a e aa Yazan: Bu sözler önce — Fernandoyu Şaşırttı, sonra kızdırdı.. Antonyo onun en çok — güven - diği bir zabitti. Hattâ bunun için Salernoyu Beatrisin nedimeliği - ne almıştı. Bu genç kızın da göz- lerinde hiç bir fenalık okunmu - yordu.. Hattâ Fernandoya hay - ran olduğunu — gösteren bir hal vardı. Sön zamanlarda Beatrisi Salernoya getirdikten sonra bira? lurgun görünmüştü amma, her halde geçecekti.. Salernonun bu genç İspanyul Markisi ile evlenme Yi tasarladığını hiç ummuyordu « î::::.b;,:':w" kızının bu de- B hi '":lldı ki.. . bi içi ununla beraber Fernando Be- eKiia ı'_"'"ıdliı oda kapısının .n:,l?hm cebinde taşıyordu . ler dişi *fun söylediklerini din- mez aklına ilk gelen şüp- €© şu oldu: — Yoksa Leonora ile Antonyo «lele vererek Beatrise bir. fenalık “-KADiRCAN KAF Yapmasınlar, yahut ; kaçırmasın » İ , BB züşcOcIl 4 Bir iki dakika içinde bu işi an - ve tekrar buraya dönebilirdi . düşünce ile, Türklrein en çok ıkları mazgalları, kuleleri Ve büyük kapıyı çabucak gözden :_-BHL Lâzım gelen emirleri ver- .:h:ı::::i dairesine doğru hızlı uzaklaştı.. —— HÜSMEN NE OLDU?... — Başını dik - tut., Kaşlarını çat... İyi... Fernando'dan hiç far kın yok... Fakat bu olmaz... O kıs hc at ve şunu al!.., Antonyo bunları söyliyerek kendi kılıcmı Frenk Süleymana Verdi. Kendisi de biraz önce öldü- Tülen askerin kılıemı aldı. — Şimdi gidelim... Diye mrrıldandı. Kendisi öne düştü. Ârtık korkusu büsbütün çoğal- Mıştı, Bunun için pek acele edi- Yordu, Çünkü Vittoryanın, gör- rini hemen Fernandoya ha-> ber vereceğine hiç şüphesi yoktu. Kaprlardan, bölmelerden, da- Tacık yollardan, koridordan geçti- ler. Merdivenleri çıktılar, Yollarır nm üstünde hiç kimseye tesadüf | etmiyorlardı. Fernandonun bütün âskeri mazgal ve kapılara yığdığı anlaşılıyordu. Zaten böyle bir za- manda başka türlü yapılamazdı ya, Zindan kapısına yaklaştıkları Zaman Antonyo geriye çekildi ve Frenk Süleymanm koluna doku- :'_üık ileriye geçmesini işaret et- | . Frenk Süleyman şapkasını göz- lerinin üstüne doğru biraz daha eğerek dimdik yürüdü. Yarı ka> ranlık dehlizin köşelerinde iki as- ker vardı. Fenandonun Hüsmeni elde bulundurmağa çok ehemmi-, yet verdiği bundan anlaşılıyordu. | İki askerden biri Frenk Süley- manı diğerinden önce görmüştü. | Arkadaşının kolunu dürttü: — Marki... a Diye fısıldadı. Frenk Süleyman bunu duydu ve sevindi. Askerlere hiç bir şey söylemedn zindanım kapısına doğ- ru yürüdü. Sesini Fernandonun sesine benzetemiyerek uyandır- maktan çekiniyordu, Fakat her | şeye” rağmen bunları buradan | savmak da lâzımdı. Arkasından gelen Antonyoya boğuk bir sesle: — Bunları büyük kapıya gön- der. Emrini verdi, Antonyo askerlere bu emri bil- dirdi: — Hemen büyük — kapıya... Marş!... Askerlerde en ufak bir şüphe bile görülmemişti. İkisi de mızraklarını öne doğ- ru eğerek koşa koşa uzaklaştılar. Frenk Süleyman yürüdü. Bir köşeyi daha döndü. Burası de zindanın kapısını gördü. An- tonyoya dönerek sordu: — Burası mı? — Eyvet... Tam bu sırada bulundukları yerin gerisinde kalan köşeden bir karaltı fırladı. Daracık koridorda bir şimşek hızıyla kayboldu. Hat- tâ demin konuştukları birer söz bile onun Aayaklarmın çıkardığı gürültüye karışmış, ancak anlaşı- labilmişti. Frenk Süleyman bundan bir şey anlı a. Fakat bu karaltının bir asker olmadığını görmüştü. O halde kimdi?... Antonyo ondan dâha sonra ge- riye dönmüş, karaltmın gölgesi | ancak bir göz açıp kapayacak ka- dar az bir zaman onun gözlerinde aksetmişti. Fakat buna rağmen hemen tanımıştı: — Gardiyan... Buranın - gardi- yantı. Diye kekeledi. Antonyo bu sözleri telâşsız ve bilgiç bir halde söylemişti. Halbu- ki Frenk Süleyman daha soğuk kanlıydı. Sordu: — Mademki buranın gardiya- nıdır, neden kaçıyor?... Bu sözler Antonyonun da ak-| İmı başına getirdi. Gözleri korku- ve şüphe ile büyüdü. İşler amma da aksi gidiyordu ha... Adım ba- şında bir başkalıkla karşı karşıya geliyordu. Halbuki bu işi ilk ta- sarladığı sıralarda çok kolaylıkla becereceğini ummuştu, Hiç bir ak- silik onun aklına gelmemişti. Daha çok durulacak — zaman değildi. Antonyo: —Alah belâsını versin!... Yok- sa bir suçu mu var? Yanlış gör- müş olmıyalım!... R_ABRR — Akşam Postas Fernando'dan hiç farkın ı]ok; Fa- kat bu olmaz..O kılıcı at ve şunu al!.. Diye söylendi. Fakat belki de gözleri yanılmıştı. Belki de bu, Hüsmen Reisin gardiyanı değildi. Eğer değilse kimdi? Buralarda ne dolaşıyor, ne yapıyordu?. Düşüncelerini birdenbire kes- ti. Çünkü Frenk Süleyman onu dinlemiyordu. Zindanım dışarısın- daki sürgüyü çekmişti. Kapr açıl- mış ve dışarıya doğru ince bir ışık sızmıştı. Bu, Zindanm tepesinde- ki ufacık pencereden giren aydım- lıktı. Antonyo Frenk Süleymanın ar- dmdan koştu. ©O da içeriye girdi. Frenk Süleyman homurdandı: — Hüsmen nerede?... yatan bu adam kim?... Antonyo yere baktı. Sahiden orada bir adam vardı, Eğildi, yü- zünü aydımlığa çevirdi ve: — İşte buranın gardiyanı!.., Dedi, Sonra ilâve etti: —-.Hüsmen Reis. burada yok. “ Bir hâmlede zindanın dört ya- nını, köşedeki eski ve kırık kana- penin altını gözden geçirdi. Ot minderi, örtüyü sağa sola savur- du. Kızgın bir sesle: — Yok... Diye mırıldandı. Frenk Süleyman, Antonyonun kendisine bir oyun oynadığını sanmaktan uzaktı. Çünkü bu hak- sızlık olurdu. Burada biraz önce olup biten- lerin hepsi meydandaydı. Anla- mak için uzun uzun düşünmeğe lüzum yoktu. Hele kenarda oldu- ğu gibi duran yemek tabağımı, bir kısmı koparılmış olan ekmek par- çasını, gardiyanın sırtında bir don bir gömlekten başka bir şey olma- dığını görünce hiç bir karanlık kalmamıştı. Antonyo yerde yatan gardiya- nn göğsünü, karnını, boynunu ve kalbini yoklamıştı. Hiç bir yara yoktu. Yalnız şakağı, bir ayvanın yarısı kadar şişmiş, kararmıştı. Demek ki Hüsmen Reis, kendi- sine ekmek ve yemek getiren gar- diyanın üstüne saldırmış, onu, şa- kağına korkunç bir yumruk vura- rak yere sermişti. Sonra da onun elbiselerini kendi elbisesinin üs- tüne giyerek dışarı çıkmışı kapr ya dışarıdan sürgü koymayı da unutmamıştı. Demek ki biraz önce koridorun köşesinden fırlayarak kaçan ve kaybolan karaltı Hüsmen Reisin ta kendisiydi. n Ferenk Süleyman: — Onu arayalım!... Diye mırıldandı. Antonyo bitkindi. l Nerdeyse gözleri yaşaracaktı. Bu kadar yorulduğu, her türlü korkuyu göze aldığı halde sonun- | (Devamı var) | birdenbire Yerde —ai eaililiüü l eei üeüi0 ö ada G ea ae R Ğ0i ae a Öoi di Üai aai Si Nü ll lll / Bir Aşkın Hikâyesi Nakleden : Sonra, Samiyeye dönerek: — Doğrusu bu bara müşterile- rimizi elimizden almak için değil de gül satmak için devam ettiğini sanıyordum... Eğer erkek arıyor- san başka yerlerde kısmet arama- | hısm... Son derece hiddetlenmiş, adetâ| bağırıyordu. Birdenbire asabileş- mesinin sebebi bir türlü izah olu- namazdı. Ş — Vallahi, billahi... Sizi temin ederim ki... ' Bu sözleri, zavallı Samiye mırıl. danıyordu. İtiraz etmek, böyle bir şeyin varit olmadığını söylemek istiyordu. Fakat bir türlü muvaf. fak olamıyordu. Aliye, o kadar bağırıyordu ki herkes, sağdan soldan eğilmiş, onlara bakıyordu. Bunun üzerine, Samiye, yerin dibine geçti. Her nazar, ona, bir!| ok gibi saplanıyordu. Buna ta- hammül edemiyecekti. Gerileme- ğe başladı. Aliye büsbütn haykırd: — Ne kaçıyorsun?... Dur... Gü- lümü ver... Etrafta, gülüşmeler oldu. Rauf: — Korkma... Gülünü alırım... — Haydi bakalım... — Hem, sonra, ikinizin de an- laşmanızı, kavga etmemenizi, ba- rışmanızı isterim... Samiye! Hay- di, gel, masamıza otur... Sen de bizimle beraber bir viski iç... Ga- yet iyi olur doğrasü:.: ' Yanındakilere döndü: — İtiraz etmezsiniz, değil mi? Erkekler: — Buyursun... Buyursun... İti raz etmeyiz! - dediler. İşin vehametini takdir edeme- dikleri için bu hâdise onları eğlen. diriyordu bile... Ayağa kalktılar. Çiçekçinin geri kaçmasıma ma- ni oldular. Etem, kızın yanağını okşamak istedi: — O kadar vahşi olma, güzel kız... Gel bakalım... Otur... Sana fenalık edecek kimse yok burada! Zavallı Samiye: — Birakın beni... Bırakın beni! d'v> adetâ ağlıyordu. Galip: — Bırakacağız amma, bir şart- la... Bizimle beraber bir viski içe- ceksin ve Aliye ile dargınlığın ol- madığını söyliyeceksin.. Onunla adamakıllı barışmanız lâzım... Etem: — Haydi, haydi... Oturun... U- zun etmeyin, canım... Fazla naz â- şık usandırır derler... Samiye, başmı, dişi bir kahra- man gibi doğrulttu: — Olmaz diyorum, musunuz?... Olmaz işte... Zavallı, kurtulmak için çırpı nıyordu. Lâkin, delikanlılar hoş bir oyun oynadıklarına kani olu- yorlar, israr ediyorlardı. Samiye- yi, ikisi de birer kolundan yaka- lamıştı. Aliye, dudaklarında müstehzi ve hain bir tebessüm, bu manza. rayı seyrediyordu. Etraftaki masalardan, sarhos lar kalkmışlar, — yaklaşıyorlardı. Bir çember çevrilmişti. Her ka- fadan bir ses çıkıyordu. — Önünr gelen fikrini söylüyordu. işitmiyor larından birinin âşıkmı — elinden almak istediğini söylüyordu. Ba- zılarına göre ise, bir kabalık yap- mışmış... Kızları tahkir etmişmiş. Bu sırada, içtiği ispirtolar bey nin şiddetle vurduğu için. Rauf ayağa kalktı. Samiyenin arka- kasına geçti. Onu belinden yakaladı. Omu- zuna doğru eğildi. Öpmeğe ça- baladı. — Haydi yavrum... Kafa tutma. Vallahi darılacak bir şey yok... Bu suratı kendi yüzünün yanın- da görünce, zavallı kızın — bütün mevcudiyetini bir isyan çoşkunlu- ğu kapladı. Demek ki, Rauf, onun başma bu kadar felâketleri getirmesi kâ- fi gelmiyormuş gibi, bir de kendi- siyle alay etmek küstahlığını gös- teriyordu. Bir saniye içinde, bütün manza- ra gözünün önünde canlandı: Bütün o felâketler... $ Raufun sebep olduğu felâket £ ler... Lekelenmesi... “H...,, kasabasında geçirdiği a- zaplı günler... İnme inmesine sebebiyet ver « diği annesi... Jalenin çalmması... Bütün bunlara sebep olan bu adam değil miydi?... Dehşetle haykırıyordu: — Bırakın beni... Bırakın be- Nİ Civardan sesler geliyordu: — Öpmüyor... — Öpecek... — Öp bakalım öpeceksen... * Bir terbiyesiz: A — Doooo... Canımıza değsin...' diye haykırdı. , Rauf, bu terbiyesize uydu: — Haydi, canmıza değsin... He. pinizin namına öpüyorum işte... — Bravo... Bravo... Bu hareket, bu sesler; sarhaş- luğunu arttırmıştı. Kollarının a- rasındaki vücudan çırpınmasın- dan, gözlerinin içine bakmak is- tiyen gözlerin ifadesinden ne müt. hiş şeyler çıkabileceğini tahmin etmiyordu. (Devamı var) HABER AKŞAM POSTASI İDARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Telgral aöresl ISTANBÜUL HABER Telefon Yazı: 23872 Idare: 24970 ABONE ŞARTLARI Türki Ecnebi Senelik ıoooıı'('ı. 2700 Kr. a 7B0 . 14850 ik 400 £ 800 0 t aylık 180 £ 300 £ İLÂN TARİFESİ. Ticeret ilânlarının satırı 12, Resmi ilânların 10 Kurustur Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası 4 aei