268 Birincikânun 1934 Gözlerinize güvenmeyiniz! Gözlerimiz umulma- dık şekilde Beş duygumuzdan şüphe yok ki en mühimmi ve en çok işimize ya- Tayanı gözlerim'zdir. Gözlerimi Zin gördüğü ve tesbit ettiği bir ci tim ve vak'adan imanımız kadar emin oluruz. Ekseriya bir şeyir doğru olduğunu anlatmak istersek “aman nasıl inanmryayım, gözle Timle gördüm,, deriz. Halbuki ha kikate beş hissimiz içinde gözle rimiz kadar bizi aldatan, bize ba zan hayali hakikat gibi gösteren Yoktur. Bir kere gözlerimiz hariç teki cis'mlerin fotoğrafını bize ters olarak nakleder, Cinsimiz: Mahsus gayri iradi bir alışkanlık İa biz bunu hafızamızda düzeltir Ve hak'ki şekline sokarız. Acaba bu düzeltme hassası hayvanlarda da var mıdır? Bunu - bilmiyoruz. Yalnız yapılan bir çok tecrübeler göstermiştir ki hayvanların gözle- Fi de hariçteki cis'mlerin eşkâlini ters olarak nakletmektedir. lerimizin bizi kolaylıkla aldattığı- nıpekçok m'sallerle göstererek İazh edebiliyoruz. Uzun kış gece - lerinde aileler arasında eskiden yapılan toplantılarda vakit geçi- rilmek iç'n pek çok oyunlar tertip ediliyordu. O zamanlar şimdiki gibi dans çılgınlığı, poker ve briç hastalığı b'r iptilâ halinde her ta- rafı sarmamıştı. Bazan galatı rü- yete istinat eden bu sosyete oyun - ları içinde meselâ b'r silindir şap- kanm yüksekliğinin duvarda işa - ret edilmesi birine tekl'f edilir. O da silindir şapkanın irtifamı göz önüne getirerek boyunu * tahm'ni bir hesapla duvara çizer. Sonra şapka getirilir. Yere konunca gö - Tülür ki göz yanlış tahmin etmiş ve bu sebeple irt'fa duvara hiç değil- &e iki misli fazla işaret edilmiştir. Herkesin kolaylıkla tecrübe ede - b'leceği bir kaç misal daha saya - km: Bir kâğıt alınız üstüne kapısı a- Çık bir kafes resmi yapınız. Bu ka- Prdan bir santimetre mesafe uzak- hkta gagası kaprya müteveccih bir kuş tersim ediniz. Sonra bir. kart alarak kafesle kuş arasmda ve kâ- €ıda amut olarak koyunuz. Bur - Nunuzu kartın sivriliği üstüne gö - Zünüzün biri kuşu diğeri kafesi gö Tür vaziyette yerleştiriniz. Hay - retler içinde göreceksin'z ki kuş kafese girmek için yürüyor... Sonra gene bir kâğıda tama - Men ayni büyüklükte olmak üzere i da're çiziniz. Bunlardan biri siyah zemin üzerine çizilmiş içi be Yaz bir daire diğeri de beyaz ze- Min üzerine çizilmiş içi siyah dai- Te olsun. Beyaz da'renin siyahtan d_'h' büyük olduğunu göreceksi- Diz. İşte bunların hepsi gözlerin aldanmasından husule gelen birer hayaldir. , Kadm elbiselerine dikkat ed'- hiz. Ufki çizgilerle süslenmiş olan r kadının boyunu küçük — şakuli | dükçe vaha alay ediyormuş — gibi ©lanlar da uzun gösterir. Ecossais Ve beyaz elbise kadınları ş'şman siyah elbise de zayıf yapar. Bize pek çok defalar hayali ha- ğ olarak gösteren gözlerimiz &yni zamanda da tenbeldirler. $'- Hema bu derece tekemmül ve mu- Vaffakıyelini gözlerimizin tenbel - Göz- | bizı aldatır Tezgâhta irtifar büyük bir kule gibi görünen