9 Aeustos 1938 CUMHURTYE1 TuRK İNKILABINA BAKISLAR A Iktısadî hareketler Standardizasyon ve kontrol Bundan bir müddet evveldi; gene bu sütunda ipekli kadın çorabları ve ipekli kumaşlann standardı hakkmdaki nizamnamenin tatbik edilememekte oluşunu gözönüne koymuş ve nizamnamenin cezaî kısmınm noksan oluşuna işaret et mistik. Aradan çok zaman geçmeden nizamnamenin tadili cihetine gidilmesi, bu mütaleamızda nekadar haklı ve isabetli olduğumuzu gösterdi. İlk olarak değiştirilen ipekli ve merserize çorablar standard nizamnamesini ipekli kumaş standard nizamnamesının takıb edeceğine şüphe etmemek lâzımdır. Çünkü, bu nizamname de ayni npktalardan noksan dır. İpekli ve merserize kadın çorabları standard nizamnamesinde yapılan deği şiklikler, eski nizamnamenin üçüncü maddesinde bulunan cetveller kâmilen değiştirilmiş oluyor. Çorablann, topuk, burun ve taban KIsımlarınm iki kat olarak takviyesi bu tadilâtla teyid edildiği gibi katlardan birinin iki telli merserize ipliği, diğerinin de işlenilen ipekten her iki katın da ikişer telli merserize ipliğinden ya pılabileceği tasrih edilmektedir. Yalnız, tabiî ipekle işlenen çorablarda merserize ile takviye edilen kısımlar da tabiî ipekten olacaktır. Bu suretle çorablann sağlamlık ve mukavemetleri artırılmış ol maktadır. Nizamnamede yapılan en mühim değişiklik, cezaî hükümdür. Bu madde ile, bu nizamname hükümlerine muhalif hareketleri tesbit edilenler 48 saat zarfında Cumhuriyet Müddeiumumiliğine tevdı edilebilecektir. îşte evvelki nizamnamede 1705 ve 3018 numaralı kanunlarla teyid edilmiş böyle bir hüküm bulunmadığından ilk teftişte büyük bir müessese için tutulan zabıtla son yapılan teftişlerde tutulan on bir zabıt, hiçbir işe yaramamış, bu işi yapanların kârları yanlarına bırakılmak mecburiyeti hasıl olmuştu. MUSAHABE: KO?E r^j : i SAFA 4 Inkılâbdan evvelki cereyanlar Balkan harbinden sonra, Avrupa kanunlannı ve teşkilâtını olduğu glbi alarak, Türk tarihini ve an'anesini hesaba katmadan, radikal bir tarzda garblılaşmak aleyhine eskidenberi yaşıyan cereyan, türkçülerin de muzaheretile yeniden kuvvet bulmağa başlamıştı. Bu kozmopolit görüşün ilk mes'ulü olarak «Tanzimatçıhk» denilen ruh yakalandı. Ziya Gökalp için de Balkan felâketinin mesulleri ne kumandanlar, ne fırkalar, ne hükumetler, ne de softalardı. Tanzimatçılardı: «Tanzimatçılar Türklüğün yiizüne aldatıcı bir nikab çekmek istemişlerdi. millî bir Türk lisam yoklu; beynelânasır müşierek bir osmanlıca vardı. Bütün unsurlar kaynaşmış, yeni bir kavrrii enmuzec, tarihî bir ırk, bir Osmanlı milleti husule gelmişti. Bu milletin hususî bir dili olduğu gibi kendine mahsus bir tarıhi vardı. «Bu yalana hiçbir unsur inanmadı. Her kavim mekieblerinde çocuklarına kendi tarihini okuttu, kendi lisamm öğretii. «Meşrutiyetien sonra bu nikaba daha ziyade ehemmiyet verilince unsurlar «bizi Türkleştirmek isiiyorsunuz!» diye feryada başladılar. Hakikaten bu Osmanhlaştırmak siyaseti Türkleştirmek için gizli bir vasıiadan ibareiti. Osmanldıktan maksad «devlet» ise zaten hcr Osmanlı tebaası devlelin bir ferdi idi. Yok, bundan maksad lisam osmanlıca olan yeni bir «millet» yaratmak idiyse osmanlıca türkçeden başka birşey olmadığı için bu yeni millet başka nam altında bir Türk milleli olacakh. Bunu unsurlar pek iyi anladılar; ve milliyellerini müdafaa için maddî ve manevî teşkilâÛanna daha ziyade kuvvet ve intizam verdüer. «Tanzimat tuzağına düşen yalnız Türkler oldu. Türkler lisanlarının hakikaten «üç dilden mürekkeb osmanlıca» olduğuna inanarak halk lugaüle söylemeği ve yazmayı bir irlica ielâkki ettiler. Tanzimat ruhu meşrutiyetle, halka kullanmaya hazırlanmadığı bir hakimiyeti verdiği halde pekâlâ kullandığı lisamm vermiyordu. Milliyeünden, millî larihinden bahsetmeğe iabiî hiç iahammül elmiyecekti. (Türkleşmek, islâmlaşmak, mır asırlaşmak)» Ziya Gökalptan sonra Yusuf Akçora da «Üç tarzı siyaset» isimli kitabmda «Milleti Osmaniye ihdası teşebbüsünün vâhi|iğini» îddia ederek (sahife 46 ve 1623) Tanzimatı tenkid ediyordu. Yusuf Akçoradan sonra Yunus Nadi, Türkyurdu ve îçtihad mecmualarına iktıbas ve birincisi tarafından tecviz, ikincisi tarafından da tenkid edilen meşhur makalesile, Tasviriefkârda (27 şubat 1329 1913) Tanzimatın iflâsmı ilân edıyordu: «Tanzimalçıhk usulü teceddüdü, esasalı metineye hiç de ehemmiyet vermiyen bir tehalükle garba teveccüh etmiş, her~ şeyi garbdan almak tarikini ihliyar ile şarkı hemen kâmilen denilecek bir halde ihmal eylemiştir.» «Tanzimatçılar mekteb açtdar, lâkin medreseler hali sabıklanm muhafaza ederek kaicılar. Ortada Darül'ulum olmak üzere hem mekteb, hem de medrese bulundu. Bunların veçhei tedris ve talimleri bitlabi muhtelif gayeler lakib etti. Çıkan netice mektebin de, medresen'm de tam bir fayda temin edememesi suretinde tecelli eyledi. Tanzimatçılar ortaya adliye teşkilâti çıkardılar, fakat mahakimi şeriye de muhafazai mevcudiyet eyliyerek tevzii adalet ve ihkakı hukuk bir mecrayi salime malikiyelten uzak kaldı. «M'dliyet meselesi ise Tanzimatçıların hiç hatır ve hayalinden geçmemişii. Binacnaleyh Tanzimattan itibaren terakki ve tekâmül namma atıldığı iddia olunan hatveler, hep evham ve hayalâta istinad eylemiştir. Bunun neticesi, kendi mahsusalı kavmiye ve milliyesine sahib bir millet halinde taazzuv edememeklğimiz suretinde tahakkuk etti. Tanzimatçılık gerçi iflâs etti, fakat bize de, işle görülüyor ki, pek pahalıya maloldu.» Bu yazıdan birkaç gün sonra (2 mart 13291913) Fuad Köpriilü, gene Tasvirjefkârda ayni fikirleri tekrarhyordu: Tanzimatçjhğın hiçbir millî esasa dayanmıyan Avrupa taklidciliği, mekteb medrese ikiliği memeleketi altmış, yetmiş sene faydasız hayaller peşjnde koşturmuştu. «Bir memleketin icabatı, ihtiyacatı, an'anatı nazan itibara alınmıyarak yapılan yenilikler, eski mevcudları büsbütün ihiâlden başka birşeye yaramaz» dı. Ayni gün, Ahmed Ağaoğlu da «Jöntürk» gazetesinde ve «Tanzimatçıhğın iflâsı» başlığı altında ayni fikirleri tekrarlıyordu: «Biz, ne tarihi, ne an'aneyi, ne memleketimizin teşekkülâtı hususiyesini ve ne de kavmimizin haleti ruhiyesini hesaba katmadık. İşte bu esas kusurdur ki Tanzimatın bizde hayata intikalini ademi muvaffakiyete mahkum etti.» diyordu. Bütün bu neşriyata Darülmuallimin müdürü Sâtı İçtihad mecmuasında cevab verdı. Tanzimat hareketının ihtiyarî de" ğil, zarurî olduğunu iddia etti: «Biz garbı istiyerek taklid etmedik, onun hücum ve istilâsına maruz kalarak hükmü nüfuzu altma geçtik.» diyor, Ali Paşanın 1274 tarihli lâyihasından, ufukta fırtına belirdıği için devlet gemisini kurtarmak üzere «hali hazırımızı bulunduğumuz asrın mukteziyatına mehmaimken» yaklaştırmak zarureti olduğunu anlatan parçayı delil getıriyordu. Tanzimatın medrese yanında mekteb ve şer'î mahkeme yanında nizamî mahkeme açarak, cemiyetin bünyesinde, Fuad Köprülünün o zamanki tabirile bir «senaiyet» yani ikilik yaptığını hiç kimse inkâr etmiyordu. Fakat hata mekteb açmakta mıydı, medreseleri kapamamakta mıydı? Nizamî mahkeme açmakta mıydı, şer'î mahkemeleri kapamamakta mıydı? Türkçülerin bu naktadaki iddiaları sarih değildir. Onlar ikiliği reddetmekle kalmış gibidirler. Islâmcılar açıkça mekteb açılmasma muhaliftiler. Medreselerin ıslah edilmiş olmasını istiyorlardı: «Neşri maarif için mekteb açacak yerde medreseleri ıslah ederek ulum ve fünunu oraya ithal etmek gerekti.» ve ilâve ediyorlardı: «Bugün, bütün dünyanm iki büyük darülfünunu olan Oxford ile Sorbonne da vaktile birer medreseden başka birşey değildi. İcabatı zamana göre tekemmül ede ede bugünkü hali kemali buldular.» Bu iddiaya karşı îçtihad sonıyordu: «Fakat unutmamahdır ki, onlann bu tahavvül ve tekâmülü büyük ve bati bir tedric ile dört beş asır zarfında vukua geldi; bizim o kadar beklemeğe vaktimiz var mıydı?» O zaman türkçülere: Tanzimatın attığı yanlış adımı geri almak için şimdi ne yapahm? Mektebleri mi kapıyalım, medreseleri mi? Diye sorulsaydı cevab alınamazdı; fakat islâmcıların reyi hazırdı: Mektebleri kapaymız ve medreseleri ıslah ediniz! Tanzimat, «asrî» bir hareket olduğu için islâmcılan, «gayrimillî» bir hareket olduğu için de türkçüleri kaybetmişti. Fakat Gülhane hattı millî bir hareket olsaydı türkçüleri ve dinî bir hareket olsaydı islâmcıları kazanabilirdi. O zaman Reşid ve Ali Paşaların hatıraları, bu sefer de garbcılara hesab vermeğe mecbur olacaktı. Bunun için Ziya Gökalp, siyasî bir telifçilikle; hem millî, hem dinî, hem asri bir yeni Tanzimat hareketi yaratmağa çahşıyordu. Bu üç ayaklı ideolojinin, saniye kaybetmeden lâiklik inkr lâbını yapmaya mecbur bir millet için darağacından başka birşey olmadığmı ya anlamıyor, yahud bir politika hareketile üç cereyanm kumandasmı da eline aldıktan sonra, rüyasını bir destanda ifşa ettiği «Kızılelma» yolculuğuna çıkmak istiyordu, Ideal bir kaptandan neler dinledim? Yazan: SELİM SIRR1 TARCAN İntihab dairem olan Orduya gıtmek üzere Ka'aköy rıhtımına yaslanmış olan bembeyaz, tertemiz, yepyeni «Ulkü» adlı iki bacalı Karadeniz posta vapuruna bindim. Bıyıkları tıraş, saçları güzel ta ranmış, terbiyelı bir kamarot küçük valizimle servıyetimi aldı, önüme düştü. Beni güvertede kamarama götürdü ve bir asker gibi vaziyet alarak: Adım Süleyman, birinci smıf yolculann kamarotuyum. Sabah kahvaltısı 7 ile 9 arasmda, öğle yemeği bire çeyrek kala, akşam yemeği sekizde, def'i ihtiyac yeriniz sağda, onun yanında banyonuz. Havlulannız dolabda, bir emriniz olursa lutfen şu düğmeye basarsınız, dedi. Başını eğip beni selâmlıyarak çekildi. Tam on ikide kalktık. Ötedenberi hep biliriz, bizde vapur kalkarken bağrışma lar, koşuşmalar olur, bir harıltı, bir gü rültüdür gider. Hayır, bunların hiç birı yok. Büyük bir sükunet içinde halatlar çözüldü, küçük bir makine iskeleyi kaldırdı. Bir romorkör geminin baş tarafını rıhtımdan ayırdı ve Boğaz yolunu tuttuk. Dikkat ettim, biri geminin başında, diğeri arkasında iki gene kaptandan başka ortada kimse yoktu. Onlar da emirlerini işaretle veriyorlardı. Eski bir maarif müfettişi gözile vapuru tetkik ettim. Yolcular hayli kalaba lık, bütün kamaralar tutulmuş. Güvertede şezlonglar asker gibi bir sıraya dizilmiş. Küçük masaların etrafında ikişer, üçer, dörder iskemle var. Güvertede büyük harflerle yazıh bir levha dikkatimi celbetti. Şunlan okudum: Ülkü vapurunun güverte talimatna mesi: Seyahatin iyi geçmesi için her yolcu aşağıdaki hususata dikkat etmelidir: Vapur eşyasının yerlerini değiştirmeyiniz. Güvertede entari ile, pijama ile, şıpıtık terlikle dolaşmaymız! Yemiş kabuklarını yerlere atmaymız! Bağıra, bağıra konuşmaymız! Türkü çağırmayınız! Gramofon çalmayınız! Size yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına yapmayınız! Salona girdim. Burada da gene bir levha gördüm. Okudum, «Ulkü» vapurunun salon talimatnamesi: Piyanomuz yolcularındır. Öğleden evvel 10 dan 12 ye, öğleden sonra 4 ten 7 ye, akşam 9 dan 10 a kadar her arzu eden çalabilir. Tabiî iyi çalmak şarttır. Salonda oturanlar varsa onlardan müsaade almak iktıza eder. Radycmuz da yolcularındır. Salonda bulunanlardan müsaade almak şartile istiyenler yanm saati geçmemek üzere piyanoya ayrılan saatlerde radyodan istifade »debi'irler. Salonda tavla oynarken pullan vurmamak lâzımdır. Herkes birbırinın hukukuna rıayet etmeli ve cam açmak için bile salonda bulunanlardan müsaade almalıdır. Salona pijama ile veya terlikle girilemez. Yemek salonunda da bir talimatname gözüme ilişti, onu da okudum. Öğle ve akşam yemeklerine giyimli gelmek, ya vaş konuşmak, bıçak, çatal ve kaşıkları sükunetle kullanmak bir kaidei nezakettir. Sabah kahvaltılarına spor kıyafetile gelinebilir, fakat pijama ile ve terlikle gelinemez. Doğrusu bu talimatnameleri okurken içimden, bu vapurun kaptanı ukalâ bir şey olmalı dedim. Öğle vakti kapmanasının şakrak sesi bizleri yemeğe davet etti. Çok dirayetli olan metrdotel salona girerken kulağıma: «Soldan birinci iskemleye lutfen!» dedi ve her yolcuya adeta yerini gösterdi. Herkes yerli yerine oturduktan sonra kumandan da geldi, sofranın başına geçti, herkesi güler yüzle PENCERESİNDEN Deli miydi, değil miydi? ultan Abdiilâzizin kendi kendini mı öldürtnüş, yahud Mithat Paşa ı!e arkadaşlarının emrile rr.i öldürülmüş olduğu bir zamanlar dal1 h daklı bir dedikodu mevzuu olmuştu. 0>iun yerine geçen Beşinci Muradın da ı.zun bir mahpes hayatından sonra deli mi, yoksa akıllı mı olarak can verdiği meselesi de tarihî bir meçhul gibi arasıra ortaya sürülüyor. Onun başkâtibliğini yapmış olan Sadullah Paşanın yakın dostlarından biri tarafından kaleme alınıp son günlerde elime geçen bir hatıra defterinde bu rr.eseleyi aydınlatacak kuv\'etli notlar gördüğümden okuyucularım arasmda da yakın tarihin bu küçük sahifesine alâka gösterenler şayed varsa onları memnun etmek düşüncesile işte bir kısmını iktibas ediyorum: F. G. Devam eden bir yaralama davası Suçlunun tahliye talebi reddolundu Bir müddet evvel Tahtakalede bekçi Hasanı sustah çakı ile ağır surette yaralıyan Petürkeli Ali Osmanm muhakemesine dün ağırcezada devam edilmiştir. Dünkü celsede müdafaa şahidi olarak dinlenen tütün kaçakçılığından mevkuf Bursalı Receb, bir pazar günü Tahtakalede mahalle bekçisile birisinin münakaşa ettiklerini, bu sırada kim olduğunu tanımadığı adamm elinde bir de sustah çakı olduğunu, münakaşayı müteakıb bekçi nin sustah çakıyı aldıktan sonra adamı karakola götürdüğünü gördüğünü söylemiştir. Bundan sonra suçlu Ali Osman heyeti hakimeye ikinci bir müdafaa şahidi daha göstererek celbını istemış ve tahliyesi hakkında bir de istida vermiştir. Ali Osman, vak'ayı müteakıb tevkif edildiği zaman arkadaşlanndan birinin verdiği beşyüz liralık nakdî kefaletle serbest bırakılmıştı. Fakat bu adam bilâhare mahkemeye müracaat ederek kefaletini geri aldığından mahkeme suçlunun yeniden tevkifine lüzum görmüştü. Ali Osman, istidada nakdî kefaleti vererek serbest bıraktıran arkadaşmın kendisine eroin ve esrar gibi zehir sattırmak maksadile kefalet verdiğini, fakat bu işi kabul etmemesi üzerine arkadaşmın kefaletten vazgeçtiğini bildiriyor ve ha len beş yüz lirası bulunmadığını ileri sürerek bilâkefalet tahliyesini taleb ediyordu. Heyeti hâkime kısa bir müzakereyi müteakıb gösterdiği ikinci müdafaa şahidinin ceîbine ve tahliye hakkındaki talebin reddine karar vererek muhakemeyi başka bir güne talık etmıştir. PEYAMI SAFA selâmladı. Bir ıkı saniye durdu, sonra: « Safa geldiniz! Aziz misafirlerim, hepinize hayırlı yolculuklar dılerım. Burada takdim merasimine hacet yok. Bir aile scfrasındasınız. Ev sahibi sıfatile bilmem sizleri lâyıkile ağırhyabilecek miyim!» dedi ve earsonlar yemek dağıtmağa başladılar. İtıraf ederım kı önr rürrde bu kadar nazik, bu kadar çelebi bir kaptana tesadüf etmedım. Yaşı kırk var, yok Çok gezrriş, çok görmüş, güler yüzlü, tatlı dillı, sakacı bir gemici. Herkese kırk yıllık dost gibi muamele edi yor. Gülüyor güldürüyor. Amerikadan İngiltereden bahsediyor. Basından geçen «Bir gün Sultan Muradın ne mabeyngarib hikâyeler nakledıyor. Bize vapurde, ne haremde görülemediği haberi sada değil, samimî bir dost eıinde misafirmisiz hiss.ni verdi. İçimden mütemadıyen ray halkını divaneye çevirmış. Bu adam ideal knptan! îdeal kaptan! diyordum. nereye gider?.. Sarayın her tarafını, bahçeleri aramışlar. Şevketlu yok vesselâm. Yemekten sonra güvertede şezlonglar Bu netice karşısında telâş son dereceye dan binne uzandım. Zümrüd gibi sahilgelmiş, Valide Sultanda çıldırma emarelerimizi seyre dalmıştım. Birden başımı leri belirmiş. İşte bu h«ngâmede bir açevirınce yanımda ince, zarıf, sanşın bir dam koşa koşa gelir, padişahın üstünde gene kızın sevimli yüzünü gördüm: büyük üniforma olduğu halde Beşiktaş Hocam siz beni tanımazsınız am iskelesinde bulunduğunu, gelip geçeni ma ben sizi küçük yaştanberi tanırım. E seyrettiğini haber verir. Herkeste endişerenköy lisesinde bize konferanslar verir li bir hayret ve iskeleye doğru bir koşuş. diniz. Ben şimdi Tıb fakültesind«yim. Haber doğru olup Hünkâr gerçekten Bir fırsat bulup da ellerinizi öpemedim. orada imiş. Haremağaları, kâtibler, neMüsaade ediniz de o vazifemi şimdi ya* dimler, yaverler bin temenna, bin selâmpayım! dedi. la âvare hükümdarın yanına sokulurlar, Bu sevimli çocuğa rastgelisım pek iyi dil dökerler, yalvarırlar ve analanndan oldu. Yalnızlık beni sıkıyordu. emdikleri burunlarından geldikten sonra Kaptanla yakından tanışmak arzusile kendisini kandırabilirler, saraya getirirler. dün kamarasına gıttım ve kendımi ta Meğer şevketmeabı mecnun, deniz kenatanıttım. Bana hulâsaten şunları söyledi: rına çıkmış, paımaklıkları tuta tuta Be« On beş senedir büyük posta va şiktaş tarafına geçmiş ve vapur iskelesine purlarında kaptanlık ediyorum. Öteden gelip oturmuş imiş!...» beri bir çok düşüncelerim vardı. Birinci Başka bir fıkra daha: kaptan olursam ideallerimi mutlak ta«Doktorlar onun suya atılmak iştiyakı hakkuk ettireceğim, diyordum. Doğrusu taşıdığını sezdiklerinden saray ricaline gerek Akdenız, gerek Karadeniz sefer keyfiyeti acmışlar ve «aman dikkat edın» lerinde halkımızm bazı lâübaülıkleri beni demişler. O sırada Sultan Murad Yıldız çok üzüyordu. Vapura giriş çıkışlarda sarayında bulunuyormuş. Bir gün gene intizamsızlıklar, uğradığımız iskelelerdebahçede gezinirken koşmaya, yanındakikı gürültüler, patırtılar, kayıkçıların bağleri de koşturmaya başlamış ve bir harışmalan, hele bazan meselâ Zonguldavuzun yanına gelince kendinı kaldırıp atğa geceyansmdan sonra gırdığımiz za mış. Onu bu hareketten ahkoyamıyanlae. man kavikçıların nâralan, küfürleri büne vapacaklannı kestiremiyerek telâş e~ tün yolcuları iz'ac eder, İneboluda esnaf, dip dururken mabeyncilerden Seyyid1 korsanlar gibi vapurlara saldınrdı. Sonra Bey cür'et gösteriyor, arkasındaki cekevapurun içinde pijama ile, terlikle teklifti çıkarıp suya atılıyor. Fakat Hünkâra sızce gezenler, yemış kabuklarını yerlere yanaşmak mümkün değil. Çünkü boyuna atanlar, geceyansmdan sonra türkü söysu ve tekme atıyormuş. Seyyid Sey bu liyenler, bütün bunlar benim uykulanmı vaziyette yılmıyor, yavaş yavaş efendisikaçınyor ve günün birinde iktidar mevkine yanaşıyor, «aman efendımız, üşürsüıne geçersem bunların hepsını düzeltirım nüz, merhamet buyurunuz» mukaddemediyordum Şimd! üç senedir birinci kaplasile ricaya, niyaza girişiyor ve güçbelâ nım. Dün gece Zonguldağa saat bir bumecnun adamı havuzdan çıkarıyor.» çukta uğradık, hiçbir gürültü duydunuz Bu da bir başkası: mu? «Sultan Murada verilmekte olan ilâc Hayır! lardan birini vakti geldikçe Akif Paşa Yemekte bilmem vaziyeti nasıl adlı doktor fincana kor, fincanı da bir buldunuz? gümüş tepsi üstüne oturtup Hünkâra su Bir aile samimiyeti, bir dost evi narmış. Fakat Murad, doktorun yanına hissini duydum. gelmesile beraber sert sert: «Nedir o?» Azmin elinden birşey kurtulmu deyince yüreksiz bir adam olan Akıf yor, görd inüz ya! Daha bircok yapacak Paşanın eli titrer, fincan devrilir, ilâc şeyler var. «Ulkü» yü bir nümune haline dökülürtnüş. Bu sebeble ona ilâc içirmek koymak ıstiyorum, dedi. sarayca en müşkül işlerden sayılır ve bu Kapîandan ayrıldım. Gene, sevimli işin nasıî başarılabileceğini kararlaştırmak taleben m yarına geldim. İçimden dur çin komisyonlar kurulurmuş.» madan ideal kaptan! İdeal kaptan! di Şu fıkralar okunduktan sonra Beşincî yordum. Muradın deli mi, akıllı mı olduğunu düSELİM SlRRl TARCAN şünmeğe bilmem lüzum kalır mı?.. ( TraKyada arteziyen işleri Beşiktaş Halkevinde ikmal kursları Liselerin son sınıflarımn bütün matematik dersleri pazartesi, çarşamba ve cuma günleri saat 4 te, diğer smıfların saat 17 de verilmesine başlanmıştır. İstanbul ve Tasra liselerinde ikmale kalan öğrenicilerin hemen Beşiktaş Halkevine müracaatle kayıdlarını yaptır maları lâzımdır. M. TURHAN TAN Çukurovayı sulama işleri ilerliyor f Balıkesir Atatürk parkı genişletiliyor Kanallar itmam edilince mıntakamn bereketi j artacak Adana (Hususî) Çukurova sulama kanalı amelıyatı hararetle devam et mektedir. Seyhamn sağ sahilinden başlıyan geniş kanal Yeşiloba istasyonu civarına yaklaşmış ve oradan Adana ile Tarsus arasmdaki arazinin sulanması icin bir şube mecrası kazılmasına baş lanmıstır. Bu is için. ku\r\Tetli dizel motörlerile mücehhez iki ekskavatör geceli gündiTzlü çalışmaktadır. Nehrin sol sahilinden aynlarak Yüreğin ovasını sulıyacak olan ana kanalın Hinnepli köyüne kadar olan kısmı da müteahhidine ihale edilmiştir. Sulamanın, ova mızm manzarasını birkaç sene içinde değiştireceği muhakkaktır. Şimdıden bahçe ve orman yetiştirmeğe hazırla nan çiftçiler vardır. Geniş araziye sahib olan bir kısım çiftçilerimiz, su saye sinde kışm olduğu gibi yazın da yeşil kalacak olan tarlalanndan mer'a şek linde istifade ederek hayvan yetiştirmeyi düşünmektedirler. Çek şimendifercileri Ulukışlada Ulukışla (Hususî) Mısır ve Suriyeyi dolaştıktan sonra memleketlerine dönmektg olan Çekoslovak şimendifercilerinden mürekkeb bir grup, postaya Sarmısaklı köyünde açılan takılan hususî vagonlarile şehrimize arteziyen kuyusu gelmiş ve tarihî abideleri gezmişlerdir. Edırne (Hususî) Arteziyen işleri Ulukışla istasyonu memurları Çek mesne Trakyanm her vilâyetinde köylere lekdaşlarma bir çay ziyafeti vermiştir. kadar ehemmiyet verilmektedir. Bu hususta en ileri giden köy, Babaeskinin Bursa orman mektebi SLnanlı köyüdür. Sinanlı köyü 40 95 Bursa orman mektebi rnüdürü A. Berarasmda olmak üzere beşinci arteziyeni ker imzasile aldığımız bir tezkerede açmıştır. Bu arteziyenlerin kahramam mektebin İstanbula taşınmasımn mevzuEdıb kalfadır. ubahs olmadığı bildirilmektedir. Balıkesır (Hususî) Şehrimızin güzelliklerinden birini teşkil eden parkta, ihtiyacları karşılamak üzere, umumî bir genışletme faaliyeti vardır. Tenis kortu bitmiştir. Yüzme havuzu da bitirilmek üzeredir. Bu iki spor vasıta sile Balıkesirliler güneşlenme ve suya girme ihtiyaclarını tatmin edecekler dir. Gönderdiğim resim Balıkesir parkının bir kısmım ve havuzu göstermektedir.