lde, yalnizca Boksör — Madam!.. Arabacı hastalanmış. Pugün sizi davetli olduğunuz baloya götüremiyecek... Affinizi rica etmek i - çin bama söyledi. — Ya!.. Öyle ise arabayı Corç hazır. lasım! Baloya mutlaka gideceğim... Corç, ahırda hayvanları (tımar et- mekle uğraşıyordu.. Madamın bu emri- ni aldığı zaman, epeyce sevindi. Çün - kü, seyislikten (terfi ederek arabacı namdezi olmuş demekti. Köyde, onu tanımıyan kimse yoktu. Bütün köy delikanlıları o kendisinden korkarlar ve onun yumruğunu, demir - den yapılmış büyük bir çekice benze -| tirlerdi. Köyde ve çiftlikte bulunan genç kızlar da, bu yirmi dört yaşında Apollon kadar (o güzel, Hergül kadar kuvvetli delikanlıyı, çok defa ruyaların- da görüyorlardı... Fakat Corç, bunlar - dan tamamiyle habersiz, aklını ve fik- Tini ahirdaki hayvanlara vermiş, onla- rın bakımı ile uğraşıyor ve sevgisini yalhız onlara veriyordu. Yalnız onlara değil, kalbinin bir kö- şesinde yanan bir kıvılemm daha var, var amma; onu kendi kendisine bile söylemeğe cesaret edemiyordu. Arabayı hazırlamağa basladı. Ma - damı, iki saatlik (Obir mesafede olan, başka bir çiftliğe götürecekti. Komşu çiftlikte, güzel bir balo veriliyordu. Genç Madam, bu baloya yalnız gide - cekti, Çünkü, kendisinden on beş yaş daha büyük olan kocası, onu ihmal e - “diyordu. Haftanım dört gününü, Lon - drada geçiriyor, çiftlikte kaldığı üç gün de ise, mütemadiyen dalgın duruyor ve Londrada bıraktığı sevgililerini düşün- mekls mesğul olduğu gözlerinden belli oluyordu. Genç Madam, yanma kimseyi alma- baloya gitti. Orada, Londradan gelen, © yüksek s6syeteye mensup pek güzel kadınlar da dahil olduğu halde hepsi, onun gü - zelliği yanmda pek sönük kalıyorlardı. Balo, sabaha kadar Odevam edecekti Fakat, tam gece yarısı olunca, ayağa kalktı ve gitmek üzere, ev sahiplerin - den müsaade istedi. — Lütfen benimle bir vals daha! — Bu santte yola çıkmanıza hiç ra- zı olamayız!,, — Gideceğiniz yollar tehlikelidir. Yolda haydutlar vardır!. Bahusus bu gece balodan haberleri olmuştur. Bel- ki sizs bir ziyanları dokunur!. — Size evinize kadar iefakat edebi- lir miyim?... Güzel kadın, bu ricalarm hepsini reddederek, salondan ayrıldı ve araba- sma binerek yola çıktı, Gece, karanlık ve biraz da sisli idi. Fakat Core küçüktenberi büyüdüğü bu yollardan, gözü kapalı olarak bile gi « debilirdi. Tarlalarm arasından; geçti - ler. Büyük bir ormanın kenarmdan yarım saat kadar gittiler. Ormanı geç- tikten sonra yarı yola gelmiş bulunu - yorlardı. Tam bu sırada «rabanım yir- mi adım ilerisinde bir karaltı belirdi. Bir daha! Bir daha! Core dikkat ettiği zaman bunların üç haydut olduğunu anladı... At üzerinde idiler... İlk haydun arabanın önüne çıktı ve: —Dur!... Kumandasını verdi... Corc derhal cebinden çıkardığı pistolu adamın göğ- süne nişan alarak boşalttı.. Haydut ye- re yuvarlandı. Diğer iki haydut araba- ya ateş etmeğe başladılar... Arabanın içindeki kadın bağırıyor, feryat edi - yordu... Fakat bu sırada bunların imda- dma yetişecek kimse bulunamazdı!,. A- rabacı kulağınm arkasından yaralan - miş, kanları akıyordu. Kadın, bir defa daha, acı acı bağır. dı. Ve arabanın bir köşesine yığılıver' » di... Core olduğu yerde ayağa kalkarak "arabaya yaklaşmış olan haydudun bir tanesine, kuvvetli bir yumruk savurdu. Yumruğu yiyen haydut boğuk bir ses çıkararak atından düştü ve gitmekte o- lan arabanın altında yuvarlandı. Arabacı, bu yumruğu yiyen haydu. dın, bir daha aklını başına toplıyamı - yacağmı bildiğinden, onu bıraktı ve a- rabanm üzerinden üçüncü haydudun zerine atıldı ve bünü da gırtlağmdan yakalıyarak hayvanmdan düşürdü. İki dakika sonra, gırtlağı demir mengene ellere sıkışmış olan Ohaydudun dahi, cansız yere yuvarlandığını söylemeğe hacet yok! ee teda on beşa - | dım ileride durmuş olan arabaya koş - : tu... Arabanın kapısını açarak: — Madam!... Tehlike kalmamıştır. Haydutların işini bitirdim.. Kadın cevap vermiyordu. Acaba bayılmış mı idi?.. Üç hayduttan kork - mıyan o ve onları tepeliyen delikanlı, sai şaşırmış, ne yapacağını bilmiyor- tatlı bir ses geldi. Corç bu sesi işitin- ce, sanki, şafak sökmüş ve çiftliğin çi- çek bahçesinde kuşlar ötürüyor zannet- mişti. Arabadan gelen ses: — Corç!.. o Korkuyorum! gir, yanıma otur! Beni teselli et. Diyordu. o Corç bu emirlere itaat etti. Aşk, kadın, ihtiras; şimdi nasıl ise, geçmiş zamanda da öyle idi. Gelecek İçeri zamanlarında da öyle olacaktır. Aşk, zen: gine, fakire bakmaz! Halk arasında ar. nıf ve tabaka farkı gözetmez!... Asırlar. ca evvel, Babilin asma bahçelerinde, Bahtetünnasarın gözdesi kapıda nöbet bekliyen askere işaret etmemiş mi idi? Bugün maceralara atılan, kibar kadın - lar yok mudur?... (Sonu yarın) Sırtüstü i “Amerikahıla zın dalma şampi - “Yonu Pete De - gardins'in © bir çok dalma durum ve biçimlerini re - sim ve yazılarile birlikte okurları - mıza sunagelmek teyiz. Bugün yük. sekten sırtüstü at, lıyarak dalma yo. Junu sunuyoruz. Sırtüstü dalma . “da gözetilecek iş atlama tahtasımdan amudi istikamet. te mümkün olduğu kadar yükseğe at. Iamaktır. Gövde yukarıya giderken kollarda en yüksek noktaya varılın - caya kadar yukarıya atılır. Ve ancak bu noktadadır ki resimde olduğu gibi "eller yanlara acılır ve baş aşağıya eğilir. Başm arkaya doğru olan bu hareke, Gi'gövdeyi, sıçrama' tahtasının üstün. atlama de çarkettirir,. Bunun üzerine vücut inmeğe başlayınca suya önce basin gir mesi için kollar yanlara yapıştırılır. Burada gözetilecek iki nokta: 1 — Ayaklar gövdenin gerisinde de, gil ilerisinde olmak üzere sıçrayınız. 2 — Baş hiç bir vakit gövdenin ö - nünde ileriye doğru eğilmemelidir; sıçrayışın en yüksek noktasına varın . - caya kadar dimdik tutulmalıdır. HABER — Akşam Postası -—— No 31 ÇiNGENELER | ARASINDA Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız 3 AĞU o AĞUSTOS — 1995. öc Bilmezmisiniz devletli Süleyman Efendi yetmiş iki buçuk milletin dilinden maada kuşların dilinden bile konuşurdu! Orada Etemle önce havadan sudan ve arkası sıra da öteki me- selelerden bir saat kadar konuş - tuk. Ancak kâfir herif o Nazımın yanında fazla açılmıyor; çingene- lik mingenelik işlerini, Nazlı me - selesini hep üstünkörü (o geçmeğe çalışıyor ve ikide bir: — Bana müsaade, bu avşam var işim birazacık fazlaca! Diye kaçmıya (davranıyordu. Nihayet Nazım, alay için san bir | hamle olarak Eteme çıkıştı; — Sen karışık, bulanık, berbat, sütü bozuk bir herife benziyorsun be! Etem fena halde kızdı: — Onu sen affedersin beyağa! Ben belki karışık bir adamım, ille velâkin berbat, sütü bozuk bir a - dam değilim! Senin anlıyacağın ben mert bir adamım mert! — Ulan; çingenenin merdi o - lur mu? Elile göğsünü göstererek: — Te karşında işte çingenenin merdi! Ne söyliyeceksen ona açık söyle, ne konuşacaksan © onunla mertçe konuş, al ondan covabını! » Bu sefer ben Etemle alay ot - tim: — Ulan Etem, senin bir sözün bir sözüne uymuyor be! — Neden uymuyor? — Daha iki gün önce Bakırkö- | '* yünden gelirken bana yolda ben | sütbesüt çingene değilim diyor - dun, şimdi çingenenin merdiyim! diyorsun! Bu ne perhiz, bu ne la- hana turşusu? Etem lâhavle sallıyarak: — Gene değilim ya, gene süt - besüt çingene değilim, sırası da geldi de üle süledim! Nazım; — İşte dedim ya, sen karışık, bulanık, berbat, sütü bozuk bir herife benziyorsun vesselâm! Etem daha fena bir hiddetle: — Efendi ağa topla ağzını, şit- sin kulaklarım (ağzından çıkanı! “enin karşında gördüğün - Etem, kafacığının içinde tasarladığın a- dam diyildir. Bana derler, bizim çingeneler (o Gâvur Etem amma, ben o şükür mevlâye ki Allahın sevgili kuluyum ! İsterim ben kim- seciğin gönülcüğü kırılmasın; bu daracık dünyada bir karınca bi - lem bana darılmasın! Kalmamış bu deli dünya devletli Süleyman Efendiye bile! — Devletli de kim ulan? — Okumuş, yazmış olacaksı - niz, bana ne sorarsınız? Bilmez misiniz devletli Süleyman Efen « der gibi başını Süleyman Efendi i diyi ki konuşurdu yetmiş iki bu - çuk milletin (dilinden maadası kuşların dilinden bile!... — Bu yetmiş iki buçuk milletin ! buçuğu hangisi? — Ne saklıyacağım şinci Alla- hın bildiğini kuldan? O buçuk i- gin de derler bizi... kim bilsin işin aslını? Biz sana - riz çingeneler kendimizi ki gel - ille şinci | İlle velâkin ! mişiz çok eskiden Hindiyanın Çi- nimaçin taraflarından bu yanla - ra... Var imiş gelir iken yanımız- da bizim binlerce küp dolusu al - tnımız, binlerce küp dolusu gü « i müşümüz, binlerce küp dolusu el- masrmız, (o binlerce küp dolusu Şişli kırları ile Xâğrthane sırtları arasında yazı geçiren demirci çingenelerin en kibarlarından birkaç kadın Tahtakaledeki küçük bahçede bir çingene çocuğu zümrüdümüz, binlerce küp dolu - $u mercanımız, binlerce küp do - lusu kavurmamız, o binlerce küp dolusu peynirimiz, ekmeğimiz, zi- tinimiz, tuzumuz, biberimiz, 80 - vanımiz, sarımsağımız... — Ulan Etem, bnlerce küp do- lüsu altından, elmastan, zümrüt - ten, mercandan (sonra ne çabuk indin peynire, ekmeğe, zeytine, tuza, sovana!... — Onlar da sanki Allahın ni - meti diyil mi? Hem yalnız biz mi- yiz bu daracık dünyada altından, elmastan, zümrütten, mercandan piynir, ekmeğe, sovana, sarımsa » ğa inen? Bakarsan bu deli dünya- nın haline hemen her kişinin ba - şına gelmiştir bu hal! Bakarsın bugün doludur kesesi o altın ile; bakarsın yarın kavaltı yapar, bir kuru zitin ile!... — Bırak şimdi felsefeyi, hik - meti de anlat (bakalım, bize şu devletli Süleyman Efendi kim miş? — Abe hani o var imiş dokuz yüz doksan dokuz tane karısı! — Amma yaptm ha? — Ya ya. (o Bunu ben atmam | kendi işkembeli torbadan © ((iş- kembeyi kübradan), bunu yaza” larmış bütünce kitaplar... Son efendicazıma O süleyeyim, bunu? en sevgili karısı Olan (dokuz YÜ doksan dokuzuncu karısının 3 da Kel kızmış! — Nasıl, Kel kız mı? . — Haha, kel kız imiş ya! Arkadaş (biraz düşündükte” | sonra: — Ulan sakın Belkis olmasın! — Hay ölünün canına rahmet» Siz dersiniz ona Belkıs, biz de d© riz Kel kız! — Anlaşılan sen, o Süleymaf Peygamberden bahsetmek istiyo” sun! Hiz Üle ya... Onü isterim süle * mek ben size... Yani ya demem © dur ki o devletliye bile kalmam!f bunca mal mülk, O para pul, ii e | mercan da bizim çingenelere mi kalacaktı bu daracık dünyada? — Ayol, sen çok şeyler biliyor” sun be! 4 — (Beni göstererek) Te pişin * cesinden sülemiştim bizim Bey#” ğaya ki bu deli (dünyada benin bilmediğim bir beş vakit nama?” , dr — Oldu olacak bari, sen # kendinin de sütbesüt ne olduğu * nu, bir anlatsana bize! — Onun sıracığı geletektir el bette bir gün, hele birazacık da * ha ilerletelim sizinle ahbaplığı, o zaman onu da anlatırım size. — Peki şimdi, bizim arkadaşı” (İrfanın) işi ne olacak? — Hangi işi? — Şu sizin çadırlarda çapraşık bir işi varmış onun! İ — Sahiden üle... Mübarek ç# | cukcağızın işi çapraşık ki çapra * şık... — Senin salağı nedir bak” yım bu işlerden? — Benim anladığım, açıkças” nı diyivereceğim: Sizin bu ark#” daş bilirsiniz acayip bir raahlük” tur. Var idi bir acayip mahlük d8 bizim çadırlarda... Amma bunlar” dan sizinki erkek, bizimki dişi Te arada fark bu kadar... Hani 79 nasıl derler menşur bir söz var * dır: “Tenceres yuvarlandika, “O kapake arakadas,, Yani ya onun gibi, bu ikisi d€ yuvarlandılar, bizim topçular biribirlerini yakaladılar. Yok 0” tada şincilik (o bir fenalık e ey, insan oğlu bunlar, ne olur, "* olmaz diyip biz tuttuk bizim Y# " rim diloyu (yarım deliyi) aşırdık bizim çadırlardan uzak bir yer*” Zere bilirsiniz bu kadın ez ka” ilen kaptırdı mı her hangi birin? gönülcüğünü artık tutasm kelir perçiminden!... Zatı ölmüştür © cacığı yeni, var onun acısı Yü ğinde bir yandan... Sonram koc?” sından öncesi sever idi bir diYİ" ” menci delikanlısmı...Onun buls” ğı var canevinden bir yanda” Sonra gene efendime süleyim, v7 casının ölümünden birazacık 99” İ ra yakmıştı abayı bir gezi 4 Gazelci'de kim? (Devam