ILR_BER — Akşam Postası > “Abdülhamit Gözd Tarihi tefrika: 2 Hükümetin (İsa Bolatin) i tedip etmek üzere Makedonyaya gön-| derdiği kuvvet, Abdülhamidin bir! anlaşma siyaseti yüzünden Selâ - nikte tevakkuf etmişti. Ebülhüda, Abdülhamide: Beyhude yere kan döküle- cek... Ve İsa Bolatin bütün takiba- ta rağmen elde edilemiyecektir. Diyerek, Selânikte bekliyen te- dip kuvvetlerinin İstanbula dön- mesini tavsiye ediyordu. Ebülhüdanın bu — tavsiyeden maksadı neidi? Bulgar Prensi (Ferdinand), Padişahın zayıf da- marlarını herkesten iyi keşfeden bu Şamlı sihirbaza neden sık sık hediyeler gönderiyordu? Ebülhüda ile Preons Ferdinand arasındaki dostluğu kimler temin etmişti? Yıldız sarayında — hükü- met namına gizli ve siyasi entrika- lar çeviren bu Arap büyücüye Ab- dülhamit gibi şeytan ve müvesvir bir hükümdar nasıl kapılmıştı? | Parisli rakkase o gece beyhude hazırlanmıştı. Harem Ağalarından biri Mat - mazel (Meyan) m odasına geldi: — Efendimiz bu gece gül bah- çesinde bir misafirile beraber ye- mek yiyecek.. Sizi çağırtacağını zannetmiyorum ! Dedi. Matmazel Meyan'ın neşesi kaç-| mıştı. Padişahın bu meçhul misa- firi acaba kimdi? Harem Ağasına sordu: — Gül bahçesinde - Padişahla| beraber yemek yiyecek olan bu talili misafir kadın mı? Yoksa... | Harem ağası fazla izahat ver- mekten çekiniyordu. — Kadın ama.. Kim olduğunu bilmiyorum. Diyerek çıkıp gitmek istedi, Parisli rakkase Arabın arkasın- dan koştu: Padişah beni bugüne kadar atlatmamıştı. Sabahleyin Cafer A- ğa ile haber göndermiş ve bu gece için hazırlanmamı irade etmişti. Hünkârm zihnini çelen bu kadını mutlaka tanımalıyım... Haydi kuzum ağacığım, şu ka- dının kim olduğunu bana çabucak | öğren de gel! Harem Ağası başını sallıyarak odadan çıktı.. Ve koridordan ge- Tefrika numarası : 15 ÂAşk mı, Servet mi? Nâkıli : (Vâ - Nü) Geçen kısımların hülâsası Fikret, Avrupadan dönünce Türkânı almak istiyor. Türkânın | fakirleşen fakat lüks hayat sür-| mekten bir türlü vageçemiyen ba bası İlhami Bey, kızını Cemal Bey isminde zengin birine vermek arzusundadır. O gün Cemal Bey, evlerine davetli olduğu — halde, Türkân ve Fikret yemeğe inmiyor lar. Jlhami Bey çıkar çıkmaz, delikanlı, derhal, giyinmesini ikmal etti. Şapka- at aldı. Sokağa fırladı. Türkânla bir daha yüz yüze gel- mezden evvel, hattı hareketini — tayin etmek istiyordu. Fakat, her şeyden evvel, bankaya gitmeliydi. İstanbula döndüğüne dair malümat vermeli, va- zifesine ne zaman başlıyacağını öğren- meliydi. Ve eleri Yazan: Ishak Ferdi — Zavallı kız... Hünkârın mi- zacını hâlâ tanıyamamış. Sarayda dönen entrikalardan haberi — bile yok, Matmazel Meyan giyimli ola- rak saatlerce bekledi.. Odasına ge len giden yoktu. Koridora çıkıp başmusahibin dairesine geçmek ve Cafer Ağadan işin iç yüzünü anlamak istedi. Fakat, kapının ö- nünde dolaşan iki gölge gördü: — Yasşak... Parisli rakkaşe irkildi.. Kork- tu.. Geriye çekildi.. Gölge, Matmazel Meyan'ın ü - zerine doğru yürüdüler: — Odana gir... Ve kapını ka- pa! Bir şeye ihtiyacın varsa, du- vardaki zile basarsın.. Hizmetçi gelir.. İstediğini hizmetçiye söy- lersin! Matmazel Meyan'ın çeneleri tutulmuştu.. Ağzını açamadı. O - dasına girdi.. Ve kapıyı kapadı. Parisli Mulen Ruj yıldızı Os- manlı sarayında ilk defa böyle korkulu ve heyecanlı bir gece ge- çiriyordu. Çağrılmak ümidile elbiselerini sırtından çıkaramamıştı. Şazlon- ğun üzerine uzandı. Bekliyordu.. Ve sabaha kadar bekliyecekti. Baş mabeynci Celâl Bey bahçe- | kuruşu da al senin olsun. en eniş-| | çok sevişiyorlardı ki bir gün genç de kazılan kuyunun başında duru- | yordu. Saray hademelerinden birinin elinde sallanan bir fenerin neşrcx-ı Üği aşık, açılan bu. mezarin| üstünde iki ölü gözü gibi yordu. İşte iki hademe daha..! Celâl Bey kendi kendine: — Getiriyorlar... Diye söylen iki adım ilerledi.. nına sokuldu: — Nerde kaldınız? — Çok ağır, Beyim! Güçlükle getirebildik.. Işığı çukurun — içine tuttular.. Ve hademeler güçlükle taşıdıkları bir cesedi yavaşca çukurun içine bırakdılar. Ceset bir kilime sarılmıştı.. Çu- kurun içinde iki büklüm oldu. Celâl Bey dişlerini gıcırdata- ün işitmeyen kulağına| eyenin sonu b dolaşı- Sonra birden Hademelerin ya- Banka merkezinde, onu, sureta bü- yük bir nezaket ve samimiyetle karşı- ladılar, Her halde, büyük memurlar bile kendisini istirkap ediyardu. Avru- pada tahsil ve staj görmüş bir memur- dan hiç bir müessesedeki — meslektaş- Tarı hoşlanmaz... Bu, umumi kaidedir.. Müdür mwuavini, Fikrete, hesabı carideki yerini gösterdi. Arkadaşları- nı tanıttı, Üç memuru vardı. Biri, defterleri tutuyor; mütemadiyen darplar, tarh- Tar yapıyordu. İsmi Şekip Beydi. Kırk beşlik, traşı daima uzamış tesirini ve- ren, babayani kılıklı bir adamdı. Dai- renin arka tarafımda oturur, ile temasta bulunmazdı. Müdür muavini, sonra, uzun saçlı | bir gencin önünde durdu: — $air Nuri Bey... - Dedi. Ve, alay etti: — Ah, efendim, sormayın, elinden ğ hesap ynp'ıyor müşteri | | mi, yoksa mahcubiyetinden mi? Orasını neler çekeriz... Harıl harıl çalışıyor, Fıkra müsabakası Eniyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, şeçme olması ve — okunaklı yazılması lâzundır. Yapma fare Yeni nişanlanmışlardı. Genç kız nişanlısının durgun ve çekin - gen halinden şikâyetçi idi. O gi akşam üzeri gene kendisini ziya - rete gelecek, ya oturacaklar, ya- | hut ta dışarıya, dolaşmıya çıka- caklardı. enç kız, dolaşmaktansa nişan - hısi ile baş başa kalmağı tercih e- diyordu. Nişanlısının gelmesine beş on dakika ya kalmış, ya kal - mamıştı. » Kız, küçük kardeşini yanına ça- gırdı: — Gelsene buraya... — Ne var abla.. — Gel... Küçük kardeşi yanına yaklaşın- ca: — Senin yapma faren nerede? — İçerde abla.. — Git al onu yanma.. Şu on tenle yalnız kalınca kapının ara -| sından içeriye bırakıverirsin, Kaynana İki genç sevişiyorlardı. O kadar kiz, genç sevgilisine istikballerin-| den bahsediyordu. Genç kızın annesi, genci ne ka- dar seviyorsa, babası o nisbette hoşlanmıyordu. Kız: — Meraklanma sevgilim, diyor- du. Babam seni ne kadar sevmi- yorsa, annem o derece bayılıyor. | Bu yüzden babamla ayrılmağa bi- e karar verdi. Evlenince annem de bizimle beraber oturacak. Gencin dili tutulmuş gibi cevap veremedi. aa Te üaK aeaNaNDaDa DKS EaUNALaNEaaNameN üfler ;îbi fısıldadı: dur. Şimdi mezarda Paris'le bol bol muhabere edersin! Ve şiddetle başını çevirdi.. Ha- demelere emir verdi: — Haydi, kapatın şu nun üstünü..! Hademeler evvelâ bir çuval ki- reç döktüler.. Sonra kürekle top- rak atarak, çukuru doldurdular. Ve üstünü çakıl taşla örttüler. Bu| işi o kadar mahirane bir ıurdnel yapmışlardı ki, ertesi günü bahçe-| de dolaşacak bir kimsenin orada bir çukur kazıldığını ve içine bir ölü gömüldüğünü keşfetmek kabil değildi. melu- (Devamı var) zanneder: kat, hakikatta, bankanın kâğıtları üzerine ne yazar, biliyor musunuz?.. Şiir.. Ge- çen gün, bir çekme açtım... İçinden bir mektupluk kâğıt çektim. Üzerinde şunlar yazılıydı: Adın.. Kadın... Maksadın... Mutadın.. Aydmn... Gözün aydın.. Bunlar nedir diye hayrette kaldım.. | Tahkikatta bulununca ne öğrensem beğenirsiniz?.. Meğerse kafiyelermiş.. Bizim Nuri Bey, bunların her birinin baş harfine bazı — heceler ederek şiir meydana getirecekmiş.. mesleğin en güç tarafr kafiye olduğu malümdür. Onları bulup — sıraladıktan sonra, mısraları doldurmak — işten bile değildir. İşte, Nuri Bey de güç tarafmı önceden halletmek yolunu tutmuş.. Yağlı uzun saçlı gencin solgun yüzü, sivilce içindeydi, Âmiri bu sözleri söy- ledikçe kızarıyor, bozarıyor, renkten renge giriyordu. — Fakat, hiddetinden anlamak müşkül işti.. Müdür muavini, sonra, — kısa boylu,| Nakıl ve tercüme hakki Yazan: M. G — b6bl — | Yağlar sorps gras ’ Arapçası mevaddı şahmiye ismini taşıyan yağlı cisimler hayvanın ve ne- batın terkibinde bulunurlar. Bu cisim- ler ikiye ayrılır. Adi derecci hararatte sulp ve az yumuşak olanlarına arap- ça şahm, Franiteta gres, ve maddi derecede mayi olanlarına arapça züyut | Fransızça üil denir. Greslerin olsun ü- illerin olsun teması yumuşak ve kayı- €© arapça “dehni,, lezzetleri hususidir. Bir kâğıt veya bir kumaş üzerine sü- rüldükleri zaman sabit ve hararetle za- il olmıyan bir leke husule getirirler. Gresler clsun üiller olsun suyun yü- zünde yüzer. Sikleti izaliyeleri suyun- kinden dündur. Suda hal olmazlar; fakat eter, benzol ve kibritiyeti kar- bonda erirler. Yağlar uçucu — değildirler. Fakat sulp olanları kolaylıkla erir, fazla wsı- tılmca tahallül eder ve karbonlu iaro- jenler ile hamızı karbon - ve saireden ibaret bir mahlüt gazi ile yanık yağ kokusundaki akroleini ayrılır. Hava temasında şule ile yanarlar. Zeytin, kolza zeytleri lâmbaları ve mumlar gibi. Yağlar hava temasında ve âdi derecei hararette tahammuz ederler; fena ve keskin bir koku ve lezzet alırlar. Buna yağların acıması denir. Şahmi hamızlar ve bahusus — asid palmitik — C* H* COOH, Asidstea- rik & C" HS.CCOH., Asid olcik C* 1-1”COOH üç idreksilli yani üç de- fa Küul olan gliserin ile esterler - teşkil ederler. Bu esterler yağlardır. Mezkür hamızların gliserinle teşkil'etmiş olduk- ları esterlere: Palmitin — C' H* (C H" COOH”) Stearin & C H* (C7 H COOH'); ve Olcin — C' H! (C'“ H COOH3) de- nir. Palmitin ve stearin beyaz renkte ve şulpturlar. Olein mayidir, Greslerin ter- kibinde az mikıarda ve Ürlerin LATRIA de fazla miktarda Olein vardır. Yağların terkibindeki bu üç maddeyi ayırmak mümkündür. Meselâ zeytinya- &ı sıfır dereceye kadar dondurulursa biri sulp diğeri mayi iki kısma ayrılır, Zey- tin yağını ketenden mamül torbalarda tazyık ederek bu iki kısmı ayırırız. Mayi | olan kısım olcindir. Tazyık csnasında| torbadan sızar. Sulp ise Palmitindir torbada kalır. Bir çok yağlarda ve içyağlarında ole- in ayrıldıktan sonra torba içinde ikalan sulp kısım eterle müamele & bu sulp maddenin bir kısmı eterde — inhilâl eder. Husule gelen mahlül teksif ve so - ğumağa terkolunur. O vakit Palmitin maddesi tebellür eder. Eecterde erimi yen yahut az eriyen kısım ise stenrin -| gir. Yağların hepsinde muhtelif nisbet - lerde olmak üzere Palmitin, stearin, o lein ve buna benzer ci: — İşte, şubenizin en faal uzvü bu beydir.. -Dedi- İsmi İbrahim — Beydir.. Müşterilerle temas eder. Bu memur, kırmızı saçlıydı.. İsminin | 'Türk olmasına rağmen ırkça yahud ol-| duğuna yemin edilirdi. — Zira, o kadar benziyordu. Fındık — faresi gibi cevval, Faal bir hali vardı.. Fikret müstakbel çalışma yerini gö - vüp arkadaşlariyle böylece tanıştıktan sonra ,banka müdürü tarafından kabul edildi. Basma kalıp bir takım lâflar: — Mücessesemiz, sizinle iftihar eder, Temenni edelim ki, uzun seneler bizim- le birlikte çalışır, hem fayda — temin e- der, hem de tefeyyüz eyelrsiniz.. Sizi, bu memleketin en yüksek mali makam- Jarını işgal etmiş görmek isteriz.—İ- Tâh.... Fakat, bereket versin, bu basma ka- hp sözlerin arkası iyi geldi: — Bizde maaşlar peşindir.. Size de ilk aylığınızı versinler.. Yarın sabahtan itibaren işinize başlayın.. Fikret, müdürün odasından çıktık -| tan sonra, bir kâğıt imzaladı. Yüz lira - ya yakın bir para verdiler.. — Aldı, © danına koyup, çıktı.. Yarın, vazife H' COOH') denilen ısllf_'; Yağlarda sair esterler git Vecehesinde barkretle tahilll gliserin ile yağ hamızlarna Meselâ Palmitin suda harartl gü ( 'H"coovıC'H'*;: C* A" COOH -- ©' H" ÜŞ Ayni suretle olcin ve estefi | eder ve Asid Palmitinle ile gliserinle ve stearin & rik ile gliserin, Butirin € rik ile gliserine ayrılırları Yağlar maiyeti ıııd_wuıı.;l potasyom gibi kuvvetli esafi edilir& tahallül ederler. Gli " terkibinde şahmi hamızın husule gelir. Böyle husule lere Palmitate, estearat, ol! Sabumu bunlar teşkil © Palmitini sodyomla muljyy (C* HA COO:) C* H! TÜ 3C” H" COO Na & C? Eğer stearini Na OHla dersek 3 C” H COONa HO la muarnele edersek 3 Ö Na elde ederiz. | Gerek 306 HH COo M C" HS COO Na ve gerekit — n | COO Naâdi sabundurlar. Eğer 3 Na OH yerine 3! potas koyacak olursak elde 3.C“ H" COOK ve 3 Ci7 Fo 3.C” H COOK Arap sabutf Kimyager Bertislo ağzı j tüpte şahmi hamızları glis! ederk olcin, margarin, Butirin elde etmeğe muval tur, Anlaşilıyor ki şahmi mı lar,, gliserinin esterleridirleri hamızlar veya kuüvvetli e edilince sabunlanırlar “A: bun, Fransızca Saponi fikaf! dan istifade ederek gliserim ? bün nnt olunur. Yağlar, gliserin, mum, de, gıda olarak, konserve İl viratta, makineleri yağlaı lırlar. Ceviz yağı, keten yağtı ğı gibi üiller, ince tabaka maruz kalırlarsa tahammuz veriniye benzer elâstiki, sâ! hal alırlar. Bunlara — Gil Boya imalinde ku'lanılırlar. Yağlar hayvanların miçlj_ batalrın meyvalarından vuj elde edilir.. Gresler ve İç yağlı ve saire'erin izabesi: nur. — Bu sırada yağ hü deki yağlar erir ve enkazı üzerinde yüzer. (Kuyruk ği zaman basıl olan kıkırı Hayvani üiller bunların hayvani aksamı Iııynıunıku’ Böylece koyun, öküz ayağt ğ üilleri ve balık yağları cldio/ ( -i of başlıyacaktı.. Gayri ihtiyari, Beyoğlu! rüdü.. Bu akşam, eve gil du. Türkânla karşılaşmak ü. Beyoğluna çıktı. Şarabiy”) mükemmel bir yemek yedi: f “Önü sıra eski usul ıiy:j h bir kadın gidiyordu. tün bu şık ve eşkâli belli sında, Fikretin dikkatini © Arkasından yürümeğe / niyetinde bir şey yoktum Yi palıların, eskiden, şark k;’ nuna hasıl cezbolunduk! Hakları vardı. Bilinmiyeti merak ediliyor, alâkayı €? Çarşaflı kadını kimbili” H) zonlunun namuskâr ve yahut zevcesi sanmıştı. F || Istanbula bir ztrhlı ıldı!:v için, bu İ çarşafına mahudelerdendi. Buna rağmen, haremi pek uyacak uzun kirpikli vardı.,