5 Eylül 1934 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5 Eylül 1934 —— Abdüjhamit Göz dz leri Tarihi tefrika: 56 Necmiseher, Nuri Beyi görünce sevinmişti. — Aman Nuri Beyciğim, dedi, başıma gelenleri gördünüz mü? Ben buralara düşecek bir kadm- mıyım ? Nuri Bey çok ciddi ve somurt- kan görünüyordu. Necmiseher, Nuri Beyin tavır- larından şüphelenmekle beraber, bunu çekingenliğe atfederek tek- rar sordu: — Beni buraya bir şarap mese- lesinden dolayı getirdiklerinden haberdar mısınız? Nuri Bey odadan içeri girdi: — Evet.. Celâl Bey biraz bah- setti. Zatı Şahane tevkifinizi irade buyurmuşlar. Geçmiş olsun. — Bu bir rüzgârdır, değil mi Nuri Beyciğim? Dün size idi.. Bu- gün bana.. Yarın da başkasına e- ser. Allah kurtarsın amma, ben bu gece burada nasıl yatacağım? Nuri Bey soğuk kanlılığını mu- hafaza ediyordu: — Bu taş odalarda şimdiye ka- dar sizin gibi bir çok kadınlar yat- mıştır, Ne olur, siz de yatarsınız! Necmiseher gözlerini açtı: — Aşkolsun Nuri Bey! “Artık siz de böyle söylerseniz... — Elbette söyliyeceğim. Hak- kıam yok mu? Nuri Bey kaşlarını çatmıştı. Necmiseher hayretle sordu: — Hangi haktan bahsediyorsu- -nuz? Padişahın, -gecici, gazebine uğrayan bir kadım bu dakikada ancak teselliye muhtaçtır. Siz ise bana teselli yerine sitemler yağ- dıriyorsunuz! Ne vicdan.. Ne in- saniyet doğrusu... Nuri Bey ağzından baklayı ' çı- karmıştı: — Benim hakkımda Padişaha söz söylemek fırsatını bulduğunuz zaman hiç de insaf ve merhameti- niz yoktu.. Şimdi benden ne yüzle bunları istiyorsunuz? Nuri Beyin kin ve husumeti bo- şuna değildi. Necmiseher, Abdül- hamide iki defa Nuri Beyin aley- hinde— hem de neler söylemişti! Halbuki Abdülhamit Nuri Be- yin icraatından çok emindi. Ken- disine teslim edilen kimseleri bül- bül gibi çarçabuk söyletmenin yo- Tefrika numarası : Yazan: Ishak Ferdi Bey gibi sadık ve aynı zamanda da kindar ve katı yürekli bir ben- deyi nereden bulacaktı? Necmise- herin söyledikleri Padişahın ku- lağına bile girmemişti. Hattâ bir gün Abdülhamit, Nuri Beye: — Necmiseherle senin aranda ne var? Dememiş olsaydı, Nuri Bey, Necmiseher tarafından Padişaha kendi aleyhinde bir şeyler söylen- diğinin farkında bile olmıyacaktı. Artık, Kızıl Sultanım sevgili tü, — Sizi bu gece değil amma, bel ki yarın affettirebilirim! Dedi.. Ve kapıyı kendi elile ki- litleyip yukarıya çıktı. Necmiseher her mevkufa söyle- nen bu ümit verici sözlere kapıla- rak yerde serilen kirli bir yatağın kenarına uzandı. Yaver Kâzım Bey giyinmiş.. Sıcak çorbasını içmiş ve kâfi de- recede dinlenmişti. Harem ağaları, divan kâtiple- ri, ve diğer mabeyincilerle yaver Beyler kendisini teprike geliyor- lardı. Kâzım Beyin “affı şahane,,ye mazhar olduğunu bütün saray hal kı işitmiş ve sevinmişti. Sarayda Kâzım Beyi sevmeyen, hemen hemen Nuri Beyden başka bir kimse yoktu. * 'îrx kolayca atlattığını bir daha siyasi işlere kadın par- mağının girmemesine karar ver- mişti. Maamafih Necmiseherin ke- tum bir kadın olduğu muhakkak- tı. Eğer, Necmiseher, Padişaha: — Bu zehiri bana Kâzım Bey verdi. Beni ölümle tehdit ettiği için, bardağınıza koymağa mec- bur oldum!,, Diyerek, Kâzım Beyi ele- ver- miş olsaydı, bu genç ve vatanper- ver zabit te Muş Mutasarrıfı Mah- mut Bey gibi Yıldız Sarayının meçhul mezarlıkları arasına gö- mülüp gidecekti. Kâzım Bey bu meş'um ve feci âkibeti düşündükçe tüyleri ürperi- yordu' — Aşk mı, Servet mi? Nâkili : (Vâ - Nü) " İki gün sonra, Türkân, hazırlandı. Fikret, onu, vapura teşyi etti. Dokun- salar ağlıyacak gibi müteessirdi. Genç kadın da düşünceliydi. Fakat ne düşündüğünü kocasına söylemi - yordu. Bir kaç kere içini çekti. Âdeta bir ölüyü mezara teşyi ediyor gibiy - vaziyette olduğu halde, gene onun tesel - li vermesi lâzım geldi: — Üzülme, karıcığım! - dedi. - Bu kara günlerimiz geçer... İnşallah ileri- de ferahlı seneler yaşayacağız... Gen- cim; çalışırım; işlerimizi düzeltiriz... Türkân, mihaniki surette tekrarla « dı: — Gencim; çalışırım; düzeltiriz... Ve, sonra, silkindi: — Bu gözleri senden kaç kere işit- Unl.. Lükin, beni inkisarı hayale uğ- rattım... Ban, seni böyle sanmamış - m— işlerimizi Fikret, mütessir, önüne bakıyor - du. — Ne yapalım, kader... İkinci kampana — çaldığı zaman, delikanlı, davrandı. Karısını öpmek istedi. Türkân, yanağını uzattı. Fa - kat o Fikreti öpmedi... — Gider gitmez — mektup yazar, vaziyeti anlatırsın, değil mi, karıcı - ğgım? — Hangi vaziyeti?.. — Şey... Seyahati niçin yapıyor » sun, canım?.. İşte onu... " — Ha... Para bahsi.. Bir an durdu: — Senin başka bir yerden bir um- duğun yok mu, kuzum?.. Şu işi ken- di kendine düzeltemiyecek misin?.. Fikret. beyninden vurulmuşa dön- dü: — Başka yerden umduğum? — Evet, yalnız babamın eline, da- & gözdesi Nuri Beyin eline düşmüş- 1 iîgünereli; ' ha doğrusu Cemal Beyin yardımına Matmazel Sujan Biget isminde bir Fransız kızı, ateşten, sudan, hamız - lardan zarar görmiyen bir elbise icat etmiştir. Bunun içine girerek alevler arasında dolaşmıştır. Şimdi de, Manş denizini altı saatte su altından geç - meği tecrübe ediyor. Resmimiz, Fransız kızını, icat etti- ği elbise içinde gösteriyor.. : Bu resimde gördüğünüz çocuk, Mussolininin - toronudur. - Bir plâjda, tabanta atmak suretiyle eğleniyor. İtalyanların, Faşist rejimi altında, çocuklara ne türlü terbiye verdikleri- ' ni, bundan öğrenebiliriz. Hoş, Mussolini de, son nutkunda siyasetini apaçık söylemişti ya: “Biz,yalnız asker ve muharip bir millet değil, istilâcı olarak ta yetişme- ğe mecburuz!” demiştir. Bin bir entrikaya sahne olan Yıldız Sarayının yüksek ve kanlı duvarları arasından sıyrılıp — git- mek zamanı gelmişti. Fakat her şeyden evvel, Necmiseheri yokla- yacak, onu odasında ziyaret ede- rek, kendisine teşekkür ettikten (Devamı var) mı bakıyorsun?.. i |— Türkân... Türkân.. Ayrılırken olsun, bana bu acı telmihlerde bulun- ma... — Telmih değil.. Aklına getirmek istiyorum... — Başka yerden - yardım bekliyemez misin? — Dükkânımı sattım, biliyorsun... Başka yerden mirasa konmadım ki... Hiç bir param yok... Tükân, muhatabının anlayışsızlığı- na haytret ediyor gibiydi... — Neyse... Sen bilirsin... - dedi. Ayrıldılar. Türkân: — İstanbuldan yazarım... Her hal- de diğer bir çıkar yol olacak, fakat senin aklına gelmiyor... - dedi. İki sabık sevgili ve lâhik karı ko- ca, birbirlerinden ayrıldılar. Fikret, rıhtımda durarak halatla - rın çözülüşüne, vapurun uzaklaşışına baktı. Mendil salladı. Türkân da bir müddet ona ayni -suretle mukabele ettikten sonra — daha vapur gözden kaybolmadan çekildi. Lâkin doğrusunu isterseniz, ayrıl- dıklarından dolayı pek te büyük bir istirap duymryordu. Bilâkis, Türkân Ihtiyar kadın hesabına kandırılan delikanlılar! | Bolu muhabirimiz yazıyor: Çerkeslerin garip âdetlerinden daha evvelki yazılarımda bahset- miştim. Çerkeslerin kız kaçırma âdetle- rinden birçok şekilde istifade e - den bazı açık gözlerin en çok mü- racaat ettikleri usüllerden birisi de şudur: İhtiyar veya çirkin olmakla be- raber zengin bir kadınım genç ve yakışıklı bir delikanlıda gözü ol- duğunu hisseden açık gözler bu- nu fırsat bilir, kendisini sevdiği delikanlı ile evlendirebilecekleri - ni zamanla bu kadına telkin eder ve nihayet onu kandırırlar. Yal - nız, kadının verilen talimattan dışarıya çıkmaması, bilhassa, ke - senin ağzını açması birinci şart- lardandır. Kadınla bu noktalarda üyüşa- bilen açık gözler, bu sefer, esvilen delikanlının hangi genç kıza karşrı zaafı olduğunu araştırırlar. Bunu keşfettikten sonra, delikanlının o genç kıza karşı olan meylini daha ziyade körüklerler.. Genç kızın da kendisini çok sevdiğini, fakat onu beklediği kadar hararet li görmediğinden müteessir oldu - ğunu söylerleİr. Delikanlının genç kıza karşı olan rabıtasının — kuvvetlendiğini hissedince, ona, sözde kız tara- fından gönderilen hediyeler filan -getirerek; ârtık evlenme zamanı geldiğini anlatır, bu hayırlı işte, allah rrzası icin tavassutta bulu - nacaklarını bildirirler. İ Delikanlı bu teklifi kabul edin- ce, genç kızin bulunduğu bir dü- ğünde onları biribirleriyle görüş- türürler, konuşmaları, karşı karşı- ya çerkes dansları yapmaları için vaziyetler ihdas ederler; fakat i- şin mahiyetini meydana vuracak gibi sözlere de mahal vermezler. Buündan sonra, delikanlıyı bir kö- | şeye çekip kızın kaçırılmak için razı olduğu zamanı tebliğ eder- ler. Bu kararlardan delikanlının asıl sevdiği ve biraz evvel kendisi ile oyun oynadığı genç ve — güzel kızın tabit hiç haberi yoktur. Muayyen günde kaçırılan öte- ki ihtiyar veya çirkin kadın deli- kanlının karşısında birdenbire ar- zı endam edince adamcağızda şa- fak tam manasiyle atar, zavallı a- damın, aklı şaşalar.. Hayırlı tâ' vassutta bulunanların yüzlerin! hayretle: “— Bu da ne?..,, Der gibi bakar. Onlar, hiç tere! düt etmeden, sevdiği kızın bu ol duğunu, hatta biribirlerine göf derdikleri hediyeleri görüp tan! yabileceklerini, kız, son günlerdf ani ve müthiş bir hastalık gı:—.ı:,'irf]r ğinden bu derece ihtiyar ve çi? kin göründüğünü bağıra bağır! iddia ederler. Neye uğradığı" anlıyamıyan adamcağızın ağzi fi rın kadar açık kalır.. Allah rızâ? için tavassutta bulunanlar, onu! itiraz etmesine de meydan verm? den kaçırıp getirdiği bu kadıl! geri gönderecek olursa akrabala" rının kendisini yaşatmıyacaklar! ' nı, kendisinden mutlak intikam * lacaklarını ilâve etmeği unutma? lar. ; Bir kız kaçırıldıktan sonra cay ma gibi vaziyetler, çerkesler arf sında, çok defa kanlı meseleler? sebep olduğundan bu tehdit deli kanlıya daha ziyade tesir edef zavallı ondan sonra, boynuna hil! ile geçirilen zincirin halkalarıt! miüebbeden taşımıya mahküm ©o * İvr! Esas itibariyle, çerkeslerde al* lede hâkim olan erkektir. Kadif itaat etmeğe mecburdur. O, yal * niz kızlık hayatmda serbest hay4 ta malıktır. Evletimeden avweldi” -ğünlere iştirak — eder; erkeklefh İağarşı karşıya çerkes oyunlamıc0” nar ve onlardan kaçmaz. Evlîm hayatı ise bir çerkes kadını - içif ailenin içinde ve dışında, birç0 merasime riayeti icap ettiren bir safhadır. Çerkes düğünlerinin müddet saat ve günle tahdit edilmiş d€ gildir.. Düğünlere, herkes yoru!' luncaya kadar, “Artık yeter!,, d" nilinceye kadar devam edilir. Bir çerkes kızını güveyinin evi' ne götürürlerken, gelinin yol sık sık etrafa temennalar savu” ması ve bunu müteakiben ntlıllr'] dan bir gencin her temennada bf vaya silâh atması çok defa tatb edilen âdetlerdendir. I. Vasfi Bundan evvelki yazı 13 Auğlw tarihli sayımızdadır. gittiği için, memnun bile olmuştu. Zira, kendisine bu sıkışık zamanında teselli vermek şöyle dursun, nisbet veriyor gibiydi. Hiç değilse derdiyle başbaşa kalacaktı. — Lâkin, parayı nasıl tamamlıya- cağım?,. - diye — düşünüyordu. - bu kadım da deli midir, nedir? Sözde be- -nim diğer varidat menbamn varmış gi- bi... Allah Allah; deli midir, nedir?... | Acaba neyi kasdetti? Hâlâ aklına gelmiyordu. Eve döndüğü zaman, postacıyı ka- pıda buldu. Zillerini çalıp duruyor - du. — Merhaba... Evde kimse yok... İyi ki geldim, yoksa bulamıyacaktı - nız. Mektup mu? — Hayır... Paostacı bir an tevakkuf etti. yavaş konuşan bir adamdı. Fikretin ödü koptu. Zira, telgraf almasını hiç te sevmezdi. Mutlaka i - çinden fena bir haber çıkacağını sa - nırdı. — Demek ki, telgraf? — Hayir, havale... — Ne havalesi? — Para gelmiş size Beyim.. — Bana mı? Pek — Evet. — Kaç para? — Vallahi bilmem... — Benim şahsıma, öyle mi? — — Fikret Bey siz değil misini? Banka memuru.. Size işte... — Evimin adresine? — Evinizin adresine. — Şaşılacak şey... Postacı havaleyi uzattı. Fikret, — eve gitmeden, postahaneye koştu. . “ — Mutlaka Türkn bana söyl” meden, bir telgraf çekmiş, İlhami ye vaziyeti anlatmış olacak... t da yardımımıza köştu... Vallahi, &* yet iyi adamdır, vesselâm... *“.H kaç para yolladı.” Postahaneden içeri girdiği W yüreği hızlı hızlı çarpıyordu. © — Meselâ, ister misin: “î.:: Büçük lira” desinler... Ve bunu, b" a waktiyle borcu olan — bir arkadaf göndermiş olsun... İşte a zaman, doğr!” böy * öldü” le namuskâr aptalı boğar mısın, * », rür müsün? Şu havaleleri üz';ı:r : para yeri olduğu ha'de niçin dol mamışlar, açık bıirakmışlar, şaşılırat Birden bire aklma şu geldi* a (Devamı V#

Bu sayıdan diğer sayfalar: