| | | ) y , i Kibar düşkünü nün dostları... ' ? oo Yazan daya girdikleri zaman abab | DeSsas düşmanımıza gene desise ile karşı koymalıyız. Demin Burada bulunan Kardinal- ların peşlerine adam koyup takip ettirmeliyiz. —i Birinci sesin sahibi, hizmetçinin tüne uzanmış yatarken, apartıma- nın kapısmdân doğru kulağıma $u sesler çalındı: — Eee, sizin beyden ne haber? — Bizim beyden ne haber ola- cak ki? — Evde değildir her halde.. — Niçin evde olmasın?!... Ev de! İkinci ses, hizmetçimin sesiydi. Birinci sesin sahibi, hizmetinin verdiği bu cevap üzerine, bir an hayret etmiş gibi sustu; sonra, s6- vinç içinde haykırdı: — Evde mi?.. Ne diyorsun al - Tah aşkıma?... Deme yahu?.. Doğ - Yu söyle! — Doğru söyliyorum, efendim! Bey, evde, — Emin misin? — Eminim. Daha şimdi gözle- rTimle gördüm. Kanepenin üstüne uzanmış; kitap okuyordu. — Demek ki yanma girebili - Yim?.. Sakın hasta masta olma . sn? — Allaha emanet, hiç bir şey - tiği yok.. Aslan gibi! — Hayret, hayret!.. Beni be - Yin yanma götür öyle ise... | Hizmetçimle konuşan adamı, “ünden tanmıstım: İsmi Sudur! “İân bu adamcağız, ehibbadandı! EN memleket ki, bir rastladığına bir daha rastlamak kabil değil... Ar - « kadarına b'r gün barkalardan bi- tinin kiresinde memurken tesa . düf edivor:un; sonra bir de işiti - Yorsun ki, Amerikalı bir zengin! nla evleğerek Avrupanın fa - yerine gitmiş... Diğer birini | kendi şahsma ait bir lüks otomobi | linde, pür gurur görüyorsun: Me. tayyare piyangosundan otuz lira para almış! Bir müddet sonra, herifin parayı tükettiğini; bir vatronun taksisinde şoförlüğe ığını öğreniyorsun!,. Vel - Pası #etanbul böyle bir İstanbul... Hizmetçimle yuarıki sözleri ko. Puştuğu esradı kendisini sesin - den tenrdığım Suduri bey de bu il ahbaplardan biriydi! Ha - ? : Onu, galiba, geçen se- Ve, Yat kulübünde Burhan Cahit Bey stadımızın da'ma oltmda o- görmemiştim.. Hoş, İstanbul öyle İrmağı itiyat edindikleri meşhur ye gölgesinde görmüstüm.. #tta, hafızam Beni şaşırtmıyor - i Suduri Bey, bana bir icki tek - © etmisti. Tam masanm başına ki, uzaktan yakından bir - yek tanıdıklar, ürük tarık — san. e yıldır sohbetimize müştak Ne gibi — sökün etmeğe baş. çi hepsi de Suduri beyin et , mraldılar... Orlar da kendile. lü bir şevler smavlattılar; Su - Sağ bey. kimin gönlü neyi cektiy. k kuzu Kuzu mmarlardı. Esasen *ndisi, sosyetede mavet centil - Ken Mededilindi... İyi kalpli, di. e bavrhah ve böndü. SN ak-t, Kavret doğr: Ases m seneye —o da umumi dn Merde — görüştüğümüz Su. e beni evimde ziyareti — ği ne acaba?.. | Hizmetçim önde, o arkada, o - mm betini benzini oldukça sol . gun, ahvalini fena buldum. Fakat dudaklarının ve gözlerinin etra - fında, gene o eski kibar tebessüm, yorgun çehresini süslüyordu. — Vaay, maşallah Suduri bey... Sefa geldiniz!.. Ne iyi ettiniz de teşrif buyurdunuz! - diye ayağa kalktım. - Zatı âlinizle bir sene - dir görüşemedik 'galiba?.. — Hayır, bir sene değil, iki se- nedir görüşmedik. En son teşer - rüfümüz evvelki sene, Yat kulü - bünde idi. — Hey