——— DA Ti YE HALİDE EDİB nt 7 Ç li pi Tem (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdur.; Rabiaya gelince, onun Bilâl'a| nın çalımı, kurumu gibi görmesi karşı beslediği his, geçici bir sevki tabii tecellisi, bir ağaçtan bir ağa- ca koşan bir kuşun rabıtası.. İnce parmakları — ikisi için de bir itiyat haline gelen — israrla oğlanın yakasında dolaşırken çe- nesine dokunur, dudaklarının üs- tünde yeni beliren altın tüylere te- mas eder. Fakat Bilâlin dizlerini kesen bu temasa karşı isyan eden bir tarafı da vardır. Rabiayı hafif bulur, hareketini, içinden bir aile kızına, bilhassa ilerde nikâh ede ceği bir aile kızına yakıştıramaz. Bilmez ki bu serbestlik, bu tabii- lik Rabiada maşumiyetinden, mu- hayyelesinin ona vaktinden evvel hayat tehlikesini öğretmemesin- den.. Her halde vaziyetleri böyle elektrikli bir şekle girince oğlan, hemen ona istikbalinden bahset- meğe başlar. Fakat bu lâkırdı Ra» bianın içini sıkar.. Çünkü o, mu- ayyen san'atları olan, olgun ve düşünceli adamlar arasında büyü- müştür. O, Bilâl ile sade oyna- mak ister. Bazan Bilâlin lâkırdı- sını kesmek için Vehbi Dededen, Peregriniden bahsetmek ister. Fa- kat Bilâlin yüzü müstehzi: “Bur çalgıcılardan neye bahse delim... Hilmi bey ve arkadaşları- na gelince onlar birer züppe,, derdi. “O halde kimden bahsedelim sade senden mi?,, “Selim-paşadan.. Gördün mü adamı? İstediğine sopa çeker, di- lediğini sürer, dünyanın anasını ağlatır, gene kimse gik diyemez Bir konağına, debdebesine bak . Ben, onun gibi olacağım. Karımın onun karısı gibi elmasları, araba- sı, att...,, Rabia, bu sözü hemen keser, çünkü Selim paşaya atfedilen şey” leri beğenmez. “Paşa hiç de senin gibi öyle! herkesin anasını ağlatan, âleme sopa çeken bir adam değil. Öyle nazik, öyle terbiyeli ki... “O, haremde öyle görünür. O- nun bir kusuru tahsili olmaması. Benim bildiğim şeyleri o bilse, biraz fransızca okusa... Bilâl burada susardı. Kendisini daima istikbalde Zaptiye Nazırı görürdü. Sopa atacak, sürecek fa- kat devlet emniyetini daha usulü dairesinde, daha kitaba uyan bir şekilde yapacaktı. Fakat Rabia nın yüzü ilk tesadüflerinin hususi: yeti, tahkir eden mânasiyle: “Galiba sen, Sabit bey ağabey gibi olmak istiyorsun.,, derdi. İşte zulüm ve cebir, ne kadar usulü dairesinde olursa olsun, ne kadar bir kudret alâmeti gibi gö- sünürse görünsün, Rabiaya bir ne- vi külhanbeylik gibi geliyordu. Ve Rabianın onun o kadar parlak olan arzularını bir tulumbacı başı- içine iğne gibi batıyordu. Ve o za man yumruklarını sıkıyor, ken- dinden geçiyor, dişlerini gıcırda- tarak: “Sana, ben, bir gün kim olduğu- mu göstereceğim, Rabia.,, diyor- du. Yaz tatilinin son cuması da bahçede hep bu zeminde konuş muşlardı. Artık yeşillikler solmuş, yapraklar sararmış, bülbüller sus- muş, rüzgâr soğuk soğuk esmeğe başlamıştı. Bilâl, içine dolan, taşan bu bü- yük şeyleri Rabiaya anlatamamak- tan, belki hiç bir zaman anlata- mamak ihtimaliyle meyus, ilk defe olarak bir düşmana hücum ede gibi kızı kuvvetli kollariyle sarmış, ve ilk ve son defa dudaklarından öpmüştü. Bilâlin, üstü ipek tüylü sıcak dudakları Rabianın ağzına dokw nur dokunmaz, uçan bir kuş gaga- sı gibi dudaklarından kalbine ka. dar gitti, içini tatlı tat sızlattı. gözlerinin yeşil alevleri parıl pa- rıl yanıyor, çıplak dalların arasın da hızlı hızlı yürüyor ve kendi kendine: “Bu oğlan acaba neden Kara- gözdeki Tuzsuz Bekir gibi konuş- maktan hazediyor, dünyanın ana- sını ağlatmak istiyor.,, diye hayıf» lanıyordu. Yaz tatilinde iki çocuğun bah çede sık sık buluşmaları, uşakla