Abdülhamit Tarihi tefrika: 58 Necmiseher, Nuri Beyi görünce sevinmişti, — Aman Nuri Beyciğim, dedi, başıma gelenleri gördünüz mü? Ben buralara düşecek bir kadın- mıyım? Nuri Bey çok ciddi ve somurt- kan görünüyordu. Necmiseher, Nuri Beyin tavır- larından şüphelenmekle beraber, bunu çekingenliğe atfederek tek- rar sordu: — Beni buraya bir şarap mese- | İesinden dolayı getirdiklerinden haberdar mısmız? Nuri Bey odadan içeri girdi: — Evet.. Celâl Bey biraz bah- setti. Zatı Şahane tevkifinizi irade buyurmuşlar, Geçmiş olsun. — Bu bir rüzgârdır, değil mi Nuri Beyciğim? Dün size idi.. Bu- gün bana.. Yarın da başkasına e- ser, Allah kurtarsın amma, ben bu gece burada nasıl yatacağım? Nuri Bey soğuk kanlılığmı mu- hafaza ediyordu: — Bu taş odalarda şimdiye ka- dar sizin gibi bir çok kadınlar yat- mıştır, Ne olur, siz de yatarsınız! Necmiseher gözlerini açtı: — Aşkolsün Nuri Bey! “Artık siz de böyle söylerseniz... — Elbette söyliyeceğim. Hak- kım yok mu? Nuri Bey kaşlarını çatmıştı. Necmiseher hayretle sordu: — Hangi haktan bahsediyorsu- nuz? Padişahın, gecici, gazebine, uğrayan bir kadın bu "dakikada Yı ancak teselliye muhtaçtır. Siz ise bana teselli yerine sitemler yağ- dırıyorsunuz! Ne vicdan.. Ne in- saniyet doğrusu... Nuri Bey ağzımdan baklayı * çı- karmıştı: — Benim hakkımda Padişaha söz söylemek fırsatını bulduğunuz zaman hiç de insaf ve merhameti- niz yoktu.. Şimdi benden ne yüzle bunları istiyorsunuz? Nuri Beyin kin ve husumeti bo- şuna değildi. Necmiseher, Abdül- hamide iki defa Nuri Beyin aley- hinde— hem deneler söylemişti! Halbuki Abdülhamit Nuri Be- yin icraatımdan çok emindi. Ken- disine teslim edilen kimseleri bül- bül gibi çarçabuk söyletmenin yo- lunu He Kızıl Sultan Nuri Tefrik numarası : 68 Yazan: Ishak Ferdi Bey gibi sadık ve aynı zamanda da kindar ve katı yürekli bir ben- deyi nereden bulacaktı? Necmise- herin söyledikleri Padişahın ku- lağına bile girmemişti, Hattâ bir gün Abdülhamit, Nuri Beye: — Necmiseherle senin aranda ne var? Dememiş olsaydı, Nuri Bey, Necmiseher tarafından Padişaha kendi aleyhinde bir şeyler söylen- diğinin farkında bile olmıyacaktı. Artık, Kızıl Sultanın sevgili gözdesi Nuri Beyin eline düşmüş- tü, — Sizi bu gece değil amma, bel ki yarın affettirebilirim ! Dedi.. Ve kapıyı kendi elile ki- litleyip yukarıya çıktı. Necmiseher her mevkufa söyle- nen bu ümit verici sözlere kapıla» rak yerde serilen kirli bir yatağın kenarına uzandı. Yaver Kâzım Bey giyinmiş. Sıcak çorbasını içmiş ve kâfi de- recede dinlenmişti. Harem ağaları, divan kâtiple- ri, ve diğer mabeyincilerle yaver Beyler kendisini teprike geliyor- lardı. Kâzım Beyin “affı şahane, ye mazhar olduğunu bütün saray hal kı işitmiş ve sevinmişti. Sarayda Kâzım Beyi sevmeyen, hemen hemen Nuri Beyden başka bir kimse yoktu, yı kolayca atlattığını bir daha si e kadm par- mağının girmemesine karar ver- mişti, Maamafih Necmiseherin ke- tum bir kadın olduğu muhakkak- tı. Eğer, Necmiseher, Padişaha: — Bu zehiri bana Kâzım Bey verdi. Beni ölümle tehdit ettiği için, bardağınıza koymağa mec- bur oldum!,, Diyerek, Kâzım Beyi ele ver- miş olsaydı, bu genç ve vatanper- ver zabit te Muş Mutasarrıfı Mah- mut Bey gibi Yıldız Sarayının meçhul mezarlıkları arasına gö- mülüp gidecekti. Kâzım Bey bu meş'um ve feci âkibeti düşündükçe tüyleri ürperi» yordu” Er mı, Servet mi? Nâkili: (Vâ - "İki gün sonra, Türkân, hazırlandı. Fikret, onu, vapura teşyi etti. Dokun- salar ağlıyacak gibi müteessirdi. Genç kadın da düşünceliydi. Fakat ne düşündüğünü kocasına söylemi - yordu. Bir kaç kere içini çekti. Âdeta bir ölüyü mezara teşyi ediyor gibiy - diler. Delikanlı, £ teselli bekliyen bir vaziyette olduğu halde, gene onun tesel - Ji vermesi lâzım geldi: — Üzülme, karıcığım! - dedi. - Bu kara günlerimiz geçer... İnşallah ileri. de ferahlı seneler yaşayacağız... Gen- cim; çalışırım; işlerimizi düzeltiriz... Türkân, mihaniki surette tekrarla - dı: — Gencim; çalışırım; düzeltiriz... Ve, sonra, silkindi: — Bu «Beleri senden kaç kere işit- Meni.. Lâkin, beni inkisarı hayale uğ- rattım.. Ben, seni böyle sanmamış - Pm... Nü) Fikret, mütessir, önüne bakıyor - du. — Ne yapalım, kader... İkinci kampana delikanlı, davrandı. Karısını istedi. Türkân, yanağını uzattı. Fa - kat o Fikreti öpmedi... — Gider gitmez (mektup yazar, vaziyeti anlatırsın, değil mi, karicı - ğım? — Hangi vaziyeti?.. — Şey... Seyahati niçin yapıyor » sun, canım?. İşte onu... — Ha... Para bahsi. Bir an durdu: — Senin başka bir yerden bir um- | duğun yok mu, kuzum?.. Şu işi ken- di kendine düzeltemiyecek misin?.. Fikret, beyninden vurulmuşa dön- dü: — Başka yerden umduğum? — Evet, yalnız babamın eline, da- çaldığı zaman, | öpmek | 5 Eylül 1934 Mi Ihtiyar kadın ee kandırılan delikanlılar! Matmazel Sujan Biget isminde bir Fransız kızı, ateşten, sudan, hamız - lardan zarar görmiyen bir elbise icat etmiştir. Bunun içine girerek alevler arasmda dolaşmıştır. Şimdi de, Manş denizini altı saatte su altından geç - meği tecrübe ediyor, , JResmimiş, Fransız kızını, icat etti- inde gösteriyor... Bu Fadile gördü, Mussolininin - tordnudur. Bir plâjda, tabanca atmak suretiyle eğleniyor. İtalyanların, Faşist rejimi altında, çocuklara ne türlü terbiye verdikleri- ni, bundan öğrenebiliriz. Hoş, Mussolini de, son nutkunda siyasetini apaçık söylemişti ya: “Biz,yalnız asker ve muharip bir millet-değil, istilâcı olarak ta yetişme- ğe mecburuz!” demiştir. Bin bir entrikaya sahne olan Yıldız Saraymın yüksek ve kanlı duvarları arasmdan siyrilip git- mek zamanı gelmişti. Fakat her şeyden evvel, Necmiseheri yokla- yacak, onu odasında ziyaret ede- rek, kendisine teşekkür ettikten “(Devamı var) fak tam manasiyle atar, zavallı a- Bolu muhabirimiz yazıyor: Çerkeslerin garip âdetlerinden daha evvelki yazılarımda bahset- miştim. Çerkeslerin kız kaçırma âdetle- | rinden birçok şekilde istifade e - den bazı açık gözlerin en çok mü- | râcaat ettikleri usullerden birisi de şudur: İhtiyar veya çirkin olmakla be- raber zengin bir kadının genç ve | yakışıklı bir delikanlıda gözü ol! duğunu hisseden açık gözler bu- nu firsat bilir, kendisini sevdiği delikanlı ile evlendirebilecekleri - ni zamanla bu kadına telkin eder ve nihayet onu kandıtırlar. Yal - nız, kadmın verilen talimattan dışarıya çıkmaması, bilhassa, ke - senin ağzını açması birinci şart- | lardandır. Kadınla bu noktalarda üyuşa- bilen açık gözler, bu sefer, esvilen delikanlının hangi genç kıza karşı | zaafı olduğunu araştırırlar. Bunu keşfettikten sonra, delikanlının o genç kıza karşı olan meylini daha ziyade körüklerler.. o Genç | kızın da kendisini çok sevdiğini, fakat onu beklediği kadar hararet li görmediğinden müteessir oldu - ğunu söylerler. Delikanlının genç kıza karşı olan rabıtasının kuvvetlendiğini hissedince, ona, sözde kız. tara- fından gönderilen hediyeler fılan getirerek; ârtik evlenme Zamanı geldiğini anlatır, bu hayırlı işte, “allah rrzasr icin tavassıtta bulu - nacaklarını bildirirler. Delikanlı bu teklifi kabul edin- ce, genç kızin bulunduğu bir dü- ğünde onlari biribirleriyle görüş- türürler, konuşmaları, karşı karşı- ya çerkes dansları yapmaları için vaziyetler ihdas ederler; fakat i- şin mahiyetini meydana vuracak gibi sözlere de mahal vermezler. ! Bundan sonra, delikanlıyı bir kö- şeye çekip kızın kaçırılmak için razı olduğu zamanı tebliğ eder- ler. Bu kararlardan delikanlının asıl sevdiği ve biraz evvel kendisi ile oyun oynadığı genç ve güzel kızın tabii hiç haberi yoktur: Muayyen günde kaçırılan öte- ki ihtiyar veya çirkin kadın deli- kanlının karşısında birdenbire ar- zı endam edince adamcağızda şa» ! damın, aklı şaşalar.. Hayırlı ta| vassutta bulunanların yüzleri9 hayretle: “— Buda ne?..,, Der gibi bakar. Onlar, hiç ter€ düt etmeden, sevdiği kızın bu duğunu, hatta biribirlerine göl derdikleri hediyeleri görüp tani yabileceklerini, kız, son günlerö ani ve müthiş bir hastalık geçirdi ğinden bu derece ihtiyar ve çi kin göründüğünü bağıra bağıf iddia ederler, Neye uğradığı"! anlıyamıyan adamcağızın ağzi rın kadar açık kalır.. Allah rız8 için tavassutta bulunanlar, onü' itiraz etmesine de meydan verm? den kaçırıp getirdiği bu kadi geri gönderecek olursa akrabal# rının kendisini yaşatmıyacaklari nı, kendisinden mutlak intikam * lacaklarını ilâve etmeği unutm&* lar. Bir kız kaçırıldıktan sonra c3f ma gibi vaziyetler, çerkesler arf sında, çok defa kanlı meselelerf sebep olduğundan bu tehdit deli kanlıya daha ziyade tesir ede zavallı ondan sonra, boynuna hil! ile geçirilen. zincirin halkalarıf müebbeden taşımıya mahküm © * ivr! Esas itibariyle, çerkeslerde ait 'ede hâkim olan erkektir. Kadif itaat etmeğe mecburdur. O, yal! mız kızlık hayatinda serbest hay ta maliktir. EVTENMElen evvel di" - dünlere iştirak eder, erkekleri! karşı karşıya çerkes, oyunla nar ve onlardan kaçmaz. Evlilik hayatı ise bir çerkes kadını. içi? ailenin içinde ve dışında, birçok merasime riayeti icap ettiren si”| bir safhadır, Çerkes düğünlerinin o müddeb saat ve günle tahdit edilmiş ğildir.. Düğünlere, herkes yoru” luncaya kadar, “Artık yeter!,, 9€ nilinceye kadar devam edilir. Bir çerkes kızını güveyinin ne götürürlerken, gelinin ya sık sık etrafa temennalar sa' vi ması ve bunu müteakiben atlıl dan bir gencin her temennada vaya silâh atması çok defa tatbi edilen âdetlerdendir. 