7 Ağustos 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

& YOLCULUK NOTLARI HABER Akşam Postaın | — OTAĞUSTOS — 1985 » Almanyaya girerken Hırçın bir gümrük memuriyle karşılaşmak ne gibi neticeler verebilir ? Alman topraklarına yaklaşıyo- ruz, ayni renkte uzanıp giden tar- lalar arasında, insan elinin ç'zdiği muhayyel hudutları nafile arayıp duruyoruz. Tarlaları dereler, kulü. beler, köprüler ve fabrikalar takip ediyor; bahçeler içinde güzel mün zevi evler, büyük bir şehrin ilk müjdesini veriyor, ve bu manzara bir çiğ gibi büyüyerek bizi Alman- yaya götürüyor. Öğleden biraz sonra ilk Alman istasyonu olan Beuthen'a geldik. Her şey birdenbire değişiyor. baş- ka bir âlem başlıyor, makineleş- miş ve görüp geçirmiş bir insan kalabalığının uğuldadığı bir istas- yondan, yeni bir hayatın fıskırışı- na şahit oluyorsunuz. Kapılar açılıp kapanıyor, pen- cereler muayene ediliyor, inip çı- kan memur kafilesi treni tesellüm ediyor, her taraf siliniyor, dezen- fekte ediliyor ve siz bütün bu ken- di kendine olup biten işler arasın- da bir elden öbür ele geçtiğinizi anlıyorsunuz: Almanyaya her gelişimde duy- duğum tatlı bir heyecanı gene du- yuyorum, bu heyecanı — ilk defa bundan tam yirmi yıl önce, gene ilk Alman istasyonlarından birin- de ve Almanyaya ilk ayak bastı- ğım zaman duymuştum. Bu heye- can bana, belki de gençliğimir en tatlı günlerini hatırlattığı için dai- »»a taze kalacak.. Bu heyecan, - #Ayuvasının tatlı alışkanlığından bir gece yatısı mektebine — bırakilan çocuğun heyecanna benziyor. Tam yirmi yıl önce, gene böyle bir istasyon kubbesi altında ilk yurt ayrılığının sızısını duymuş - tum, bende bu heyecan, hep © sı - zıyı tazeler. Bu heyecan, içli ve tecrübesiz bir çocuğun hayatla ve madde ile karşı karşıya geldiği ilk dakikalarda doğar; hayal ve şiir diyarından garba gelen bir şarklı- nın, yeni bir iklime adapte ol- mak için harcadığı ilk kuvvet, bu heyecanın ta kendisidir. Bunu benim çocuklarıma anlat. mak ne kadar güç, heyecanın en güçlüsünü onlar, tunç başlı, çelik enerjili, pembe nurlu Atatürk'ün karşısında duydular, ve bu vecd i- çinde yaşayacaklar. Biz o yaşta başsız ve ruhsuzduk, yaşadığımız dar muhitten geniş bir hayat ova- sına çıktığımız ilk ayrılık günle- irinde duyduğumuz bu heyecanı, îbnlnrın kudst duygulariyle muka- yeseye hakkımız yok.. Bir hâdise anlatacağım, bu kü- çük ve ehemmiyetsiz gibi görünen “hâdise, çok defa ve çok kimsenin başından geçmiş olabilir, fakat büyük bir neşe, iyi duygu ile gir- diğiniz bir memleketin kapısı ö- nünde böyle bir hikâye ile karşılaş manın tesiri çok başka oluyor. Ka- nuna saygısı ile tanınmış Alman- karşısıma çıkaracağı — memurları seçmekte biraz daha titiz olursa, karşılıklı sevişmelere yardım et- miş olur.. Hırçın ve sert bir güm- rük memurunun yol arkadaşımızın bir paket çeşit cigarası ile 'ki pa- ket lokumu için gösterdiği — fena muamele, kapısını henüz çaldığı- nız misafirlikte, ayakkabılarını- zın çamurundan şikâyet eden ev sahibinin nezaketsizliğine benzi- yor. Kanun her yerde saygı bekler, yıllarca memurluk eden arkada - şım kadar kanunu tanıyan ise pek az bulunur, kanunu tatbike memur olanların