2 BÜYÜK DENIZ ROMANI Şahin Yavrusu | Yazan: Kadircan KAFLI No. 6İ | “Kızı bir kü rek enize bırakın,, Ali reis, gürültülerden uyan - mış, dişariya fırlamış ve geminin direğine birisinin asıldığını ele « başıların onu kurtarmak için boş yere çırpmdıklarını görünce kan beynine saldırmış ve haykırmıştı. Genç kizm da ayaklarının di « bine düşerek yalvardığını görün - ce şaşırmıştı. Ruya mı görüyordu. Fakat hayir, işte kendi gemi - sinde bulunuyordu. Ve işte leventler, birisini dire- ğe asryorlardı. Kılıcını çekti ve bir ok gibi i « leri atıldı. Yol verin!,, Diye haykırdı. Yol verdiler, Önüne gelenleri devirerek ipin ucunu bir tarafa bağlamak istiyen korsanın yanı - na kadar gelmişti. Kara Yusufun ayakları ve vü « cudü boşlukta kımıldanıyordu. Korsan elindeki ipin ucunu bir kenara bağlamak ve öylece br - rakmak ist'yordu. Ali Reisin kılıcı ay aydınlığın. da parladı ve havada (o bir kavis çizerek ipi kesti. Kara Yusuf, ağır bir çuval gi- bi yere düştü, Genç kız Ali Reisin arkasın - dan köşmuş, sevgilisinin üstüne kapanmıştı. Sonra Seçinvle doğrularak el - lerini göğeğnün üstüne kavuştur - muş: — Allahım!.. Onu öldürme!.. Henüz nefesi kesilmemiş. Diye mırıldanıyordu. Kara Yusufu hemen kaldırdı « lar, biraz evvel Ali Reisin uzan - dığı yere götürdüler, Genç kız ar- kasından gitmek istedi. Fakat Ali Reis ona temiz bir İtalyanca ile; — Sen dur!.. Nereden çiktm?.. Diye sordu. Genç kız anlatmaktan o ziyade Kara Yusufu kurtardığı için te- şekkür etmeğe uğraşıyordu. Deli Mehmed hepsini anlattı. Ali Reis her an biraz daha kızı" yordu. Ay aydınlığında bir Okaç sene birden ihtiyarladığı, çöktü- ğü sanılıyordu. Bu kadın işinden dolayı Kara Yusufu hiç affetmiyor, fakat İe- ventlerin de bu işte acele etmele- rini pek fena bulmuyordu. Şakağını ve kolunu tutarak yü- xünü buruşturuyordu. Çok ağrı çektiği anlaşılıyordu. Bir aralık gözünün üstünde bir kan sızıntısı görüldü. Ayakta duramıyordu. Deli Mehmet koluna girdi. Korsanlar ona doğru bir adım attılar: — Reis?... Bu kaltağın cezasını veriniz!.. Bir korsan gemisine bir kadmin girmesi yasak olduğunu bilmeliydi!.. Aramızda bulunduk ça başımıza yeni belâlar gelecek- ' tir. Bu bir uğursuzluktur. Bu uğur suzluğun önüne geçmelitlir... Dediler, O anda Ali Reis te bu korsan- lik inanrına kendini vermiş bu- lunuyordu. Çok sevdiği bir arka - daşını ölümden kurtarmıştı, kim « bilir nereden çıktığı belli olmıyan bü İtalyan kızı için de Jeventlerile | : Ki 1 ya... Zaten başı fena halde ağrıyor, kalbi hızla vuruyor ve ayakta du- rTamıyordu. Onu ne yapabilirdi?... bir gecede, cılız ve kimsesiz bir genç kızı geminin direğine asmak ona pek kaba ve insafsız görünü- yordu. Kararını ve emrini verdi: — Yavuz!u. O kızı bizim kü- çük sandala bindir ve denize in- dir!... Eğer yaşatmak istiyorsa Al lah onu yaşatır!... İstemiyorsa, al- nında ne yazılı olanı görür!... An- Taşıldı mı?... — Peki Reis!... Korsanlar bu karara bir şey di- yemediler... , ği Ali Reis bitkin bir halde Kara Yusufun yanma gitti, bir kenara uzandı. Beş dakika sonra genç kız geminin küçük sandalına bin- dirilmiş, denize indirilmişti. Deli Mehmed o kadar hoşuna giden bu kiza biraz ekmek ve su vermekten de kendini alamamıştı, Şahin, ıssız gecede ve denizde ilerliyor, küçük sandaldaki genç kız, ellerini kürek gibi kullanarak onun arkasından gitmeğe, onun dümen suyunda ilerlemeğe uğra - şıyordu. Fakat boşuna yoruluyordu. Zira Şahin, her an biraz daha Böyle ilerliyor fakat o, yetişemiyordu. Hayalinde, silik bir rüya gibi bir şeyler görüyordu: İri yarı, babayiğit, denizci bir baba... Güzel, sevimli bir anne ve çevik, sevgili bir kardeş!... Deniz kenarındaki yeşil bir ka- sabada mesut bir hayat!... Acaba bunlar ne idi?., Ne zamana aitti?... Nerede görmüştü ?.. Bu hayatı nerede yaşamıştı Eğer onlar doğru idiyse niçin kaybetmişti?, Ah, kaybetmeseydi, şimdi böyle ıssız bir denizde, bu minimini teknede, her an ölümle karşı karşıya kalmazdı. Ölseydi!... Bundan korkmuyordu. Fakat Kara Yusuf yaşarken niçin ök sün?.. Bir gün ona kavuşmaz mr acaba?, Ötede Ali Rein, çoğalan ağrı - larile dalgm dalgm sayıklıyor, rüyasında babasmı, annesini kardeşini görüyordu. Ah, onlara ne zaman kavuşa- cakı?... Hele sevimli kardeşi!... Şimdi kimiblir ne kadar güzel bir genç kızdır ve nerededir?... Zavallı delikanlı, kendi karde- şini, kendi emriyle ıssız b'r deni - ze bıraktığımı ileride öğrenirse a - caba ne diyecek?.. İşte hayat çok zaman insan'ar- la böyle Mesiyori. > İKİNCİ KISMIN SONU İ“Söhinin öcü Şahinin öcü Şahin Reis ne oldu? Oğlunun ve kızının akibetleri ne olacak? Kadir Can KAFL! iSahinin öcü! Romanında bunları size anlatacaktır. Gy a 0 ge ve ük sandala e 1 | Müellifi: meli Bir maksadı anlatmak için that kelimesi yerine so that yahud in order that kelimeleri de kullanılır. Meselâ: (1) Ve will go very early, 80 that we may epend all day there. Yani “Bütün günü evde geçir - reek için çok erkenden gidece - giz, (2) Mary was walking guickiy, in order that she might not be la- te. Yani “Mari geç kalmamak için süratle yürüyordu.,, So that ile in order that tabir- lerini “ta ki,, diyerek tercüme €- debiliriz. Bu kelimelere ayrı ayrı ımana vermek doğru olmaz. Bun- ları böylece bir arada ve bu ma- nada kullanmak gerektir. 1f — (if) şartı ifade eder. Me- selâ: İ will come if it does not rain. ceğim.,, Esaslı cümlenin başa gelmesi! şart değildir. Bunu birçok misal- lerle görmüş bulunuyoruz. Bunlar, bu atıfelerden sonra da gelir; han gisinin başa geçtiği meselesi he - men hiç de mühim değildir. Atıfelerin bir çeşidi daha var- dır ki en mühimmi Alt hough — (olzo) yani (her ne kadar) dır. Bunu kullandığımız zaman söyle- diğimiz sözde tadilât yapmak, sö- zümüzün tesirinden bir miktarmı çikarmak istediğimizi gösteririz; Meselâ © © “ (1) This is'a good exercise of yours, alt hough it is badiy writ- ten. “Yani “Yani senin bu vazifen iyidir. Her ne kadar fena yazıl- mış ise de!,, (2) However much you praise him Colin is never satisfied. Yani “Sen Kolini ne kadar met hetsen o asla hoşnud olmaz.,, Görüyorsunuz ya bu atıfeler türlü türlü manalara geliyor. Hat- tâ bunların içine katıştığı cümle- lerin manası bir arada bu atıfele- rin manasma bağlıdır. Şu misallere bakmız: (1) Although he had found his way cut of the wood, John Was) still afraid. Yani “Jon, her ne kadar ağaç- lığm içinden yolunu bulub çıkdıy- sa da hâlâ korkuyordu.,, (2) When he had found his Way aut of the wood, John was still afraid. Yani “Jon, ağaçlığn içinden yolunu bulub çıktığı halde gene korku içinde idi.) Birinci cümle Jonun yolunu bu ub ağaçlıktan çıktığı halde onun ağaçlık içinde iken duyduğu kor- kumun henüz zail olmadığmı an- latıyor. İkinci cüle ise onun ağaçlık i- çinde duyduğu korkudan sonra yolunu bulub çıkımca gene kendi. sine korku verecek şeylerle karşı- laştığını gösteriyor. Alifeler hakkında vrdiğimiz bu malümat kâfidir. Yalnız şimdiye | kadör geçen misallere dikkat et- mek lâzımdır. Bunları öğrenmek ! sayesinde mühim bir anahtar el - de &tmiş ve çok mühim bir işin i- sinden çıkmış oluruz. (Devamı var) — n Minciktnin 1535 T. 5.O — Fakat gördüklerimin hep - si genç. — Gençlik ihtiyarlık yoktur. Herkes ayni güzellik ve gürbüz - lükle alabildiklerine yaşıyorlar - miş. — Ölmiyorlar mı? — Ölmesine ölüyorlar amma, onlarca ölüm bambaşka bir şey. Ölüm diye bir söz yok. Ölen iç'n (Yeniden yaşamak için istiraha - te çekildi) diyorlar. — Seni nasıl bulub çıkardı - lar? — Eski zelzeleler (hakkında araştırmalar yapıyorlarmış, çün - kü şimdi zelzele diye bir şey yok- muş. O araştırmalarda beni bulub çıkardılar. — Demek hava ile temas etti - rilmeğe yetiyor? Öyle olacak. o Yerin altında kendi kendimize dirilseydik te çı- . Yani “Yağmur yağmazsa gele. kamazdık, — Yeni baştan Avusturyayı, Sırbiyayı görünce ne yaptın? — Hangi Avusturya? Ne Sır - biyası? — Kendi ana yurdunla, bo- ğulduğun ülke... — Öyle bir şey yok. Yeni dün- ya var. Yeni dünyada ne Amerika var, ne Âsya, ne Fransa, ne falan, ne filan... Bir tek şey var: Yeni dünya. — Ya vluslar? — Bir tek ulus var: İnsan. Prençip sevincinden bir daba profesöre sarıldı: — Görüyorsun ya, bende, sen de çok işi, çok yerinde çalışmışız. Çok mutluyum, çok kıvançlıyım. Profesör Esoes susmuş, düşünü- yordu. Zeus Prençipe birisini göster - di: — Şu geçen fıldır fıldır gözlü kim? — O, eski dünyanın çok tanm- mış bir diplomatı imiş. Profesör bunu duyunca ateşe basmış gibi sıçradı: — Ben buna dirim aşısı yap - madım! Nerden bulub yaptırmış da gene dirilmiş?! Adı ne bunun? — Eski adı neyine gerek? Yeni dünyadaki adı Tuzak olmuş. Şim- di sen söyle bakalım. Profesör Esoes eski dünyada geçen