gidi zaman hey -de- dim. - Eee, işler ne âlemde baka- İm? Fabrika tıkırında ya inşal - lah? Eliyle, “ne diyorsun, efendi!,, manasında bir işaret yaptı. Öksü. rür gibi güldü: — Bizim fabrika merhum ol - du.. — Demeyin! — “Demeyin” i yok.. Buiş böyle... — diyerek sarki neşeli bir şey söylüyormuş gibi 'gülmekte devam etti, — Fabrikanm yerin - de yeller esiyor.. Hatta, fabrika - dan sonra ötomoebil garajı tesis ettim; o da hapı yultu.. Derken spor malzemesi satan bir dükkân açtım... Herkesin ayağı Zeki Ri - zanınkine alıştığı için benimkine uğrıyan olmadı... O iş de gürledi Hem de gümbür gümbür... Bu feci sözleri söylediği'esna “ da, sanki mesut bir haber veriyor. muşşasına gözlerinin içi gülüyor - du. — Evet, gümbür gümbür... Hah hah hah... Mahvoldum.. Bütün servetimi elden ç'kardım... Ge. çenlerde kârlı bir işe giriyorum diye paramın geri kalanmı borsaya koydum... Genc tali so - murtuk surat gösterdi... Şimdi ar- tık sıfırülyedim,., Oh, sen sağ ben selâmet!. Maamafih zarar yok... Fransova Jozefin bir sözü varmış: Dünya yüzünde ölümden gayri! her şey kabili telifidir! demiş... Ben de bu sözü düşünerek teselli buluyorum. Hem eş dost olsun... Elbette elbirliğiyle beni yuvarlan- dığım uçurumdan çekip kurtarır - lar.. Öyle değil mi? Sustum. Cevap vermedim. Büyük bir dikkatle tırnaklarımı! tetkik ederek: — Evet, ihtimal.. « dedim ihti- mal.. Yardım edenler bulunur... — Öyle ya efendim: Dünya yüzünde ehli mürüvvet kimseler bulunur! Gözlerimi bir ân tırnaklarım dan ayırarak, Suduri beye seri bir nazar atfettim ve gördüm ki, dos tum, kemafissabık şen, şatır, gü - lümsüyor. Demek, benden bir şey istemesi nevinden her hangi bir tehlike melbuz değildi, Maama - fih, her ihtiyata riayeten lâfın mecrasmı değiştirmeği kârı akıl buldum. — Bünyamin zadeyi gördüğü- nüz var mı? . diye sordum. (Bu Bünyamin zade, vaktiyle Suduri - nin etrafında dolaşan otlakçılar . dandı.) Sudurri bey, bir kahkaha attı: — Sormaym, birader, sorma - yın! — dedi — Bünyamın zade o. lar adam değil, yahu.. Koydunsa Tefrika No. 33 Geçen kısımların hülâsası | Cem Sultan Vatikanda mahpus fur, O zaman Kardinal olan Bor | ilya papa olmak için muhtelif | , kimseleri zehirliyor. Hekimbaşı du esrarengiz zehirleyiciyi araş- tırıyor, Borjiyanın kızı Lükres Cem sultana âşıktır. Gece gizli- ce onun odasına girmiştir. — Ben de bunu düşünerek on- ları buraya davet etmiştim. — Öyle zannediyorum ki bu ca- niyi çabuk ele geçirmemiz lâzım- dır. Çünkü bu cani izi üzerinde yürüdüğümüzü öğrenince bizim için daha tehlikeli olacaktır. Zatı akdeslerinin hayatından evvel be- nim hayatıma kastetmek için çalı- şacaktır, — Doğru söylüyorsun. Bu alça- ğrn kullandığı zehirin cinsini keş- fedebildin mi? — Henüz keşfedemedim. Yal- nız muhakkak olan bir nokta var- sa, bu zehirlerin bugünkü ilim gözünde meçhul olduklarıdır. Öy- le zannediyorum ki bu zehirin menşei Afrika veyahut Endülüs- tür. — Diyorum ki, bu gece burada bulunan kardinalleri derhal tev- if etlitirp, cani? cehenneme sima © Sap ederse bü- elleri