karşısındakine en yük- sek nezaket göstermesini de yine ayni kanun emreder, Bizim güm- rüklerimizi ve gümrükçülerimizi tenkit edenlere bu Alman memuru ile çatışmak dilerim. Tren Beuthen istasyonundan kalkıyor, ağır bit hastalıktan yeni kalkmış bir hasta gibiyiz, istasyo- nun saatine bakarak saatlerimizi Avrupa vakitlerine uyduruyoruz. Hayattan bir saat kazandığımıza avunur ve aldanır gibi oluyoruz. & &« & -Bir sürü şehirlerden geçiyoruz, Breslau ve Frankfurt gibi - şehir- ler, bu hattın en büyük şehirleri- dir. Beş altı saat gibi pek kısa bir zamanda ve, saatte doksan kilo- metre gibi büyük bir hızla Berline girdik. Her taraftan gelip giden bir sürü trenlerin hücumuna şahit oluyoruz, binlerce halkın sakin ve muntazam tren — beklemesine gıpta ediyoruz. Karşılamağa gelenlerin sarıl- malarından gözünüzü açtığ.nız za man çantalarınızın çoktan olomo- bile taşınmış olduğunu görüyor - sunuz, hamallarda iyi bir disip - lin ve fiyaltarda İstanbula kıyas edilemiyecek kadar itidal var. Büyük şehirlerin kendine mah- sus ve bu büyüklükle mütenasip yaşama zorlukları var; ilt: gelen bir yabancının bu yeni hayat şart- larına uyması için öğreneceği şey- ler var. Bunları okuduktan sonra belki de Kristof Kolombun yu- murtasına benzetebilirsiniz. Bun- larr, kargaşalıktan ve intizamsız- lıktan kurtulamıyan — bizler için faydalı bulduğumdan — gelecek mektubumda yazacağım. Dr. Fridun Neşet Türk Hava Kurumu Büyük Piyangosu Şimdiye kadar binlerce kişiyi zengin etmiştir. 19.cutertip 4.cü keşide 11 Ağustostadır Büyük İkramiye : Ayrıca: 15.000,12.000, 35.000 Liradır 10.000 liralık ikramiye lerle (20.000 lira)lık mükâfat vardır... elf İkek aü $i 5 gi kla e » lll P ü Â L SŞ | lanlar ve öğle ÇıNGENELER ARASINDA Hayattan alırnmış hakiki bir macera No 94 Yazan: Osman Cemal Kağgısız Irfan artık bana göre ölmüs bir arkadaştan başka bir şey değildi.: Onu orada yalnız bırakmamak için son trene kadar Bakırköyünde kaldık. Gelglelim, son tren geldiği halde gene bitmek istemiyen ve bi- zi istasyonda âdeta kovar gibi azar İryan İrfanı orada brirakıp Nâzım- la meyus ve bitkin oradan ayrıl - dık.. . Ogünden sonra bir daha İrfanın yüzüne bakmadım. Onunla tama - mile selâmı, sabahı kestim. Ne o - lursa olsun! deyip adını bile artık ağzıma almaz oldum. Çünkü onun Bakırköydeson kırdığı o potlar, son yaptığın o maskaralıklar artık tam manasiyle canıma tak demiş, beni kendisinden soğutmuştu. Onun, o gün Bakır - köyde kırdığı ilk pot, yaptığı ilk maskaralık ertesi günü gene benim oradaki akrabalarımını kulağına gitmiş beni orada çok mahcup bir duruma sokmuştu. İstasyonda kırdığı potla yaptıgı maskaralık ise onun üzerine büs « bütün tüy dikmişti. — Zira İrfan o akşam son tren kalkarken Nâzım- la bana bütün yolcuların yanında: — Buyurunuz, siz gidiniz, ce - henneme kadar yolunuz var! Esa- sen bende kabahat ki sizin gibi dö- nek insanlarla yola çıkmışım, Dîye 'Bhrbar"îfağ;;ı:&;ğş ve böy]e- likle benim artık — kendisiyle yüz yüze gelmem için en ufak bir rüz- gâr deliği bile bırakmamıştı. O - nun için İrfan artık bana göre öl - müş bir arkadaştan başka bir şey değildi. Zaten sonraları araya as - kerlikler, harpler, göçler falan da girmiş ve bu suretle günün birinde biribirimizi büsbütün kaybetmiş, unutmuş; gençlikte çok durgun ve az aydınlık bir temmuz gecesi Top çulardaki çingene çadırları önün - | de tatlı tatİir Kars ve çingene nin- nisi dinleyişimizin bile gitgide ben de hiçbir hatırası kalmamıştı, Aradan nekadar zaman geç * mişti, bilmiyorum, belki iki, belki üç, belki dört yıl sonra, genel sa- vaşta ben İzmirde — askerken bir —gün bizim Aksaraylı Nâzımla bu - luşmuş ve ondan İrfanın anasının öldüğünü, kendisini de asabi has - talığı yüzünden askere alınmayıp İstanbulda çingenelerle birlikte a - nasının mirasını yemekle vakit geçirmekte olduğunu duymuş; on- dan sonra bir daha çok uzun yıl - lar kendisinden hiç bir haber ala - mamış ve kati'yyen almak da iste- memiştim... — İKİNCİ KISIM — Sultanahmette hapishanenin ya- nındaki kahveyi bilirsiniz. Bura- ya en çok tapu dairesinde işleri o - paydoslarında da tapu memurları falan çıkarlar. Öğ- le paydosu zamanı ile akşam pay- dosundan sonra bu kahvenin ön ve arka bahçesi çok kalabalık ao - lur. Ben, hele yaz — günleri, böyle kalabalıklardan hiç hoşlanmadı - ğım halde evvelki — yaz, bir öğle vakti, bir işim dolayısiyle nasılsa o kahvenin ön bahçesine oturmuş birisini bekliyordum. Bu gibi kahve bahçelerinin, yaz günleri, insanın başını ağrrtan bü- .. AM LA b ah dd . AEYE &ON T olanca hızı ile | | otur biraz daha da şunu tün gürültüleri hep birden kulağı - mın dibinde ötüyordu. Sağımda solumda, önümde ar- drmda dört beş takım tavla birden oynanıyor. Ve her pul — olanca şiddetiyle hanesine indikçe kulaklarım zonk zonk ötüyordu, Kılıksız kılıksız. nane şekerci, karamelâcı çocuklarının biri sus- madan öteki başlıyor; kadınlı er- kekli çoluklu çocuklu dilencilerin üçü gidip beşi geliyor; kahvenin arka bahçesindeki yaz lokantası - nın çatal, tabak şakırtıları arasın- da ikide bir garsonların oradaki iyi sucuya: — Ahmet Çavuş, suuu! Diye bağırmalarının — hiç ardı, arası kesilmiyor ve bütün bu cur- cuna arasında keman, ut, kanun ve deften mürekkep — dört kişilik gezgin bir incesaz takımı oracıkta piyasa şarkılarının en oynakları - nr çalıyordu. Bu alacalı ve hoş şamata ara - sında yarım saat kadar bekledi - ğim halde yolunu gözlediğim a - dam nedense gelmemişti. Paydos zamanı bitip detapu — dairesinde işleri olanlar yavaş yavaş oradan kalkmağa başlarlarken artık be - nim için'de kalkmak zâmahnt gel- miş sayılırdı. — Ancak, tam kalk - mak için elimdeki kahve parasını mermer masanın kenarma vurur- ken beklediğim — adam da geldi. Merhabadan, bir iki — hoşbeşten sonra: : — AÂman, dedi, pek yorgunum, müsaade et bir nargile — içeyim, kalkarız! Bahçe şimdi bir !ıaylı tenhalaş- miş, gürültünün onda sekizi kesil- miş, gezgin saz takımı susup baş- ka tarafa göçetmiş; gel gelelim bunlara mukabil, şimdi de, kula - ğımın dibinde bizim ahbabın nar- gile tokurduları başlamıştı. Oradan bir ân önce kalkıp serin deniz kenarma ulaşmak için ben olduğum yerde — can atıyordum; bizim ahbap ise şimdi gideceği - miz o serin deniz kenarını filân u- nutmuş; nargilenin verdiği keyif- le oracıkta tatlı — bir uyuşukluğa dalmıştı. Derken — bir de baktım, arka taraftan