10 Ağustos 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

10 Ağustos 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tire köylerinde ço- cuk kampları açıldı Bu kamplarda hastalıklı ve zayıf çocuklara bakılıyor Kaplan yaylasında zeybek oynıyanlar Tire muhabirimiz yazıyor: Bunaltıcı sıcakların hsrkese terdöktürdüğü bu mevsime baş- ta İzmir olmak üzere bütün civar| halkı serinlenmek için Tiüenin meşhur Kaplan yaylasına gider - ler. Geçenlerde İzmir İlbayı Kâ - zım Dirik'in tertip ettiği Turing klüp gezintisine ben de iştirak e-, derek şehirilen beş kilometre öte- de clan Kaplan yaylasına g'ttim. Burada köylü, şehirli karma- karışık mükemmel bir yayla âle- mi yapmakta, ve eğlenmekteydi.! ler. Bir tarafta davullar çalınıyor, bir tarafta zeybekler oynuyer. Bü-| tün sene calışıp çabalıyan ve yoru- lan halk yorgunluklarınm acısını iyice çıkarmak için eğleniyor. * » # Geçen yıl ilbaylığın yedi ilçe-| sinde açılan. ve çok iyi soruçlar veten çocuk kampları bu sere de açılmış ve 825 çocuğa bakılmağa| başlanmıtşr. Buralarda birçok hasta ve zayıf çocuklar iyileşmek-! te ve sıhhatlerini yeniden kazan. maktadırlar. İ İlimizde İlbay Kâzım Daik'in kurduğu köycülük mefküresi iyi-| den iyiye ilerlemiş ve kök salmış) tır. Gençler bu ideale inanmışlar! ve çalışmağa başlamışlardır “ 5 s Geçen gün de İstanbul sere sitesi talebesiyle İzmir örnek köy- lerinde faydalı gezintiler y#ptık. Burada tam yüz on yaşında olan Ali baba ile konuştuk. A" baba yüz ön yaşında olduğu halde hâ- lâ gençliğini kaybetmiş değildir! Hayatında yedi defa evlenreiştir. Üç dişi mistesna diğerlerinin hep- si tamardır. Bu üç dişde son! harpte inilli kuvvetlere yardır et- mek suçuyla düşmanlar tarafın dan kırılmıştır. Ali baba karısının yanında ha- kiki yaşını söylemek istem'yerek dediki: Fransa gürültüsüz i memleket olacak — Eşimin yanında hakik. ya- şımı nasıl söyliyeyim? Boğaz kırk boğumdur. Bunu gözönünde tuta- rak eşime ancak seksen yaşında olduğumu söylüyorum! Ali baba bundan sonra çifiçilik ve ziraat hekkında şu sözle:i söy- ledi: — Bundan on sene evv:! top- rağın altın olduğunu bilen yoktu. Halbuki bugün ilimizde ziraat çok ilerledi. Eskiden yüz dönümden alınan faydayı, şimdi on dönüm- den alma'k her zaman kabi! Üç kısrağım, merkeplerim ve tavukla. rım var. Gayet iyi geçiniyorum. Allah devlete ve Atatürk'e zeval vermesin... Üniversiteliler yüz onluk ihtiya- rı hararetle kucakladılar. Tire örnek köylerinde 27 boğa, 15 kıbrıs cins merkep, 5 aygır, ve birçok da Rodaylant ve ULegron cinsi çok yumurtlayıcı tavuklar var. Bütün köylüler tam Lir re- fah içindedir. Ve tam manasiyle örnek köy denmeğe lâyıktır Durmuş Türkmenoğlu Darısı bizim başımıza! Paristen bildiriliyor: Fransa şimdikinden daha sessiz bir memleket olacaktır. Fransa dahiliye nazırı ile emniyet direktörünün ka - rarr budur. İlk adımda, rad$o sahiplerine daha yavaş çalmaları ve aksi takdirde bu - nun bir suç sayılacağı hatırlatılacak- tır. Dinlemezlerle cezalanıcaklardır. Bu gürültüye karşı hareketi sağ » lamiaştırmak için, polis arasında “gü: rültü savaşçıları, diye bir kıt'a kuru. lacak, Pariste ve diğer büyük şehir o lerde bunlar faaliyete geçeceklerdir. | Fransiz dahiliye nazırı Pagnanon, | yaz mevsiminin başlamasından beri, radyo ile yapılan gürültü makas binlerce şikâyet mektubu almıştır. HABER — Akşam Postası — No37 ING ENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir maçerâa : Yazan: Osman Cemal Kaygısız Sana güzel bir çarşaf giydiririz; 10 — AĞUSTOS — 1995 maa o zaman senin çingene oldu- ğunu kim anlıyacakt!.. — Artık Topçulara hiç gelmi- yecek misin? — Ah Topçular, vah Topçu lar... Tüter orası şinci benim bur - numda,.. Orası ne güzel yerdi... | Oranin havası bilem başkaydı... i i Hey gidi günler hey!... Nasıl ça - | iy lar mi gene geceleri Beyoğlu ta - rafındaki mızıka o kiyak havala- rı! — Tabii, çalmaz olur mu? — Ah gidi o havalar ah! Onlar ne dokanardı bana bilsen... Bura- daysa ne mızıka duyduğumuz var, ne birşey... — Canım, gene gelir Topçula- ra, gene dinlersin o havaları! — Allah etmeye... O Gâvur E- tem ile hınzır karısı oradayken İ ben oraya ayak basar mıyım ar « tık! “Orya ayak basamzsan, ge- lir, birkaç gün bizde misüfir kalır- sm! — Siz de, nerede yani ya! — Bizim evde! — Ha ha! Hiç kabul ederler'mi sizin evdeki hanımlar benim gibi bir çingene parçasını? — Bizim evde topu topu bir ha- nım var ki o da ihtiyar, zavallı an- nem... — Annen darılmiaz mı benim oraya gelmeme? — Darılmaz, hatta memnun bi» le olur. — Deme öyle beyzadem; çinge nenin adı fenadır. Sonra mahalle- li yaparlar birtakım dedikodu, bu seferde orada kaçar ağzımızın ta- dı! — Hayır, kat'iyyen birşey ol - maz, sen merak etme! — Çok isterim gelmek amma, korkarım alt yanı bozuk çıkar di- ye... Ona sebep gelemem... Hiç i- şitilmiş mi ki bir çingene, hem de bizim gibi göçebe bir çingene ka- rısı kalksın, bir beyzadenin evine misafir olsun... — Canım, sen bize gelirken kı- yafetini değiştirirsin, sana güzel bir çarşaf giydiririz; o zaman $€- nin çingene olduğunu kim anlıya- cak! — Aaa... Deme öyle, anlaşılır, konuşmamdan, filân anlaşılır... Hem benim bilirsiniz ki çocuğum var; onu ne yapacağım, onu nere- İ ye bırakacağım? — Çocuğunu gelirken akraba - larına bırakırsın... — Yok, yok, yok... Ben yavrum- dan dünyada ayrılamam! — Yahu, bize misafir gel di - yorsam sana temelli gel! demiyo- rum ki, gel, beş on gün kal, gene sonra döner, geldiğin yere gider « sin! «Çok ısrarım üzerine Nazlı niha- yet bu son teklife razı oldu. İk gün sonra onunla köprünün Kadr. köy iskelesinde buluştuk. Oradan bir arabaya atlayıp Kapalıçarsıya geldik. Kendisine oradan bir kat çamaşır, bir güzel çarsaf, bir çift iskarpin alıp onları oracıkta giy - dirdik; arkasından çıkanları da bir bohça yaptık. Tekrar arabaya İz Yeşilköy kırlarında harmancı çingeneler atlıyarak akşama doğru bizim eve geldik. . ... Nazlı, şimdi üç gündür bizim evde misafirdir. Annem henüz o- nun çingene olduğunu çakmamış gibi görünüyorsa da bilmem ki, belki çaktı da işi yüzüme vurmak isteniyor. Omu, kendisine kocası ölmüş, çocuğu ile ortada Kalmış ve şimdi gelmiş bizim eve sığın - mış, terbiyeli bir kadmcağızdiye tanıtmıştım amıma köhuşması, hak leri, tavırları galiba yavaş yavaş annemin gönlünü bulandırmağa başlıyor. ... Dün akşam onunla birlikte Topçulara çıktık, Fakat lâcivert ipek çarşafiyle ince peçesinin al- tından kimse onu tanıyamadı. O- radaki incirlerin altına oturduğu» muz zaman bütün çingene çocuk- ları onu böyle kibar ve şık bir ha- nımefendi kılığı ile görünce he - men etrafımızı sarıp arsızlığa başladılar: — Ha veresin bana küçük ha - nımcığım bir ekmek parası!.. — Ha toslayasın bana hanım ablacığım bir iki onluk, sana düa | edeyim! — Ha buyurasın bana bir aza- cık mangır, bizim kocakarıya ala- yım biraz peynir, zeytin! Şoparların bu sırnaşık arsızlık- ları karşısında baktım, zavallı Nazlı peçesinin altından kıs kıs gülüyor ve ikide bir dirseğiyle be- ni dürtüyordu. Derken birdenbire Etem ortaya çıktı; beni görünce çocukları a * zarlıyarak oradan kovdu; sonra yanımdaki hanımefendiyi görün - ce utanır gibi oldu. Sade uzaktan eliyle bir selâm verip köye doğru hızlı hızlı uzaklaştı. Dikkat ettim, Etem ortaya çıkar çıkmaz, Nazlı bir titredi ve usulca bana: | — Ah, Etem geliyor! Dedi. O gidince, tirşe gözlü kız, göründü; çadırların arasından yangözle bizi bir hayli süzdük- ten sonra bir kocakarı ile birlik- te yanımıza geldi: — Oş gelmişsiniz, beyim, ha - nrmım ! — Hoşbulduk! — Bu hanımefendi kiminizdir sizin, akrabanızdır, yoksa... — Misafirim, misafirim... — Hay yaşayasın güzel misa - firciğinle güle güle... Ey, nasılsı * / nız bakalım, beyzadem; iyisiniz, hoşsunuz, dolusunuz, boşsunuz, tatlısmız, mayhoşsunuz? Kaç gün yar görünmez oldunuz buralarda? Etem ağa bilem sizi sorardı, dün avşam bize ki, bizim beyzade bu- ralara gelme zoldu, acaba ne se « bepten diye? “7” — İşte geldik ya! — Geldiniz safa geldiniz. İlle biz isteriz ki her zaman gelesiniz. Zere alıştık sizin gül cemalinize... Şinci görmeyinees yapamayız. — Eh;doya doya görün işte br akşâm.... i — Hiç sormazsım hastalığım niz ce oldu benim? — Maşallah geçmiş işte... — (Eliyle kalbini göstererek) geçti amma, ciğere geçti... Her neyse, verin bize birer cigara da şinci tüttürelim keyifli keyifli karşınızda... Ben, tirşe gözlü kıza cigarayı uzatırken, baktım kocakarı koy « nundan fal çıkınını çıkardı, Naz- lıya sokuldu: — Ha bakayım kokorozlu bir falınıza küçük hanım! Nazlı gene dirseğiyle beni dürt- tü, Ben: — Bak, bakalrm, ne çıkacak? — Te atın niyetinizi çıkmın içis ne! Nazlı çantasmdan çıkardığı bos zuk paralardan birkaçını çıkinın içine attı... Ve kocakarı sordu: — İsminiz nedir bakayım be » nim güzel civanım? Şimdi Nazlı şaşırıp da Nazlı di- yecek diye ödüm patlarken o, hiç istifini bozmadan: — Rabiye! Dedi, — Hay yaşayasın güzel adınla benim kurabiye hanımcığım! — Kurabiye değil be, Rabiye Rabiye! — Ha Rabiye, ha kurabiye... Zere o da tatlı, bu da tatlı... Gel gelelim, benim adı güzel, kendi güzel Rabiye hanımdığım! Sen tokgözlü, doğru sözlü, temiz yü * rekli bir hanımsın! Yüreğin te * mizdir, çantan semizdir! Dilin tatlıdır, fakire, frkaraya merha * metin iki katlıdır! Yalan bilmez” sin, dolan bilmezsin! Büyükle bü” yüksün, çocukla çocuksun... İlle velâkin sen çok kıymatlı bir bom cuksun! (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: