar... İçerimde yalnız $ düşünceleri kalmıştı... Onun yaşadığını V€ ğünü düşünmek kalbimde ölçüsüz rm dırıyordu. Belki günün birinde bir tesadüf d yolumun üzerine çıkaracaktı, ei — Sizi tanımazdı ki... ş9 — Şüphesiz! Belki de o kadar eziyet sz Şimarttığı küçük kızın bütün hal caktır. Fakatne olursa olsun yüreğimin de yayan b duygu benim işi en ti a idi. Bu o kadar az güneşlenen mazimin. mun biricik, mesut bir sahifesi ıgi, Bütü” di mr istikbalin bana gülen, neşeli bir yordum. 'Arif Nedret beni lemey* * olamadığım bu elini deni ri züktü! we” | Ayağa kalkarak bana doğru Yür” vi. şiddetle kapadr, ee EW ei ii an VA