1, Vasfi Bundan evvelki yazı 13 Auğst tarihli sayımızdadır. | ba Dan dağrenm Comali Bayii yada ms bakıyorsun?.. — Türkân... Türkün. Ayrılırken | olsun, bana bu acı telmihlerde bulun- ma... — Telmih değil. Aklına getirmek istiyorum... . Başka yerden yardım bekliyemez misin? — Dükkünmi sattım, biliyorsun... İ Başka yerden mirasa konmadım ki... Hiç bir param yok... 'Tükân, muhatabının anlayışsızlığı. na hayret ediyor gibiydi... — Neyse... Sen bilirsin... « dedi, Ayrıldılar. Türkân; — İstanbuldan yazarım... Her hal. de diğer bir çıkar yol olacak, fakat senin aklıma. gelmiyor... - dedi. İki sabık sevgili ve lâhik karı ko- ca, birbirlerinden ayrıldılar. © Fikret, rıhtamda durarak halatla - rın çözülüşüne, vapurun uzaklaşışına baktı. Mendil salladı. Türkân da bir müddet ona ayni suretle mukabele ettikten sonra (oOdaha vapur gözden kaybolmadan çekildi. Lâkin doğrusunu isterseniz, ayrık dıklarından dolayı pek te büyük bir Istirap duymuyordu. Bilâkis, Türkün gittiği için, memnun bile olmuştu. Zira, kendisine bu sıkışık zamanında teselli vermek şöyle dursun, nisbet veriyor gibiydi. Hiç değilse derdiyle başbaşa kalacaktı. — ikin, parayı nasıl tamamlıya- | cağım?... » diye (düşünüyordu. * bu kadın da deli midir, nedir? Sözde be- nim diğer varidat menbâım varmış gi- bi... Allah Allah, deli midir, nedir?... Acaba neyi kasdetti? Hâlâ aklma gelmiyordu. Eve döndüğü zaman, postacıyı ka- pıda buldu. * Zillerini çalıp duruyor - du. — Merhaba... Evde kimse yek. İyi ki geldim; yoksa bulamıyacaktı - niz. Mektup mu? — Hayır... Postacı bir an tevakkuf etti. Pek yavaş konuşan bir adamdı. Fikretin ödü koptu. Zira, telgraf almasını hiç te sevmezdi. Mutlaka i - çinden fena bir haber çıkacağını sa « nırdı. — Demek ki, telgraf? — Hayır, havale... — Evet. — Kaç para? — Vallahi bilmem... — Benim şahsıma, öyle mi? — Fikret Bey siz değil misin Banka memuru.. Size işte... — Evimin adresine? — Evinizin adresine, — Şaşılacak şey... Postacı havaleyi uzattı, Fikret, . eve gitmeden, doğru” postaneye, koştu. — Mutlaka Türkn bana söyl” meden, bir telgraf çekmiş, İlhami ye vaziyeti anlatmış olacak... işte * da yardımımıza koştu... Vallahi, . yet iyi adamdır, vesselâm... hes” kaç para yolladı.” Postahaneden içeri girdiği sami” yüreği hızlı hızlı çarpıyordu. syedi <— Meselâ, ister misin: ban Buçuk lira” desinler... Ve bunüş köyle bare lan “bir “arksd göndermiş olsun... İşte o zaman, “— le namuskâr aptalı boğar mısın, zeri rür müsün? Şu havaleleri para yeri olduğu ha'de niçin per — Ne havalesi? — Para gelmiş size Beyim., — Bana mı? Aks ed hakli ee İLMİ, mamışlar, açık bırakmışlar, şaşılıf* Birden bire aklına şu geldi ii (Devamı