gebertirim. — Bunu tavsiye etmem. Bugün elimizde bunlardan birinin bu ci- nayeti yapmakta olduğunu isbat e- decek hiç bir vesika yok. Böyle bir şeye tevessül ederseniz başta Na- poli olmak üzere Venedik, Fransa ve hattâ Romanın içinde pek çok düşmanlar kazanabilirsiniz ki, bu da mevkiiniz için hiç de iyi ve ar- zu edilir şey değildir. — Doğru söylüyorsün.. Peki, yane yapmalı? Ne yapmalı? — Dessas düşmanımıza gene desise ile karşı koymalıyız. Demin burada bulunan kardinallerin peş- lerine kendilerine fevkalâde itimat| edebileceğimiz adamlar koyalım. Ve bunları adım adım takip ede- er gen ça, si Aİ Cuba bul... Kaç keredir evine gidiyo rum; kendisini telefonla arıyo - rum; yok, yok, yok!.. Anlaşılan gene kadınların peşine düştü kâ fir?! Ece, elbet, elbet... Bekâr a - dam!.. Hah hah. Geçenlerde gene telefon etti idim: “Alo alo!,, bak- tım, Bünyamin zadenin sesi! “ —— Kimsiniz ?,, diye sordu. “Su. duriyim!,, dedim. Lâhzanın için- de bir kadın sedası peydalanıver- is “— Bünyamin zade evde de - gil! Kapayın telefonu!,, deyip kestirdi... Hah hah hah... Gülüne- cek şey! Ben, her nedense, elimdeki ki. tabı sayıfalarmı çevirip duru - yordum. Sordum: — Sarı Hamitlere gidiyor mu- sunuz? — Sarı Hamitler mi .. Biçare- nin işten güçten başını kaşıyacak zamanı yok ki... İstanbul çok da - ğımık şehir, efendim... İnsan tüc - car oldu muydu, bütün zamanımı) o Yazan: Murad Sertoğlu Tim. Elbet günü birinde hakiki ca-| niyi ele geçirebiliriz. — Ah, o günü bir görebilsem! — Dikkatli hareket edersek o| günü yakın bir istikbalde görecek- siniz! — Şu caniyi meydana çıkarabi- lirsen sana her istediğini verece- ğim, Fariyani! — Lütfunuzun her zaman hay- ranıyım, muhterem papa! Yalnız rica edeceğim nokta, daha evve!- den hazırlamış olduğum şu kâğıdı imzalamanızdır.. Emin olunuz ki yakınen kendi hayatımm büyük bir tehlikede olduğunu bildiğim -| den imkân dahilinde olan ve olmı- jan her şeyi yapmağa çalışacağım. Papa, hekimbaşının uzattığı kâ- ğıda göz gezdirdi: “Bu kâğıdın hamili bilâsual her istediği vakit her istediği yere gir- mekte ve çıkmakta serbest olduğu gibi istediği kimseyi yahut kimse- leri tevkif, hattâ katletmeğe dah mezundur, Bütün askerlerime ve tâbilerime kendisine tam itaat et- melerini emrederim.,, Papa derhal kâğıdı imzalayıp mühürliyerek hekimbaşı Fariyani-| ye iade etti. Ve sordu: — En fazla kimlerden'şüphe e- diyorsan hiç çekinmeden isimleri. ni söyle.. Ben de ona göre hareket edeyim. — Size tavsiyem, evvelâ hiç kimsenin verdiği bir şeyi yememe- niz, kimseden hediye kabul etme- meniz, ve hiç kimsenin yanınıza fazla yaklaşmasına müsaade et- memenizdir. Kimlerden şüphe et. tiğime gelince, en başta.. — Bittabi kardinal Pol'ün gel- mesi lâzım. Çünkü benden sonra papa olması en kuvvetli olarak ih- timal dahilinde olan odur. — Evet. Sonra ikinci olarak kardinal Jüstinyen gelir. Bunlar- dan maada daha ancak iki kardi- nal var, — Biri Fernando, öbürü de Bor- Jıya.. — Ben de tamamiyle bu fikir. mesleğine vermek mecburiyetin - de kalıyor kendi