bir vapur, caddeye konulsa dört katlı bir binadan yüksek olmıyacaktı. liğine medyundur. Çünkü Retine- m'z, üzerinde teşekkül eden bir cismin resmini pek kısa bir an için dahi olsa saklamaktadır. Hal- buki sinema san'yenin on sekizin - de biri nisbetinde gözlerimizin ö- nünden seri halinde geçen bir çok resimlerdir. İşte birb'rini teakup eden bu resimler arasındaki boş - huğu gözlerimiz resmi saklamak itibar'le farketmemekte ve cisim- lerin hareket ettiğini görmektedir. 7 — 8 katlı bir apartıman önün- den geçerken altından bakarak ir- tifarna hayret eder'z. Başrmızı döndürecek kadar yüksek — görü- | nen bu apartıman hakikatte 25 metreyi geçmemektedir. Yüksek - liği dillere destan olan ve zirvesi- ne bakıldığı zaman eflâke ser çek- miş g bi görünen Paristeki Eyfel kulesi eğer yere yatırılmış olsa bi- zim Haydarpaşadaki dalga kıran- lardan pek fazla büyük olmazdı. Büyük transatlantiklerin havuz - | lardaki devâsâ cesamet ve irtifa - | larını görmüş olanlar şaşkma dö - nerler. Hak'katte bu muazzam ge- milerin karineden itibaren borda- sı yüksekliği dört beş katlı bir a - partımandan fazla değildir. İşte anlaşılıyor ki: bize her cismi en dağru olarak gösterdiğine kani bulunduğumuz gözlerimiz bile ha- kikatte bizi pek çok defa aldat- makta ve bize 'hanet etmektedir. Namütenahi uzayıp giden sah - ranm kızgın ve ateşin çöllerinde, susuzluktan dudakları yarılmış dilleri kurumuş bitap ve mecalsiz yolcular birdenbire önlerinde ye- | ş1 hurma ağaçları arasından ber- rak su menbaları fışkıran vahalar görürler. Son bir ümitle harekete gelerek güneşten kavrulan vücut - larını hayat verici bu menzile ka- vuşturmağa gayret ederler.. Fersiz gözlerinde yaşamak ümid'nin par lattığı alevler yanar. Ona doğru kollarını açarak, ayaklarını sürü - yerek durmak dinlenmek bilme- den yürürler... Heyhat onlar yürü- daha uzaklara kaçar. Nihayet bi - çare yolcular yere yıkılır ve göz- lerinde 'lelebet saklıyacakları bu hayal ile sahranm kızgın kumları- na gömülür ve can verirler... İşte gözlerin gene aldattığı serap! S. Karsan 1 | hep birden ayağa kalktılar. HABER — Alışuıı Poıuu .Amıdn!uda tethikler: Boluda "“Keçi,, ve “imam Ssuyu!,, Reis bağırdı: “Hey Hıcık! şu delikanlıyı, elli lura vurduktan sonra, dolaba kapa!,, Bolu Muhabirimiz yazıyor: Bundan evvelki mektubumda köy delikanlılarının eğlence mü- nasebetiyle yaptıkları toplantı- ların dikkate değer hususiyetleri. ni anlatmıştım. Bu mektubumda, bu bah'se devam ediyorum: — Buyur beeeey!.. — Gece yarısı oldu.. Herkes yerine otursun... Eğlentiye baş- lansın!... Beyin bu emri üzerine, büyük köy odasınm kenarında, köşesin. de öbek öbek oturup konuşanlar Hı- cık geniş ocağın harıl harıl ya- nan ateşi üzerine bir kaç kalın kütük daha yerleştirdi.. Alevler biran söner gibi oldu; sonra; yeni odunları kucaklıyarak tekrar yük selirken sanki etrafa yüzlerce a- teş böceği uçuştu.. Fakat, bunla- rın ömrü de gene ocaktan çıkan çıtırdılar kadar kısa oldu. Ocağın yakınları en hürmet edilen, en yaşlı kimselere veril- miş âdet olduğuna göre, karşı kar şıya iki tarafa sıralananlar yer- lerini bulmakta güçlük çekmedi- ler. Herkes yerli yerine oturunca ses, sada kesildi.. Ocağın ışığıyle duvara vurup titreşen gölgeler- den başka bir kıpırdı yoktu. — Buyur beceey!.. — Durmuş, Ali, Tahir, Hüseyin zeybeğe kalksınlar!.. Çalgı zeybek havasma başlar başlamaz bu di'r? delikanlı orta - da göründüler. Bey, bunların ©- yununu bir müddet seyrettikten sonra elinde ucu düğümlü, hav- ludan yapılmış (tura) siyle orta- da dolaşan hıcığın yüzüne bak- tı.. Bu işaret üzerine hıcık seslen- di: — Buyur beeceey!.. Tahirle Ali bu oyunu iyi kıvı- ramıyorlar.. Sırtlarına beşer tane yerleştir.. Daha iyi oynasımlar. Beyin emirlerini kılı kılma yerine getirmeğe mecbur olan hıcık, ko - caman tur wssını delikanlıların sır - tında beşer kere şaklattı. Oyuna devam edildi. Fakat nafile. Bu i- ki genç zeybeğ! beccremiyordu. Bey kızdı. Hocığın yüzüne sert sert baktı: — Buyur beececey!.. — Sırtlarına ellişer tura da- ha... Öyle indir ki elli tane iz sa- yılsın.. Sonra, ikisini de kapı dı- şarıya.. Zeybek oynamasını öğ- |— renmeden bir daha derneğe gel- mesinler. Beyin emrini yerine getirmek üzere hıcık elindeki turayı sıvaz- | Iryarak delikanlılara doğru yürü- dü. Bu sırada, toplantıda — bulu- | nanlardan bazıları hıcık - vasıta- sıyle beyin sefaatini istediler.. Ce za verilen delikanlıların toplantı- * lara daha yeni girmeğe başladık larını, bundan sonra bu gibi ace- milikler yapmıyacaklarımı. bu se- ferlik affedilmelerini — dilediler. Fakat, bey hic bir şey dinlemek istemedi. Hıcığa: — Çabuk dediklerimi getir!.. diye haykırdı. İlk turalar Alinin sırtında şak- lamağa başladı. Toplantıda bu- lunanlar birbirlerinin yüzlerine baktılar.. Aralarında, gizli, es- yerine | | rarlı bir işaret verildi ve birden: bire hepsi ayaklandılar.. Odanın öbür köşesinde halka oldular.. Başbaşa verdiler.. Hafif — fısıltı- larla bir şeyler konuşmağa başla- dılar. Bu sırada, ocağın yanında yalnız bey, hıcık ve cezaya çar- pılan iki delikanlı kalmıstı Tam yedinci tura Alinin sırtma indiği sırada odanın öbür köşesindeki esrarengiz toplantıya başlanmış- tı.. Bu sırada dayağa da ara ve- rildi.. Cezayı verenler ve cezala. nanlar beklemiğ başladılar.. Esrarlı içtima beş dakika kadar sürdü. Nihayet, bir araya gelen başlar birbirinden uzaklaştı.. Teş kil ettikleri halka koptu, dağıl- dı.. Hepsi birden ocak başma doğru ilerlerken bir ağızdan ba- gırdılar: — Eski beyin zartı zurtuna geçti!.. Yeni beye bir görün!... Bunu duyan eski bey yerinden kalktı.. Başı önüne doğru eğilmiş bir vaziyette, ortaya dikildi, Ye- ni seçilen beyin koluna giren iki kişi onu yavaş yavaş ilerlettiler.. Yerine oturttular. Böylece, eski bey hadden aşırı hareket ettiğin- den ekseriytin kararıyle mevkiin- den düşürülmüş ve yerine başkası seçilmiş oluyordu. Artık başka bir sıfatı kalmıyan eski bey de sıra- ya karıştı, oturdu. Hıcık yeni be- ye döndü: — Buyur beceey!.. — Aliye nafile yere eziyet e- den beye yedi turayı geri et!.. Hıcık, bu emir üzerine eski beyin (sırtı burasıdır) diye yedi kere şaklattı. Usule riayet mec- bur olduğundan tabil hiç bir ses çıkmadı. Bundan sonra bir müd- det daha zeybeğe devam edildi. Vakit epeyce ilerlemişti. Bazıları hıcık vasıtasıyle beye rica etti- ler.. Derneğe daha ziyade neş'e vermek için (keçi) lerin, (imam su) larmın getirilmesine müsaa- de istediler. Bey ayak diredi: — Olamaz!... — Uygunsuzluk çıkarırsınız!.. dedi. İsrar ettiler.. Ufak bir kabahate karşı büyük cezalara boyun eğeceklerini söy- lediler.. Bey, tatlı bir şey yemiş de tadı damağında kalmış gibi bir kaç defa nğzıyle (cık! .) yap- tı.. Sonra sonra, razı oldu (pek âlâ!..) dedi. Bunun üzerine çal- gılar oyun havasmna başladı. Bey emretti: — Keçilerle imam suları sin |.. Hıcık koşarak oda kapısından çıktı.. Dışarıdan evvelâ fısıltılar işitildi.. Sonra, kapıdan birbiri ar« dına, ellerinde zilli maşalarla iki oyuncu kadın hızla içeri gidiler.. Ortada döne döne oynamağa baş ladılar. Herkes oturduğu yerden oyunu sessiz sadasız - seyrediyor- du. Beyin emriyle çalgılara ara verildiği vakit bu keçiler ufak kadehlerle herkese imam suyu sundular. Böylece, keçilerin oy- naması ve imam suyu dağıtmala- rı bir kaç defa tekrarlandı.. Hat- tâ, kafası iyice tütsülenenler ol- du. Fakat, mecliste ufak bir uy- gunsuz hareket bile görülmüyor- du. Yalnız bir defa, kendini ol- dukça kaybeden bir delikanlının, keçiden imam suyu alırken, elini bir kaç saniye elinde tutması bir mesele oldu. Bunu bilen gözden kaçırmayan bey ayağa kalkarak kükredi: — Heecceyl.. Hıcık!.. —Buyur beeceey!... & —— Şu kârataya elli tura indir « dikten sonra dolaba habset!.. Adam, ağız tadıyle elli turayı tatmadan zaten sızdı.. Kolların- dan, bacaklarından sürükliyerek, onu odanım bir köşesindeki ko- caman yatak dolabmın icine fır- lattılar, üstüne kapısını kapadı- lar. Bandan başka ufacık bir hâ- dise çıkmadan oyun tan yeri ağa- rmcıya kadar sürdü. O vakit bey emretti: — Çalgılar dursum.. Kimse ye- rinden kımıldamasın... Keçilere paraları verildikten sonra güzel- ce defedilsinler!.. Herkesten topladığı parayı hıcık kecilere verdi ve kapıdan selâmetledi. Bey yeniden emretti: — Sütlâç gelsin! Hıcık dışarıdan, kocaman bir tas içinde, çiy mandasütünden yapılmış, üzeri bir karış kaymak bağlarsıs az şekerli bir sütlâç ge- Adi. Soğukta ayazlıyan bu nefis sütlâç ateşin karşısında istekle yenildi. Artık odanın içine sabahım ilk ışıkları giriyor; ocaktaki ateş bile ölgün solgun bir hal alıyor- du. Beyin emriyle derneğe niha- yet verildi. L Vasfi gel Amerikada Kolorado nehri üzerinde bu K bir su bendi. yapmak için nehir, eski yatağından çevrilmiş, başka bir mecraya verilmiştlir. Bendin inşası hararetle devam ediyor.