18 Kasım 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

18 Kasım 1934 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yazan: I Aka Gündüz l MN Siz, bu illeri bize bırakan o ün- | lü ataların torunları mısınız? Bu - dunseverlik bu mudur? Kaç gün - dür çarşılarda Jolaştım, — tezgâh- larda dolaştım, evlerde, sokaklar - da dolaştım, buranın alanında par kında, hanayında sofasında dolaş- tım. Gördüğüm hep budur. Hep budur. Hep şimdiki sizi gördüm. Benizler uçmuş, diller — tutulmuş, ! gözler çukurlaşmış, yürekler bur - kulmuş... Bize açılan savaşın arifesine | kadar yurt türküleri, ulus marşla- rı, savaş şarkıları ile ortalığı çın - | çın öttürdüğünüz, benim gibi çe - limsizleri ayaklar altında ezdiği - | niz nerde kaldı? Barış günlerinde birer alp idi - | niz. Savaş günü gelince birer kalp | olmak sizlere yaraşır mı? Yurt i - çin, budun için, varlık için, istik - lâl için, hak için boğuşmak, insan- lığın birinci ve sonuncu işidir. Sosyalistler! Sekiz saat ve bol gündelik kahramanları! Yâd or - | dular ana yurdu basarlarsa, fabri- | kalarmızı bilmem neyime işletir- ler! Gündeliklerinizin — santimini bile alamazsınız. Siz nesiniz ki? | Hanginiz çekiç sallıyor? Sizin sos- yalistliğiniz, çalışmıyanların — ça- hışanlar sırtından geçinmesi — de- mektir. Sosyalistler! Sosyalizmalı ka - | falarınızı kurtarmak isterseniz ha- | di savaş, boğuş siperlerine, marş! Yoksa bittiğiniz gündür. Komünistler! Komünizmanızı yürütebilmek için sınırları sarsıl - mamış bir yurdunuz, varlığı ezil- memiş bir budununuz olmalı. İstediğiniz kadar “insanlar bir ve kardeştir,, deyiniz. O insanla- rın orduları içinize girmeğe gör- sün, Bir mi, kardeş mi? O uza an- larsınız. İki bin kişinin boğuk homurtu- su.. Miskin kolunu uzattı: — Niçin homurdanıyorsunuz? Kime homurdanıyorsunuz? Korun ma toplantısı günü ayaklar altına aldığınız Miskin, bugünkü ben de- gilim! Ben artık bu Uluğun çocu - ğu, bu varlığın sipere giden âske - riyim ! Bir daha homurdanırsanız, tek başıma, sesinizi gırtlaklarınız- da boğarım! Çelimsiz. Miskinin sesi, gün görmüş bir aslanın içten gelme nâ- rasına benziyordu. — Homurdansanıza! Tıssss! Ses yok. — Monarşistler! Kralsız ülke, İmparatorsuz budun gül gibi, bal gibi yaşayabilir. Ve böyle yaşa- mak onların öz haklarıdır. Ama ülkesiz, budunsuz bir kral bir da- kika yaşayamaz. Yurt severler! Yurt severlik; bayram günleri Marş okuyup, so « kakları dolaşmakla olmaz! Yurt - severlik; önce siperde boğuşmak ve sonra kafalara bilgi, yüreklere ateş sokmak demektir. Nutuk gü - nü nutuk, türkü günü türkü, süngü günü süngü! Benim adımı Miskine, yurtsu- za, budunsuza çıkarmıştınız. Ben de hiç ses çıkarmamıştım. Çünkü başka işlerim vardı. Şımarıklıkla - rmızla uğraşmağa uzam, gücüm yoktu. Kafama yurdum için bilgi, yırciıın birliğim için ateş ve keorkmazlık doldurma ga çalışıyor- dum. Üniversite bir ülkenin — varlık kaynağıdır. Bir Ulusun sonsuzlu - Alma ve hqlıı dile çevirme) Devlet yasasınca koru'udur. ğa götüren makinesidir. Biz kim - seye saldırmadık. Bize çullandılar. Varlığımız, benliğimiz toprağımız ve larihimiz uçuruma - sürükleni- yor, Böyle günlerin önderi Üniversi- tedir. Üniversite delikanlısı ayak - landı mı; budun, ordü, varlık a- , yaklanır. (S) harfine benizyen, çelimsiz Bir çift el şakladı. Bunun ardından iki bin çift el şakırdadı. Benizlere kan, yürekle- re çarpıntı, gözlere güneş — doldu. Nazırın güze| sesli güzel kızı Ze - us, sağ kolunu kaldırdı. İki bin çift yürekten, iki bin ses, bir ses o- lup gökleri kapladı: — Ülke bizim, ün bizim. (Yarm) bizim, dün bizim Mutlu varlık, gün bizim. Üstüne düşmez gölge, Herşeyden üstün ülke » Güzel kızın sesi, iki bin üstünde dolaşıyordu: Siperler ana koynu. Bükülmez Ulus boynu. Bozarız her oyunu, Üstüne düşmez gölge, Herşeyden üstün ölke Rektörün masasındaki büyük vazonun içinde taze kasımpatları, güz gülleri, ser çiçekleri — vardı. Rektör hepsini kapınca pencereye koştu. Ve çiçekleri, kürsüde duran dört Üniversitelinin — başlarına serpti. İki bin kişi coştu. Ayrılıklar sön- dü. Gayrıliklar unutuldu. İki bin duygu bir duygu oldu. Çelimsiz Miskin, kabarık yele- libir arslan gibi görünüyordu. Gong çaldı. Herkes sustu. Aslanlaşan Miskin başladı: — Dayıların raporları, amcala- rın tezkereleri, yeğenlerin salıkla- rı, (tavsiyeleri) hepsi, hepsi yırtıl- mış! Hepimiz siperlere! Hepimiz boğus alanlarına! Hepimiz tüken- mez varlığımızın uğrunda savaşa! Arkadaşlar! Birbirini kafaca, gönülce ayırt etmediğim arkadaş- lar! Her yeri gezdim. Her yerde benizler uçuk, gönüller bulanık, bu her yere koşacağız. Bütün hal- | ka doğruyu, iyiyi ve kurtuluş yo- lunu anlatacağız. Bu ülkenin kor- ku bilmiyen çoîuklın, her ne- dense ürkmüşlerdir. Bunu gizli bozguncular yaptı. Bozgunculara ölüm! Düzgüncülere dirim! ortadan bir genç sesi geldi: — Yaşasın (S.O.S) ! (*) İki bin ses birden haykırdı: — Senin adın SO.S olsun! (Esoes) Çelimsiz, S harfine benziyen Miskin o dakikadan sonra Esols adını aldı. Caddeye bir yol açıldı. Üniversitenin kapısına - getiri- len faytona dört arkadaş bindiler. Bayraklar çekildi. İki bin — genç bütün caddeleri, sokakları, fabri- kaları, çarşıları dolaşmağa başla- dılar. Her durdukları yerde aslan Esols'in sesi işitiliyordu. Her ku- rultu, (müessese) her kalabalık taze bir sevinç, taze bir yürekle alaya katılıyordu. Esoes her gittiği yerde - söyle- yor, haykırıyor, anlatıyor. O, şim- di bir yiğitlik makinesi olmuştu; her sözü bitince tabur tabur, alay tü HABER — Akşam Postası MÜSABAKAMIZ En güzel âşk mektubu hangi mevzuda olacak “En güzel aşk mektubu için açtı- ğımız müsabaka ve vadettiğimiz mü- kâfat üzerine gazeltemize cevaplar gelmiye başladı. Ancak bunlardan bir kasmının yazılışma ve yazanları: na bakarak anlıyoruz ki müsabaka bizim maksadımızdan aykırı bir - ci- hat takip etmek üzeredir. Meselâ bizce aşk mektubunu yazmıya — öze- necek olanlar kendilerini derslerine vermeleri lâzmm gelen mektepli ço- cuklarımız değildir. Gene meselâ bizim aşk mektubu müsabakamızın hedefi üstat Ahmet Rasim merhu- mun “Kitabei gam,, ları gibi gönül yazılarıdır. Satırlarında cinsi duy- gular titriyen yazılar değil... Aldığı: mız bir kaç örnek, müsabakamızın bu maksattan uzak temayülleri kam- çıladığını — gösterdiğinden — mükâ. İfifatlarını olduğu gibi muhafaza et- mekle beraber, yazılacak aşk mektu- bunun memleket sevgisi yanında her sevginin sönük kalacağını anlatacak bir mevzu olmasını daha üstün bu- luyoruz. Böylece müsabakamıza iştirak e- denlerin hududunu genişletmiş olu- yoruz. Eli kalem tutan, bir mek- tep sınıfında bile, bir kadın sevgisi- nin çarpıntısını duymadan yurt sev- dasint duyan ber genç açık açık bu müsabakaya girmek fırsatını bulmuş olaacktır. Müsabaka sonunda elde edilecek eserde, bütün kıraat kitap- larına girme İiyatkatini kaaznarak yaaşır bir edebiyat mahsulü olacaktır. Yeni Neşriyat Büyük gazete Büyük Gazetenin dordüncü sayısı zengin yazılarla renkli olarak çıkmıştır. Üç meraklı tefrika, beş muhtelif mü- sabaka, hikâye, kadın, ma, spor sayıfaları ve dünya vukuatı- Tav. moda, sine- na ait resimler ve yazılar vardır. siye ederiz. Devren satılık mağaza Kazancı teminatlı, sermaye iki, üç bin lira. Müracaat: Galata tü - nel yanında billür sokak 14 numa - ra tütüncü Kaprilyan. (3401) Satlık demir boru Az kullanılmış iki parmak de-! mir boru. Fiyat gayet uygun mü - racaat: Galata Kalafat yeri 39 nu- mara Agopoviç. — (3401) L Belediyesi KONSERVATUVARI , Z2 inci KONSER Ali Sezayi — İzzet Nezi — Orhan Mesut Cemil — Cemal Reşit O'DA MUSİKİSİ 22 ikinci teşrin perşembe 17,30 FRANSIZ TİYATROSUNDA Biletler: 100, 75, SÖ, 30 Kuruştur alay, ordu ordu yiğit fışkıran bir makine... Sıhhiye komisyonlarına iş kal- madı. Şifre bürolarına yazıcı bu- lunmadı. Herkes akın akın yönle- le (cephe) ve siperlere koşuyor- du. Harbiye Nazareti Esoes'e (de- mir savaş) madalyası verdi. Esoes almadı: — Ben kendim — demirdenim, dedi. Dökmecinin pas tutan ma- dalyesini ne yapayım? Hem, he- nüz gidip döğüşmedim. Propaganda bürosu ona yal- dızlı bir övgü kâğıdı gönderdi. Esoes geri çevirdi. (Devamı var) (S.0.8) Vavurlardaki - telsiz telgrafların imdat çağıran işmari- dir. ; 16 ikinci teşrin 1934 — Cüzamlıların Mezarlığı Büyük zabıta romanı Nakleden : vı -NO İiğ “İkinci gölgenin belirmesinden sonra, gecenin berrak olmaması « | na rağmen, şuna kail oldum... E - | vet, bu gölgeler, insan değildi... Yaşıyan insanlar değildiler.. Evet, bende bu his hasıl oldu... — Zira, yekdiğerlerine o kadar benziyor - lardı ki... “Derken, şunu farketmiş oldu - ğuma kani oldum: — Yekdiğerine son derece benziyen bu gölgeler, ayni noktadan çıkmışlar, ayni is - tikametlere yürümüşlerdi. hızla, ayni sallanışla ilerledikten sonra, ayni noktada kaybolmuş - | lardı. “Ne dersiniz: Çok şayanı hay- ret değil mi? “Hâlâ gözümün — önündedir: Gölge, kaybolmazdan evvel, bir müddet hareketsiz. duruyordu. Sonra, yavaş yavaş, daha müphem görünüyordu... Çitlerin gölgesinde kayboluveriyordu.,, Lâtif Bey, bu izahatı verdikten sonra, sustu. Nuh Bey, komşunun, dün gece gördüğü manzaralar — karşısında hâlâ heyecanda olduğunu farket - ti. Hattâ, Lâtif Bey terlemişti. Uzun bir süküttan sonra ilâve etti: — Gölge beş defa belirdi... Ay- ni tarzda, ayni noktadan çıktı. Ay- ni tempo ile ilerledikten — sonra, ayni yerde kayboldu. “Geceleyin iki kere daha kal - | karak baktım. Fakat bir şey far » ketmem mümkün olmadı. Şimdi şu kanaati besliyorum: Gözleri - min önünde cereyan eden hâdise, bildiğimiz tabil kanunlar dahilin - de cereyan etmemiştir. “Şu üç nokta, dikkatime çarp- tız “Birincisi: — Size — anlattım; gölgenin adetâ eriyerek kaybol - ması... “İkincisi: Gece hayli aydınlık- tı, ağaçları, çiti, yol ve Cüzamlılar harabesini vazıh surette görüyor - dum... Buna rağmen, niçin orada yürüyen “adamı,, vazıh göremi - yordum... Zihnimdeki şüpheyi söy liyeyim: Bu gördüğüm cisim de - ğildi... Ruhtu.... Nuh Bey: — Bu verdiğiniz tafsilât, insan- da cidden o tesiri bırakıyor! de- di. — Evet... Fakat bütün bu taf - silâtın hepsi tüyleri ürpertici... — Şüphesiz... -Fakat bunların böyle olduğunu neden sonra, zih- nimde mukayeseler, mülâhazalar yapmak sayesinde buldum... U - çüncü noktayı ise, daha ilk andan itibaren farkettim: Demin söyle - diğim gibi, yol ve civarmı gayet vazıh olarak görüyordum. Hal - buki, gölgeyi müphem, silik, du - manlı görüyordum... Bu hayı sanlar gibi, adım adım ilerlemiyor du. Sanki her muayyen fasılada bir yere çarparak sendeliye sen - deliye gidiyordu. Anlıyorsunuz, değil mi? Evvelce güya kayı - yordu... Derken bir yere çarpıp ta duralamış gibi oluyordu. İlerleyiş kademleri işte öyle sinire dokuna- cak gibiydi. Nuh, bu sözlerin tesiri altında kaldı. — Olur şey değil... Lâtif: — Evet... Bun - Olur iş değil... Di Ayni| | lar, gerçi beni alâkadar etmeZe Zira, benim bahçemde değil: rayet hanımın bahçesinde eden bir vakadır. Lâkin şayet düklerimi gelip te anlatmasa! doğrusu, vicdan azabına uğra' ” dım... Nuh, düşünceye dalmıştı. — Haydi, isterseniz, çitlerin lunduğu yere beraber gidelime: / — Ben de bunu sizden rica © *; decektim... a Bahçenin tarhlı tarafını geşti * ler. Harabelere doğru ilerliyorlâ'” dı. Hava, hafifçe sisliydi, Ufuk”", ta kara bulutlar beliriyordu. Çitlere müvazi olan yola vâf ”| dılar. Lâtif, sağ taraftaki köşkü |5"ı tererek döndü: — Ortadaki pencere, benim ©' | dama aittir. Buradan da farkt' debilirsiniz ki bu yolun nihayeti * Şaçlarla kapalı değildir.. Nuh Bey peşinde olarak hart " beye doğru yürüdü, Sırtını sayfi" yeye dönmüş vaziyetteydi. Yüıâ'l" nü de çite döndü. ü — İşte, hayal, tam şu noktadi İ kayboluyordu. Çitin bir noktasını gösterdi. BW | na yaklaştılar. Nuh: — Çitin bu tarafı çok kalın! de€ di. — Evet... Bunu aşmak, — yarif geçmek maddeten imkânsız!... —— Yerlere baktı. , — Hiç bir ayak izi yok... Bir ı' lâmet göze çarpmıyor. Lâtif, başını salladı: — Ben de öyle düşünmüştür zaten... Durup yola ve Cüzamlıların rabesine baktı. Muhatabı sordu: — Ne düşünüyorsunuz? — İkimiz, yalnız ikimiz bilelim... — Evet, müthiş bir şey... Yaln!f ikimiz bilelim... Yalnız ikimiz tet kik edelim... Gene Lâtif: — Bu akşam, Dirayet hanımt” fendinin davetini kabul ettim. C—'a; ceyi birlikte geçireceğiz... ; ikide, ikimiz birlikte buraya l'ı,/ VO, bun — Buraya mı geliriz? , — Evet... Çitin mümkün ol“. ğu kadar yakinine... Bu harabel? rin ortasında saklanırız... Şuf'* şu oyuklardan birinde.. İnce kumlarla örtülü olan Y” gözleriyle ölçüyor gibiydiler. Sayfiyeye döndüler, Düşüncelerini birbirlerine $ö) * lemiyorlardı... Z aha Lâtif Bey geldiği vakit, partisi başlamıştı. Komşuyu ör rayet hanım derhal yıklİ'A" dan bazı izahat almak istiy? .'p Jale hanım, Kuzenlerden konuşmağa başlamıştı. Dirayet hanım, sesini * mıştı. Bir sır tevdi eder gibi nuşuyordu: — Gelmenizi dört zö"' yordum. Zira Nuh, dün geee reyan edip te sizin !'l“' nuz hâdiseleri bana anlatti: 1â geceleyin gizlenip — *€ tasavvurunuzu da - söyl ledi. için bir tehlike olabi şünmiyor ıışıııımuı'.' dd“ Hıi l“' '",.ı) 4

Bu sayıdan diğer sayfalar: