BÜYÜK DEN — Şahin Yavrusu — Yazan: Kadir Şahin Reisin pazarda satılığa çıkarılmışlardı PERİNİ ŞATOSU — Haydi, veriyoruz!.. On iki al.| tın... Bir... iki.. Tam yirmi yaşın - da. Boylu, poslu, aslan gibi deli - kanlı. Şimdiye kadar hiç hastalık çekmemiş.. Bir parça ekmekle bir gün beygir kadar iş görür.. —Otuz iki dişi sağlamdır. — Veriyoruz .. On iki altın. Haydi.. Başka müş- | terisi yok mu?. diyoruz Üç... Say paraları!.. Tellâl böyle bağrıyordu . Burası esir pazarı idi. Boy, boy renk renk, ve çeşit çeşit yüzlerce| esir, hayvanlar gibi satılıyordu . Ön tarafta duran şık bir adam kılıcını sallıyarak ilerledi. Para - ları verdi.., Satın aldığı esirin boy nundaki zincirin —ucunu sımsıkı tuttu. — Pazardan at almış — gibi götürdü.. Bütün sokak boyunca iki taraf- h: dükkânlarda, esir satıcıları güç- lerinin yettiği kadar bağrıyorlar. dı. Ötede bir şövalye, on dört yaşında kara gözlü bir Suriye gü - zelini çırılçıplak soydurmuş, göğ- sünü, kalçalarını, kollarını eliyle yoklayarak gözden geçiriyordu. Onun yanı başında yeşil sarık- lı, entarili bir Arap, bozuk bir İ - talyanca ile durmadan söyleniyor- du: — Rast gele bir — kız değildir. bu.. Meşhur Şeyh Ebukerame'nin biricik kuzusudur.. Usludur, uy - saldır... — Otuz iki dişi sağlamdır. İştehası yerindedir. Güzel ut çalar, şarkı söyler.. Daneta eder. — Arap dnası.. Görseniz bayılırsınız! Em- reder misiniz?. Şövalyenin emrini beklemeden kıza haykırdı: — Haydi, daha duruyor.. Şim- di kamçiyi yersin ha!., Genç ,ihtiyar, orta yaşlı.. Gü - zel, çirkin, esmer, sarı, — beyaz.. Çeşit, çeşit insanlar.. Bunların hep si burada satılıryordu. Sokağa iğne atılsa yere düşmez- di. Arada bir Venedik cümhuriye- tinin süvarileri karşıdan görünü - yor, kalabalık aralanıyor ve atlı - ların, kılıçlarını — sallıyarak dört nala geçmeleri için yol açılıyor - du... Ali ile Ayşe de orada bulunuyor: lardı. Küçük oldukları için onlara ba- kan bile yoktu... — Bunları da ne diye getirmiş- ler buraya..... —Eh.. — Müşterisi — bulunur.. Baksana, boyunlarındaki yaftayı oku!.. Yalnız birer altın liraya ve receklermiş.. — Birer altın lira mı? — Bunlar için birer altm lira veren, on altın lira vererek bir de dadı bulma Tn » İkisi de karşılıklı birer köşede ve ayakta duruyorlardı. Ali iki - de bir kardeşine bakıyor. Ona doğru koşmak, — kucaklamak için irkiliyordu. Fakat esircinin kırbacı ları çıplak vücuduna, boyuna çarptığı zaman eski halini takını-| yordu. V Zavallı Ayşe, iri kara gözlerin den yaşlar akarak Aliye bakıyor, bakışlariyle öyle candan ve içten| yalvarıyordu ki.. / Valeryonun filosu Venedilı'eı döneli — tam bir hafta olmuştu .. İZ ROMANI Can No. 5 oğlu ile kızı Bütün şehir bayram yapıyordu .. Marki Valeryo büyük bir kahra - man gibi göklere çıkarılıyor, re - simleri sokak sokak, büyük gürül- tülerle gezdiriliyordu. Bir taraftan da esir pazarı bü - tün olgunluğiyle işliyordu.. Zavallı Ali ile Ayşe, gemiden çıkarılmışlar, rıhtımda toptan* ve, hemen satılmışlardı. Alan ” adam da dah büyük kârla elden çıkar - mek için buraya getirmiş. Sekizinci gün pazarın son gü - nüydü... Kalabalık her zamandan fazlaydı.. | Ali satılıp ta meçhul — bir talie, sürüklenmek, yahut bu vahşi esir - cinin yanında kalmaktan hangi - sinin iyi olacağını kestiremiyor - Kestirse de elinde ne vardı?.. Sabah erkenden gene boyun larında yafta ile ayakta duruyor - lardı. Başmda beyaz bir — takke olan ve sırtında bir şam hırkası ta- şıyan bir adam onların karşısında durdu. Seyirci onu tanımış olmalı ki şöyle selâmlaştılar: — Bonjorna İbni Abbas! — Bonjorna Sinyor İzak!... ler nasıl?... — Sorma, çok Fena... Valeryo- nun esirlerinden iki kız almıştım, birisi hastalandı, ansızın öldü. | kincisi de kendi kendini öldürdü. Kenarda duran iki zenciyi gös- terdi: Şu mendeburları üç aydan beri Cezayir, Tunüs, Napoli ve bütün İtalya — şehirlerinde gezdirdim, müşteri bulunmadı. O sırada İbni Abbasın gözleri Ayşeye ilişti, ilerledi. Onun çene- sinden tutarak gülümsedi: —Bu güzel yavruyu nerede bul dun?... — Onlar da Valeryo'nun filo- sundan... Ucuzdur diye aldım. Ne Allahın belâlarıymış, kimse gözü- ne kestirmedi. Eskiden çocuksuz karılar, oğulsuz babalar böylele- rini kapışırlardı, şimdi aldıran bi- le yok... Bu seferki alış verişlerde bir uğursuzluk var... İbni Abbas Ayşenin yanağını okşadı: —Bunu çok hırpalamışsın!... Bu halle kim ister?... Baksana, | insan kırpaç vurmağa kıyar mı buna... Tatlı sözlerle avutursun... Saçını taramsın, üstüne başına çe- ki düzen verirsin... O zaman... — Söz dinlemiyor ve bırakmı- İiş yor!... Aliye baktı. Elini kızgın kız- gın ona doğru uzattı ve sözüne de- vam etti: Bunların ikisi kardeştir... Yer- lerinde uslu durmuyorlar ki... Bir- birlerine sarılıp ya bir köşeye si- niyorlar, yahut, boylarına bakma- dan kaçmağa çalışıyorlar... — Onu da çok mu görüyor- sun?... Esirleri satmak nasıl bizim hakkımızsa, kaçmak ta onların haklarıdır. | —Bizim paralar ne olur sonra?. | — Neyse... Çok uzatma!... Bu i yavruya bir altın mı istiyorsun?... — Benimle alay etme!... bilir senin elinde bunlardan kaç | tanesi var? İ Kim ğ (Devamı var) l Pratğk y at Bilgisi, | Nakıl ve tercüme mahfuzdur Yazan: M. Gayur ee #FT n Çivilere karşı tedbir: Çatalın verev- liğine ve lâstikten bir kaç milimetre mesafede sağlam bir demir-tel konur. Bu tel kauçuk zarfıma saplanan çiviyi söküp alar. Yük: Gidona yalnız manto veya mu- şambayı yuvarlamalı ve meşin kayış - Tarla bağlamalıdır. Diğer yükler çer- çevenin boruları arasına ve ağır sey- Ter arkadaki kauçuklu çantaya konur, AÂlet çantası: ÂAlet çantasında — bir İngiliz anahtarı, bir tornevida, bez ve yağ âleti olmalıdır. Çanta elseriyetle çerçeveye bağlanır, Pompa çerçevenin kadrolarından birine tespit olunur, Her bisiklette sesi seksen metre me- safeden işitilebilecek bir korna veya zil olmalıdır. Gün batışından gün do - ğuşuna kadar bisikletçi — makinesinin ön tarafında bir fener ve arkada kır- mızı işik veren bir Tener bulundürma- ğa mecburdur. Bisküit BİSKÜİT — Bisküit hamuru yap - mak için on iki yumurta kırmalı — sa- yıları ile beyazlarını güzelce ayırma- J.. Sarıları bir kaba koyarak beş yüz gram toz şeker, biraz vanila, — rende- | lenmiş yarım limon posası, ve porta - kal çiçeği gibi bir koku koymalı, Hep- sini birden bir tahta kaşıkla koyu bir hamur oluncıya ve rengi beyazlaşıncı- ya kadar çalkalamalı. Bu ameliyat o - tuz dakika kadar sürer bundan sonra yumurta aklarmı çalkalıyarak kabart malı, Evvelki hamuru karıştırıp içine üç yüz elli gram kadar nişasta — veya patates fergülü koymalı. K iskülsi: Bir kâğıdın üzerine hamuru dökülür. Üzerine hafifçe şeker tozu ekllir ve fı- yına konarak on dakika kadar pişiri - lir. Rems bisküisi: İki yüz elli gram un, yüz elli gram geker ve beş yumurta ile bir hamur hazırlanır. Evvelâ yu - murta ve şeker, şekere — yumurtalar yavaş yavaş ilâve edilerek karıştırıl - malıdır. Husuüle gelen haliteye un ya- vaş yavaş ilâve olunur. Böylece yek- nasak bir hamur elde edilir. Hamur parçalara ayrılır. Her biri hafifçe yağlanmış kalıplara konur, Kalıplar mutedil hararette fırına yerleştiril- melidir. Hamur kabarmağa başlayın- ca bir tahta kepçe ile sathıma basarak biraz sıkıştırmalıdır. Savua bisküisi: Teneke veya bakır- dan bir kalıp hafifçe yağlanır. İçine toz halinde şeker ekilir. Yarı yarıya bisküi hamuru ile doldurularak fırına konur, Bisktlinin pişme müddeti ka - hınlığına tâbidir. Pişip pişmediğini anlamak için içine bir saman — çöpü daldırılır. Samana gösterdiği muka - vemet kıvamını meydana kor. Kâfi miktarda pişince ateşten çekerek ka - Hıpta bir miktar soğutmalı sonra kalı- bi tersine çevirerek bir tabağa kotar- malıdır. Bir miktar toz şeker ve — yu- murta beyazı karıştırıp içine yarım Timon sıkarak ve hepsini güzelce çal - kayarak üzeri dövdürme yapılabilir. Eğer fırım olmazsa bisküiyi pişirmek için kalıp bir ocağın sıcak külleri or - tasına konur. Ve üzerine bir kaç sreak kömür konmuş bir demir kapak ko - nur. Deniz bisküisi, peksimet: Uzun se- ferlerde ekmek yerine kullanılan bu biskülyi yapmak için beş kilo buğday ununa bir kilo maya ilâve ederek gü- zelce karıştırılmalı, mahlüt koyu ha- mur haline geldikten sanra çöreklere ayırmalıdır. Çörekler bir saat kadar mutedil fırına konur. Biskülinin bozul- maması için ikinci bir defa fırma veri- lir. Hazırlanmış ve birikmiş olan bis- küiler arasıra havaya maruz - bırakıl- | malı ve kurutulmalıdır, (Devamı var) YENİ ÇIKTI Deliliğin Psikolojisi Fiatı 50 kuruş Tevzi yeri - VAKIT Matbaası Üründü Ve ses yükseldir” — Yaza İ Aka Gündüz | — *9-26 Polis bodrumuna - haklı, haksız giren halk şöyle bir tahlil yapmış- t Polis ve polis müdürü: (P) para! (0O) Ondan ver! (L) lâkırdı yok!.. (Y) yiyeceğim! (S) seyirde, sefahatte!.. (M) mankafa! (Ü) Ürkek; (D) (söylemesi ayıptır). |— Ç(Ü) üfür geç, (yani rüşvet ver kurtul). (R) rezillik; (Ü) ne bileyim ne... Halk bu.... Söyler mi söyler, uydurur mu uy - durur... Bir de kızmaya — görsün, bir de canına tak etmeye görsün... O uza başka şey yapar.. Ne ister - se onu yapar!.. İyi amma, sokaklarda düşün- ce adama yer, yurt — vermiyor.. Gece yaklaştı. —Esoes ne olacak? —EFski pansiyon oda- sını başkası kiralamış. Ne yap- malı? Yaralı zabitler pansiyonuna kunuklamalı. Başka çıkar yol var mı?. ş Pansiyonun büyük — salonunda yenik (hafif) yaralı, ilksagılı genç! zabitler öbek öbek oturmuşlardı. | Kimi öbek çay içiyor, kimi öbek kâğıt oynıyot bir kaçı da konuşu- yor. Gelmiş mektubunu — okuyan, evine mektup yazan, düşünen, fin- cana ilâç damlatan, uyuklayan, 18- lıkla ince bir hava üfleyen.. Esoes eski bir koltuğa çöktü .. Iç sıkıntısından bunalıyordu . Pansiyon nöbetçisi kapıda gö - — Efendiler! Efendiler! Şehir varyetesi bu gece yaralı zabitler bir eğlence düzenlemiş.. Hepini - zi saygılarla çağrıyor. Gitmek iste-| yenler kartlarını pansiyon idare - sinden alsınlar.. | Çoğu aldırmadı. Bir yüzbışığ Esoes'e sordu: — Gidelim mi mülâzim? — Siz bilirsiniz.. — Görüyorum ki sen de can sı- kıntısı içindesin ... Tramvayda bir ihtiyar kadın ko | lu boynuna asılı yüzbaşıya, ve bir mektepli çocuk koltuğu değnekli Esoes'e kalkıp yer verdiler, Tiyatronun her yanı donanmış - t. — Tn cadde pırıl pıril yanı - yor Kapımın önüne hususi oto- mobiller, çift atlı arabalar dizil - mişti. Kapıdaki teşrifat memurlarının başı gelenlerin yakalarına yan göz- lebaktı. Rütebelerine anlayınca durgun bir sesle yanındakilere e -| mir verdi: — Beyefendilere — üçüncü kat localardan — 64 numarayı açınız. Buyurunuz fendim!.. Yüzbaşı durakladı ve biraz çe - kingen bir sesle: — Ben çıkabilirim, dedi. Fakat arkadaşım üçüncü kata çıkamaz sanırım.. — Ne yazık ki ötekilerin hepsi tutulmuştur efendim.. Esoes karıştı: — Yüzbaşım, — siz giriniz, ben başka bir akşam gelirim.. Bu konuşmayı işiden üzun ya - pılı, tek gözlüklü bir adam hemen söyledi: — Ben kendi locami efendilere bırakabilirim . — Sizi rahatsız etmek isteme - yiz.. — Rahatsız ne demek? Yurdun yiğit ve yaralı zabitlerine ne yap- #a »| yordu. Alma ve başka dile çevilf Devlet yasasınca koru'u! sak azdır. Sizler ki bizim rer aslan gibi çarpışıyo! Tek gözlüklü birçok Ni n sözler söylemeğe çalışırket H t bit bakıştılar. Bunları söY tense locasına girmek d dur, diye işmarlaştılar. — Çok teşekkür ederiz- " siz de beraber olursanız. — Sizinle beraber benim onurumu arttırır. Birinci katın sahneye b!” lüks bir locasına girdiler. gerçekten doluydu. Fakat lerle değil.. Zabit olarak bif dileri, bir de karşı locada kumandanı vardı.. K Yüzabşı alışkan bir u"* aldı.. Esoes ömründe ilk, yere girmişti. Gözleri Kulakları oğuldadı. — Bir? bir şey göremez oldu. Gitgide alışınca şaşa low ne lüks, bu ne şatafat, bu #” idi! 'Tek gözlüklü nazik adami zabitin ortasında ve ayaktâ Saygı ve onur 018 oturmadığını söylemişti. larını ağırlamak için ne” ğenı bilmiyordu. İkide anlatıyordu. Bilmediği, ğt yoktu. — Şu karşı locada beyı’ı" İ kadın yok mu? İşte o geçeni kadar bir kadın — terzisind? hizmeti görens küçük bir * Bugün başvekil muavinin sidir. — Kürkleri ,elmaslari * zelliği ile başları döndürü? Şu ufak tefek adam, hi locadaki palabıyıklı ile bi | konuşuyor, işte o tanınmış ")| laska müteahhididir. İşinit | rını öyle biliyor ki, her palfj dört kere sattığı olurmuş. tiyi veriyor, — sonra her DYi parti ambardan gene ker suna taşınıyormuş, M Şu tombul kadın büyük ginin karısıydı. Harpten $ i sene önce kocası topu atli: / L Â birii a evlendi. Konağında verdiğ' fetlerin bir eşini ömrümd? dim.. Bu geceki proğramı S g mü? Çok güzel.. Böyle bif |i ram kırk yılda ele yanın en ünlü artistleri bitlerimizin onurlarına — buluştular.. / | Orkestra başladı ve ’ dı. Eski şark masallarını? f duramadığı bir dekor.. / — Bu'dekor Hin: mavera mahracasının bir köşenin tam ömeiid;v Ortaya yarıdan çok lak, telli pullu, tatl dın çıktı. Bir alkış boşandı, Şimdi bir yeni 5 bif ğ yf eçtf l“"—- İşte dünyâ bullak eden Hintli ka' Mataharri budur... Esoes, bön bön sordü ua? — 'Ne iş yapar "“’“,pı' ; Tek gözlüklü ile sediler.. aü — Bu saatleri kalan ıutlıı'iıdıf:: BA, yı anahtar — deli Hindin en güzel kadi? Mataharri kivran e oçu nadı, ve bütün _“d’; At sarhoşu edip çekil k kalarca sürdü. Her l Ti bemibeft? gi yağız Hintli bem' gösteriyordu. — geI D z