bütün İşleri, yaşayışını, bu- raya gelinciye kadar olanı. biteni anlattı. Ve Omorfo ile Omikroyu tanıttı. Geçmişlerini uzun uzun bildirdi. Pneçip: — Bu iki en iyi yardımcılarını kutlarım. dedi. Omikro atıldı: — Yalnız biz değiliz. yalnız biz değiliz! Profesör anlattı: — Evet, dedi, eski dünyada br. raktığımız bir babacan Omega - mız vardı. Omikro sert bir öksürük gıcı - ğmdan kurtulmuş gibi rahat etti. Zeus gizlice gülümsedi. Bu sırada azgın boğa sesine benziyen bir gükreme ve arkasından konuşma ler işitildi. Zeus biraz ürkek, sor- du: ER enli meli Prençip gülümsiyerek: — Bir şey değil, dedi. Sizden biraz önce yerin altmda iki kişi daha bulub getirdiler. Frkat ikisi de zırdeli. Boğa gibi bağıran on- lardan birisidir. Haykırışlarndan anladığıma göre bu da meşhur bir) Alma ve başka dile 22 ş Devlet yasasınca koru'udul! © il pr . diplomatın ortağı meşhur bir malzemesi komisyoncusu İ kın, dinleyin! Zırdeli gümbür gümbör Mİ rıyordu: ig — Harbe devam! Harbe“ vam! Türkler bire kadar Ti Fransızlar bire kadar €3i Almanlar bire kadar ez0£.. Harbe devam! Silâh, cebhan?* rikalarının faturalarını geti” Yüzde altı bin zam! Harbe". vam! Harbe devam! Or Paraguvaya, Bolivyaya, İri Ki ya satılan cebhaneler vap il yüklendi mi? Hadi bakalım! büyük diplomat olacaksın; de ortağım, ne it paçaları! Harbe devam! #X. devam!! bi Profesör Esoes mırıldandı" — Bunu da tanımıyorum. aşılamadım. Belki Avrupa di tuarı başkanı altıncı Stavii benden çaldığı aşılarla | olacak... Bi Omikro sordu: p — Yeni dünyada deli dos” yok mu? | — Yek. . / — Nasıl olur? Simdiye Ki gördüğümüz ilerilik akıllara * — gunluk veriyor. | — Çünkü yeni dünyada © yok. Delilik denen şey yok. Omikro diz dövmiye başla” — Ah, keşki öbür dünyada ” ; Türkiyedeki deli profesörü A har Osmana bir aşı p Şimdi dirilir, bu azgını iyi di. — İyi edecek de nolacak? — Eski dünyada ne nanelef* , diğini şimdi kendi ağzmdan dik. 2 — O vakit söylemezdi ki. * şimdi, deli iken ettiği o her “| bangır bangır haykırıyor. Profesör Esoes lâfa karışt” — Profesör Mazhar Os ben dirim aşısı yaptım, ? — Ne vakit? .g — İkinci umumi harb baf”4 ken. Amma şimdi nerede olduğunu ne bileyim, Bilsek # rrb diriltirdik. — Ne iyi olur, ne iyi? O'da yanın ve insanlığın oObu s düzelmesini isterdi. Hep çin çalışırdı. Sanatoryumun müdürü B* Mirbanşeri: — Size asıl memnun o nız birisini getirteyim. Dedi ve parmağındaki ; benzer bir halkayı dudaki” yaklaştırarak emir verdi: — Bana Babacan'ı getirini”. Yüzükten bir ses geldi: — Şimdi.. O da sizi tiyordu. Zeus sordu: — Bu Babacan da kim? 1 — Tanımazsınız. O da bi delidir. Fakat tatlıdır. İki dakika sonra iri yari ve” san getirildi. N Zeus haykırdı: i — Omega!!! Profesör haykırdı: — Omega!!! Omikro sıçrayıb boynun” : dı: — Omegam!/1 ve, Omega, donuk gözlerle pi yordu. Kimseyi tanrmıy: lâ deli idi. Karşısındakilere ağır söyledi: iri ii ş (Sonu