Modeli Mübahat, pen cerenin önünde koltuğa oturmuş mini mini beyaz elini bir kat da - ha güzel göste - ren o yüzüğüne hayran hayran bakıyor... Bu kıymetli mücevheri ona, aşığı vermiştir. Yoksa, kendi su- ratsız kocasına kalsa böyle bir zarif o hediyeyi Mübahatcık rü -- yasında bile göremez... Yok hayır! Kocası Mustafa Fa. zıl hakkında kötü söz söylemek hiç de hakkı değil ya... Zira bu adam, meyhane kumarhane bil - mez, akşam dedi mi doğruca evi- ne koşar muhterem bir zevçtir.... Lâkin, yarabbi, ne sıkıcı!.. “ye - mek hazır mı?,, “kahvemi Ver!,, “gelsin gazetem!,, “haydi saat on oldu, yatalım..., İşte, Mübahata tattırdığı hayat bundan ibaret... Filhakika pazarları sinemaya gidiyorlar amma, o da basma ka- kp bir vazife halinde... Dört beş sendenberi yirmi altısıma bastığını bile itiraf etmiyen bir kadın için böyle bir izdivaç hayatı yenilir, yutulur mu?... İşte genç kadın vakit geçirmek de onün hediyesidir... Lâkin ne yapsın da kocasmı şüphelendir - meden bunu alenen takabilsin?... .,» Kapmın gıcırdadığını duyun €a elini sakladı. Fakat o kadar te- lâşa mahal yokmuş. Zira giren, kocasının kâtibi ve yeğeni İbra - himdi!, * — İlerlemeğe cesaret etmeksizin, delikanlı, âşıkane ve mahmur göz lerle ona bakıyor... Mübahat, o - nun kendine âşık olduğunu çok - itan biliyor. Lâkin oğlan bir türlü icesaret edip hislerini açamamış - tir. Genç kadın: “ — Tamam... Bu sadrk ve ses - sizi şefimden istifade edebilirim!,, diye düşündü ve oğlana tatlı tatlı bakıp onu titrettikten sonra, elini, öplürmek üzere uzattı. — İbrahimciğim! Senden bir şey istersem yapar mısın? Küçük zahmetsiz birr hizmet! - dedi. — Şeker yengeciğim... Emre - din.. Hayatım sizindir... Memnun © olmanız için ne yapayım?., Kendi. mi pencereden mi atayım? — Yok yok! O kadar ileri var- ma... Senin muhabbetinden yara - tılmış bir hava içinde yaşamağı tercih ederim... Senden istediğm şey çok daha basittir: İşte, birik- tirdiğim para ile kendime bir yü- zük aldım, Kocamın elması sev - mediğini bildiğim için parayı is - raf ettim diye çıkışacağma emi - - mim. Halbuki, sen şöyle diyebilir sin: “Bu yüzük annemin hatıra- sadır. Şimdi de yengem bana an - melik ediyor. Onun için kendisine hediye ettim!,, Genç suratını ekşiterek; ı— Ya... . dedi, i Kadın: Bir âşık — Vay, demek senden ilk iste diğim bu hizmeti bile yapmak ho- şuna gitmiyor? — Şeker yengeciğim! Benim hoşuma gitmiyen arzunuzu yerine getirmek değil, başka bir erkeğe paravana olmaktır. — Ne demek istiyorsun? — Evet, gencim, tecrübesizim.. Fakat, aptal da değilim.. Gözüm- den hiç bir şey kaçmaz... — Neler söylüyorsun, İbrahim? — Başka bir erkeğin hediyesi- ni kocanıza kabul ettirmek için beni âlet ediyorsunuz. — Çıldırdın mı, çocuğum? Genç, ısrar etti: — Evet, evet... Başka bir er - keğin.... Öyle bir erkek ki asla sizi benim kadar sevemez... Doğru, olmıyacak amcam, sizin küfvünüz - için bir âşık'peydaladı. Bu yüzük | kadar ihtiyardı. Fakat elin o çapkın herifi de sizi mes'ud edemez.. Bu yüzüğü ona iade edin!... Benim topladığım para ile ben size on - dan daha güzelini alırım... Hem de sizden başka birini sevmemiş olan taptaze bir kalbi de ayakları- nızın önüne sererim.... — Deli.. Deli.. Aşk delisi. Sizi öpmek istiyorum... Yanaklarmızı Yanaklarınızı, alnmızı,. Uzun kollarile, genç kadını sardı. Mübahat ürktü ve bayri ih- tiyari, düşünmeden, bağırmağa başladı. —imdat! İmdat! Vaktinden evvel işinden dön - müş olan kocasıMustafa Fazıl tam o sırada, içeri giriyordu. Karısı - nın feryatlarını işitince adımlarmı sıklaştırdı. Ve Mübahatı İbrahi- min kollarından kurtulmak için ça balarken gördü. Oğlanı kulağından o yakalıya - rak ileri doğru fırlattı: — Seni edepsiz.. Seni ırz düş - manı kârata.. Yengene ne yapı - yorsun?.. — Amcal.. — Sus.. Ben senin amcan deği - lim.. Seni evimden kovuyorum... Defol... Ve karısına dönerek: — Defolsun değil mi? Mübahat: — Evet, evet.. Bundan sonra o- na nerede rastlasam korkarım. İbrahim; — Peki.. — diyerek yürüdü. Lâkin, kapıda başını çevirip yengesine gözlerini dikti. Kadın, bu bakıştan ürktü, '— Ya intikam için yüzük va - kasını anlatırsa?..,, İşte o zaman o da kovulacaktı? “.- Örospu!,, diye kapıdan dı - sarı atılacaktı.. Çapkın oğlan, yengesinin sara » ŞEHIRDEN GÖRUNÜŞLER Danslı çaylarda Kadınlar yanlarında erkek varken başka, yokken başka içki içerler! yorlar. Sözün kısası, hayatan er-| ta P... otelinde düğünleri var. Kim ne derse desin, hayatımız çok değişti. Yaşayışımız çok baş- kalaştı. Şöyle gözlerimi kapayıp, çocukluk günlerimi düşünüyorum. Hafızamın ışıklariyle o muhayye- lemde yılların karanlığı (o biriken köşelerini aydınlatmağa çalışıyo- rum. Orada bana şimdi efsanevi sahneler gibi gelen garip manza- raları, hatıraları görüp duyduk- tan sonra, gözlerimi açıp şöyle bir etrafıma bakınıyorum... Ney- mişiz, ne olmuşuz... Bu ne süratli istihale!... Kafamızın içini ayıklı- yan zaman, kılığımızı, kıyafeti mizi de tamamen değiştirmiş... A- detlerimizi, tabiatlerimizi, itiyat- larrmızı da altüst etmiş... Mümkün olsaydı da bir yurt - daşı 1920 senesinde uyutmalı 1936 senesinde uyandırmalı idik! Adamcağız kimbilir ne hale gelir neler düşünürdü? Neyse, muhak- kak olan bir şey varsa, dev adrm- larla yürüyüp gidiyoruz. Tedrici tekâmülcülere göre çok kısa bir zamanda, baş döndürücü bir sür- atle şarklı kafamızı, şarklı kıya- fetimizi, şarklı âdetlerimizi bı - raktık, zamana uyduk, garplılaş - ma yoluna koyulduk. Medeniye tin bütün icaplariyle yoğruluyo - ruz. Bu da zaruri bir şey... Be - nim maksadım, tefelsüf değil, bu istihaledeki komik taraflara do - kunmak... Bundan yirmi sene evvel kafes arkasında güneş görmez odalarda ömür tülketen,"yüzüne “ nilen.siyah bir. maske örimeden, vücudunu ayaklarının ve ellerinin bileklerine kadar bol örtülerle ka- pamadan sokağa çıkamıyan şu es- ki çağları ve şimdi plâjlarda spor yapan, “çay alan!,, modern 'ba: yanları düşünüyorum da, hayret, kafamı bir topaç gibi döndürü- yor! . Eskiden bir kadınm yalnız ba- şına bir gazino veya pastahaneye giderek oturmasını akıl alır mty- dı? O zaman mahallebicilerde bi- le kadınlar için ayrı, kafesli yer- ler vardı: Bir dükkâna girip alış veriş edilirken peçe ( indirilirdi. Şayet kumaş veya — neyse — mal iyi görünmek lüzumu hasıl 0- lursa dükkâncıya arka dönülerek peçe yavaşça aralanır, bin müşkü- lâtla alınacak eşya muayene edi- lirdi. Şimdi — nazar deymesin! — bayanların baylardan hiç bir far- kı kalmadı! Yalnız başlarına iste- dikleri yere girip çıkıyorlar; iste- dikleri yerde - oturuyorlar, eğleni- ra Tıp titremesini farkedince, korku - sunun derecesini anladı. Zevkle o. nu süzdü. Amca tekrarladı: —Haydi, defolsan a.. Ne bekli - yorsun? İbrahim tereddüt etti: İki türlü intikam © alabilecekti, En faydalışmı tercih etti! — Beklediği şu: kendisine de - min annemin bana yadigârı olan yüzüğü vermiştim, Mademki beni kovuyorsunuz, aile (o hatıramı da geri almak istiyorum. j Mustafa Fazıl karısma — bâktı. Mübahat da çarnaçar (o bu hayali ana yadigârını parmağından çı - karıp 1935 modeli genç (o âşikına uzattı. Nakleden: Hatice Süreyya kekler gibi kayıtsız, şartsız istifa de ediyorlar. Eskiden kadınlarımız için Be- yoğlu tarafı bir “memnu cennet, idi! Şimdi oraya da hâkim oldular. Sinemalar, patiseriler, büyük otel ve lokantalar onların... Geçen gün, maruf bir otel ve lokantanm direktörü anlatıyor- du: — Otele dışardan pek müşteri gelmiyor. Yerli halktan da bizim otele gelen olmaz. Halbuki masraf çoktur. Şimdi cumartesi ve pazar akşamları otelin gazinosunda dans Ik çaylar tertip ediyoruz. Çok rağ- bet görüyor, boş masa kalmıyor. Çaylarımıza en fazla devam eden- lerde Türk kadınları...,, Bu danslı çaylardan bir tane- sinde ben de bulundum. Salon hıncahınç doluydu. Temiz örtülü; masalarda kadınlı erkekli gruplar toplanmış... Kenarda bir orkestra parçalar çalıyor... Dikkat ettim; ekseri kadınlar mantolariyle, şap- kalariyle oturuyorlar. Mantoları- nı çıkarıp zarif tuvaletleriyle bir demet çiçek gibi salonu süslemiş olan güzel birkaç bayanım üzerin- den gözler eksilmiyor. Akşam çaylarında soyunmak mı lâzım, soyunmâamak mı? Pek bilmem... Pot kırmıyalım da gör- düklerimizi olduğu gibi anlatıve- relim. Erkekler içinde koyu renk odali des) elbise giymiş “olanlar da. var, ol muyanlar da... Yalnız oturan erkek lerin ekserisi rakı, viski, kadınlar da çay içiyor... Kadınlı, erkekli masalarda meşrubatm her nevin- den bol bol vaz. Anlaşılan kadın- lar yanlarında erkek varken para pul hesabiyle yorulmuyorlar, fa- kat, yalnız oldukları zaman hesabi hareket ediyorlar. Kadınların gözleri masadan masaya dolaşıyor. Her bakıştan sonra bir fısıllı, bir mırıltı... Ba- zan göz ucuyla işaret edilen bir kadın hakkında konuşmalar, uzun uzun tetkikler... Belli ki ezeli ka- dınlık rekabeti burada da sari bir halde... Önümdeki masada üç bayan o- turuyor. Biri kumral, iri güzel göz- lü, güzel makyaj yapmış, yirmi .yedi, yirmi sekiz yaşlarında... Di- ğeri sarı saçlı, ince vücutlu, dak gın bakışlı, otuzluk bir taze... Ü- çüncüsü, orta yaşlı, sarı, uzun saç- Ir, “cami yıkılsa mihrab yerinde- dir!,, tabirini hatırlatan olgun bir güzellikte... e Başbaşa vermişler, salonun gürültüsü içinde (benim duyabileceğim a bir sesle çı- mek ayıptır. Fakat ne yapayım ki kulakları söz geçiremiyorum. o Konuşmala- rı da o kadar tuhaf ki yalnız Jvy- mak değil, onları aynen anlatmak- tan kendimi alamıyorum: — Ayol, doktorun karısmı g5»- dün mü? Viyanaya gitti, geldi. Büsbütün şıklaştı. — Tali onunkine derler. Önrü Avrupalarda geçiyor. Bu sefe* iki yeni rönar getirmiş, ağzımın suyu aktı! — Fakat kaç para eder, kadın rahat değil ki... Adam, kaşığı ile yediriyor. sapı ile çıkarıyor! — Haberiniz var'mı? M..T.. ile evleniyormuş. Önümüzdeki haf-/ — Düğün de onun nesine! “ üçüncü kocası oluyor. Hem yaf dan, başından utansın... Şakakir rına ak düşmüş, tel duvak li —T.. namuslu erkek çıktı d rusu, — Neden? © İ — Bu kadar zamandır tanışıY9" görüşüyorlar. Nikâh yapmaz, yaf mazdı. Fakat sözünü tuttu. dımı yüzüstü bırakmadı. — İyi amma, M... onun ark” daşının karısı idi. Dediğin £* bir erkek, arkadaşmın karısı” yan gözle bakmaz. — Kuzum, şu köşede “K... paşa,, nm oğluna bak. ne Avrupadan bir metres a — O manken bozuntusunun 9” resine kapılıp geliyorlar, bilme” ki... — Neresine olacak, papellei! ne... İçlerinden yaşlısı saatine bale — Ana... Vakit geçmiş, ben # kiz vapuruna yetişeceğim. Hesap istediler. Dalgın b sarı saçlısı, çantasını, açtı: 4 — Bu sefer hesabı ben Gelecek sefer siz verirsiniz. İri gözlü, güzelce bayan — Olmaz, olmaz... Bu “dike rer çay içtik, birer pasta yedik” Gelecek sefer, sıra benim vi diye sen her istediğini yersen, b ne yaparım? Herkes ni VEKSİD... yedi — Pekala... Yalnrz üçümüz # rı ayrı vermiyelim, ayrp olur. sabı ben göreyim. Siz hi zi bana gizlice verirsiniz. g Bu anlaşmadan sonra üç gi bayan, hesap pusulasını ci * tiler. Garsona (140) kuruş di. Onun uzaklaşmasından kara cümleye baş vuruldu: — 140 kuruş verdik. Adam b şına ne düşüyor? Uzun uzun düşündüler. Bir 8” lü 140 kuruşu üçe bölemediler, Nİ hayet kırk beşer kuruş olarak 1” sim etmeğe karar verdiler. Ii dın çantalarından ikişer yirmi" lik çıkararak masanın altından rer birer, gizlice, hesabı gören yana verdiler. O da ayni usul onlara beşer kuruş iade etti. w saplaşma bitmişti. ; Bu sefer, şapkalarmı düzel ler, yüzlerini pudraladılar, dada larının boyalarını tazelediler. v müzik, bir Viyana valsi çalarkt” “ w kırıta kırıta salondan çıkıp