HABER'in hikâyesi Bir Fransız anlattı: « Bu hâdise, timde, harp ;'Aı'ıl:l)e:.krınııdeı Monlulu - si- âh sesinden hoşlanmazdı. Bilhas- sa, silâhların diğer anarifetleri de zevkini okşamazdı.. (Harp esna- sında böyle kaprisleri olmak bir erkek için ne feci, değil mi?..) Bir müddet, korkusuma hâkim olmak istedi. Lâkin. korku ona h_üh oldu. Mangası siperden iş. tirahat için ayrılmıştı ki o da man gadan ayrıldı. Gecenin karanlığı içinde kaçtı, Bir hayvan marşan- dizine bindi. İki inek arasımda on altı saat saklı ı-;ı Sonra, gene gece yarısı dışarı Geçen yonlara: Pa yi — Arkadaş ) sılâ, veKLLİĞĞ Di kaç zt _“'“'”'___ gözlerini dikerek uzun uıunb;.k.x. Kaj daha âlâ yer olamazdı. Piya yaklaşıp vurdu. Açılmca, SD heybet vererek, dedi ki: di. hhl:::ı::::nd_l -de Oğlanın ödü koptu: ti snm.,,_ı Sana kim söyledi? Sarşıdan şeker *onra gelip tüfeğini alacak tüfeğin yanmda bir gördü. Yoklaymca, için- tiBiraz Omuzladı. Bekciye benim geldiği- | ikinizi de yaka- B Musunuz, koca karı- |E ni m! almağa git- |i olduğunu farketti. ğ — birinci teşrin 1834 —— HABER — Akşam Postasi, Yağmurdan kaçarken Kadmlar büyülenmiş gibi, ol- benim memleke- | dukları yerde duruyorlardı. Mon- zamanında — oldu. | lulu kaçmp gitti. Havâdislerin ne çabuk yayıldı- Bi şayanı hayrettir. Çok geçme- den, tepeden tırnağa kadar müsel lâh eşkiyalarm civarda dolaştık- ları, hattâ bunlarm evlere bile hü- Cum ettikleri şuyu buldu. Bütün memleket aranarak, taranarak, mücrim bulunabilirdi. Fakat, şim- dilik, kuvvetler, cepheye sevkolun muştu, Bir zerrenin bile dahile sarfı istenmiyordu. Esasen, maki- lerde dolaşanı açlık, soğuk tehdit etmiyor muydu? Bütün kapılar, yüzüne kapan- mıştı. Gözüne kestirdiği evlere yaklaşarak dışardan haykırıyor- du: — Ya yiyecek verin, yahut da ateş ederim. Bazan bir kapr aralanryor, a- cele eden bir el eşik üzerine yiye- cek bırakıyordu. Monlulu, bunu alarak kaçryor- du, Mağarasma sığınıyordu. Ba- zan da, tehdit mektupları yazrp gönderiyordu: “Yün çorap, mum, çikolâta is- tiyorum. Bunları filânca ağacın altma bırakm, yoksa şöyle yapa- rım, böyle yaparım.,, Ekseriya, tehditlerine aldırmı- yorlardı. O da, tehdidini yerine getirmiyordu. — Ammada cesur adamlar... -diyordu.» Ya söylediklerimi sahi- den yapacak olsam... Bir gece, münzevi evinde yal- nız olduğunu bildiği bir kadıma tasallut etmek istedi. Fakat, me- | Yerse kadının Sşıkı varmış ve ya- mmndaymış. Pek kuvvetli olan bu adam, Monlulu'yu epeyce patak- ladı. Sonra yakalryarak jandarma İ | lara teslim etti. Vaziyet aşikârdı. Idam edile- cekti... Vücudunu on iki kurşun de lerek hayata veda edecekti. Lâkin, zindanda ağladığı srrada, kilisele- Tin çanları çaldı: Mütareke ilân e- dilmişti. Bu sayede Monlulu kur- şuna dizilmekten kurtuldu; küre- ğe mahküm edildi, Fakat, caniler sevkedilirken, o, anjine yakalan- dı, Bunca zamandır meşakkatlere, soğuğa, açlığa tahammül etmesine rağmen, dağ başlarımda hastalan- mayıp da burada hastalanması şaşılacak şeydi. Monlulu, mütevazi bir hastaha nenin oldukça rahat bir yatağında öldü, Zazallı adam!... Cephede başm dan iher ne geçmiş olursa olsun, bu maceradan daha feci bir âki- bete mi uğrayacaktı? Hakikatte, yağmurdan kaçarken doluya tu- tulmuştu... Üstelik manevi cihet.., Birinde, cemiyetin takdir ve tazimi, ötekin de istihfafı... Mütercim! (Hatice Süreyya ) 10 ve 15 liraya kışlık palto Dört yavruya uzanacak bir şefkat eli yok mudur? Anneleri öldü, zavallılar mektebe gireceklerdi, babaları sağ olduğu için almadılar. Zavallı adam aç kalan çocuklarını başkasına vermek zaruretinde... Dört çocuk dün gece aç yattı- lar, belki bu gece debir şey yiye- miyecekler,.. Tâ ki babaları iş bu- luncıya yahut ta kend'leri hami- yet sahibi, insanlık sever kimseler tarafından almıncıya kadar.... Ea büyüğü sekiz, en küçüğü dört yaşmda olan bu çocukların akroeti ne olacak? AçlıIetan nasıl kurtulacaklar?. Babaları, çocuk - ları uğruna sıhkatini Faybeden bu zavallı adamda artık takat kalma- ve insanlık hislerini öldürerek on- Tarı, manevt evlât edinmek istiyen lere verecek..., Bu dört yavru böyle sefil, aç, perişan mı kalacaktı? Eğer anne- leri ölmeseydi... Ölüm bu.yuvaya da yetişti. Küçüklerin anneleri bir gün ölüverdi işte... Ölümü ile yavrularını bedbaht eden talisiz kadın Erzincanlı idi. On sene evvel Mehmet Efendi ile evlenmişti. Bir sene sonra Ahmet Samiyi, bir sene sonra da Lütfiye- yi doğurdu. Sonra Ali Rıza, dört sene evvel de Osman Hahit dünya- ya geldiler. Erzincanda karantine memuru olan Mehmet Efendi ço- aralık Mersine tayin edilmiş, bura ya da çocuklarını aldırmıştı. Lüt - fiye ile Ahmet Sami ilk mektebe yeni başlamıştı. Bir gün zavallı anneleri hastalandı, hastahaneye kaldırdılar, Üç gün sonra da... Bir sabah ölüm haberi geldi. Felâket to, sefalet te bundan sonra başla- dı. Mehmet Efendi gene Erzinca- na döndü... Bundan iki sene ev- vel... Çocuklarıı gene mektebe yazdırdı. Bir yandan vazifeye gi - diyor, bir yandan da çocuklarıma bakıyordu. Fakat bu kabil mi idi? Dört çocuk bakılmak, yedirilmek, giydirilmek isterdi. Sabahleyin va zifesine giden, akşam evine, dört çocuğun bir köşesine büzüldüğü yuvasma dönen bu adam ne yapa- bilirdi?. Çocuklarımın ve kendisi- nin nafakasından ne ayrrabilirdi ki bir kadmma versin de yardrmını istesin! Bunu da yapmadı değil, yaptı... Gelen kadın bir ay sonra az para ile dört çocuğa bakamadı, çekti, gitti. Kaldı çocuklar gene Mehmet Efendinin başma... Mehmet Efendi çok feci bir va- :| ziyette kalmıştı. Bir yandan ço | cuklar bakılmak istiyor, bir yan - :| dan da vazife kendisini çağırıyor- Eİ| du. Nihayet düşündü, taşındı. İs- H | tanbula gelmeğe, iki çocuğunu ya tı mektebine vermeğe karar verdi. #| Vazifesinden istifa ederek bir haf ta evvel İstanbula geldi... Sonü- mit burası idi. Dumlupmar Yatı #| mektebine gitti. « Babası olan çocukları - ab mayız.,, b Dedilet.. Başka yatılı mektep « | lere gitti, gene, “alamayız.,, ceva- bile karşılandı. İki resmi makama müracaat etti: — Elimizde yapacak bir şey yok! dediler. a Mehmet Efendi perişan kaldı. Sokak ortasında parasız, aç, sefil kaldı. Mektep zamanı gelmiş, ge- çiyordu. Bu, bir tarafa brrakıism, Mehmet Efendinin parasr da yok- tu. Bütün tehlikelerin üstüne açlık kendilerini tehdit ediyordu. Ka- sımpaşada Karaman Mahallesin - de Safi Muhittin camii içindeki bir odaya sığındı. Penceresine ö - len karısmın dokuma çarşafını « | perde diye gerdi. Tek yatağını boş odanım bir köşesine serdi. Bir ba - ba, dört yavru. Bir haftadan beri bu odanm köşesindeki tek yatak - ta yatıyorlar... Konu komşu bir Kaç gün ekmek verdi. Fakat, iki akşam evvel bu da kesildi. Cami- min önünde dolaşan dört yavru ak şam olunca odalarma çekildiler.Ba Ba « Beyi görmeğe gitmişti, Çün- kü “o bey sana belki yardım eder,, demişlerdi. Akşama eve dönmeğe Başladılar ağlamıya... bedbaht adam yetişti. Beş on ku - ruş bulmuştu. Ekmek aldı, zeytin, peynirle doydular... ve yattılar.... Fakat dün gece... Bu ne bir muhayyel roman'dan ne de bir facindan alınma bir par- çadır. Bu başlı başma bir - facia, başlı başma bir hakikattir. Kahra- manları sağdır, yaşamaktdır. Ama bilmem.. Yarım yaşıyacaklar mı?.. 'Tahta, küçük evlerin arasmdan yürüdüm, camie yaklaştım. Arka- larında çizgili basmadan birer en- tari iki sevimli yavru yanıma doğ- ru koştular. Önümde birer asker gibi durdular: — Hangimizi alacaksmız efen- Bam: Yürüdük. Babaları yoktu. Ca- minin bir taşına oturdum, — Sekiz yaşındaki Lütfiye ile doküz yaşın- daki Ahmet yanımda, Ali çenber çeviriyor... Lütfiye, bu sevimli, sıhhatli yavru anlatryor: — Annemiz öldü. Erzincanda Fırat mektebine gidiyordum. Ba- bam bize bakamadı. Burada bir yatı mektebine vermek istedi, Gel dik, şimdi mektebe almadılar be - ni, benimle Ahmedi... Ali daha küçük... Babam parasız, işsiz kaldı. Bi- zi evlâtlık verecek artık... Hem de senetli, sepetli... Ben gitmek iste - miyorum. İstemiyorum amma ba- bam vermek istiyor... Önce — ba- bam? — Kızm Lütfiye! Sen zayıfsın, belki döverler... Hasta olursun... Üzülürsün, diye beni vermiyecek- ti ama... Nedense sonradan caydı. Ben de babama acıyorum. Gidece ğim kim isterse. -Babam annem ölmeden evvel 75 kilo geliyormuş. Simdi 56 kiloya düşmüş... Hep bi zim yüzümüzden... Babacığım. Bi: ze o kadar iyi bakardı ki... Tırnak- lunnıı_ı keser, yıkar, saçlarımızı düzeltirdi. Yemek pişirir, çamaşır yıkar, evi süpürürdü. Hele bir bö- rek yapardı ki... Küçük kardeşi- miz bile ondan yerdi.. Şimdi bir şeyimiz kalmadı ki.. Yiyelim.. Ar- tık babamın da takati kalmadı. Bizi bir, bir dağıtacak... Bir ha- nrm beni istedi. Gideyim dedim. Dedim ama o kadın babama: — Efendi, kızını artık ölünciye kadar görmiyeceksin! Diye — şart koşunca babam: — Ayda, iki ayda bir olsum gö reyim dedi. Hanım olmaz diyince babam da vermedi, Babamı severim. O da beni, kardeşlerimi çok — sever, fakat ne yapsın ki bize bakamı- yor.. Ellerinin damarları mavi, ma vi görünüyor.... Gideceğim, Beni dövmiyecek, sevecek, mektebe ve- rip muallime yaptıracak kimse o - na gidceğim... İnsan yüzünden belli olur. Ev « velâ yüzüne bakacağım, sonra.... da: *— Haydi baba beni ver... Artık gidiyorum diyecek, elini öpüp ay- rılacağım babamdan... Kardeşle- rTim de kimbilir nereye gidecek- ler... Babaları, bu zavallı Bedbaht adam geldi... Istırabınım, eleminin büyüklü - * ğü yüzünden okunuyordu. Belki de çocukları gibi açtı... Belki değil muhakkak... Çocuklarmdan evvel karnmı mı doyuracaktı? ( Mehmet Efendi yazımın başm - daki macerasını anlattı ve şunları ilâve etti: — Istanbulda çocuklarımı mek tebe veremeyince şaşkın, aç, bitap kaldmm, zavallr çocuklarımın dör- dünü de hayır sahibi namuslu kim selere evlâtlık olarak vereceğim. Ben aç kalsam da ehemmiyeti yok. Ölürüm nihayet... Fakat yav- rularımın yaşamasımı; — millete, memlekete yarar insanlar olması- nı isterim. İkisini ilk mektebe ver- miştim, İkinci smıfa geçmişlerdi. 'Tahsilleri de yarıda kaldı. Onla- rm yüzünden işimden de oldum. Dördü de sıhhatli, sağlam, gürbüz — dür. Okurlarsa adam olurlar., Ar- kalarmdaki entarilerinden başka giyecekleri yok... Kış geliyor, bir yandan, açlık bir yandan... Ne ya- pacağımı şaşırdım. Deli gibiyim... Merhametli intanlarm sığımndığım yere şefkatli ellerini uzatmalarını, yavrylarımı açlık ve sefaletten kur tarmalarını dileniyorum... eei a Mehmet Efendi daha fazla söy- — diyemedi.Söyliyemezdi de.. boynu — nu büktü... Dört bedbaht yavrusu- na baktı. Başımı yana döndürdü... Yerdeki topraklarm arasında iki damla göz yaşınm yuvarlana - — rak kaybolduğunu gördüm, Yakta Râcıb