— VZZ Anlatacağımız bütün neden çıktı biliyor musunuz? Sırf, şu sözlerden! Sacide, kocasına: — Davud, ne oldu, biliyor mu- sun? Diye sormuştu. Kocası Yufus da: — Bilmiyorum amma yakında öğrenirim! - cevabını verm'şti. — Bak, ben sana anlatayım: Soyulmuşlar! Dün akşam, evlerine | dönmüşler... Külhnbey kılıklı iki | herif karşılarına çıkmış: “ — Ya para, ya ölüm! - diye | haykırmış. —ER.... — Bunun üzerine, ceplerinde | kaç paraları varsa derhal verm'ş- der... Kocası cüzdanmı, karısı da | mücevherlerini teslim etmiş.. | Yufusun yüzünde hem hayret, hem de bir nevi beğenmemezlik ifadesi belirmişti. — Sahi mi?.. — Yok canım?.. Demek ki, Davud, bir erkek oldu- ğu halde, kendisini müdafaa et - meksizin, nesi var nesi yoksa sö- külüvermiş?.. Halbuki, ben, onu kahraman bir şey sanırdım... Sacide, hakşinaslık etti: — Nasıl karşı koyabilirdi, dü- şünsene, canım?. Yanında silâhı, yok, hücum edenlerin ise, bilâkis, her yerinde tabancalar kamalar var... Yusuf, amuz silkti; istihfafla: — Püf! - dedi. Bunun üzerine, kadın kızdı: hâdise l — Amma da yapıyorsun ha... Acaba sen Davudun yerinde ol - saydın, ne iş becerebilirdin?.. — Neişmi becerebilirdim?... | Pek iyi bilmem amma, her halde | bir şeye teşebbüs ederdim. Mese- lâ, iki yol kesicinin üstüne derhal hücum — ederdim... Çenelerine yumrukları indir'rdim... Kıçları - na tekmeleri basardım.. Kısacası, kendimi müdafaa ederdim... Bu sefer, istihfaf sırası, kadı - na geldi. O da omuz s'İkerek: — Püf! - dedi - canım sen de... Sen de tıpkı Davud gibi, — elâlem gibi yapardın... — Bak hele şuna... Sen beni iyi öğrenemem'şsin galiba.. Ben, önüme çıkan kaltabanlara varını, yoğunu teslim edecak enayilerden değilim... Karsımdakinin taban - cası beni ürkütmez... Bir kadımn, koecasınım — kahra - manlığından şüphe etmek ihti - yatsızlığını aslâ göstermemelidir. | Ben, devlet olsam, bunu, izdivaç cüzdanlarının başına tabettirir » d'm., Sac'de, bu iptidai kaideye a- şina değildi. Ihtimal şu fıkrayı da bilmiyor- du. Hayvanların padişahı olan as- lan, emretmiş: — Gidin, serceyi çağırın! Cevab gelirmişler: — Efendim, serçe, gelmem! - diyor. - aynen şöyle söyledi: “O aslan denen herife söyleyin! Ba - na böyle küstahça emirler vere - cek olürsa, ik! çenesini şöyle ya- kalar, biribirinden ayırırım... Hayvanlar, padişahlarınm si - nirleneceğini sanmış. Halbuki, aslan, soğukkanlılıkla sormuş: — Bu sözleri söylerken, dişisi yanında mıydı? — Yanmdaydı. penpanzenı 98L9)KO — Demek ki, aslan, bir erkeğin, dasma dişisi yanmda kendini Gknmcn sebmele enwvalinda al - | Kahraman koca! | Elmas taneleri nerede yutarlar? Elmas madenlerinde hırsızlığ karşı alın duğunu biliyormuş. Fakat, Saci « de, bundan bihabermiş meğer... — Senin o kadar babayiğit bir şey olduğunu hiç te zannetmiyo - rum doğrusu! - diyordu. Yusuf, kızgın: — Ne demek istiyorsun yani? Unuttun mu? Yazın, üstüne bir böğa hücum etmişti de seni kur - tarmıştım... — Üstüme gelen bağa değildi, sadece yürüyen bir inekti. “deh!,, dedin yolunu değ'ştirdi. — Ya.. Peki, peki... Artık, bundan sonra, Yusufun bütün hareketlerinde bir kahra - manlık gözükmeğe başladı. Gece- leri, karısiyle — birlikte tehl'keli yerlerden geçiyordu. — Korkma.. Bir şey yok.. Ben hallederim.. - diyordu. Tramvayda, önüne gelene çatı- yordu. Fakat, kendis'ne mukabele et- miyorlardı. Şoförlere nizam intizam dersi vermeğe kalkışryordu. 'Terslemiyorlar, terbiye daire - sinde karşılık veriyorladı. Hülâsa, bir fırsat gözlüyordu. Öyle bir fşrsat ki, ne kahraman şey olduğunu karısına gösterebil- sin.. Ve, bundan dolayı biçare Sa- cidenin yüreği üzüm üzüm üzülü- yordu. Kocasını, ne demeğe böy - le belâlı bir müsabakaya çıkar » mıştı? Nihayet, beklediği oldu. Bir gece, tiyatrodan dönüyor- lardı. Sokak tenha idi. Karşıları- na;birden bire sallanan iki adam çıktı. Krısının koluna — girmiş olan Yusuf, derhal toparlandı. Sarhoşlar, öyle sendeliyorlar - dı ki, içlerinden biri, zik zak gi - derken, karı kocaya şiddetle çarp- tı. Çarptığı — yetişmiyormuş gibi, bu sefer dönerek: — Ulan, dikkat etsene, herge- le! - dedi. Sacide, korkudan — dona kal- mıştı. Z'ra, fenerin ışığında, sar - hoşun kan çanağı gibi gözlerini görmüştü. Sonra, kolunda olan kocasınım zıngır zıngir titrediğini duymuştu. Şüphesiz, h'ddetinden titriyor- du, Cebinden şimdi tabancasını çıkaracak, ateş edecek, geberte - cek ve katil olacaktı. Sarhoşlar, karşılarında, zikre- | der gibi sallanıyorlardı. B v kaç saniye geçti. Birden bi- re, Yusuf, karısını kolundan çek- Ü — Koş! - dedi. 'Tabanları kaldırdılar. Evlerinin kapısını zor buldu - lar. Yusuf, ancak orada — kendini toplryabildi. İçeri girince, kin do- lu bir sesle, karısına: — Hep senin kabahatin! - de- di. — Benim kabahatim mi? — Öyle ya... Eğer yanımda ol- masaydın, herifler'n kafasını pat- latırdım... Halbuki, yanımdasın diye işi kavgaya dökmedim. Çün- ' kü sana da bir zarar gelebil'rdi. Artık, Sacide, erkek denen mahlükun ince damarlarını öğ - renmiş bulunuyordu. Sadece: — - — Teşekkür ederim kocacı - ğım | - dedi. Nakleden: (Hatice Süreyya) HABER — Akşam Postası Dünyanın en zengin elmas ma- denleri Afrikada bulunmaktadır. Bu madenler 1867 senesinde keş- fedilmiştir. Bakınız bu keşif ne kadar garib ve tesadüfi olmuştur: Hope Town'un bir kâç kilometre şimalinde bulunan Orange nehri kenarında bir gün çocuğun biri &- linde değnekle oynuyormuş. Değ- neği nehire sokup ve çamura sap- lanmış taşları dışarı — çıkarıyor- muş. Bu suretle cıkardığı findık | büyüklüğünde şeffaf bir taş hoşu- na gitmiş, Onu eline almış evire çevire dikkatle bakıyormuş. Çocu ğun bu halini o aralık yoldan ge - çen bir avcı görmüş. Merak etmiş. Yanma gitm'ş, Cevheri görünce i- şi anlamış, Taşı almış Cap şehrine getirmiş ve Cap valisine 12500 franga satmış. Cenubi — Afrikada elmasş madenleri bulunduğu — işte bu suretle ilk defa 1867 senesinde anlaşılmıştır. Bu kıymetli taş ayni sene Pariş beynelmilel sergisinde teşhir edilmiştir. Bu tarihe kadar dünyanın bü- tün elmas ve pırlantaları Hindis - tan ve Brezilyadaki madenlerden çıkarılmakta idi. Afrika toprakla- rında da elmas madenleri bulun - duğu anlaşılınca zengin olmak he ves ve hulyasında bulunan binler- ce kişi Orange, Vaal, Modder sa - Tatlles daşe GKT Olem a G he gl git £ Cap'ın bütün yolları kısa bir za - man içinde servet peşinde koşan her cins insanlarla dolmuştur. Bu zavallı elmas arayıcılarımın yollar da çektikleri zahmet ve sefalet an Tatılamıyacak kadar acı olmuştur. Bunlardan bir çoğu hastalıktan, açlık ve susuzluktan yollarda kırı- lıp dökülmüşlerdir. Arada reka - bet olduğu için hiç kimse de bir- birine yardım etmemiştir. Bil - hassa Karoo çöllerinde evlenenlerin adedi sayıla cak kadar çok olmuştur. Bu deh-- şetli manzara karşısında bazıla- rı neye varabileceğini daha iyice kestiremedikleri tatlı hayallerin- den vaz geçmişlerdir. Fakat 1868 de Vaal nehri yatağında yeni - | den büyük bir pırlanta bulundu- ğu haberi yayılınca tekrar akın- tılar başlamıştır. (Cenub yıldı - zı) ismi verilen bu yeni pırlanta Londra kuyumcularına 287000 franga satılmıştır. Bunlara rağmen en esaslı ve | mühim keşif — 1870 senesinde Gigueland - Westde yapılmıştır. Elmas arayıcılarından — biri çadırını kurmak için toprağı ka- zarken bir de bakar ki, küreği - nin içinde bir elmas parlıyor. O zamana kadar Hindistanda ol - sun, Brezilyada olsun, ve hattâ | (Kap) da olsun elmas cevherle- | P ri yalnız nehir kenarlarında ve - ya yataklarında — bulunuyordu. Böyle nehir kenarlarından uzak topraklarda elmas bulunmasına ilk defa rastgelinmiş oluyordu. Tabit bu hal bütün dünyada bü- yük bir alâka uyandırdı. —Her yerden Gigueland - Westde ko- | şuştular. Tehacüm o kadar fazla oldu ki, üç dört ay içinde sahra- da yeni bir şehir kurulmuş oldu. İlk önce maden işletme tarzı pek sade idi. Her elmas arayıcı ———0 Bu işçi, alınan çok sıkı tedbirlere rağmen bir günde 10 parça elmas yutmuş, bunlar müshil ilâciyle alınmıştır. İngiltere hükümetinden bir mik- tar araziyi — kiralıyordu. Bunu kazıyor, çıkardığı topraklar için- de elmas arıyordu. Bu usul yıl - larca sürdü. Nihayet Cesil Rho - des bütün — bu toprakları satın aldı. Ve büyük bir sermaye ko- yarak hepsini bir elden işletme- ye başladı. İşte De Beers kum- Pülliyese Ve vus GUN RuLwruş Vb du. De Beers kumpanyasınım ku - rulmasiyle işler daha iyi görül - meğe başladı. Elmas arama usul- leri daha bilgili şekillere sokul - | du. Açık havada çalışma tarzı bırakıldı ve yerine tıpkı kömür madenlerinde olduğu gibi pera- kende kuyular ve galeriler için.- de çalışma sistemi kullanılmaya başlandı. Bugün elmas bu suret- le elde edilmektedir: Kuyulardan dinamitlerle pat- latılarak çıkartılan bütün kaya parçaları, üstlerinden ağır rulolar Zavallı zenciyi linç etmeğe hazırlanıyarlar, sanıyorsunuz: | Hayır, bu resim, Centbi Afrikada esaretin ilgasının mü münasebetiyle yapılan şenliklerden bir [örüılüfhî"" ç şenliklerde, yüz sene evelki esir pazarlarından birini tablolardan birinin fotoğrafıdır. ni hap gibi an ted 9 ŞUBAT — 1935 birler geçirilmek — suretiyle — sofl rece sertleştirilmiş — ve İ (floors) namı verilmiş olaf”) mahalle konur. Burada yâğ ve güneş altında altı ay bıl larak çürütülür. Kayaların çürüdüğü görülünce bunlar hır ve kırılan parçalar fabrif” gönderilir. Fabrikada dahâ kıyıldıktan sonra su ile larak çamur haline — ge (pans) lara verilir. Panslar sında çarklar dönen bwv vuzlardır. Hızla dönen çâ! suda gerdab yapmaktadır. 0" herin ağır kısımları elmas ' çinde olduğu halde suyun O çökmekte, hafif kısımları lı" tünde kalmaktadır. Havu? dibine çöken çamur toplı uzun masalar — üzerine Nihayet burada müfettif! kontrolları altında — ayık! elmaslar çıkarılır. Elmas, yükte hafif, ağır bir mal olduğundan madenlerinde çalıştırılan # ler son derece sıkı — göz alt bulundurulmaktadır. Bunlaf || akşam kamplarına dönerkef ü ce muayene edilirler ve sonra bırakılırlar. Madenlerden çıkacak anadan d: 80: MeyOL Taramuncu —Si içine varıncaya kadar her » aranır. Bundan sonra dört var arasına kapatılarak #j bir de müsül ilâcı verilir. saklamadığı anlaşıldıktan amele serbest bırakılır. Bu kadar sıkı göz al! tulmalarına rağmen an 15 milyon frank hymetîna' çıkarmakta imişler. Bu yot nerelerine sakladıkları ve larr nasıl kaçırdıkları .J kadar bir türlü anlaşılam e S. KARS” ıse —. d