K R e aa FD Ra A l 13 Nisan 19534 13 Nisan 1934 HABER — M Postası Tarihi Tefrika: 16 Hakikt? vesikaları tasnif eden ve birbirine bağlıyan Kadri CEMİiL V Müellifi: /shak FERDİ ğildi. Ali baba, Fatmanın “yerine | erkeksin! Şu bileklerine bak!. De* | Geçen kısımların hulasası , Raverede kulları Ka A '.. VSm —e n mamie Tet 3 Geçen kısımların hulâsası Mütarekeden sonra İstanbulda A- nadolu lehinde ve aleyhinde çalışanlar virdi Bunlar yorulmadan, bıkmadan | m “temadiyen — çalışıyorlardı. Leyhte çalışanlardan bir grupun içlerine aldık- ları İlhami ismindeki genç Galatada Ariyan hanına tercüman diye yerleş- mişti. Park eğlencesinde tesadüf et tiği Patma Nüshetle aralarında bir se- vişme uyanıyordu. Diğer taraftan bu Egrup gene bir gün malüm olan yerle- rinde toplanmışlar ve aldıkları rapor- ları okuyorlardı. Okunan yirmi küsur rapor içinde bir tanesi Fatma Nüzhete aitti. Onun bir casus olduğundan bahsediyordu. Bu raporu ehemmiyetli gördüler ve tahkike karar verdiler, Nhami çocukluğunu tanıdığı Fat- ma Nüzhetle çok elâkadar oluyor ve hemen her gün kendisini ziyaret edi- yordu. Gene böyle bir günde uzun u- zun konuştular. Fatma Nüzhet hemen hemet bütün işgal kuvvetleri âmirleri- ni tantdığını söylüyor ve kimse İle u- Tâkası olmadığını anlatıyordu. e ğ Fatma Nüzhet, apartmanında | pansiyon sahibesinin oğlu Onnik- le beraberdi. Onnik Galata - istih- baratı tarafından — gönderildiği dolunun kendisini bir âlet gibi kul landığını herkes biliyor. | —— Bilindiği muhakkak; fakat | cürmü meşhut halinde yakalamak istemiş olsa gerek.. — Şimdi ne olacak? — (Pantikyan) a getirilen ha- ber- polis müdüriyetinin bunu er- geç cürmü meşhut halinde yaka- latacağı merkezindedir, Daha şim diden bir memur bile tayin edil- miş. Yarından itibaren Çeşmemey- danındaki kahvesine devama baş- lıyacakmış.. — Şahin kâhyanın bu kadar aptal olduğunu — zannetmem. O kahvede yabancı bir adamın bir | iş göremiyeceği kanaatindeyim. — Anadoludan gelen bir. me- mur gibi hareket edecekmiş.. — Ya öyle mi? — Evet., — Yapılacak plân şundan iba- vetmiş: Bu tayin edilen memur, buraya, söylediğim gibi Anadolu- | dan gönderilen bir adam gibi gi- decek ve Şahin Kâhya ile temasa | başlıyacakmış. İşin ondan sonra- Esirci Ali Baba, Kafkasyadan getir- diği bir sürü kızdan, Süleyman paşaya, birini bile beğendirememişti. Fakat pe- şinen aldığı bin altına mukabil, Kaf- kasya valisinin şatosundaki mutena çer- kes dilberini kaçıracağını vaadetmiş- tir. Zaman, Sultan Mecit zamanıdır. (Esir ticareti) Avrupada yapılan bir köngrede menedilmiştir. Fakat esirci Ali baba, her tehlikeye rağmen bü kı- zı, birçok diğer kızlarla birlikte Rus. yadan Istanbula kaçıracak.. Ancak bir korkusu var: Çar Nikola... —— Ali Baba, Kumkapıdaki mahzenin- deki saklı esir kızları hadım bir deli- kanlıya braktıktan conra Kafkasyaya gidiyor. Hadım delikanlı Ferhat, çok genç- ken, Esirci Ali Babanın hıyanetine uğ- ramıştır. Genç, bundan intikam alma- yı düşünüyor. Süleyman Paşa Fatma hikâye- sini yakından dinlemiş, öğrenmiş- ti, Hattâ bir gün, İstanbul Rus el- çisi, Süleyman Paşa ile kadm ti- careti hakkında görüşürken: — Çar Hazretleri bile kendi sa- rayına alacağı kızları güçlükle te- darik edebiliyor. Tiflis — valisinin sarayında terbiye edilen bir gürcü kızı, kaçırılırsa kolayca bulunsun diye sol koluna bir damga vurul- vazifesinden daha o gün dönmüş, / S1 Sayet kolay.. Artık elde demek- | muştur. lâzım gelen yerlere elde ettiği ma- lümatı verdikten sonra yıkanıp temizler iek için evine gelmişti. Saat akşam üstü beşe yaklaşı- yordu. Güneş yüksek apartmanla- rın çerçevelediği caddelerden çok- | tan çekilmişti. — Onnik, havlu ile kurulanırken Fatma Nüzhete anlatıyordu: — Bu gün istihbarattan, polis müdüriyetine şahin kâhyanın ya - kalanması için haber — gönderildi. Bunıyı silâh kaçırıyormuş. — Tevkif edilebilecek mi? — Şüphe mi var.. Polis müdürü, hemen tevkif edilmezden evvel bu adamın Anadolu ile alâkası —olup olmadığını anlamak istemiş; — ev- velâ takip edilecekmiş, — Ben, Şahin kaptanın müte- madiyen Anadoluya silâh kaçırdı- Zını bir çok defalar Mecir Hey'e haber vermiştim. Demek nihayet akılları başlarına geldi. — Zaten senin ihbarın üzerine harekete geçtiklerini ben çok ya- kından biliyorum. — Poliş müdürünün yaptığı da bir gösteriş olsa gerek. Onun Ana- dolu ile alâkadar olduğunu, A fıırıiı No. 3 KAYB OLAN SEVGİLİ tir. — Allah vere de öyle olsa. Fatma Nüzhet bir taraftan cı- garasını içiyor, diğer taraftan elin- | de tuttuğu gazeteye göz — gezdiri- | yordu. Gazeteyi okuyor denemez - Ji. Bunu sanki gayri ihtiyari yapı- yordu. Nitekim çok uzun — sürme- den elinden fırlatıp attı. Ve Önni- ğe: — Sen evde çok kalacak mısın? diye sordu. — Ne var? Dışarda yıpılıcılı bir işin mi var? — Hayır.. Bir an için evden ay- rılman lâzım da ondan.. — Misafirin mi gelecek?. — Evet.. — Kim?, — İlhami.. — Yal.., Bunu da yeni mi tanı- dın?... Bari işe yarar bir şey mi?.. Önniğin bunu sormakla neyi kasdettiği malümdu Fakat Fatma Nüzhet anlamamazlıktan görüne- rek: — Ne gibi? diye sordu. — Anlamadın mı? Bize faydası dokunacaklardan mı? — Hayır.. Bizden sayılır. Gala- Her hakkı mahfuzdur &) Aşk, macera, kahramanlık ve siyaset romanı Nakıll: ( Vâ - Nü ) Dünkü tefrikanın hülasası Sahile yakın büyük bir Balkan şeh- rinde, Türk sefareti tarafından — misak şerefine bir balo veriliyor. Muhsin Ra- şit Bey ismindeki diplomat, iki gündür geceli gündüzlü çalıştığı için odasında ancak şimdi hazırlanabiliyor. Çantasın- dan çıkardığı, üzerinde “intikamımı u- nutma,, sözleri yazılı olan bir mezar resmine baktyor. Milli mücadelede ni- şanlısr Ferihayı feci surette kaybetmiş olan Muhsin Raşidin unutamadığı bir İntikamı vardır. Şu anda, Muhsin, e- mirberi Muammerle beraberdir. Zira, bir metre ilerisindeki diğer bir direğin yanımda duran, iki kişi çok e- Tâleıyı eflip bazı şeyler konuşmaktay- dikkati, bilhassa mu- Nboııııuıı;. rine celbedildi: — Muhsin Raşit, Erci Behyadisi tanıyamadı... Yazık... — Tabil tanryamaz... Aradan on iki sene geçti.. — Fakat, bu Yunan zabitinin © Türk zabiti üzerinde bıraktığı acıklı hatıra © derece kuvvetlidir ki, aradan yarım asır geçse, gene birbirlerini la- mımaları lâzım gelir... Bu gecenin bü- tün muvaffakiyeti, iki düşmanın tanış- malarında olacak.... Aksi takdirde, Se- min gazetelerine çekeceğin — telgraflar ve alacağın fotoğraflar da hapı yuta- cak; Azizim M., Gal, benim tröste et- tiğim vartlar da... Vallahi, ikimizin de itibarı bir paralık olacak... Gal, elinde, mini mini fakat mü- kemmel! bir fotoğraf makinesi tutuyor; lıııııı. eldivenlerile yın yıuı &hd- l Demişti. Süleyman Paşa bu hikâyeyi u - nutacak kadar budala bir adam de ta istihbaratında çalışıyor. — Senin istihbaratta çalışanlar- la pek alâkan olabileceğini tahmin etmiyordum, — Kendisini eskiden, ama çok eskiden tanırdım. — © halde giyineyim, hemen |sıkarım, Mademki böyle lâzım geliyor. Onnik bu son cümleyi te- | lâffuz ederken âdeta mânalı gö- Yünmüştü. Maamafih Fatma Nüz- het izahta bulunmak lüzumunu görmedi. Biraz evvel elinden attı- Bı gazeteyi uzanarak - tekrar aldı. Ve onunla meşgul göründü. —İlm— Bir Pazar günüydü. Öğleye doğru, Çeşmemeydanında kalaba- hık arasında üstübaşı uzun bir yol- culuktan dönen bir adam tesirini yapan biri, ağır adımlarla — ilerli- yor, bazı kahvelere girip çıkarak tekrar yoluma devam ediyordu. Bu adam gene küçücük bir lokanta dan başını uzatarak sordu: (Devamı var) ye ler çekmekteydi. Bu adam, bir çok İn- giliz, Amerikan ve Fransız — gazetele- rinin meşhur muhabiriydi. Gazetesi- | ne havadis temin etmek için bizzat pa- | ra sarfederek el altımdan vak'a çıkar- tan cin göz, yaman gazetecilerdendi. Bu Balkan misakının tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla cereyan cdi- vermesi, hiç te işine gelmiyordu. Bâhusus, arkadaşının şirketile ken- di gazeteleri arasında pek sıkı fıkı bir menfaat ortaklığı da mevcuttu. — Mademki bu Muhsin Raşit Be- yin bütün mazisini ve şimdiki ruhi ah- valini biliyorsunuz, dostum Ert of Şad, öyleyse, onu düşmanı aleyhine tahrik etmek sizin zekânıza bağlı bir iştir... Eğer kışkırtmazsanız, iki düşman, bi- ribirlerini katiyen tanımıyacaklar... Zi- ra, omuz omuza sürünerek geçtiler... Eğer teşebbüsünüz muvalfakiyetle ne- ticelenirse, elde edeceğimiz zaferi dü- lÜı!BihindGmpıHı'—ıHhuf lerle yazacağız: * bharbin &. nüne geçilmesine imkân yoktur! Eski kinler kabardı! Bir Türk zabiti, bir Yunan zabitini baloda öldürdü...., c.ı_hııduıııuııu'*“- O esnada, gözünt, taraftaki direğe dayanmış, ıf"u.llhiiını H_Wı | Üi | | ———_———_—___—_——___———————__— başka bir kız götürmeyi düşündü- | mir gibi sağlam. Ensene bir fiskt ğü halde, Fatmanın kolundaki | vursam, kan fışkıracak. Boş duruf damga meselesini hatırladıkça: — Süleyman Paşaya Fatmanın musun sen?1!.. Petroviç bir votka daha yuvar” | yerine başka bir kız yutturmak | ladı: | mümkün olmıyacak. — Hele benim gibi, içinde tü * Diyor ve hergün Tiflis valisinin | tuşan ateşi içinde küllendirmeğ? | konağı etrafında dolaşıyordu. çalışan bir erkek. Hakkın varle | Valinin sayısız adamları ara - | Ben boş ve kadınsız duracak bir * | sında, Ali baba ancak bir bahçı- | dam değilim. Nasıl anladın?.. Ya' | vanla ahbap olabilmişti. Valinin bahçıvanı votka düşkü- man gözlerin var. Deri satanları? | içini de böyle bir bakışta goııl' nü kırk yaşlarında bir adamdı. Şa- | rinden okuyabiliyor musun? toda yatıp kalkardı.. Fakat akşam ları bir kaç saat evden kaçarak, şehirde bir meyhaneye gider, ka - fayı tütsüledikten sonra, Ali baba Petroviçin omuzun elini vurarak: ğ — Koca aslan, dedi, — şatod | kimse | piliçlerin için horozluk etmek görmeden tekrar odasma gidip ya- | şuna gidiyor, değil mi? tardı. Bu söz Petroviçin hoşuna gi Bahçıvan Petroviç o akşam ge- | mekle beraber, gözüyle işaret ne her zamanki gibi, ayni meyha- | rek, yavaşça etrafına bakındı: neye gelip içmeğe başlamıştı. — Yavaş konuşalım.. Ali baba Tiflisle Batum arasın- | iki hafiye oturuyor. da deri ticaretile meşgul görünü- Ali baba gözünün ucu ile b yordu. : Bahçıvanla bir masada içerek — Hafiye mi dedin? ; konuşuyorlardı: Diyerek sesini kıştı.. Kadehi — Bu sene deri piyasası çok | doldurdu: | yüksek, değil mi? — Haydi içelim. . " — Evet.. Her senekinden fazla. Petroviç kadehini ç Fakat, bir ay sonra düşmeğe baş- | sonra, sözüne devam etti: lar zannederim. ! — Bize fenalıkları dokunm —Dcnlni,fiyıkdmhr Benim nlmıumııyotiılehlıl ladığı zaman toplamalı. — Ben de öyle yapacağım, Pet- | roviç! | duğumu hepsi bilir. — O halde burada işleri ıu? Petroviç yavaşça deri tacirini” Valinin bahçıvyanı mütemadi- kulağma fısıldadı: yen içiyordu. — İstanbuldan bir esirci Ali baba, bir aralık Vaziyeti mü- | miş.. Izini Bulmak için bütün sait bularak sordu: — Evli misin, Petroviç? — Hayır.. Neden sordun?! — Ben bekârım da.. Tifliste bekârlık çok güç demek istiye- cektim.. — Hakkın var.. Burası Batuma benzemez. Beceriksiz bir erkek burada senelerce bekâr kalabilir.. Kadın yüzü göremez. — Tıpkı benim gibi, Petroviç! Bahçıvan güldü: — Burada bir şey — bulamadın galiba?!.. — Çok aramadım ama, dedi- ğin gibi, kolay bulacağımı zannet- miyorum. Sen ne yapıyorsun, Pet- roviç? — Hiç... — Bu da lâf mı?.. Sen benden çok genç ve benden kuvvetli bir ' omuz silkti. Türklerin başçavuşların- dandır... Tavrından ne allabhlık şey ol. duğunu görmiyor musunuz? Ayakta uyuyor... Hem, o, ingilizçeyi nereden bilecek?... Hımbılın biri!... Müammer, tavrını bozmadan, göz. Terini bile açmadı, kendi kendine müs- tehzi müstehzi düşündü: “— Asıl hımbıl sensin, geveze he- rif... Böyle lâflar buralarda konuşulur mu?.. Neye karar verecekseniz — ön- ceden kavilleşseydiniz ya.. Bizim türk- çede yerin kulağı var diye bir atalar sözü olduğunu bilseydiniz böyle çene çalmazdınız... Allahlık ben miyim, sen- mi? Güya, bizim beyin mazitini öğren- miş. İcığını cıcığını biliyormuş.. Pe- ki, ben onun ıcığı cıcığı değil miyim?. Beni niçin tanıyamadın?.. Neden bile- medin ki, ben Muhsin Raşit Beyle be- raber, senelerce Amerikada bulundum. Ingilizceyi türkçe gibi biliyorum... Bü- tün bu söylediklerini anladım... Ah ap- tal ah..., Fakat, böyle kendi kendine düşün- eeye dalmanm zamanı değildi. Kulak kabartmakta, uyur görünüp gözlerini dört açmakta devam etti.. | — Ehemmiyet vermeyin... diyerek | | yeler meyhânelere yayıldılar.... — — Bu adam çıldırmış mı? KW dın ticaretinin şiddetle mmanâ ğini duymamış mı?.. —O adamın aklı olsayö Rusyaya gelmezdi.. Çünkşü, Nikola ele geçen esirleri Sibiry! sürüyor. Bu sırada köşede sarhoş olâ'| hafiyeler, içtikleri içkinin paraf'| nı vermeden çıkıp gitmişlerdi. | Meyhaneci tezgâh başında k: di kendine söyleniyordu: — Şu keratayı bir an evvel kalasalar da, hafiyelere bu — yif den bedava içki vermekten kuf tulsak... Hafiyeler gidince, Ali baba, linin bahçıvanile serbestçe kon | mağa başladı. — İkimizin de menfaati bi ' Zaten bizim harp sanayiü tröstü sif | gazetelere lâzım gelen tahsisatı yor mu? Binaenaleyh, ikimiz de, 43 yolun yolcusu sayılırız... Ben, uh dıııeıı kışkırtmak vazifesini y siz de, lâzım gelen pozlarda resimleri " | yi çıkartın... Taahhüt vecikalı olset” Sabahleyin kalkacak tayyare yetiştirin... Telgrafları da daima labılîı nok tai nazarını gözeterek çekin!.. şebbüs muvaffak olmasa, sababa he l dar baş vuracak daha ne ııumııdd' | var.. Biri doğilse, öteki mervaffak " lacak!. Muhaverenin bu tarafı, Nlnıl’ rin dalgın olduğu zamana mişti. Anadolulu genç, kendine j diği vakit, iki ecnebiyi W rılmiş gördü. Gazeteci, eldivenleri arasına Iw miye uğraştığı mini mini fotoğraf ;:ı kinesini ayar etmekle meşguldu. j Harp sanayiüi tröstünün açıkgöf " , &. Arkasından, omuzuna hafifçe © dokundurarak: «iğ — Bonsuvar, beyefendi. (D