9 Haziran 1939 CUMHTJRİYET Mu±ahabe Mes'ud olmak için daima Bir Fransız muharriri Mekteblerde genclere şen olmaya çalışınız Sabiha Gökçenle yaptığı lisanı nasıl öğretelim? mülâkatı yazıyor Hayatta yapılması lâzım gelen en büyük mücadele nefsimizle olmalıdır. Saadet uzaklarda değil, hayat yolunun güzergâhmdadır Yazan: SEL1M SIRRI TARCAN Hayatımızın altmış dakikası, altmış saniye zarfında yaşayıp ölen çiçeklerin ömrüne benzer. Muhitimizde bizi memnun edecek hâdiseleri arar bulursak bir saatlik vaktin her dakikasma sahib oluruz. Gününü hoş geçirmesini bilmiyenler yarın için beyhude ümidlere düşerler. Kendi âleminin hükümdarı olmasını bilenler, dünya İmparatorlannın hallerine ne gıpta, ne âe hased ederler. Neş'e baharda çiçek açan yemiş ağaclarına benzer, çiçek açmıyan ağaclar meyve vermedikleri gibi, neş'esini kaybeden insanlar da iyi mahsul veremezler. Neş'e semamızda dolaşan ve kendine yuva yapmak için müsaid yer arayan kuşIara benzer, neş'e de kuşlar gibi bazan gelip bizim de damımıza konar ve biz onlan görmez, güzel seslerini işitmezsek kabahat kendimizde olur. Gamı, kederi, endişeyi kendinden uzaklaştırıp neş'eyi daima beraber bulundurmağa muktedir olanlar Süleymanın hazinelerinden daha büvük bir servet sahibidirler. Saadet ne piyango gibi bir tesadüf eseri, ne de ecdaddan kalan bir mirastır. Saadet her toprakta her türlü şerait altında yetişen bir nebattır. İnsan kendi saadetinin halikidir. Eğer daima memnun görünmeğe, herşeye güler yüzle bakmağa, hoşumuza gitmiyen hâdiseler karşısında keyfimizi kaçırmamağa gayret gösterirsek, neş'e farkma varmadan, bizde itiyad halini ahr. Yüzümüz güler. Hoşunuza giden en ufak şeyleri bile gülmek için fırsat biliniz! Yeşermek, çiçeklenmek için bir nebatm kuyruklu yıldızın doğmasmı bjîklemesi gülünc bir şeydir. Her gün semamıza doğan güneşin nurundan istifade etmeyi bilmek lâzımdır. Kokulu bîr çiçek bulurum ümidile ormanlarda dolaşanlar ayaklannın altında ezdikleri menekselerin farkma varmazlar. birçok kimseler de saadetine kavuşmak için büyük nimetler elde etmeği gaye edinirler. Halbuki yollarmm üstünde birer saadet kaynağı olan küçük vesileleri çiğneyip geçerler. Ayni şerait içinde yaşayan iki aileden birinin evinde neş'e, şetaret, kabkaha duyulduğu halde, diğerinde elem, keder, gözyaşı görülür. Sebebi asikârdır. Çünkü birinde sây, zevk veren bir meş'ale, diğerinde ise ezici değirmen taşıdır. Birinde çalışmak bir eğlence, diğerinde ise bir işkencedir. Saraylari kendisine zindan, kulübeleri îse birer mes'ud âşiyan yapan insanlar ayni hamurdan yapılmışlardır. Hayat telâkkiye göre değişir. Halinden hoşnud olmasını bilmiyenleri ne servet, ne refah memnun edemez. Saadet tıpkı san'at veya fen gibi bir kültür meselesidir. Doğuşta resme, musikiye, ticarete, tababete büyük bir istidadı olmıyanlar muntazaman çalışıp cehd sarfederek az çok intisab ettikleri meslekte bir varlık gösterirler. Işte saadet de böyledir. Onu elde etmek için gayret göstermek, fena, karanlık düşüncelerle mücadele etmek herşeyi iyi tarafından gormeği itiyad haline getirmek lâzımdır. Hayat bir aynadır. Güler yüzle bakarsanız o da güler, kaşlarınızı çatarsanız, o da suratını asar. Hergün karşımıza çıkan ve saadetimize nâdim olan hâdiselerin hiçbirini gözden kaçırmamalı ve onlardan azamî istifade etmesini bilmelidir. Güzel bir musiki dinlediniz, güzel bir bahçede gezdiniz, iyi bir kitab okudunuz, samimî bir dostla bir kahve içtiniz, hayat yoldaşınızla konuştunuz, yavrunuzu okşadınız, mehtabda dolaştınız, kırlarda gezdiniz mi bunlar sizi memnun etmeîidir. Daha bunun gıbı bın türlü memnuniyet membaları vardır ki bunlar ancak güzel görmesini bilen gözler içindir. Saadetın en büyük sırn gününü gün etmektedir. Her günün meşgalesi ne mahiyette olursa olsun, isleriniz ne kadar ağır, ne kadar yorucu olursa olsun, bütün o mesai saatleri içinde memnun olacak, müsterih olacak, üzüntüleri uzaklaştıracak mutlak küçük bir teselli noktası vardır. Işte bütün marifet bir günün içinde gizli olan saadet kırıntılarını toplamayı bilmeklir. Çocuk derslerini hazırlarken, kadm dikişini dikerken, rençper toprağı bellerken, tüccar mağazasmda çalışırken, memur iş görürken mes'ud olmayı bilmezse dava kaybolmuş demektır. Bir zengin çiftçi oğlunu tarlaya göndermiş ve ekinler arasında en büyük başağı bulup getirirse kendisine bir kıymetli h«diye vereceğini söylemiş, delikanlı tarlaya gitmiş, her önüne çıkan büyük başağı ileride daha büyüklerini bulurum ümidile bırakıp geçmiş, böylece bütün ekin tarlasını baştan başa dolaşmış, nihayet başaklar küçülmeğe başlamış, o gene daha büyüğünü bulmak ümidile yürümüş akşam olmuş, ortalık kararmıa ve elleri boş olarak dönmüş. tşte bu, tıpkı yollannın üzerinde her gün tesadüf ettikleri küçük saadet kaynak larını görmiyen ve ileride daha büyüklerine kavuşmak ümidile yaşayan ve nihayet gecenin karanlığı basınca artık birşey göremez olan insanların haline benzer. Bu gün mes'ud olmasını bilmezseniz, yannı beyhude beklemiş olursunuz. Çünkü yannı doğuran bugündür. Bütün insanların gözleri istikbaldedir. İlkmektebde okuyan çocuk liseye girersem saadete kavuşurum! Lisedeki Üniversiteye girersem mes'ud olurum! Üniversitedeki tahsilimi bitirirsem bahtiyar olurum! der. Hulâsa herkes saadeti uzaklarda arar. Para kazanmak, zengin olmak, memuriyette ilerlemek, refaha kavuşmak. Bu tıpkı bir idealin tahakkukunu görmek için sâyin sonunu beklemek gıbidir ki arada geçen zamanlar israf edilmiş sayılır. Saadet o müntehada değil, hayat yolunun bütün güzergâhmdadır. Kederlı geçen bir gün insanı bir haftahk mesaiden daha çok yorar. Elem uzviyeti zehirler, sây ise şıfa verir. Hayatta yapılması lâzım gelen en büyük mücadele nefsimizle olmalıdır. Onu hayata güleryüzle bakmağa, karanlık düşüncelerden uzak kalmaya alıştırmak için emek sarfetmeliyiz. insanı vakitsiz ihtiyarlatan maddî yorgunluklar değildir. Alnımızda hâsıl olan çizgileri, çehremizin buruşukluklarını hu;ule getiren hep elem ve endişedir. Yaşı 88 i bulduğu halde dinc ve diri olan meşhur muharrir (Olivier Wendell Holmes) ten, bu yaşta bu kadar genc kalmak için ne yapıyorsunuz? diye sormuslar. O da cevaben: Daima neş'eli olmaya çalıştım, metîn karakterimi her eleme siper tuttum. demiştir. Pans Soir gazetesinin, sureti mahsusada Tiirkiyeye gönderdiği muhabiri Philippe Barres, Ankaradan gazetesine gönderdiği bir mektubda, Haydarpaşa Ankara seyahatine aid intibalannı tes pt ettıkten sonra, Ankarada, Sabiha Gökçenle nasıl tanıştığını ve Atatürkün, Türk kadınına verdiği serbestiyi şöyle anlatıyor: Onu, Ankara Tayyare meydanmda gördüm. Başmda, örtü yerine bir miğ fer, ayağında, kalın kumaştan bir pantalon vardı. Yüzüne çarpan rüzgâr, pervanelerin rüzgârıydı. Bu genc kız, uçuş muallimliğindeki isüdad ve kabiliyetiie tanınmış olan, Atatürkün kızı Sabiha Gökçendi. Etrafında, talebesi olan, yirmı kadar genc kız vardı. Güzıde bLr askerî pilot olan sivil tayyarecılik direktörile, bu kız talebeler hakkında görüşüyordum. İki genc Frarsız akrobasi muallimi de orada bulunuyorlardı. İçlerinden biri, bu genc kızlar hakkındaki hayranlığmı bana anlatır ken, cür'etkârlıklanndan da, endişe lendiğini söylüyordu. On bsş yaşında kadar görünen ve kendi başına uçuş yapan en gencleri şu mukabelede bulundu: Kaybettiğimız seneleri kazanmak mecburıyetindeyiz! Bu çocuk hakikati söylüyordu. Asır larca tırtıl halinde kaldıktan sonra şimdi uçmağa başlıyan kelebekler karşısmdayız. Türk kadını, o asırların kayıdlan altmda yaşayacak, yaradılışta olmadığı için, bu uçuş daha kuvvetli olmuştur. Türk kadını, ıslâmiyetten evvel hürdü. Uzun bir istiklâl devresi yaşamıştı. Işte, Kemal Atatürk, dehanm şimşeğine benziyen o meşhur hamlelerile, Türk kadmına, o hürriyeti iade etti. Dün, bir erkeğin alabüeceği kadmların adedini tahdid eden h:çbir kanun yoktu. Bugün, medenî kanun, bir tek kadınla evlenmek mecburiyetini koymuştur. Dün, talâk, erkeğin arzusuna bağlıydı. Bugün, kadınla erkeğin aynlmağı istemek hususundaki haklan müsavidir. Miras meselelerinde de, kadın erkekle birdir. Bu inkılâbları, Kemal Atatürkün ha lefi ve arkadaşı Cumhur Reisi İsmet İnönü, bugün. merasimi basitleştirmek suretile, O Büyük Adamın esasen tasarladığı şekilde itmam etmiştir. Atatürkün manevî kızı ve onun ateşli mefkuresinin en yakın varisi olan Sabiha Gökçene bakıyorum. Tayyaresine yerleşmiş, kısa boyu, adaleli vücudü; zeki ve otoriter ufak yüzile, onun, Ke malin kızı olmağa müstahak olduğunu düşünüyorum. Her halde bir Şef kızı. îçinde hâlâ yanan bir alev var. Sabiha Gökçen gibi, onun bütün hemşireleri, Atatürkün serbestiye kavuş turduğu bütün bu nesil, bu serbestiyi en yüksek fedakârlıklarla ödemeğe amadedir. Bu yeni Türk nesli kadmlan, Kemalin eseridir. Havatta ıken onları uyandıran, Onun dehası oldu. Ölümünden sonra da, en fazla onlarla beka bula caktır. Türk inkılâbında kadmın yüksek yeri Cumhuriyet'in anketi: 2 İLİMKÖSESİ İHTiRALAR KESiFLER Vitaminler Bir ferd şahsiyetinin azçok yediği yemeğe bağlı olduğu kanaati yeni değildir. Vaktile BrillatSavarin «Ne yediğini söyle, ne olduğunu söyliyeyım» demiş. Dünyaya kan ve demırle hâkim olan Napolyon'la Bismark'ın çok yedikleri söylenmektedır. Bir insan bütün ömründe yediği vasatî gıda miktan olan elli to!» gıdanın sıhhatine ve şahsiyetine ne suretle tesir ettiği malum değildi. Profesör Ragıb Hulusi anlatıyor: «Tedrisatta direkt dedikleri metod, verimli olmasa gerek... Yabancı diller mektebinde, müspet netice alınamayışmın sebebi de budur» Lisaniyat profesörü Ragıb Hulusinin evindeyim. Odadan içeriye girdiğim zaman muhterem profesörü ayağı kalın sargılarla sarıh olarak sedire uzanmış buldum. Halk partisinin daveti üzerine bir konferans vermek üzere Konyaya giden ve ameliyat olan profesöre maksadı anlat tım: « Evet, dedi, anketinizi gördüm. Lisan meselesi, hakıkaten mühim bir meseledir. Fıkrimce lisanı nasıl öğretelim? suali lisaniyat hocasından ziyade, doğrudan doğruya lisan hocalarına tevcih edılmek lâzım gelir. Çünkü, herhangi bir mesele üzerınde azçok salâhiyetle söz söyliyebilmek için o mesele ile meslekî ba kımdan meşgul olmuş bulunmak zaruri dir. Ben şahsan bu mesele ile sadece bir hoca sıfatile alâkadar olmuşsam da, henüz umumiyetle dil, hassaten yabancı dil öğretkni hakkmdakı bugünün yeni pedagoji, daha doğrusu didaktik nazariye ve sistemlerile yakından meşgul olamamış bulunuyorum. Bu itibarla sualinize verebileceğim cevab, tamamile meslek dışında bir adammki gibi empirik ve dolayısile indî olacaktır. Bu indî kanaate göre, öğrendiği lisanın tabiî muhiti içinde, yani daima o lisanın münhasıran kullanılmakta olduğu bir cemiyet içinde yaşamıyan talebeye, direkt dedikleri metod herhalde verimli olmasa gerektir. Halbuki bildiğime göre, fakültemize mülhak Yabancı Diller mektebinde doğrudan dogruya bu direkt metod kullanılmaktadır. Simdiye kadar bu mekteb tedrisatından alman neticelerin beklenildiği derecede müspet çıkmayışı nın sebeblerinden biri, belki de en cnü himmi bu olacağını zannediyorum. Yabancı Dil mektebinde ders gören yeni Üniversitelilerin vaktile bulunduk ları ortamekteb v« liselerde dil öğrenememiş olmaları, şüphesiz ki, muallim ve kitabların elverişsizliğile alâkadardır. Bu eksikliklerin çarcsini bulmak daha Cumhuriyet hükumetinin teşekkülündenberi Maarif Vekâletinden beklenilen birşeydi. Bu çarenin şimdiye kadaj bulunamamış olmasının sebeblerini önümüzdeki tem muz ayında toplanacak olan Maarif Şurasında öğrenmiş olacağımızı ümid ve tahmin ediyorum. Yukarıda kaydettiğim gibi esas itibarile sualinize daha etraflı bir şekilde cevab verecek vaziyette değilim. Fakât bu münasebetle umumiyetle maarif, hassaten dil tedrisile alâkalı bulduğum dikkate değer bir vakıayı zikretmeyi faydalı buluyorum.» Ragıb Hulusi bir kitab göstererek: « Şu kitab, dedi, Japon hükumeti demiryolları idaresinin turist işleri bürosu tarafından, Japonyayı ecnebilere tanıt mak maksadile neşredilmekte olan ingilizce yazılmış, «Japon maarifi» adını taşı yan bir broşürdür. Şimdi bunun «Yük Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü direktörü geldi Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü direktörü Cevad Eyüb Taşman, şehrimize gelmiştir. Direktör bir iki güne kadar Trakyaya hareket edecektir. Cevad E3rüb, Trakyada bilhassa Hayrabolu civannda yapılacak petrol aramalarma aid hzırlıklann ilk tetkiklerini yapacaktır. Hayraboluda bu sene sadece hendekler açılajrak jeolojik tetkikler yapılacak, araştırmanın bundan sonraki kısmı bu tetkıklerin vereceği neticeye göre inkişaf edecektir. Ilim, vu enteresan münasebet hakkında bazı hakikatler meydana çıkarmıştır. Bu hakikatlerın bir kısmını arılar, böcekler ve diğer hayvanlar üzerinde yaptığı araş tırmalarla bulmuştur. Meselâ hususî gıdalarla beslenen tilkiler siyah, parlak ' post kazandıkları halde iyi beslenmiyenler pas renginde ve göze hoş görünmiyen pcsta bürünmüşlerdir. îlim adamları yakınlarda yaptıklan tecrübeler neticesi olarak insanlara hususî gıdalar vermekle kuvvet kazanacaklannı, boylarmın uzayacağını, vasatî hayat:n en aşağı on sene ozatılabileceği fikrini ortaya atmışlardır. Acaba ilim bu neticelere nasıl varmıştır? Şarkî Hind adalarında KakKe adt verilen BeriBeri hastalığı iki bin senedenberi o havalıde yaşayan insanları kasıp kavurmaktadır. Bu hastahk pek fecidir. Hastalığa tutulanlann hareket ve his sinirleri çok bozulur. Umumî zafiyetle müterafık fikrî depresyon, kansızhk, baProfesör Ragıb Hulusi caklardan başlayıp yavaş yavaş yukarı sek tedrisat» faslını okuyordum. Bunda çıkan bir paraliz, nihayet kalbe sırayet Japon Üniversitesine girecek talebe için, edip ölümle nihayet buluyor. ortamekteblerden yüksek ve üniversileden Felemenk hükumeti müstemlekelerinde aşağı seviyede hususî mektebler bulun büyük mikyasta görülen bu hastalığın seduğunu, müddetleri üç sene olan bu mekteblerin fen ve edebiyat bölümlerinin her beblerini anlamak ve tedavi çaresini bulikisinde de esas yabancı dil olarak, ingi mak üzere 897 senesinde bir komisyon lizce, almanca ve fransızca dillerinden teşekkül eüniş ve Eijkman adlı bir dokbirinin, ikinci yabancı dil olmak üzere de, toru bu hastalıkla mücadele etmek üzere ihtiyarî olarak kalan ikiden herhangi bi oralara göndermişti. O s:rada bakteriyolorinin tedris edildiğini görüyoruz. Bu ji henüz pek iptidaî devresinde bulunduumumî ihzarî yüksek mektebler haricinde ğundan hastalığa sebeb olarak ilk akla muhtelif şubelere aid yüksek ihtısas mek gelen şey mikrob olmuştu. Eğer bu Fetebleri arasında ayrıca bir de «Yabancı lemenkli doğru yolu bulmasaydı, ilim adil yüksek okulu» gibi müesseselerin damları hâlâ mikrob peşinde koşacaklarbulunduğu da anlaşıhyor. Işte öğrendıği j dı. Laboratuarının etrafında dolaşan tamiz bu vakıa, bahsini ettiğimiz meselenin vuklardan birkaçında gördüğü paralizi başka memleketlerde nasıl halledılmekte BeriBeriye benziyordu. Bu manzara Eijkman'ı şaşırtmadı. Doktor mikrob peolduğuna dair güzel bir misaldir. şinde koşmakla beraber tavuklan da gozNihayet, gene bizim Yabancı Dil den kaçırmıyordu. Bu adam bu yclia mektebi tedrisatına aid bir noktaya temas çahşadursun, Londradaki Lister Enstitüetmeden sözümü kesemiyeceğim. Muhte sünde çalışan Funk ismindeki Varşovalı rem koldaşım doktor Hıfzı Veldetin işa genc bir müdekkik pirinçle beslediği güret ettiği gibi, talebenin yabancı bir dili vercinler üzerinde tecrübeler yapmağa konuşup yazmasından ziyade okuduğunu başlamıştı. Polinevrit'e tutulmuş güver anlaması cihetinin teminine çalışılmak lâ cinleri pirinç kabuklanndan çıkardığı bir zımdır. Çünkü talebemiz, malum sebeb madde ile iyi ehmeğe muvaffak oldu. Buler dolayısile, böyle bir seviyenin gerek nun can veren madde olduğunu gören lendirdiği (C) kursunu normal olarak Funk bu maddeye hayat manasına gelen, üçüncü sene nihayetinde bitirmiş olacak vita ile kimyevî maddelerden amino grutır. Halbuki bu müddet içerisinde asıl ih punu ihtiva ettiğini düşünerek vitamine tısas sömstrlerini bitirip mezuniyet tra ismini verdi. Hakikî mürekkeb cisim vaylarını hazırlamak mecburiyetindedir. amino'yu havi olmadığından bu isim yanBu vaziyette ihtısasa başlarken elinde bu lışlıkla verilmiş oldu. Nihayet işe başkalundurması lâzım gelen cihazı bu devre ları karıştı. Nihayet Londra Universitesi geçtıkten sonra tedarik etmiş bulunmakta Biyoxinin profesörü olan F. G. Hop kins bulduğu neticeyi 1912 de neşrettj, dır.» Bu yüzden kendisine Sir rütbesi verildiği ** gibi vitamine'in kâşifı addedılerek 1929 da Nobel mükâfatı verildi. Bu mükâfaSopadan sonra bıçak... tm yarısı Eijkman'a verilmişti. Bu suretle Vefada kahvea Ahmedle kahveye Eijkman otuz iki sene sonra taltif edilmüşteri olarak gelen Receb arasında dün miş oldu. Evvelâ zümrüdanka kuşu gibi bir meseleden dolayı kavga çıkmış, Ah telâkki edilen vitaminler coğaldı ve kimmed evvelâ eline geçirdiği bir sopa i'e yevî terkibleri de anlasıldı. Recebi başından, sonra da bıçakla sol Prof. Salih MURAD elinden yaralamıştır. Receb tedavi aitına almmış, Ahmed yakalanmıştır. ( Izmirde mahkum olan Bulgar casusları \ Asrî fırmlar Ekmekçiler, inşaat için Belediyeye teklif yaptılar O değilmiş! Dün, tüccar Hacı Yusuf zade İsmail Hakkıdan şu mektubu aldık: «Resmî ızin almadan yabancı devlet tabiiyetine girdikleri anlaşılanlar meyanmda Hacı Yusuf oğlu Ismail Hakkı isminde birisinin de Türk vatandaşlığm dan çıkarıldığı yazılmıştır. Benim firmam Hacı Yusuf Zade îsmail Hakkıdır. Mesleğım tüccarhktır. Memleketim Rizedir. Nüfusum oradadır. Türk vatandaşlığmdan ihrac edilen İsmail Hakkmın ben olmadığımı tavzüı etmenizi rica ederim.» Selim Strrt TARCAN ( Şair Filorinalı Nazımm cenazesi kaldırıldı j îstanbul ekmekçileri, dün, asrî fırınları kendilerinin yaptırmak istediklerini bıldirmişler, bu hususta teklifte bulunmuşlardı. Teklif, Belediye İktısad Müdürü tarafından tetkik edilecektir. Diğer taraftan asrî fınn inşası için Beledıyenin yaptığı ilân üzerine İngiliz, Alman, Amerikan ve Macar olmak üzere muhtelif firma1ar tarafından da Belediyeye teklifler yapılmıştır. Bu teklifler ay sonuna kadar kabul edilecek, ondan sonra bunlann heyeti umumiyesi toplanarak ayrı ayrı tetDüşerek yaralandı kik edilecek ve kat'î karara varılacaktır. Beyoğlunda Hamalbaşmda oturan Belediye iktısad Müdürü, dün ekmek idoğramacı Vasil, dün Büyükadada Karamal fiatları üzerinde incelemeler yapm1?haş yokuşunda bir evin tamirüe meşgul tır. Bu meyanda istişare heyeti taraf'nbulunduğu sırada muvazeseini kaybededan birinci ekmekten yüz para noksanırek sokağa düşmüştür. Vasil, sukut netina ikinci bir ekmek imaline dair yapilan cesinde başından yaralanmış, tedavi al Casuslar Adliyeden çıkarken. Sağda şapkalı adam papaz Martir'dir. Arkadaki, Edırnede sözde otelcilik. hakikatte casusluk yap an İtalyan tabiiyetinde Lüi Simkoviç, diğer teklif de tetkik edilmistir. tına alınmıştır. ikLsl de Bulgar konsoloshanesi kâtib ile Bulgar metropolidhan€si hâtibidir. Vefat ettığmi teessürle haber verdiğimiz şair Florinah Nazımm cenazesi, dün Gülhane hastanesinden kaldırılmış ve namazı Beyazıd camiinde kılırıdıktan sonra Topkapı haricinde hazırlanan metfenine gömülmüştür. Merhum, memleketimizde şiirleri ve eslâfın yıldönümlerinde tertib ettiği ihtifallerle meşhur olduğu halde, kendi cenazesinde hemen hiç kimse bulunmamıştır. Resim. cenazeyi Gülhane hastanesi babçesinde göstermektedir. Bilecik takımı Eskişehirde yenildi Eskişehir (Hususî) Bilecik Gencler Bırliği futbol takımı, Eskişehir Türkgücü takımüe bir maç yapmak üzere buraya gelmiş ve iki takım arasmda samimî bir müsabaka yapılmıştır. Bu maçı Eskişehirliler 5 3 kazanmışlardır. İzrrur (Hususî) Biri İtalyan, diğer üçü Bulgar tabiiyetinde dört casusun, Trakyadaki faaliyetlerinden dolayı mahkum edildiklerini bildirmiştim. Karar, kabilı temyizdir. Fakat beşer seneye mahkum olan casuslardan hiçbiri, şimdiye kadar temyiz için bir teşebbüste bulunm amışlardır. Bu casuslar grupu, ikinci partiyi teşkıl etmektwlir. Hatırlarda olacağı veç hile, bir iki ay önce, gene Trakya mın takasında ecnebi bir devlet hesabına casusluk eden dört kişilık diğer bir parti daha yakalanmış ve onlar da İzmir Ağırceza mahkemesinde muhakemeden sonra cezalandırılmışlardı. Tramvayla çarpışan otobüs Dün sabah 7,25 te Şişliden Tünele sefer yapmakta olan vatman Enverin idaresindeki tramvay, Harb.yede mukibil cihetten gelen Şişli Fatih hattı otobüslermden şoför Vasfmm idare ettiği otobüsle çarpışmıştır. Her iki araba da ehemmiyetb. suretet hasara uğramıştır.