Sırlarını veren bu nihayet ele kuşların garip yaşayışı Guguk kuşu görünüş bakımın- dan, Atmaca ve” Şahinlere çok| benzer. Küçük kuşların hemen hepsi de Atmaca ve Şahini hava- da görünce üstlerine saldırdıkla- rı gibi, Guguk kuşu da kendini gösterince hemen taarruza uğ- rar. n Bu kuş, sırrını binlerce yıl giz- lemiştir. Tarihin ilk başlangıcın- dan itibaren, eski Helen kayıtları da, Goguk kuşunun yerde yumurt ladığını ve sonra da yumurtayı gagasının arasına alarak — başka; kuşların yuvasına taşıdığını san - mışlardı. Fakat son günlerin araştırma - Jarı, kuşun doğrudan doğruya yuvaya yumurtladığını meydana çıkarmıştır. Nitekim sinema ma - kineleri de bu manzarayı almağa muvaffak olmuşlardır. Dişi Guguk yumurtlamağa ha- zır olduğu zaman gidip bir tüne- ğe konar ve burada yarım saat- ten altı saate kadar hiç kıpırda - maksizin durur. Başka kuşlar da yumurtlamağa başlamadan önce yuvalarında bu kadar oturur- lar. Guguk kuşu yumurta zamanı gelmeden iki gün evvel, seçeceği yuvayı gözüne kestirmiş ve bun - ların sahiplerini hep gözetlemiş - tir. Artık-sırası gelince ötekinden kalkarak doğru yuvaya gider. Hiç vakit geçirmeksizin oradaki yumurtayı çalar, vücudünü ya . bancı yuvaya — yerleştirerek yu - muürtlar ve bunu çaldığı yumurta- nm yerine yerleştirdikten sonra, öteki yumurta gagasının arasında olduğu halde uçup gider. Uçarken bu yumurtayı — kıra- rak yutar, Ekseriya da emniyetli bir yere varıncaya kadar bekler! ve orada oturup rahat rahat yer. Guguk kuşunun yuvaya varıp, ça-. İmmış yumurta ile tekrar hava - Tanması arasında geçen zaman on saniyeden fazla değildir. Guguk küşunun — dişisi h.rsız ve başka kuşların hakkına teca- vüz eden bir sahtekâr — olmakla beraber, erkek te bu karanlık iş- lerde büsbütün kabahatsiz değil- dir; © da karısının eşkiyalık için yapacağı hazırlıkların lıepıine yardım eder. Guguk kuşları ilkbaharda Af- rikadan buraya ve tâ İngiltereye kadar bütün Avrupa göç ederler. Guguklar yeni var - dıkları topraklarda şöyle adam a- ? kıllr yerleştikten sonra dişi kuş (| artık yumurtlamağı dü: Eğer kendisini yetiştirmiş olın lar cırlayık kuşları ise, ne yapıp |: yapar yumurtasını cırlayık yuva- larına bırakmağa uğraşır. Şimdi karı ile kocanın ilk va -/$ zifesi o mıntakada bulunan bü - tün cırlayık yuvalarınt keşfet- mektir. Bu istikşaf işi de çok u-|i zun sürmez, ancak cırlayık kuşla-| : rmmın yumurtlamış, — kuluçka ol- muş ve civcivleri bir kaç güne kes dar çıkacak bir hale gelmiş ola -|| bilir. Guguk kuşu ise, daima taze yu murta bulunan yuvalara yumurt- ülkelerine| : lamak ister, Eğer yuvada çivciv çıkmak üzere olan yumurta var- sa, kocasile birlikte bu yuvaları yıkmağa başlar. Çünkü yuvaları yıkılan kuşların — yeniden yava kuracaklarını bilirler. Bütün bu yeni yuvalar çok — dikkatle göz hapsine alınır; içlerindeki yumur ta sayısı iki üç taneyi buldu mu, | dişi gukuk bunlardan birisini ça- larak yerine kendisi bir yumurta bırakır. Eğer ortada altı yuva var da bunların