keyfine sarfede. cek vakti olmuyor. Ne zaman evi. ne uğrayıp onu ârasam, kâh mah - kemede diyorlar, kâh bir iş husu - sunda görüşmek üzere öğle veya akşam yemeğine davetli bulundu. ğunu söylüyorlar... Soruyorum: “Beyi ne vakit bulabilirim?,, “Bi lemeyiz!,, diyorlar. “Peki ama ben mutlaka onu görmek zarure - tindeyim! Kendisine deyin ki: Suduri bey yani dostun Suduri bey, bir dakika bile olsa seninle görüşmek istiyor! Deyin... Ran - devü tayin etsin!,, Kaç kereler evindekilere bu sözleri söyliyerek adresimi bıraktım... Adresimi al - miş mı zannediyorsunuz? Yok e fendim, ne münasebet?1.. Hoş alsa ve mektup yazsada faydr yok ki... Postalar pek imtizamsız... Güven olmuyor; değil mi? Düşünceli bir halde: — Güven olmuyor ! — diye mı- rıldandım, (Arkası yarın)” deyim. Bu muhterem kardinaller. den şüphe etmek kenim için bü- yük bir istıraptır. Fakat hak ve a- dalet uğrunda kendilerinden şüp- helenmemiz lâzım. Başka bir şey konuşmadılar. Pa- pa ayağa kalkarak kapıya doğru ilerledi. Ve Fariyani yerlere kadar eğilerek kendisini selâmladı. Hekimbaşı yalnız kalınca gene ocağın karşısına geçti. Gözlerini a- levlere dikerek düşünmeğe başla- dı. Dudaklarından: — Bu işi kardinal Pol de yapa- maz, Jüstinyen de yapamaz, Fer- dinando da.. Bunu yapsa yapsa Borjiya yapabilir. kelimeleri dö- küldü, Sonra papanın imzaladığı kâğı- dı uzun uzadıya tetkik etti. Netice. de kafasmı iki yana doğru salla- | dı: — Mükemmel! diye mırıldandı. Hapı yutacaksın! Seni zehirli bir yılan gibi yakalayıp geberteceğim. | Kendini koru benden, Borjiya! sie ni DOBÜSSON'UN ESRARI l Dan!. dan!..dan!.. dan!..dant. | dan!.. dan!.. dan!. dan!.. Saat dokuz! Rodos şatosunda Dobüsson'un sırlı saati başladı. Bu saatte herkes odasına çekil- | miş olmak (mecburiyetindedir. Hattâ bu emre Osmanlı padişahı Sarı Bayazıddan bir hafta evvel yirmi bin çil altın duka getiren ve | şatoda misafir edilen Tevhit reis- le adamları bile itaate mecburdur- lar. Koridorlarda ağır ağır yürüyen nöbetçilerin ayak seslerinden baş- ka hiç bir ses, sada yok. Şato tam bir sükündadır. Dobüsson, ihtiyar kurt dairesin- deki bütün kapıları sımsıkı kapa- dı. Sürmeleri sürdü. Sonra eline masanın üzerinde duran bir şam» danı alarak küçük bir kapının ö- nüne geldi. Cebinden çıkardığı küçük bir anahtarla bu kapıyı aç- tı. Bir ucu yukarıya doğru çıkan ve bir ucu da aşağıya doğru inen bir merdiven göründü. Gizli mer- divenin bir ucu şatodakilerin “Ağ- ryan kız kalesi,, ismini verdikle- ri esrarengiz kuleye çıkıyor. Öbür ucu da kale duvarının dışına çıkan gizli tünelin methaline açılıyor. du. ğ (Devamı var) ERİ HABER AKSAM POSTASI IDARE EVI Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : Istanbul 214 Telgral adresi ; İstanbul HABER Yazı işleri telotonu «24812 idare velân 2437 ABONE ŞARTLARI Türkiye, — Eçmebi Senem 1400Kr 2700Me. S ayık 730 » 180 A ayi 400 880 7 *ayik 80 300, İLÂN TARİFESİ Ticaret iHânlarının satır 12,80 Mesmi ilâmların 10 kuruştur. Sahrbi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası