ip 'malryem !,, diye düşündü. Bir ka- $ İLKKANUN — 1935 Koklayanın burnu düşer! “Kadına hürmet lâzımdır... | “Kadın, zayıf, narin mahlüktur | Kadın, kolayca solan bir çiçektir Onu, her türlü soğuk ve donduru Cu rüzgârlardan korumalı!... Ka- dına yer vermeliyiz! Kadma iti- bar etmedi... Kadın, erkeğin ha - yatını güzelleştirir.. Kadın, Havva &hnemizin mübarek neslinden in-| medir... Onu himaye için, icabında her şeyimizi fedadan çekinmeme- liyiz..., 2.8 Horitiri limanında amelelik e- den melez kan Cim, o pazar, kili- sede dualardan sonra, genç bir ra- ;hik'n verdiği yukardaki vâzı din- | lerkon, hep meyhanedeki sevgilisi! Bene melez kan fahişelerden Lil- Yanı düşündü. “ — Ben sana nasıl hürmet et-! Mem... Sen solmaması» lâzım ge! len bir narin çiğeksin... Seni hima Ye için, icabında cafirmı bile fe- daya hâzirım!,, diye düşündü. Kadın diyince, aklına hep bu Lilyan geliyordu. Başkasını tanr- mazir... Bütün ömrü fabrikanın bunaltıcı havası içinde geçiyordu. Ancak haftadan haftaya pazarları serbest kalıyordu. O zaman da de hiz kıyısında salaştan yapılmış o- meyhane - lokantaya gidiyor kafayı tütsülüyor, yemek yiyor ve ütün hafta zarfnda kazandığı Parayı buranın baş fahişesi Lilya. Da yediriyordu. Meyharenin diğer kadmları ma yediriyordu. Meyhanenin diğer kadınları Sopur, şaşı, kartaloz, hülâsa külüs- tür şeylerdi. Varsa Lilyan, yoksa Lilyan.. | Cim, kiliseden aldığı ilhamla Meyhaneye doğru yürümeğe baş- adı, Geceleri, uykusu kaçtıkça, Yomanlar okurdu. Kadınları işte bu romanların satırları arasından tanırdı. he Ben de hikâyelerdeki erkek 8ibi artık kibar ve centilmen! W için, kanımı akıtırım... Böyle düşünerek, meyhanenir. kaptana vardı, Orada Çopur Mar.! İndi şişman gerisine bir tekme i, ç erek içeri girdi. Bu tekmeyi dirmek eski bir itiyadıydı.. Ço- fahişe ile daima böyle şaka-| peel na me laşırdı. Fakat birdenbire bunun anha minha kadın olduğu aklına geldiyse de şu hükmü verdi: — Adam... Kadınlık neresinde onun... Geçmiş ola... - diye kararı- nı verdi. Şaşkaloz suratlı Kikiye de, şöy- le yanpirilemesine bir tükürük at- tı. Fiskiye, biçare kızın tam alnı. nın ortasina isabet etti. * Kiki, böyle şeylere alışıktı. Ko. lunun yeniyle yüzünü silerek: — Buyurun, sefa geldiniz! - de- di. Cim masasının başına geçti Ku. lağını lâternanın, dudaklarını içki kadehinin, midesini bol sarmısak. hr et yahnisinin ve gözlerini ta vie deki masada oturan sevgilisi Lil- yanm sihrine kaptırdı. Sevgilisi, Kafkasyalı, Çinli, Ce- nubi Amerikalı ve Polilulu birçok perestişkârlar arasında, içki içmek ve yemek yemekle meşguldü. On. lar, kendisini daha evvel angaje etmiş pazar müşterileriydi. o Kız, dilini çıkararak, Cimi selâmladı. Bizimki, her sefer, ayni suret- le mukabele ederken, bu sefer, ro- Mmanlardaki şövalyeler gibi şapka- sıni yerlere kadar eğdi. Reverans. la mukabele etti. Lilyan, uzaktan, bunu bir alay sandı. Gene bir takım galiz işaret lerle Cimi kendine getirmek iste. di. Fakat, onun dudaklarında ki- bar bir tebessüm... Bir an, Lilyan, âşıklarının hal. kasından kurtularak, oğlanın ya- nına geldi: — Ne oluyorsun be? Nen var? Kırım kırım kırıtıyorsun?... - de- di. — Güzelliğinizi uzaktan seyre- diyordum... — Haydi soğuk, sen de... Lilyan somurtarak yerine dör dü... Karşıki sofra, hararetini bul - muştu... Şarkılar, ıslıklar, küfür ler, bağıra bağıra konuşmalar... Bir pazar eğlencesinin bütün zev- kini çıkarıyotlardı. Lilyan, ne soytarılıklar yapmı - yordu. Etini sümürdüğü bir koyun kemiği üzerine hamuru sarıyor; cilveli cilveli yiyordu. Bu, her nedense bir şakaydr. bir komiklikti. Bütün sofre halkı gülmekten kırılordu Fekat, iç- lerinden biri bu komikliğe biraz İ konulmamış fakat kendi mevcut! HABER — Akşam postası BARBARO . Tefrika numarası : 88 Yazan: (Vâ -Nâ) | Esiri beyaz bir beze sarmışlardı. Başından ve ayaklarından yakalayarak hasta çıkarır gibi geminin içine aldılar Geçen kısımların hülâsası Venediğin en ahlâksız en kur . naz fakat en masum tavırlı ka- dınt olan Cülyeto erkek kılığına girmiş, tayfa olmuştur. Çember sakallı ile birlikte Hızırın do - nanması üzerine giden donan - madadırlar. Bunların bindikle ri gemi keşif için, diğerlerinden! açılıyor. O gün, Küçük tayfa için, nö - betler, biribirini takib etti. Ertesi gün de öyle... Vazifesine son de- rece sadrktı. Amirleri ondan fev * kalâde hoşlanıyorlardı. İhtimal ki buna sebep, cinsi cazibeydi... O devirde henüz ismi olan cinsi cazibe!:.. Yine bu hissin tesirile, bindiği geminin kaptanı, onu, kendi yanı başında nöbetçi bekletti, — Ne güzel, ne akıllı çocuk * sun sen! - diye çenesini okşadı. Baskın Cülyeto, esrarınm meydana çıkgasını istemiyordu: — Sizi evlâdınız gibi severim efendim! - diyerek işi atlatmak, içkyak Per iile * N Atlattı da... Zira, kadı oldu - Bunu belli etmek, hiç de işine gel miyordu. Pek çok bahriyeliler tarafından tanılan Cülyeto burada şahsiyetini gizlemek için epeyce güçlük çekmişti. Şimdi böyle ma” a ya a daha letafet vermek istedi. Bir a vuç kemiği : — AL... Bunları da ye!... » diye kızın kafasına fırlattı. Bir kahkaha tufanı daha... Başka bir zaman olsaydı, Cim de, herkes gibi katılır, gülerdi. Fakat vâzın tesiri hâlâ üzerin deydi. Uzaktan bağırdı. — Tahkir etmeyin... Müdafaa ya mecbur kalacağım... Hançerine davranmasına ra mak kalmıştı: — Kadınlar, çiçektir! - haykırdı. Kemikleri atan adam, Lilyanın saçlarını yakaladığı gibi hayava kaldırdı. Peruka çıktı. | Kadının dımdızlak kafası göründü. — Amma ne çiçek! Koklryanm burnu düşer... diye İşte o zaman, Cim, çıldıracak gibi oldu! Herkes, kahkahaları basıyordu Fakat, kimsede hayret ifadesi yok tu... Demek bu kadının s2çs1z ol- duğunu meyhanedeki müsterilerin hepsi biliyordu... Demek bilmiyen bir kendisiymiş... Hemen, masası üzerinde ne bul duysa, fahiseye doğru fırlattı: — Tu! Tu! - diye tükürdü. Kadın: — Şakayı bırakın allahınızı se. verseniz, verin şu saçlarımı! - di. yerek, psrukayı başına geçirdi Sonra, Cime döndü: — Hay söyle... Neydi o deminki soğukluklar?... (H.S) nasız yere sirrmı meydana verse reva mıydı ya?.. Kaptanla, dereden tepeden ko- nuşmağa başladı. — Demek ki, Hızır'ın donan - ması ne tarafta olduğunu anla * mağa gidiyoruz, öyle mi efen - dim? - dedi. — Evet, oğlum... Tunus sahil lerine varacağız. Oradan bir “dil, kaçıracağız. — Nasıl “dil,, ? — Sen, bebriyeliliğe yeni baş- ladm. Sefere evvelce oçıkmadm. Onun için bu tabiri bilmezsin. Dil demek, casus demektir, Muhare-| beye çıkan donanmadan bir ge 1 mi - âdettir - ötekilerden ayrılır. Daha ileriye gider. Düşmanın hö kim olduğu sahillerden bir yere baskın verir, Oradan bir adam kaçırır. Kendisini istintaka çe - ker. Böylelikle, karşı taraf vazi - yeti hakkında fikir edinilir. İşte, şimdi biz de o maksatla donan * madan ayrıldık. Sahili görüyor mu sun? Kaptanlar, ekseriya, tayfalara karşı pek sert davranırlar. Fa - kak, söylediğimiz gibi, burada va- ziyet başkaydı. Dindön sakallı ge mi süvarisi, sözde Küçük tayfayı evlât ve istidatlı, inkişafa mü - sait bir bahriyeli telâkki ediyordu. Fakat, hakikatte, onun gizli cin siyetinin cazibesine Sebebini anlamadan, bu çocuk * tan (2) ayrılamıyordu. Onu ye - tiştirmek bahanesile bir sürü faz. la izahat veriyordu. Böylelikle, a radaki ahbaplığı © ilerletmekten kapılmıştı. | kendini alamıyordu. Parmağını uzattı. Ufukta cam- dan yapılmış ince ve şeffaf bir çubuk gibi beliren ve denize na - zâran biraz daha koyu mavi olan kara hattını gösterdi. — İşte oraya baskın vereceğiz. — Bizi farketmezler mi? — Görseler bile ne gemisi ol - duğumuzu anlamazlar. Buradan bir çok tüccar gemileri geçer... Bir parçadan mürekkep donanma ol- maz ya», Hem buraları müstah - kem yerler değildir. Biz de, gece * leyin baskın vereceğiz... — Müstahkem yer olmadığını nereden anladınız? —Biz kaptanlar, harita ile, eski bilgilerimizle ve bilhassa pu- sula ile hareket ederiz. Geçen gün sana pusulanın nasıl kullanılaca- ğını anlatmıştım ya.. — Evet efendim... Sabahleyin. pusula başmda nöbetçi de bekle! dim. — Tamam... İşte, bak... Kaptan, Cülyetoya, pusulanın | kullanılışı hakkında daha bir çok malümat da verdi., — Dikkat edilecek şey, bu pu- sulanın yanında maden nevinden eşya bulunmamasıdır. - diyordu. İşte şu istikamete o gideceğimize, pusulanın ibresi şu noktada bulun sa, Hızırın müstahkem noktalarır» dan biri üzerine düşerek esir olu- ruz maazallah... Cülyeto, gözlerinde bir ışıltı, alâkayla dinliyordu. Kara parçası, ufukta hayli bü- yüyene kadar kaptanla, şakalaşa- rak ayni mevzuu konuştu. Artık şular kararmıştı. Dindon sakallı süvari: : — Çok zekisin.. İyi anladın... * diye, çapkın çapkın, onun yana. ğını sıktı, Bu muhabbetin daha ileri var - masından çekinen Cülyeto ise: — Bana azıcık müsaade... Ar « kadaşlarım yemeğe gittiler... * di- ye ondan ayrıldı. — Yemekten sonra derhal yu- karı çık... Nasıl baskın yapacağı » mızı seyredersin... — Peki, efendim. Kaptanin emrini yerine getir * diği vakit, gemide bütün ışıkların söndüğünü gördü. Bilâkis, sahil - de, gafil köylüler, meş'aleler yak- mışlar, portakal bahçelerini sula" makla meşguldüler.,. Uzaktan şar. kı söyledikleri işitiliyordu. Belki de gemiyi farketmişler, fakat al - dırmamışlardı... Çünkü kendileri: ni Türklerin hâkim bulunduğu bu sahada, emniyette, sanıyorlardı. Şimdi, gemi, sahil boyunu ta. kib ediyordu. Bir buruna gelince, durdular... Sahile gitmek için, kaptan bir ka yık indirdi. Bunun içine, dişinden tırnağına kadar silâhlı altı tane br ristiyan bindi. Kürek çekerek uzakl laştılar... İkinci bir kayık, bunlara göz : cülük etmek üzere arkadan git' ti, / Bir kaç saat beklemek lâzımgel di. Karanlık bir geceydi. Ay çık. mamıştı. Zifiri karanlık sular arasından nihayet kürek sesleri işitildi Hafif bir ıslık. İki sandal birbirinin peşisira görüldü. Kaptan heyecanla sordu: — Yakaladınız mı? — Evet efendim. — Getirin bakalım... © Merdivenden yukarıya, demin ki silâhşörler birer birer çıktı. Yine kaptan: , — Aksilik olmadı ya? — Olmadı efendim... Bu adan yalnız başına, eşeğine binmiş, ka sabadan geliyordu. Önüne dikil dik. Bağırmasına, çağırmasına im kân kalmadan onu kıskıvrak ya kaladık. Kaçırdığımızı kimse far ketmedi. Şehirden geldiğine göre herhalde pek çok şeyler biliyor dur. Esiri, beyaz bir beze sarmışlar dr. Sedyeyle hasta çıkarırcasma başından ve ayaklarından tutaral yukarıya, geminin içine aldılar. (Devamı var) KUPON 329 8 12-935