on sayfadaki resme bakmız!— Cenazenin başında bütün aile “kün ağlıyordu. Rahip, hepsine İsselli vermeğe çalışıyordu: ni İnsanlar ölür... oGömülür... akat, ahrette ebedi bir hayat Vardır, , Cümlemiz o hayata doğ- N sitap ediyoruz. Orada buluşa" “ağız... Ağlamaymız, madam. z ları haramdır... Herhalde izin de ömrünüz bitecek? Yarm giderek zevcinizle hem- Bezm olacaksınız... li — Nasıl ağlamam... Nasıl ağ- amam, diye, sarı kıvırcık saçlı, Yesil gözlü, minimini burunlu ve Marin tenli genç kontes gözyaşları döküyordu. Halinde öyle masum bir (oeda Vardı ki, onu görenlerin yürekleri tzlıyordu. Ailenin diğer efradı ağlamak #zusunu duyuyorlarsa da, göz - Yaşlarını zaptediyorlardı. Zira, te “sürü pek fazla olan genç kadı- Min istrabını teşvik (oetmekten korkmakta idiler. Rahip, usulla sordu: , — Biliyorsunuz ki, zevcinizin ir vasiyeti zuhur etmiştir. Bu va- Niyet mucibince, aile servetini teş- kil eden mücevherler tabuta konu k, cesetle birlikte nehrin en in ve anaforlu yerine atılacak- ter... Ben, dini noktadan bunu lü- Zumsuz görüyorum... Gerçi, vasi- > aynen tatbik edilmeli- dir... Mezhebimiz, bunu icap et- tirir... Lâkin ailenin zararma ola- Sak, bir vasiyetnamenin tatbik e - “lip edilmemesinde . mirasçılar fikirlerini söyliyebilirler ve biz “e aralarında ittifak hâsıl olduğu h, Wgörürsek vasiyetname ahkâmı- M değiştirebiliriz... © Söyleyim... Mücevherlerin tabutta bulunma - “na muteriz değil misiniz? Müteveffa Kontun iki biraderi, Önlerine baktılar. Sustular, İçlerinden: “— On binlerce altmlık bir ser- Ve yok yere suya atılır mı?... Ya- tik değil mi?... “diye düşünüyor - Krd: Bizim biraderinki de am- Ma hotbinlik! Arkasmda kalanla- * hiç düşünmemiş! Ahrette mü - *evherleri ne yapacak?... Bilhas - W, genç karısı var... Haydi diye- a ki, o güzel bir kadındır. Mu - E bir kısmet bulup evlenir... gat biz?... Üç erkek kardeş?... vet, bizim de mirasta hisseleri - var... Bizim hisselerimize ya- Kk değil mi?..., Fakat, ağızları açıp bir şey | deriz üyoralrdı. Yalnız üç bira- Jean isimlisi: Ben, samimi fikrimi söyli- SY. “dedi. Doğrusu, azim bir Sevetin bir kapris yüzünden suya iy na muarızım! Eğer, diğer açılar da ayni fikirde iseler... Diğer biraderler: > Hay Allah razı olsun... -di- Yeceklerdi, iy, kat tam bu sırada, göz yaş- k Arasmda, genç kadın ayağa — rd Asla... Asla... -diyerek hay- Gg 'iyyen razı olamam... Dü in bütün arzuları tıpatıp | e getirilmelidir. Magi. müteessirane, öteki mi- Eş döndü: , © Eğer bütün aile ayni karara m Mözseniz vasiyetname ahkâ- Diye mecburiyetindeyim... Tabuttaki hazine Ailenin cenazeyi, bir hafta bek- letmek hakkı vardı. Soğuk bir mahzene koydular ve beklettiler. Bu müddet zarfmda, genç kadı- nın teessürü hafifliyecek, makule avdet edecek diye umuyorlardı. Fakat, o: — Kat'iyyen... Kocacığımın 8ö- zünden harice çıkamam.. -diye 1s- Tar üstüne ısrar etmekteydi... O kadar müteessirdi ki, evde bile oturamıyordu. Günde bir kaç kere dışarı fırlıyor, sokaklarda, çarşıda, pazarda, serseri gibi dola- şıyordu. Görenler: — Vah zavallı... Ne kadar da sadıkmış... Ne kadar da kocasını seviyormuş... Gözü dünyayı gör- müyor... Kontun emri haricine çık mamak için âzim bir serveti suya attırıyor... «diyorlardı. Nihayet, hafta doldu. Ailenin huzurunda, Oo ceset, (o yataktan tabuta nakledildi. Kadın, kendi- sinin muhafaza ettiği mücevher - leri, bir mahfaza içinde rahibe u- zattı, rahip, hepsini birer birer muayene etti ve vasiyetnamedeki isimlerle karşılaştırdı. Herkes: — Bütün bir aile serveti... -di- ye fısıldayordu. Papas, genç ka- drma, inadından vaz geçmesi için bir kere daha nasihatte bulundu: — İmkân: yok... Kocamın em- rinden çıkamam... Bunun üzerine, hazine, cesedin yanına konuldu. Tabut kapandı, ve kilisenin arkasındaki mahalli mahsusa nakledildi. Herkes, kili - sede, ibadete daldı... Fakat, cesedin başımda nöbet bekleyip dua etmek üzere, bir ra- hip, bir de aile murahhası bırakıl- mıştı, Aile murahhasr, mahut bi- rader Jeandı. Daha evvelden anlaşmış olan bu iki adam, derhal duayı filân bıraktılar, Rahip, kapıda nöbetçi durdu. Jean da, alelâcele tabu- tun kapağını açtı. İçinden hazine- yi çıkararak sakladı... Kapağı, ge ne örttü. Ön dakika sonra, bütün kilise merasimi nihayete ermişti. Tabut, kayığa bindirildi. Diğer kayıklar, onu takip etti, Merasim- le suya atıldı... Herkes: nehir sathında çıkardığı halkalara baka kaldı... Bir hafta sonra, meşhur kuyum- cu kanbur Andre, Kont Jean ile tebdili kıyafet etmiş olan rahip Marselin getirdiği o mücevherleri görünce bir kahkaha attı: — Ay... Tereciye tere mi sata- caksınız7.. On gün evvel, sarı saçlı, yeşil gözlü, matem elbiseli güzel bir kadm gelerek bunları hakikilerini gösterdi ve bana tak- litlerini ısmarladı.. Şimdi, o tak- litleri bana mı yutturacaksınız?... Rahip ve Jean, hileyi anladılar. Fakat kendi hırsızlıklarını belli etmemek için ortaya vuramadı. lar. Md ekte ( Hatice Süreyya) Göz Hekimi Dr. Süleyman Şükrü Babvâli, Ankara caddesi No. 60 TTelefün; 22565 Prevantoriumu ziyaret Her yıl yüzlerce muallim ve talebenin hayatını tâzeliyen bu kiymetli müessese hâlâ elektrikten mahrumdur! YAZ v Prevantoryom bahçesinden müessesenin görünüşü Haydarpaşadan Oo tramvayla doğru Bağlarbaşına.. Burada tramvaydan inice aradaki tarlalar dan gözünüzü atlatın, sağ tarafta büyük beyaz bir bina göreceksi- niz! İşte prevantorium! Lâfla, iş- te, ama, bir de yola çıkın baka- lm! İnsan © yallardan giderken hayret içinde kalıyor! Sakm manzarası için söylüyo- rum zannetmeyin! Yolların bo - zukluğu, tozu, toprağı 'için.. Orada evleri olanlara, hasta - neyi ziyarete gidenlere, hastane müntesiplerine allah sabır versin! » » » Hastannin dış kapısından gir- dim. İdare kısmı hemen oracıkta. Müdir bey sabah vizitesindeymiş. Haber gönderiyorum., Ve bir me- murla yanma gittik. Bahçenin or- tasında açılan uzun ve muntazam bir yoldan geçiyoruz.. Oh.. Ne güzel.. İstanbul şimdi sıcaktan ya- narken burası püfür püfür esiyor. Sol taraftan kuş cıvıltısını an- dıran sesler geliyor: — Müharrir bey burada dız dız oynuyorlar.. Yanımdakine sordum: — Bu tarafta kimler var, nere- si orası.. — Efendim, hanımların gün - düzlük istirahat yerleri, — Ya!.. Peki beni nereden ta- rıdılar acaba?. ... Müessesenin genç müdiri dok- tor Zeki Bey erkekler kısmının muayene odasında.. Beni büyük bir nezaket ve samimiyetle karşı- ladı. Şimdi beraber yeni yapıl- mış ve erkeklere ayrılmış olan pavyonu geziyöruz.. Fakat yatak- hanelerde kimsecikler yok, mü - dir beye sordum: — Niçin bu karyolalar boş, hiç hastanız yok mu efendim?. — Aman efendim.. Bu karyo- | laların hepsi dolu. Yalnız bu kı- sımda 76 hastamız var. Fakat has talar şimdi dışarda, açık hava ya- Yazlık açık hava yatakhanelerinde hastalar güneşliyor takhanelerinde istirahat ediyor - lar. Şimdi göreceksiniz!. — Ya! Demek burada her has- tanm iki yatağı var?. — Evet. Gündüz ve gece için yataklar ve yatakhaneler ayrıdır. Muvakkat bir zaman için ter- kedilmiş olan boş yatak odaları- nı gezdikten sonra, kütüphaneyi geçerek yazlık açık hava yatak- hanelerine girdik.. Tabiatin hiç sakınmadan, güzelliklerini önüne serdiği bu salonda kalyolalar si- rayla dizilmiş, bütün hastalar sırt üstü yatmış, hepsi meşgul... nin elinde bir kitap.. Burası bir nevi istirahathane sanki.. Müdir beyle beraber her has- tanın önünde duruyoruz. Zeki bey soruyor: — Neyin vardı senin.. Kaç kilo aldm.. Ne kadar zamanda?. Her hastaya bu sualleri soruyo- ruz.. Herkes buraya geldikten sonra mutlaka kilo almış.. ... Ayni pavyonun , alt katındaki yemekhaneye iniyoruz. Hademe - ler sofraları hazırlamakla meş - gul.. Yemekhanenin önünde, o güzel manzarayı, denizi seyrederek isti- rahat ediyoruz. Müdir bey bana izahat veriyor: — Arazimiz çok geniş efen- dim. Görüyorsunuz ya.. Bu tabii manzara hiçbir hastanede yok- tur.. Fakat hiç nazarı dikkatinizi celbetti mi?. Burada elektrik yok- tur. En büyük derdimiz de budur. Prevantoryum sıhhi heyeti (ortada milesseseniii Müdir beye bir şey söyleme dim.. Sadece hayret ettim. Yir- minci asırda, İstanbulda koca bir müessesede elektrik olmasm.. Le 7 Yalnız hanımlara ve küçük ço- . | cuklara ayrılmış olan asıl büyük binaya gidiyoruz. .Geniş, mermer merdivenlerden çıkıyoruz. Salo - na girildiği zaman insanın gözle- ri kamaşıyor. Müdir bey: — Efendim, burası saray ola - rak yapılmış ve bir müddet de öyle kullanılmış, diyor. Görüyor - sunuz ya, vaktiyle cariyelerin oy» nadığı bu salonlar, şimdi memle « ket yavrularmın sıhhat yurdu ol - du. Sabık saraym her tarafını dola- şıyoruz. Burası Cerrahpaşa hasta- nesiyle temizlik (müsabakasına girmiş sanki.. (Aman Rüştü bey, dikkat! Rekor gidiyor!) Yatakhaneler burada da boş, biraz ağır hasta ©lanlardan biri kaç hanım var.. Sol ayağında ke- mik akımtısı olan bir hanımla ko- nuşuyoruz: Bir sendir yatıyor- muş.. Muallim mektebindeymiş... Bir sene zarfında 13 kilo almış.. * . . . , . . e Hanımların, biraz basıkça, fa- kat yaz için pek iyi olan serin, te miz yemekhanelerinden © geçiyo- ruz. Gündüzlük istirahat yerleri- ne gidiyoruz. Burada da karyo- lalar göze çarpan bir intizamla sıralanmış, bütün haslalar sırt üstü yatmış, mütalea ile meşgul - İer.. Zeki beye soruyorum: — Burada hiç kilo almıyan var mı acaba?. ! Müdir beyden evvel bir kız sö- ze karıştı. Azarlar gibi söyledi: — Hiç kilo almıyan olur mu bu- rada?.. Yatakların önünden resmige - çit yapıyoruz.. Bir hasta müdir beye soruyor: — Mektepler açılıncaya kadar çıkabilecek miyim efendim?. Bir hanım üç ayda 8 kilo aldı- ğını söylüyor. Öteden birisi bağ- —— rıyor: — Kilo almak rekoru şimdilik (AK tarafı 8 inci sayıfada) müdürü Zeki Bey)