kulağrma hafif ha- fif bir gıy gıydır geldi, — Bu da nesi? Diye döndüm — ve gördüm ki saç sakala karışmış, suratsız, pe- rişan, berbat bir herif kendisin - den daha kırtipil kemanını çene- sine dayamış taksim etmeğe çaba- lıyor. Nargile tiryakisi ahbaba: — Çabuk ol da, dedim, kalka - İrm! Zaten bir saattır burada ka - fam kazana döndü. Şimdi bir de bu yeni zırıltı ile o kazanı patlat- mıyalrm ! — Adam, yapma, be, tam nar - gilenin tadr gelmişken kaçırma; bitire - yim! Biz çaresiz: — Peki! dir 'Dedik; herif de arkamızda gıy- giyini artırdı. Hicazdan mı, hü- zamdan mı, uşaktan mı krıtrpiyoz bir taksim yaptı; arkasmdan şar- kısına geçti. Hay geçemez olayd” Çünkü taksimi yalnız yayla yıP' yordu. Şimdiyse şarkıya lı:ı.endll'lııı o pürüzlü, boğuk ve tıkanık sesi de karışıyordu. İstemiyerek biraz kulak kabart" tım, çalıp söylemek istediği şark! şuydu: “Meyle teskin eyle sâki âhü &* teş zarımı |,, Snora dönüp herifin o saç sakâ* |la karışmış bitkin, perişan yüzün* | ve o seksen yerinden yamalı, yağ” İr kiyafetine bakıp içimden: — Be herif, dedim, ya Darülâ* cezeye, ya darüşşifaya, yahut E * dirnekapı mezarlıklarına birkat kalmış ; sen hâlâ: “Meyle teskin eyle sâki ahü âte$ zarımı |,, Diye yalvarryorsun! Sende ar* tık mey içecek, bilmem ne yapa * cak hal mi kalmış? Sen şimdi vaf geçsen de şu meyden onun yerin? “Çayla teskin eyle garson midel pürzarımı!,, diye — tuttursan dö kahveci sana bir bardak çay ge* tirse ve şuradaki hayır sahiplerim" den biri de sana — altmış paralık bir simit alsa da akşamüstü bira? safra bastırsan fena mr olur? Han İşçüimüğü Doyle soylenirkeli o, bu eski şarkıyı bitirip bir yeni piyasa şarkısma geçti. Yarım ya* | malak onu da çalıp — söyledikte! sonra kalktı, bir çay tabağıyle ©* radakilerden parsa toplamıyaâ başladı ve en sonra bizim önümü * ze geldi. O zaman, baktım tabağıi içinde tam altmış para vardı. O * rada oturan on beş kişiden ancaf biı kadar toplıyabilmişti. — Bizim önümüze tabağı uzattığı vakit vi” zünü yere eğip derin bir ah çekll’ ! Felek! Tabağın içine bir kuruş arka . daşım fırlattı; — bir kuruş da bef! attım, Hiç ummadığı halde böyle iki kuruşu birden görünce bitik b* rifin gözleri faltaşı gibi açıldı: — Allah razı olsun, Allah gön“ lünüze göre versin! Dedi ve yanımızdan uzaklaşır” ken dönüp bizi bir süzdü. — Sonrâ gitti, yerine oturdu, teşekkür mâ” kamında kemanmı eline alıp y birşey daha tutturdu. Bir iki dah& çaldı, mırıldandı. Şimdi bizim ah” babın nargilesi de bitmişti. Mar” pucu elinden bırakıp kolların! sandalyanın arkasına doğru uza * mur) bir gerindikten sonra; — İstersen kalkalım! Dedi. Garsonu çağırıp para VE” rirken baktım o — külüstür lıel"f çaldığı hayavı — birden degı!tıl'd' ve birden başka, amma bambaşk? acayip bir havaya geçti. Allah AF lah, bu da nesiydi böyle? — Bu 1? taksime, ne peşrefe, ne şarkıy&ı ne türküye, ne kantoya hiçbir $© ye benzemiyen pek tuhaf, pek g* rip bir şeydi. Arkadaş tekrarladı: - — Haydi kalkryor muyuz? — Kalkalım amma, hele bir d' kika dur bakalım, şu herif ne C’ İryor? öksürükle birkaç tıksırık borcuf | tarak şöyle dörtbaşı bayındır (mö- İ (Devamı vaf)—'l ' |

Bu sayıdan diğer sayfalar: