Ca Gözleri görmiyenler köyünde bir evlenme merasimi Yugoslavyada eski muharipler KÖRLERİN KOÖYÜNDE Gözleri gören kızlarla mes'ud yaşıyorlar Bu köyün nüfusu sekiz yıl önce ancak 60 kişiydi, şimdi 6600 üÜ bulmuştur Dr. Ramadonoviç Körlerin saadetini bildiren ha- berler her gün daha çoğalıyor. Amerikanın körlerini bir ara- ya toplayıp, onları işe yarar birer adam haline getiren iki Amerika- İr geçenlerde şehrimize gelerek gçok dikkate değer sözler söyle- mişti. Gözleri görmiyen insanlar, ar- tık bitmiş değildir. Biz gözleri gö- 'renlır, yüreklerimizin gözlerini 'de açarak onların insanlık değe- rini pek âlâ görebilir ve kendile- rini türlü işlerde kullarabiliriz.. » * & » Körler hakkında en meraklı vve sevinilecek bir hâdise Yugos- |Tavyada olmuştur. Büyük harpte gözlerinin nurunu kaybetmiş genç muharipler için Belgraddan iki saat ötede bir köy kurmuşlardı... Bu köyün adı Veternik'dir. Gözleri görmiyen eski muharip- lerin hepsi genç ve iyi yürekli kızlarla evlendirilmişlerdir. Veternik köyü, harpte gözleri- ni kaybetmiş muhariplerin bir a- rada yaşadıkları ilk yerdir. Bu dü. şünce, ilk defa — Yugoslavyanın “Kral Aleksandr körler enstitü- sü,, direktörü doktor Veliko Ra- madanoviç'in kafasında doğmuş- tur. Doktor Ramadanoviç ve karı- sı, bugün Yugoslavyanın Veternik köyündeki otuz körün, karılariyle birlikte yaşadıkları mes'ut hayatı kuranlardır. ... Doktor Ramadanoviç, şimdi bir çok şen çocukların da, güle oynaşa koşuştukları bu malül mu- haripler köyünü ve bu köyü nasıl ortaya koyduğunu şöyle anlatı- yor: “— Ölen Kral Aleksandr. bü- yük harpte gözlerini kaybetmiş eski askerlere karşı cok ilgi (alâ- ka) gösteriyordu. Kendi parasının büyük bir kısmını onlara yardım için veriyordu. Bugün kendi adı- nı taşıyan enstitümüzü de kendisi kurdu. Ve bütün Yugoslavyadaki körler için bir merkez edindi.. “Kral Aleksandr'a bir teklifte bulundum. Modern bir köy kura- | rak, gözlerini kaybetmiş muharip- lerimizi buraya getirip her birine arazi verdirmeği düşünüyordum. Onlar buralarda kendi düşünce- lerine göre çalışarak gene kendi kendilerini geçindirecek birer a- dam olacaklardı. Kral teklifimi uygun buldu. Gözlerini kaybetmiş her muharibe bir kulübe, biraz arazi, tohum, mefruşat, icab eden sürme ve kazma âletleri verildi.,, “Gözleri görmiyen muharipler önce küçük bir çiftçi olarak işe başlıyacaklardı. Ortaya koyduk- ları mahsul için de piyasa hazırdı. Fakat Kral, ayni zamanda bun- larm evlenmesi lüzumunu da tak- dir ediyordu. Krala, bu gözleri görmiyen mu- hariplere gelin bulmağı vadettik. Karımla birlikte bu işi de üzeri- mize alıyorduk.,, “Karımla başbaşa verdik. Yu- goöslavyanın her yanında ilân et- meğe başladık. Harpte gözlerini kaybetmiş delikanlılara gelin gel- mek isteyen kızlar tarıyorduk. O- tuz geline ihtiyaç vardı. Fakat çı- kan istekliler altmışı geçti.,, “Beni en çok hayrete düşüren şey, bu gelen kızların hepsinin de güzel olmasıydı. İyi yürekli kız- lar.. Her ı,eııç muharip için bir kız ayırdık. Bu işde güvey olacak adamın kendi alacağı kızı seç- mesi meselesi mevzuubahsolamı- yordu. Sadece her kahraman de- Hikanlıya yaklaşarak: — Sana iyi bir hayat arkadaşı bulduk, diyorduk, Ve genç kıza da: — İşte senin yarınki kocan! di- yorduk. Sonra hemen evlenmeleri yapılıyordu.. “Seçimlerimizde yanlış dav- ranmadığımız, zamanla anlaşıldı. Yakın tarihten kanlı yapraklar HABER — 'Akşüm Poktakt ——— 21 HAZİRAN — 1935 ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtib mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 64 Dört süngülü askerin refakatinde olarak biz de başka bir kapıdan dışarı çıkarıldık... Hele M. Ali yanındaki kıza baka- yım derken şekerleri düşürüyor, çatal yerine kaşığı alıyor, sütlü kahveye çay döküyordu.. Fakat buna rağmen ne o, ne de ben bu fırsatı kaybetmedik — ve iki hemşireden Maltaya — çıktıktan sonra buluşmak üzere söz - aldık. Onlar bize kalacakları yerin ad- resini vererek bizi arıyacaklarını yadettiler. Bu suretle bir bahara susamış olan yaşlı gönüllerimiz bir eksir yerine geçen bu macera da böylece kapandı, gitti... Kahvealtı devam ederken sü - yari bir aralık yerinden - fırlıya- rak koşa koşa yukarı çıktı. — Malta limanına giriyoruz!,, Dediler. Biz de salonda kalma - dık. Rus kızlarının kollarına g-- rerek güverteye çıktık... Zırhlı, Maltanın dış limanından içeriye giriyordu. — Süratini kas- mişti. Biraz ilerledi, durdu. Kar- şıdan küçük bir romorkör süratle bize doğru geliyordu. Süvari bize hazırlanmamızı ihtar — etti. Ho - men aşağıya inerek eşyalarımızı hazırladık, yükümüzü güvertsye çıkardık. Bu sırada merdiven ir- dirilmiş, romorkör zırhlıya yanış- mıştı. Başımızdaki feslerla herkes bi- zi lanıyordu. Gemi süvarisine E- ze gösterdiği — mihmandarlıktan dolayı uzun uzadıya teşekkür et- mek istiyorduk. Fakat ingilizc> bilmiyorduk. Gemide Lir tercü- man da yoktu. Bunun için arka — arkaya bir ürü: — Denk yu, denk yu!,, Diyerek herifin elini — sıktık, Te aai ee Dniedineei Çünkü çok mes'ut oldular. Her evlenmede bulunuyor ve - sağdıç- lık ediyordum. Her geline, bir ge- lin elbisesi ve bir buket veri- yorduk, Her güveye de bir evlen- me kostümü ve bir karanfil veri- yorduk..,, “Bütün bunlar sekiz yıl öncey- di. O zaman köyün nüfusu yalnız 60 kişiden ibaretti. Bugün 600 ki- şidir. *“Çocuklardan hiç biri kör doğ- madı. Yalnız gelinlerden biri öl- dü. Görmiyen muharipler köyü, bü- tün Yugoslavya içinde en müref- feh ve mes'ut köylerden biridir..,, Doktor Veliko Ramadanoviç, Yugoslavyada hem ehliyeti, hem de bu büyük yardımı dolayısıyle herkesin sevdiği bir şahsiyet hali- ne gelmiştir. * Veternik köyü, Belgraddan iki saat kadar ötede olduğu için bu- rayı görmek ve eski muhariplerle arkadaşlık kurmak üzere Bel- graddan tanıyan tanımıyan bir çok kimseler de gitmektedir... Tanınmmış Yugoslav — dokto- runun Londra — körlük — mücs- seseleriyle de ilgili olması, — Yu- goslavyadaki bu güzel örnekten, Avrupanın diğer şehirlerinde sık sık bahsedilmesine imkân ver- mektedir. diğer zabitlere de veda ettik. Bi- zi mülteci Rus ailesile — beraber, gelen romorköre bindirdiler. On dakika sonra — ismini bil- diğimiz, ve taşlarını eski evleri- mizin avlularında — gördüğümüz meşhur Malta şehrine çıkmış bu- hunuyorduk. Romorkör bir rıhtrma yanaşın- ca karşımıza çıkan - İngiliz me - murları bizi civardaki bir salora götürdüler. Güzel Rus kızları da bizimle beraberdi. Ve unların bi- zimle beraber olmalarından en ziyade memnun olan bizim Meh- met Ali idi. İkide — Lirde sansi başkaları duyacakmış gibi kula- ğıma eğilerek: — Cemal! Bunlar bizim yam - mızda olduğu müddet;e Maltaya değil cehenneme bile giderim.,, diyordu. Gümrük dairesi olduğunu an - ladığımız bu salonda yarım saat kadar bekledik. Gereken muame- leyi yaptılar ve bize! (Kalkınız') işaretini verdiler. Burada Rus kızlarile, ana ve babasile de ve- dalaştık. Onlar bizden — ayrılıp gittiler. Muhafazamız için bura - ya gönderilmiş olan dört süngülü askerin refakatinde olarak biz de başka bir kapıdan dışarı çıkarvi- dık, öev b Kapıda bir kamyon durüyordü. Bizi ona bindirdiler, esyalarımızı yanımıza koydular. Süngülü as - kerler de içeri doldu. Her taraf güzelce kapandı. Ve kamyon ha- reket etti. Maltanın sokakların - dan son süratle geçiyoruz. Kam - yon bir çok dönemeçlerden geçi - yor. Anlıyoruz ki rıhtımdan ol - dukça uzak bir yere — gidiyoruz. On beş dakika sonra — kamyon durdu. Kapısını açtılar.. Yere iv- dik. Büyük bir kışlanın — demir parmaklığı önünde — bulunuyor - duk. Kışlanın avlusunda bir sürü insan vardı. Dikkatliçe bakımca unların biz- den evvel sürülen arkadaşlar ol- duğunu anladık. Onlar da bizi bekliyorlarmış; görür görmez ka- pıya doğru koşmağa — başladı - lar. Biz de demir kapıdan içeri gir- dik. İşte, o zaman bir — sarmaş dolaş faslıdır başladı. Burada kerkes biribirinin can ciğer dostu olmuştu. Evvelce ken- di memleketlerinde — birbirlerile resmi bir surette konuşanlar bu - rada tamamen senli benli olmuş- lardı. Evvelce mevki icabı yer- den temenna ile ve tazimle karşı- ladığı zatın koluna girenler.. I- tanbulda iken ayda yılda bir te- sadüf ettikleri halde burada ge - ceyi gündüzü beraber — geçiren - ler... Garabet ve felâket, sınıf, mev- ki ve rütbe farkını tamamen orta- dan kaldırmış, Malta menfilerini engin bir samimiyetle birbirlerine bağlamıştı. Biz, işte, — böyle bir muhite girmiş idik. Burdan dola- yı, hepsi birer birer bi'ze sarılı - yordu. Herkesle şapur şupur öpü- Daha kapıdan yeni girmiş, yor* gunluğumuzu almamıştık. Her &* gızdan bir ses çıkıyordu. — Hoş geldiniz! — İstanbulda ne var, ne yok? -— Kabine düşmedi mi? — Kuvayi milliyeden ne ha * ber? — Mustafa Kemal (Atatürk) İstanbul hükümetine bir ültima * tom vermiş, doğru mu &allah af kına?... — İstanbulda bizim için ne di” yorlar? — Gazeteniz var mı? — Bizim çocukları gördürü? mü? Dedim ya, her kafadan bir se$ çıkıyordu. Ve Mehmet Ali ile hef bu suallere ne cevap vereceğimi” zi bilemiyorduk. — Arkadaşlar, * kadar heyecanlı idiler ki onlarf cevapsız bırakmak ta değru değir di. Onun için hepsini sevindir * cek güzel güzel havadisler uy * durmağa, hepsine eşinden, dos * tundan, akraba ve - taallükatın * dan selâmlar söylemeğe başla * dık. Bu hal böyle ayak üstü belki bir saat kadar devam etti. Der” ken arkadan bir ses duyuldu: — Yahu! Bu kadar — acelenif nedir? Bu iki arkadaş — hemef gerit “dönmiyecekler ga ! O1 da sürgüne geldiler. Hele bif yerlerine yerleşsinler, hepimit ayrı ayrı memleketten haberler sorarız. Şimdi bırakınız zava!'lıları! Yof gundurlar. Şöyle bir soluk alsım” lar!,, Bu ses Aka Gündüzün - sesi, ” di. (Devamı var) —© Sikâyetler temennıle_r_: Lokantacılar cemiyeti ve lokantacılar Taksim, Rumeli kebapçısı Mu? tafa, matbaamıza gelerek şu şir kâyette bulunmuştur : “Bizim lokantacılar cemiyeti * nin bize hiç bir faydası dokuf mamaktadır. Yaptığı iş yalnız? senede 650 şer kuruş cüzdan p& * rası almaktan ibarettir. Şimdi d* lokanta sahiplerine — birer tamif? göndermişler, ve cüzdanı olma” yan işçilerin derhal çıkırılmıl"' istemişler. Eğer bir şey kazancak itiraz et” meden veririz. — Fakat ne geıf’_ Eskiden 90 lira kazanırken ıind' ancak 30 lira kazanıyoruz. Bunu? neresinden — keşelim de bu par' verelim. Eskiden 15 gündebir cemiyet!” fanırdık. — Şimdi böyle bir şeyl”” de yapılmıyor.. Cemiyetin varif' bizim işlerimizi yoluna h!"'.& işsiz. kalırsak — bize iş bulm: İ şüyorduk. Ve sualler tir sağınak | Boşu boşuna paramızı almak de” halinde üzerimize dökülüyordu. ğil