rın gözünden kaçmadı. Gerçi bu buluşmalar saklı değildi, ikisi de iki sevdalı gibi gizli köşe arama. mışlardı. Fakat ne de olsa, gene selâmlıkta biraz dedikodu olmuş- tu. Uşakların hepsi kız hafızm ciddiyetine kaildiler. Onlara gel- di ki, paşanın ve hanımefendinin nazarında mevkii olan, ve şöhreti dillere destan olan hafız kızı elde etmek için sadece bahçıvanın ye eni, kızın peşinden koşuyor. Kı. zın gönlü olursa oğlana ne mut lu! Bunu Bayram ağanın kulağına koydular. Sandılar ki ihtiyar bah: çıvan paçaları sıvayacak yegen'ne Rabıayı almak için paşanın ayak- larma kapanıverecek. Halbuki iş öyle olmadı. Bayram ağa yumruk: larını yere vurdu, akabinde nğzı köpürdü. Bilâl, bir orta oyuncusu. nun kızına; bakallık eden bir kıza mı kalmıştı? Kim bu lâfı ederse gözünü patlatacaktı. Bahçıvan ba» şı “Besa,, lar memleketinden, hal buki onlar hep Anadolu uşağı, hilmi, sükütu seven adamlar. Hele İstanbula geleli bütün bütün yu muşamışlardı. Kahve ocağında kimse bu bahsi tekrar etmedi. (Devamı var) HABER — Akşam postası Ahmet Pehliva Turguda anlatıyordu: “Bir gece binaya haydu' kılıklı iki adam geldi. TÜ Amerikayaj, e, kaçırılan rk kızı Türk gazinosunda Arslar n, 20 SONTEŞRİN — 1935 2» e > Me A — 7» Milyoner Hopkinsir Meksikada hapsedildiğini bunlardan ögrendim Aslan Turgut gazinodan içeri-| ye girerek, kenarda duran boş bir masaya oturdu. İçinde vatan top- rağına ayağını basmış gibi bir s€- vinç vardı. Etraftan türkçe konuş- malar işitiliyordu. Türk (o polisi çoktan beri bu sesin hasretini çeki! yordu. Nevyorka geldiği günden- beri nasıl olmuş da bu gazinoya raslamamıştı | Garson Aslan Turgudu şöyle bir süzdükten sonra, kendisini Türke benzetmemiş olacak ki, in- gilizce olarak ne istediğini sordu. Aslan Turgut, garsonun Türk olduğunu, başka müşterilerle türk- çe konuşmasından anlamıştı. — Köpüklü, orta şekerli bir kah ve. Diyerek garsonun yüzüne bak: Garson gülümsedi: — Türk müsünüz, beyim? — Evet. — Affedersiniz... Ben sizi bir ecnebi sandım. Ecnebilerde Türk kahvesi içmeğe gelirler de... ; Garson biraz sonra, Aslanın is- tediği gibi pişirilmiş köpüklü bir kahve getirdi: — Amerikaya yeni mi geldiniz, 7 — Evet.. — Çalışmağa mı geldniz? Aslan Turgut kahve fincanını ağzma götürmüşlü.. Garsonun bu kadar derin sormasıdnan canı $r- kıldı.. Dudağını büktü. Fakat garson temiz yürekli bir adama benziyordu: — Beyim, dedi, Nevyorka ge- lenler muhakkak bir defa bizim gazinomuza uğrarlar. Biz bura » ya gelen Türklere elimizden gel - diği kadar kolaylık gösteririz. Bir fabrikaya falan girmek istiyorsa- nız, bize sanatınızı söyleyin! Si- ze yol gösteririz. Aslan Turgut bu sözlerden son- ra başını sallıyarak garsonun gön: lünü aldı: — Teşekkür ederim. Henüz ne yapacağımı ben de bilmiyorum. Yardımınıza ihtiyaç duyduğum zaman, tekrar görüşürüz. Garson biraz geriledi.. Kendi ken- dine söylendi: — Ah bu gençler.. Amerikaya gelince şaşırıp kalırlar. Ceplerin- deki paraları bitinciye kadar ge- zer, tozar, sonra bize baş vururlar. Paraları bitmeden bize danışsalar sıkıntı çekmiyecekler amma,. Tec rübesizlik... Garsonun söyledikleri yalan de ğildi. Aslan Turgut oradaki müş- terileri şöyle bir gözden geçirdi... Hiç birinin benzinde kan yoktu. Hepsinin suratı sapsarıydı.. Belli ki çok ağır şerait altında çalışıyo »- lardır. Nevyork gibi dokuz mil - yon insanın kaynaştığı büyük bir şehirde, tecrübesiz bir gencin ha- yatını kazanması kolay bir iş d» ğildi, © Aslan Turgut büfeye yakın ma- salardan birinde oturan iri boylu, pehlivan kıyafetli birini görmüş tü, Nevyorkta böyle bir adamla ta- nişmak onun için elbette çok fay- dalı olacaktı. Garsona sordu: — Şurada oturan adam kim? — Bizim gazinonun sahibi.. Ah» met pehlivan. — Çoktanberi burada mıdır? — Dokuz yıldan beri.. — Kendisiyle tanışabilir mi- yım? — Elbette. Patronumuz çok al- çak gönüllüdür. Garson başını arkaya çevirerek yavaşça seslendi: — Ahmet dayr.. Biraz buraya kadar gelir misin? Ahmet pehlivan Hergül gibi iri boyunu ve kocaman gövdesini gös- terdi.. Ağır ve hantal bir adam de- ğildi. müyordu. Yerinden kalktı.. Asla- nın masasına geldi. — Hoş geldiniz beyim! İstan- buldan mı.. 2. viii ik — Eyvallah ağam. “Buyurun İstanbuldan geliyorum. Şuradan geçerken türkçe sesler duydun: Bir vatandaş yurdu buldum diye sevindim.. İçeriye daldım. Yanıl: mamışım., Ahmet pehlivan garsona iki par mağını uzattı: — Bize dondurma getir! — Bize dondurma getir! Sonra Aslan Turguda dönerek: — Bu dondurmayı ben kendi e- limle yaparım. Amerikalılar böy- le dondorma yapmasını bilmezler. | Diye ilâve etti. Dereden tepeden konuştular.. Aslan bu tanışmadan çok mem nun olduğunu söyledikten sonra kendini tanıtmağa mecbur olmuş tu. Ahmet pehlivan uyanık, cin fikirli bir adamdı. Nihayet gü *nün birnide elbette onun kim ol duğunu anlıyacaktı. Bunu vaktin. de söylemek Aslan Turgut / için daha faydalı olacaktı. Kısaca an- lattı: — Buradaki gazetelerde belk gözünüze ilişmistir.. Bir milyoneri| yatında öldürmüşler.. — Evet. Okuduk. — İşte, o yatla İstanbuldan bu raya benim nişanlım olan Necif adlı bir Türk kızını kaçırdılar. — Anlaşıldı.. Onu aramağa get diniz, deği! mi? — Evet. — Geçmiş olsun, azizim! Dün- ya bu.. İnsan oğlunun o başından her şey gelir geçer; Bari bir iz bu labildiniz mi? — Hayır.. — Fakat, ben bu bavadisi gaze: tede okuduğum zaman. milyone Hopkinsin öldüğüne hiç de inatı- mamıştım. — Neden inanmadınız.. Duydu ğunuz bir şey mi vardı? Ahmet pehlivan mühim bir şey hatırlamış gibi, ciddi bir tavırla Belliydi ki daima spor yar pıyordu. Pazuları da ham > Haydutlardan biri hudut , elini şakağına koyarak anlatm başladı: — İki hafta kadar oluyor. gece buraya haydut kılıklı iki merikalı, kahve içmeğe gelmi Onları biz kılıklarından ziyade kışlarından anlarız. Konuşuyorlarken işi azıştı lar. Kulak verdim. o Meksika gelmişler. Burada (Parker) minde bir adamdan çokça mi tarda para alacaklarmış. (Park bunları avutup duruyormuş. Bi ağzından şu sözleri kaçırdı: “M sikaya dönelim.. Milyoneri seri bırakalım!,, Hopkins de bu ts! ten kısa bir zaman önce duğu için, bahsedilen milyone Hopkins olduğunda şüphem k madı. Zaten yatta bulunan €€ din de morga götürüldüğü zan Hopkinse benzemediğini iddia denler olmuştu. beş kilometre ötesinde, Mek toprağında (Kızıl köprü) den b setti. Hopkinsin o tarafta haf dilmiş olduğunu tahmin ettim- ma.. Beni alâkadar etmediği İf konuşulan sözler kafamın içi" ancak bu kadar yerleşebilmiş- | ha çok şeylerden, galiba bir bankadan bahsetmişlerdi. F# biz şey hatırlıyamıyorum... (Devamı var Çocuk babaları Kendiniz ve kendiniz yaşta 01“ lar için aldığınız gazetede y# larmızı da alâkalandıracak ki" lar bulunmasını temine | çalı” | HABER | , İğ çocuklarımızı hem eğlendirec” İİ hem de kendilerini memnun € cek bir iş yapmak maksadiyle? Sizden şunu İ istiyor Mektebe giden 'İ çocuklarınızın biz€ resimlerini gönderiniz Bu fotografların arkasma ye İİ gunuzun ismini, yaşını, deva” tiği mektebin ismini, hangi snf olduğunu ve mektep numarası” | kaydediniz. | Mk a sarının : Diş hekimi Ratip Türkoğlu Ankara caddesi oteli Karşısı numrara (88) İmamın KUPON 311. 20 :11-