içindeki — yumurtaların hepsi civciv çıkarmak üzere ise, Guguk kuşu yuvaların hepsini ay- ni günde yıkmaz, ikişer hattâ ü- çer günlük fasılalarla yıkar. Çün- kü yeniden kurulacak yuvaların kendisinin yumurtlamak zaman - larina uygun gelmesini ister. Her iş tasarlamış olduğu plâna göre giderse, guguk kuşu seçmiş olduğu — yuvaların her birisinde kendi yumurtasından birer tane bulunacak surette birer gün ara ile yumurtlar. Bütün yumurtalarını — bırak - tıktan sonra onları unutmaz, yün lerce müddetle gözetler. Eğer yu- murtaları kırılacak olursa, yeni baştan yumurtlar. Civcivleri çı - kıncaya kadar oralardan ayrıl - maz. Yavrular çıkınca — artık işi Litmiştir. Havalandığı gibi sıvı - şıp gicer — yavruları da böylece başka kuşlar yetiştirip büyütür. A. E, :... eren eneererere eee enene eee ae eee T GEZıNTıMıZE İŞTİRÂK edeceklere! Davetiye tevzil ve bilet satışı başladı 28 Haziran Pazar günü Ya- lovaya yapılacak olan üçüncü büyük deniz gezintimize — işti- rak etmek isteyen okuyucula- İ yımız Pazartesi öğleden iti. baren — Ankara — caddesinde Vakit kütüphanesine uğraya- rak dalmi kart sahipleri da- vetiyelerini ve yanlarında ge- ; tirecekleri kimselere ait bilet. leri ayni yerden satın alabilir- ler. Satışa — çıkarılan - biletler çok mahdut olduğundan geç kalınmaması lâzımdır. HABER — Akşam Pııhu 19 HA7|RAT— — 1935 Yakın tarihten - kanlı yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtlD mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 62 bir sofra.. AÇ mideler, hi Yahu! Bizi buraya azap çektir- meğe mi getirdiler. Mükemmel fakat yiyecek bir şeyler yok. — Ne düşünüyorsun Cemal?, — Hiç! Halbuki neler düşünüyordum: Arkamda bıraktıklarımı, hayatı - mr, istikbalimi... Memleket karan- | lak bir uçurum kenarında.. Vatanın harimi yabancı çizmelerle kirlen- miş bir halde.. Onun mazisiyle — beraber Türk milletinin tarihi de yıkılmak, yok olmak tehlikesine maruz.. Sonra şahsi Felâketim.. — İşlerim altüst, yuvam perişan olmuş.. Denize dalan gözlerim yaşarı - yor. Mehmed Ali de içini çekiyor: — Maltada bizene yapacaklar dersin?. — Kimbilir! Bizden evvel giden arkadaşlardan henüz bir haber a- lamadık ki... — Sen ne olur ne olmaz delilik rolünü elden bırakma.. Hiç olmaz- sa orada bir hastahaneye yatar ra- hat edersin.. . Arkadaşımın ikazı yerindeydi .. Ölmek mukadderse ölünciye ka - dar, kurtulmak — kısmette varsa kurtuluncaya kadar, kanun, nizam ve vicdan mefhumlarma arka dön- müş olanlara karşı kendimi ancak böyle müdafan edâbilecektim. Ortalık iyiden iyiye kararmış - Zarhlı gittikçe yol alıyordu . İstanbul ve ufukları çoktan göz- lerimizden silinmişti. Şimdi vahşi bir akşam içinde pervanelerin gü - rültüsünü dinliyorduk. Zırhlıda — bizim mezaretimize memur edildiği anlaşılan bir kü - çük zabit ara sıra gelerek bizi yok huyordu. Ne Mehmed Ali, ne de ben İngilizce — bilmediğimiz için yeni muhafızımız olan bu delikan- h ile el ve kol işaretleriyle konuşu- yorduk. Genç zabit en son gilişinde orta- lığı göstererek kendisiyle beraber gelmemizi işaret etti. Mehmed Ali bu işarete kuzu gibi — mütavaat ederek giti. Ben kıç güvertede ayakta dim dik duruyor, yerimden kıpırdamı- yordum. Merdivenden arka arkaya in - dikten sonra, bir takım dar, karı - şık koridorlara saptık ve az sonra bir salona girdik, Burası kuvvetli ampullerle fazla — aydınlatılmış, yuvarlak bir yemek salonu idi. Genç zabit, bize ortadaki masa- lardan birini gösterdi ve bize işa - retle burada yemek yeyeceğimizi anlattı. Mehmed Ali ile biribirimize ba- kışıyoruz. Hiç beklemediğimiz bu ziyafet, kafamızdaki kötü düşün - celeri silip süpürmüştü. Üzeri çok güzel donatılmış masanın başına oturduk. Servis mükemmel, çiçek bile ihmal edilmemiş.. Bir sene - denberi böyle temiz bir sofra ba - şında yemek yememiştim. — Âdeta vaziyetimi yadırgayorum. Meh - med Ali de benim gibi idi. Şehirde ilk defa lokantaya giren bir taşra - İrtoy delikanlı haliyle oturduğu yerde duramıyor, ellerini koyacak yer bulamıyordu. Salonda bizden tı. başka kimseler yoktu. — İkimiz de müthiş surette acıkmıştık. — Meh- med Ali etrafıma bakmarak: — Yahu! Bizi buraya azap çek- tirmeğe mi getirdiler. Mükemmel bir sofra.. Aç mideler, fakat yeye- cek bir şeyler yok — ortada.. diye söylenmeğe başladı. Bu hal benim de sinirime dokunmuştu. Dedim ki: — Bizi böyle güzel bir sofrada aç oturtacaklarına aşçı başının ya- nına misafir etşeler daha isabet o- lurdu!. Karşılıklı gülüşmeye başladık . Tam bu sırada kapı açıldı.. Bir de baktık ki; biribirinden güzel, sarı- şın iki kız kırıta kırıta içeri girdi - ler.. Boylu poslu, balık etinde, şi - vin, sevimli iki bayancık.. İkisi de dekolte akşam tuvaleti giymişler - di. Mehmed Aliile biribirimize bakıştık. İkimiz de âdeta aptallaş- mıştık, Ben kendi kendime: — Acaba rüya mı görüyorum ... Dur, uyanmağa — çalışayım! diye, gözlerimi uğuşturmağa başlayarak yerimden kalktım.. Sarışım kızlar, bizi görünce gülüşerek biribirleri - ne bir şeyler söylediler. O dakika- da lisan bilmediğime çok teessüf ettim.. Fakat onlara — karşı kütuk-| gibi durmamak için yalan yanlış bir reverans yaparak: — Bonsuvar matmazeller, diye rek kendilerini selâmladım.. İhti- yar arkadaşım da beni taklid et - mekte geç kalmadı. Hiç umulmadık — bir dakikada bir harb gemisinin altı katından çıkıveren bu deniz — perileri bize doğru yanaştılar.. Bir tanesi bize bir şeyler söyledi. .Sözlerinden bi- zim İngilizce bilip bilmediğimizi sorduğu anlaşılryordu. Başımı bü- kerek mahzun bir eda ile: — No! yu bastırdım.. Kızlar da yüzlerini buruşturdu- lar ve bize arkalarını dönerek w zaklaştılar.. Bu sırada — zırhlının süvarisi de salona girmiş bulunu - yordu. Süvarinin arkasından ko - lunda yaşlı bir madam — bulunan kranta saçlı bir erkek de içeri gir - di, Onları zırhlının zabitleri ta - kib etti. . Hepsi masadaki yerlerini işgal ettiler. Genç luılır, masaların a- rasında birer neş'e ve bahar kay - nağı gibi dol.;ryorlırdı Çok geç- meden biri köşedeki piyanonun ba | şına geçti, diğeri de orada duran kemanı aldı. Başladılar çalma ğa.. Salonda çıt yoktu.. Herkes onla- rı dinliyordu.. Allah için çok güzel veçok san'atkârane çalıyorlardı Hepmiz; biribirini takib eden tat- İr nağmelerin tesiri içinde mestol- muş gibiydik.Her parça bitince gü- zel kızları, avuçlarımız kızarınca - ya kadar alkışlayorduk.. Rahmetli Mehmed Ali ihtiyardı amma,, güzellere hiç dayanamaz- dı. Kendi güzellikleri yetişmiyor - muş gibi ayni zamanda hakiki bi - rer sana'tkâr olan ve etrafa neş'e, şetaref, zevk ve tebessüm dağıtan bu sarışın yosmaları seyrettikçe aklı başımdan gidiyor: — Ah, Cemal! Bu kadar çek" $ ğimiz acılar arasında ilk defa olt rak biraz gönlüm, gözüm açılıdı" Hele şu dilberlere bak!.. Ne de çof dekolte giyinmişler, diye söyleni ” yordu.. . Hakikaten insan böyle umma * dığı bir dakikada — gökten inmif melekler gibi — güzel, fıkır fıkif neş'eli, genç, taze iki — kızkardet — karşısında derdini, kederini, ken * dini, her şeyi unuturyor. Biz tam bir mesti içinde onlar? seyrediyoruz. — Zabitler boyun viski çekiştiriyorlar. Onlar içtikçt biz köşemizde yutkunup duruyo * YUZ... . Yarım saat sonra hepsi kafalaf? tütsülemiş vaziyetteydiler. Hep bir arada şarkılar söylüyorlar; kızlâf münavebe ile — dansediyorlard? Biz de gittikçe daha kuvvetle his* setmeğe başladığımız açlığın tesi” riyle köşemize yığılmış vaziyett? onların eğlencelerini takib edıyıf duk. Eğlence bu minval üzere devsif ederken süvarinin gözü bize ilişt? Kumandan eliyle işaret ederek bi” zi yanına cağırdı... Benden | Mehmed Ali yerinden fırladı.. B& na dönerek: — Haydi aptallığın sırası değil" Deliliği de brrak.. Davet olundu” Bu fırsat her zaman ele geçmez * Sakın bir münasebetsizlik y-ıçn#! Yiyelim, içelim — derken başım? derde girmesin. Diye nasihat verdi. Ben de: — Sen merak etme!, Açlıktâ? ayaklarımın dermanı kalmadı.. 4” kıllı uslu durur, yer içerim, dedif” Elele tutuştuk.. Süvarinin İııl"' sına gittik; kendisini birer baş ©F mesiyle selâmladık. Nazik bir ” damdı.. Ayağa kalkarak bizi kâ” şıladı. Ve bize kendi eliyle h"d kadeh viski verdi.. Biz bu ıçkl'" yabancısı olmadığımızı anlatmi için masanın üzerinde duran ıod’ şişesini aldık, bardaklarımızı deol” durarak ve süvariye dönerek ka* dehlerimizi uzattık. O bize: — Olrayt! dedi. Biz ona: — Denkyu! cevabını verdik kadehleri dikerek viskileri yılV" ladık.. Oooh.. O dakikada bu isF' nin bize verdiği zevki dünyada nutamıyacağım. Bir senedir ki ağzrma içki M: na hiç bir şey koymamıştım.. günün devamlı azab ve ıstırabi sabımı çok yormuştu.. Bundan layı bir kadeh viski âdeta bir h* yat eksiri gibi geldi.. Mehmed Ali ile kısa bir işâ7 leşmeden sonra ikinci bırdlıd: da devirdik.. Bunu ıuvırınll_' ram ettiği diğer kadehler takib iğı ti. Artık her şey değişmişti. ” | bir İngiliz harb gemisiyle Ma' alt .y sürülen iki mahküm deiıl hır loda eğlenen serâzad i di vaziyetindeydik.. Ne söy mizi bilmeden deli gibi sülü: duk, v (Devamı vE)