10 Ocak 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

10 SONKANUN — 1936 <—. Y%ilköyde tabiatın ortasında %R!lyomm Uğraştığım şeyler: arih ve edebiyat... Fakat, kim- seyle konuşamıyorum... Çünkü, anlamıyorlar... Yegâne dostlarım Bir yaz günü, penceremde otur- muş, divan okuyordum. Bir de baktım: Duvara bir genç tırmanmış: Âta biner gibi oturuyor. dı:u:aln kız mıydı? Oğlan miy- O da benim baktığımı gördü. l_ımsıyerek Nedimin bir mıs- ramı okudu: Ü E Kız mMmısım, A oğlan mısın kâ- fir... — Ay, bunu düşündüğümü ne- reden tahmin ettiniz? - dedim. — Tahmin etmek değil, anla- dım... Hey gidi koca Nedim hey... Geldim işte... — Kim Nedim? — Siz... Ve ben de: “Cuma na- Mazına diye annesinden izin alıp gizli yollardan sizinle birlikte “Sa- dabada,, gidecek olan çocuk... Öyle şeffaf, hoş bir kahkaha i- i# güldü ki... Pek şakacı şeydi, bel- N — Niçin öyle duvarın üstünde oturuyorsunuz? Aşağı inin! - de- dim. — Duvara çıkmama sebep, ma- lüm ya, İbrahim paşaya ve Sul- tan Ahmede karşı isyan var... A- silerden kaçtım... — Bana edebiyat tarihimizi ya- şatıyorsunuz... Gelin içeri... Sırtında bir al atkı vardı. Bunu dikenlere takıp yırtmamağa gay- ret ederek aşağı atladı: O gül endam bir al şale bürünsü.: yürüsün Ucu gönlüm gibi andınca sürünsün yürüsün! Beyitini okudu. — Buna benzettiniz?... mi?.,. - diye sordu. Şaştımı: — Evet... Aynıyle, ben de bunu düşünmüştüm! — Bakmız, nasil anlıyorum.. Çünkü, ben, her dimağa girerim... Değil | ham perisiyim... Yalnız senin de- ğil, Nedimâ! Ayni zamanda Naili- nin, Ruhi Bağdadinin de ilham perisiyim... Demin okuduğum be- yit, bana söylenmiştir. Güldüm: ' — Demek, benim Nedim oldu- ğumda israr ediyorsunuz? Güzel kız, salıncağıma kurul- du. — Tabit değil mi?... - dedi. - Hattâ torununuz Yahya Kemal bi- le “Bir hamak... Kmd& mavi gözlü Züleyhayı sallamak...;, de- diydi... Bakın, nasıl sallanıyorum. Bu acaib kız, bana ne şirin gö- rünüyordu. Acaba, tali, bana, sev- gilimi mi göndermişti?... Nihayet, ona kavuşmuş muydum?... Fakat, içerden, amcazadem ses- lendi. Hemien gittim: — Ağabey, bir kadını arıyorlar. Tımarhaneden kaçmış... Vaktile kocasını, sonra da dört âşığını ze- hirlemiş... - dedi. - Sırtında bir al atkı varmış... Sakın seninle konu- şan olmasın?... - dedi. İşte o zaman, bütün hayalle- nettiğim insandan ayrılmak lâzım geldi. — Hyet., Ol: « dodim. - Zaten ben de teslim edecektim... Haydi git, polislere haber ver... Nakleden : Hatice Sitreyya W Göz Hekimi ' Dr. Şükrü Ertan Cağaloğlu Numosmamye cad. No. 30 (Cağaloğlu Eczanesi yanında) Salı günleri meccanendir.. THABER AKŞAM POSTASI İDARE EViİ Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf adresi : Istanbul HABER Yazı işleri telofomnu : 23872 : 248370 '|dare ve ilân ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senetik 1400 Kr. 2700 Kr. 6 aylık 7230 & 1450 » a aylık 400 » 800 , 1 aylık 150 » 200 İLÂN TARİFESİ Tıcaret iİlânlarının satiri 12,50 Resmi ilânların 1O kuruşğtur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us || Basıldığı yer (VAKIT) matbaası —- - Beyinlerin içine hâkimim. Ben, il- HABER Akşam postası rim yıkıldı. Çok uyuştuğumu zan- |. Te'îFrü ka No. Yazan: Murad Sertoğlu Meyhaneci fahtabacak sarardı: Sakın delikanlı kıyafetindeki şeytanın ona verdiği altın da kendisi gıbı yok olmasın ? cebine daldırdı İhtiyar bir kor-| Geçen kısımların hülâsası Rodosta Kanlı Balta meyhane- sinde Kırnuzı sakallı Jak, a- damlarile Rodos şöva'yesi Do- büssona Sultan Bayezidin gön derdiği yirmi bin düka altını ta şıyan gemiyi nasıl ele — geçire- ceklerini düşünürken Ancello adında biri, kendisile alay ei- mek istiyen Jakn muavini Va- leroyu dövüşte — mağlüp ede- rek onlara iltihak ediyot. Bu sırada meyhaneye çok genç bir delikanlı girmiştir. Vedero bu delikanlıya da ça- tıyor. Fakat delikanlı haydutlara meydan — oluyor. Tam mağlüp olacağı zaman bir denbire etraf zifiri karanlıkta kalıyor. Bu ses üzerine yeniden birçok gürültüler oldu, masalar, iskemle- ler yeniden devrildi. Ayni hâ- kim ses yeniden duyuldu: — Herkes burada mı? — Evet! — Buradayız! — Boşaltın öyleyse tabancala- rınızı karşınıza ! Birdenbire fitilleri ateşliyen çakmak sesleri duyuldu. Sonra ku- lakları patlatan seslerle tabanca- lar boşaltıldı. Alçak tavanlı mey- hane bir anda keskin bir barut kokusuyla doldu. Bu usul, o devir haydutları ta- rafından sık sık kullanılırdı. Böy- le âni bir baskım karşısında her- kes reisin sesinin geldiği tarafa koşar ve sonra tabancalarını kar- şılarındaki düşmana doğru boşal- tılırdı. Bu suretle birbirlerini vur- maktan kurtulurlardı.- Tabancaların gürültüsünden sonra meyhaneyi büyük bir sükü- net kapladı. — Hapı yuttular galiba! Hey, tahta bacak! Yak şu ışığı baka- İrm. Tezgâhm altından bir homurtu yükseldi. Anlaşılan topal meyha- neci ne olur, ne olmaz diye tezgâ- hın altına gizlenmis, ve orada hâ- disenin sonunu bek!emişti. Şimdi gene meyhanenin şura- sından burasından bir takım inil- tiler duyulmağa başladı. Valero: — Düşmanlar henüz geberme- mişler! Şu ışığı yak da şunların canını bir an evvel cehenneme gönderelim. Önce bir çakmak sesi düyuldu. Bunu müteakip üflenen bir fitil ve nihayet hafif bir ışık meyhaneyi kapladı. Tabancaların çıkardıkları du- | manlar kısmen dağılmıştı. Fakat | haydutlar karşılarında baş bir du- vardan başka bir şey göremediler. | Sağda solda kirık masa ve iskem- Fakat le parçaları görünüyordu. | düşman arıyan gözler bir şey gö- remeyince çok şaşaladılar. Niha- yet kapınm hizasından yeniden i- ki inilti yükseldi. Herkes oraya baktı. Kapıyı beklemeğe memur olan iki korsan boylu boylarına uzanmış yatıyorlardı. Hemen yan- bütün | “karşı koydular. 'eak bu sözleri duyunca hafif tertin larına kaştular. san yere çömelerek ikisini de mu| ayene etti: — Tehlikeli bir şey yok! Kılıç kabzasiyle başlarına - vurularak bayıltılmışlar. Biraz sıcak şarap kendilerini iyileştirir. O zaman birbirlerine baktılar. | Hemen hepsinin üstü başı parça- lanmış, çoğu ufak yaralar almış- lardı. Anlaşılan karanlıkta bas- kına uğradık zanniyle birbirlerini hırpalamış bulunuyorlardı. Birdenbire Valeronun sesi yük- seldi: — Napolili delikanlı yok! — Sicilyalı Ancello da mey- danda değil! O zaman herkes farkına vardı. Hakikaten bu iki esrarengiz ya- bancı ortada yoktu. Valero bir- denbire ıstavroz çıkardı: — Bunlar insan değil, şeytan- dırlar. Nasıl da anlıyamamıştım. En ustaca olan oyunlarıma — bile Diğer korsanlar da hep birden ıstavroz çıkardılar. Ve bunu tas- dik ettiler: — Evet. Ben de bir papastar duydum. Şeytanlar birdenbire hiç bir iz bırakmadan kaybolurlar- mış. — İlk önce ikisi geldi. Sonra or- du ile bize hücum ettiler. Acaba ne kabahat işl&edik? Adağım ol- sun ilk soyacağım adamdan ala- cağım paralarla Sen Jorj kilise- sinde Mesihin ruhu için bir mum yakacağım — Ben de bizim papasa çaldı- ğım dört şişe eski şaraptan ikisini vereceğim, ; Herkes bu sözlere inanmış, iki yabancının şeytan olduğunda itti- fak etmişti. Meyhaneci tahita ba- sararmıştı. Sakm delikanlı kıya- fetindeki şeytanın ona verdiği Mı- sır altını da onlar gib: yok olma- sın? Elini heyecanla cebine dal- dırdı. Oh, hayır! Altın orada du- ruyordu. Hemen :0 da bir ıstavroz çıkardı. Valero bu şekilde bir akşamda arka arkaya uğradığı ikı mağlübi- yetini tevil edecek bir şey buldu- ğundan çok memnundu- Hattâ şeytanlarla mücadele etmek ona ayrıca bir kahramanlık, bir şeref de veriyordu. Cahil ve cahil ol- dukları kadar da en ileri hiristi- yan âkidelerine, efsanelere körü- körüne inanan bu korsan grupu kendisini bir nevi hayre' ve korku ile dinliyorlardı: — Yüzde yüz biliyorum. Yüzde yüz eminim.-.. Ona karşı yaptığım oyunu Rodos adasında kimse bil- mez. Bunu bana ihtiyat bir An- talyalı Türk korsanı üğretmişti. Bu oyunu kime tatbik ettimse kar- şı duramadı. Hepsinin bir anda kalbleri delindi. Elini heyecanla kalesi uzaktan bütün ihtişamı 'mt Ona karşı da ayni şeyi yaptım. Kılıcımı tam vaktinde kalbi &! za-i sına soktum. Fakat o, birdenbi- Ü * i | j j | | | l | re yök oldu. 'Bir de baktım sağ ta- | rafta yeniden meydana çıktı. | Bir diğer korsan da ilâve etti: — — Ben de çok şaşıyordum. Kı- İsxcımı tam dört defa yarısına ka- ı dar karnına soktum. Fakat ne bir damla kan aktı, ne de kımıldadı! | Tekrar hepsi birer ıstavroz çı- kardı. Hemen hemen bütün kor- sanlar bu zamana kadar üstlerini, başlarını düzeltmişler, hafif yara berelerini sarmışlardır. | Meyhanede sağlam masa kal- | madığından karşılıklı iskemlele- re yerleştiler. Bu sırada baygın | bulunan iki nöbetçi haydut da kendilerine gelmişti. Bunlar hiç bir şey hatırlıyamıyorlardı. | - Nihayet kırmızı sakallı Jak | yeniden söze başladı: * — İşler aksi gidiyor. Aramıza | şeytanlar karıştı! Fakat ne yapıp | yapıp şu yarınki işe bakmalıyız. ( Çok şükür içimizde yaralı yaok, | yolnız azlığız. Otuz kişiye karşı l yirmi kişi döğüşeceğiz. Sonra Türkler yaman — silâhşördürler. Haydi diyelim ki yapacağımız hi- le ile onlardan on beşini bir anda | hakladık. Onlar onbeş 'knlacukl:u',,_' biz de yirmi olacağız. Fakat ara- daki fark az. Yarın sabaha kadar kendilerine itimat edeceğimiz da- | ha dört beş kişi bulmalı. Fazla | istemez. Çünkü bu takdirde pay a- | zalır. Şimdi beni dinleyin... j Kırmızı sakallı Jak adamları- na uzun uzadıya izahat verdi. Osmanlı padişahı Sarı Bayazıdın papanın elinde esir bulunan kar- deşi Cemin salıverilmemesi için gönderdiği yirmi bin dükayı ha- mil Ozmanlı kadırgasına nasıl bas | kın vereceklerini uzun uzadıya anlattı. 4 dakiğ e  Rodos kalesi - Gece aysız, fakat çok yıldızlıy- J dı. Ve bu yarı karanlıkta Rodos | | dehşetiyle sanki bir misli dıhı fazla büyümüş hissini veriyordu. Henüz Türk toplariyle zedelen- memiş duvarları, sivri burçları ta- biata meydan okuyor ve gökleri j delmek istiyor gibi duruyorlardı, — Kale büyük bir sükün içindey- ; di. Hiç bir yerinden bir tek ;;ık | sızmıyordu. Hareket namına an - f cak kapının tesadüf ettiği kısmır ü ! üslünde yavaş yavaş sağa noîı yürüyerek nöbet bekliyen bir nâı— betçinin kımıldıyan mızrağı gözı | çarpıyordu. V SŞimdi de kalerin sağ tamfını. doğru ilerliyelim, Osmanlı ımpn. ratorluğuna bile meydan okuym[ | şövalyeler her hangi ânt bir hücu- | ma uğramamak için kalenin civa- rındaki ağaçları kesmişler, arızı- ları düzelterek görünmeden, gııv lice kaleye yaklaşılmasını imkân- sız bir hale sokmuşlardı. Öyle ki, ? en yakın ağaçlarla çalrlıklar kale -— duvarının elli metre kadar ötesin- de bulunuyordu. ' (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: