18 Mayıs 1938 CUMHURÎYET llim ve Cemiyet: 1 Iktimdî harehetloı BEYRUT MEKTUBLARI: KÛŞ6 Ilim, Cemiyetimizin aleyhine mi çalışıyor? Yazan: Prof. SALİH MURAD Büyük Harbden sonra bütün dünya nın sosyal, endüstriyel ve entelektüel hayatında gittikçe artan bir muvazenesizlik ve emniyetsizlik başgöstermiştir. Buna mukabil ilim de insanlann eline kuvvetli kudret ve kontrol silâhları vermiştir ve vermektedir. Bu silâhlar akılhca kullanılsa insanların maruz kaldıkları sefalet ortadan kalkacak ve tarihte misli görülmemiş olan maddî ve kültürel bir refah devri açılacaktır. Ne yazık ki bu olamıyor. Medenî cemiyetin bir çocuğu olan ilmî hareket, cemiyeti kendine uydurmağa çalışıyor. Fakat nedense yavaş yürüyen ana bir türlü çocuğuna ayak uyduramıyor. Bu vaziyet karşısında maddî ve entelektüel bakımdan yenı bir devre gırmemiz zarurî ve mutlak gıbı görünüyor. Bir cemiyet mekanizmasının muvaze neli bir surette yaşıyabilmesi, mekaniz mayı teşkil eden bütün parçaların muay yen sür'atlerde kendılerini ayar etmelerile mümkündür. Cemiyet mekanizmasını çeviren ilim kendı adamlarını büyütürken cemiyeti bir kül halinde düşünmüyor ve bunun estetik ve dinamik vasıfları arasındaki ayar mefhumunu nazan itibara al mıyor. İlim beynelmileldir. Dünya işlerine yalnız ilim çerçevesinden bakılırsa cemiyetlerin siyasî hududlarla birbirinden aynlmış olması ve daima böyle kalması nın zarurî olması garıb görünür. Herhalde tabiat servet membalarını cömerd ellerile yeryüzüne serperken siyasî cemiyetleri düşünmemişti. Hayat mücadelesine atik insanlar tarihî mülâhazalarla bir takım hududlar çizmişler ve bu işlerinde beynelmilel ve beynelırk mahiyette olan jlmi de kendilerine alet etmişlerdir. Doğrusunu söylemek lâzım gelirse insan yeryüzündeki siyasî ve muvakkat unsurlara değil, arza ve onun yüzündeki iyiliklere tevarüs etmiştir. llim bize bunu öğretir. însan bunu öğrendiği gibi diğer şeylerin çoğunu tabiatıle mücadele ve anlaşma kaygusile öğrenmiştir. İlim bu hakikatleri öğretirken diğer taraftan politikacılar ve din yobazları insanlara bunlara zıd şeyler öğretmişler ve öğretmektedirler. Aslen insanlıksever olması icab eden bir ilim adamının da evvelâ yakinindeki insanları yani milletinı sevmesi tabıî olduğundan ilim adamlarının da milliyetperverlere tempo tutması zarurî oluyor. Bu yüzden ilim adamının da siyasî görüşleri darlaşıyor. Bunlar ilmî inkılâbın dış cephesidir. İlmin bünyesine girince orada da bir takım değişiklikler görülüyor. İzafiyet, kuvanta nazariyeleri ve atom fiziği gibi bir takım yeni yeni nazariyeler ve keşifler, üzerinde yaşadığımız dünya hakkındaki bir zamanlar sağlam addedilen bilgilerimizi altüst etmiş, terbiyevî, bediî ve dinî görüş ve düşünüşleri değiştirmiştir. Son asırda en yüksek noktasına varmış olan pürüzlü materyalizm artık yeni terkibîere yer vermiştir. Yeni bilginin ve anlayışın mümessilleri Jeans, Eddıngton, Millikan gibi idealist felsefe müdafileri olan müsbet ilim adamlandır. Şimdi rakkas topu aksi istikamette gidiyor demek. Bu gidişi eski neslin kuvvetle inandığı materyalizme karşı bir reaksiyondan başka birşey de ğildir. Yeni bilginin tam manasmı kavrıyabilmek için tarihten iyi ders almak lâzım dır. İlim haddizatında bir harekettir. Sosyal gayelere hizmet eden sosyal bir büyümedir. İlmî hatta, sırfî riyaziyeyi biletam bir cüz'ü olduğu sosyal hareketten ayırmak yanlış ve tehlikeli neticelere sebeb olur. Zamanımızda yaşıyan ilim adamlan arasmda kâinata bir takım hâdiseler koleksiyonu gibi bakanlar ve onun yaratıcısı olan büyük mimarî sırfi bir riyaziyeci gibi telâkki edenler de vardır. Bu görüş ise ilim kafasını bir takım zıd ve kanşık meseleler üzerinde teksif etmekten ziyade pasif ve gayrişenî hale tevcih eder. Cemiyet hayatında olduğu gibi ilim lâboratuannda da bir takım nazariveler ve spekülâsyonlar fıskırmaktadır. Bunların tatbiklerinden evvel inceden inceye mu ayeneden geçirilmesi zarureti karşısmdayız. Yalnız amelî nazariyeler yaşıyabilir. İnsan ihtıyaclarından tecrıd edılmiş ve muayene neticesinde sıhhatı tebeyyün etmemiş olan spekülâsyonlar nazariyeciler elinde mücerred kelıme koleksıyonu gıbı ivi bir oyuncak halinde kalabilirse de kritik noktalarda tehlikeli ve reaksiyoner bir oyun halini alabilir. Her nedense insanlar spekülâsyona mahallî olan hatlar, yani metinden ay rılmıs süjeler ve objeler üzerinde yürümeği ve bu mücerred yollar üzerinde kurul/nuş büyük binalarda yaşamağı severler. Kâinaün değişen bünyesinden biyolojik, kimyevî ve tarihî evsafmı ayırıp çıkarabiliriz. Nitekim mekteblerimiz ve üniversitelerimiz bu tecridi artırmak üzere kurulmuş olan müesseseler olup bu yolda yürümektedir. Mekteb sıralannda ve bilhassa yüksek tahsil müesseselerinde her hoca bütün işlerin kendi dersile öğrenilebileceğini, yürütülebileceğini zannediyor ve yan taraflara bakmıyor. Adeta her hoca derin bir kuyu içine girmiş gibi hareket ediyor. Bir bakımdan bu ihtısasçılık o kadar kökleşmiştir ki sosyal kültür dedjğimiz mefhum kaynayıp gidiyor. Halbukı bütün öğretilen şeyler sosyal kültürün tâli birer cepheleridir. Mekteb hayaünda epeyce ihtısas sahıbi olmuş olan ham talebenin sonraki atacağı hatveyi teşkil e den mesleği onu ıhtısasa daha ziyade bağlıyor. Bu talebe bir hoca olarak yeniden mekteb hayatına dönerse bu ihtısasçılığı bir kat daha ileri götürüyor. Bu yüzden bir iki nesildenberı yeni bir felbefî meslek doğmuştur ki o da (ilmi ilim hatın için öğrenmek) felsefesidir. Bu ise bir hedefe vâsıl olmakla bir işin tamam olduğunu farz ve kabul etmek gibi oluyor. İhtısasçılıkta bir kuyu gibi derinleşmekten ziyade geniş ufuklu bir kuleye çıkmak daha doğru ve faydalıdır. Kıymetler de pek tehlikeli şeylerdir, eğlenmeğe gelmez. Çünkü kıymetlerin tahsis edileceği miyarlar da mutlak değildir. Kıymet mikyaslarımız, içinde bulunduğumuz maddî ve fikrî işlere göre ayar edilen şeylerdir. İlim gibi kuvvetli bir hareketi matematik, fizik, kimya, biyoloji, psikoloji, mühendislik... gibi kompartimanlara ayırırsak ferdî inkişaflara tahsis edilen kıymetler geniş harekete nazaran pek cüce kalır. Bu takdirde her grup kendi müması üzerinde yürür, ken dine mahsus olan mühim miyarları ortaya koyar. Tehlikenin daima mevcud olduğu mıntakalarda günün iktısadî hareketlerile yakından alâkadar olan tetkik sahalarına ehemmiyet vermekle iktifa edilir. Gerçi böyle yapmakla bir nevi emrrryei supapı bulunmuş olursa da bu yol her mevzu için ayn kıymetler sistemi kurar ve mevzular arasındaki irtibatı bozar. Bunu düzeltmek için, ilim adamlarının mensub oldukları ilim hareketlerinin içtimaî köklerini ve fonksiyonlarını bilmeleri icab eder. Maalesef bu yolda kendilerine rehber olacak müesseseler de yoktur. Son zamanlarda ilim hareketlerinin hakikî kuvvetlerini göstermek üzere muhtelif memleketlerde bir takım eserler çıkarılmaktadır. İlmin mütekâmil bir cemiyette mühim rol oynadığını kabul etmekle ilim metodlarını değişen dünyanın ilmî tahlil kabul eden taraflarına tatbik ct, mek, bunları tatbik için esaslı olan alet ve edevatın mahiyetini tayin etmek meseleleri kolaylaşır. Ayni vetire ilmin emniyetle tatbik edileceği sahaları da meydana çıkarır ve ılmın cemiyet işlerinde hakikî mevkiinı inkâr edenleri de susturur. Son zamanlarda bilhassa riyaziyeciler hâkim vaziyettedir. Bu hakimiyet ve bir taraftan tecrübî ilimlerin terminoloji ile meşbu bir hale gelmesi yüzünden bazı kimselerin riyazî fiziği ayrı bir ilim şekline sokmalarına fırsat vermiştir. Bu a.yrı ilimde dünyanın müşahede ve tecrübe ile keşfedilmesi yerine ispat yolile anlaşılabileceği iddia edilmektedir. Mevzu gittikçe mücerred olmakta ve böyle oldukça remizler şeniyet halini almaktadır. Riyazî fizikçılerden bazıları kullandıkları remizlerin hassalarına mana vermek imkânını da bulurlarsa kâinatta yeni bir sır bul duklarına hükmediyorlar. Riyazî fizıkçiler esas itibarile miktarları ölçmek üzere konmuş olan adedleri ilimden çıkarmışlardır. Onlar riyazî zarflara büründürdükleri ilmi kâinatın sathî bünyesile alâkadar şekle sokmuşlar ve kâinatı da bu cepheden görmek usulünü çıkarmışlardır. Gerçi bu da bir bakımdan ilmin terakkisine hizmet eden bir yol ise de, matematiğin sembolik mahiyetine istinad etmesi itibarile tefsircileri şaşırtan ve bazı nokta larda bir takım kanşık meseleler ortaya çıkaran bir yol oluyor. Binaenaleyh matematıği sırf matematik hatırı ıçın öğrenıp civar ilimlere aid meselelerin izahında bir alet olduğunu unutanlar matematik ve belki bazı ilimlerde terakkiler meydana getirmekle beraber bir çok meseleleri de karmakarışık ediyorlar. Dünya tavukçuluk kongresi ve tavukçuluğumuz Avrupa gazetelerinin yazdığma gö re, yedinci dünya tavukçuluk kongresi, 1939 senesi 28 temmuz 7 ağustos tarihleri arasmda Amerikada Ohio hükumetinin Klevland şehrinde toplanacaktır. Dünya tavukçuluk kongresi, her üç senede bir toplanmaktadır. Şimdiye kadar Holanda, İspanya, Kanada, İn giltere, İtalya ve Almanya olmak üzere altı defa toplanmıstır. Yedinci kongre münasebetile Birleşik Amerika devletleri pek zengin bir program hazırlamış ve bir de sergi tertib etmeğe karar vermiştir. Kongre programına göre, kongrenin beynelmilel mahiye tinden istifade edılerek Birleşik Dev letlerm merkezi Vaşingtonda bazı resmi kabuller de tertib olunacaktır. Bir sene sonra toplanacak olan bu kongreye bütün tavuk yetiştiren memleketlerde gösterilen yüksek alâka karşısında bizim tavukçuluğumuzun vaziyetini hatırlamaktan kendimizi ala madık. Almanya ile aramızdaki ticaret an laşmasile geçen sene için verilen 40 bin kental vumurta kontenjanmın karşılanamavıp ancak 1400 kental yumurta ihrac edebilmemiz tavukçuluğumuzun ne vaziyette olduğunun, zannederiz. çok iyi bir misalidir. Daha birkaç sene ev vel istatistiklerimizde 10,5 milyon liralık muazzam bir rakam halinde beliren yumurta ihracatımızın 937 senesinde 680 bin liraya düşüşü, her halde tavukçuluğumuzun lehine kaydedilecek bir hal değildir. Tabiidir ki, bu ihracat az lığı, tavukçuluk üzerine tesir yapmış ve memlekette büyük bir tavuk kesimi ve istihlâki yol almıştır. Mütehassıslar son bir sene içinde memleketteki tavuk adedinin vüzde 20 30 nisbetinde azaldığını iddia etmektedirler. Bu iddianm versiz olmadığını hâdisat göstermek tedir. Haricî ticaretimiz icin doğrudan doğruya sosval bir istihsal vasıtası olan tavukçuluğu en pratik ve seri bir şekilde kalkındırmak zamanı gelmiştir. F. G. Propaganda yaparken maskesini düşürenler Her zaman aleyhimizde bulunurken şimdi birdenbire bizden tarafa dönen Oryan, müstemlekecilerin elinde oyuncak olmuş bir gazetedir Beyrut: 12 mayıs Burada neşredilen Oryan gazetesinde birkaç gündenberı Hatay meselesine dair çok dikkate değer bir takım İskenderun mektublan çıkıyor ve bu mektublarda bazı fikirler müdafaa edilivor. Beyrut ve Hatay müstemleke teşkilâtının ilhamile yapıldığında şüphe olmıyan bu neşriyat çok dikkate değer mahiyettedir. Bu neşriyat, evvelâ, Hatayda Türklerin ihtilâf halinde bulunduklarını ve mühim bir kısım Türkün de Hatay fikrine ve Kemalizme muhalif bir yoldan gittiklerini söylemekle başladı. İkinci derecede Türklerin Alevileri zorla kendilerine kazanmak için uğraştıklarından bahsedildi. Hatta bu noktada daha ileri gidilerek Türklerin Alevileri cebirle kendilerine uydurmağa çalıştıkları ve bundan da asayissizlikler zuhur ettiği gösterilmek istenildi. Ayni zamanda, Arablar tarafından neşredilen ve gayet mürtecıane bir ruh içinde yazılmış olan propaganda beyan nameleri Türkler tarafından neşredilen beyannamelerle mukayese edilerek Arabların propaganda beyannameleri iltizam edildi. Mandacıların uşakları tarafından neşredilen bu gazetedeki bu tarzda neşriyat, ortada bir takım şeylerin hazırlanmakta L duğunu gösterirken bugün Hataydan gönderilen üçüncü bir mektub neşredil mis bulunuyor. Bu mektub daha ziyade dikkate lâyıktır. Bu mektuba göre Hatayda Türkler, hatta hudud mıntakalarına varıncıya kadar mağlubiyet halindedirler. Kendilerini Arab listelerine yazdıranların savısı pek cokmus. Türkler arasında Hatay fikrine muhalif olanlar da çosalmaktaymış. Bu vaziyet karşısında Türkler, taraftarlarının maneviyatlarını yükseltmek icin bazı nesriyata basvurmuşlar ve ezcümle, «Vahdet» gazetesinde Celâl Tevfik bir havadis yazarak bunda bir takım me murlann değıstırıleceğınden bahsetmış. Hatta sade Vahdet değil, «Yeni Gün» gazetesi de bu meseleden bahsederek «Bav Garo'nun Türkiye Dahiliye Ve kili Şükrü Kayaya, Iskenderuna döner dönmez memurlar arasmda geniş bir değistirme hareketi yapacağını vadetmiş olduğunu» yazmıs. Hatta, Yeni Günün rıvayetine göre, Hatav maliye işleri mü dürü Hasan Bey Cebbare ile Antakya kaymakamının, maliye müfeüisinin ve bir kısım nahiye müdürlerinin tebdili de mukarrermis. Halbuki Arablar, bu haberleri tekzib ediyorlarmış. «Arab cephesi» namına Bay Garo'yu ziyaret eden bir heyete Hatayın mukadderatını ellerinde tutan bu zat, bütün bu havadıslerın asıl ve esasten an, uydurma şeyler olduğunu beyan etmis. Bunun üzerine «İttihadül vatanî» kütlesi, yani Arab Ermeni ittifakı hususî bir beyanname neşrederek Bav Garo'dan aldığı teminata istinaden bütün bu haberlerı red ve tekzib etmış. Hataydaki mücadele vaziyetini bu suretle tasvir eden ve vaziyeti gayet karışık gösteren bu gazete, sonradan Türklerin her nnı da de tarafta hezimet halinde bulunduklaanlatarak meselâ, hudud mıntakasın«Hacılar» köyünde Haço Ağa isminbir Kürdün riyasetinde bulunduğu PENCERESİNDEN Eşek hasreti! kuyucularımdan biri yana yakıla (eşek hasreti) nin ne demek olduğunu soruyor. Eşeğın bir tırnaklı ve memeli hayvanlardan olup kulağındaki hususiyetle başka dabbelerden ayırd edildiğini herkes gibi ben de biliyorum. Kaba, iz'ansız, cahil, terbiyesiz bayağı adamlara da eşek denildiği malum. Dilimizde: Eşek baş olunca encam hayır olmaz; eşek bile makamla anınr; eşek büyüdü, semer küçüldü; eşek dağda ölür, zararı eve gelir; çınar akçesile alman eşeğin ölümü sudandır; eşek kocamakla tavlabaşı olmaz; eşeğin canı yanınca attan yürük olur; eşeğin semeri kendine yük gelmez; eşeğini ilkin sağlam kazığa bağla, sonra Allaha ısmarla; eşeğe gücü yetmez, semerini döğer; eşeğin ölümü köpeğe düğündür; eşek eşeği ödünc kaşır; yük altındaki eşek anırmaz; eşeği dama çıkaran gene kendi indirir, gibi meseller bu lunduğunu hepimiz biliriz. Eşek sülüğü, eşek lâlesi, eşek marulu, eşek turpu, eşek zeytini, eşek dikeni, eşek derisi, eşek arısı, eşek kulağı, eşek balığı, eşek sineği, bir eşek gibi, tabirlerin hayvanat ve nebatat ilimlerine taalluk eden sözlerden olduğunu kitablarda okuyoruz: Ziya Paşanın: Bed asla necabet mi verir hiç üniforma Zerduz palan vursan eşek gene eşektir Ihtiyar âşıkın muhakemesi Dünkü celsede bazı şahidler isticvab edildi Bir müddet evvel Kuruçeşmede elli beş yaşlarında Hüseyin isminde ihtiyar bir âşık, kendisine yüz vermiyen Fatma Aliye isminde genc bir kadını tabanca ı!e yaralamış, Prenses Fethiyeye de katil kasdile ateş etmişti. Ağırcezada devam etmekte olan bu vak'aya aid muhakemenin dünkü celse sinde bazı şahidler dinlenmiştir. Dün ifadesi dinlenen şahidlerden Ra şel, öğle vakti sokakta bir gürültü duyduğunu, Fatma Aliyenin kaçtığmı, Hüseynin de elinde tabanca ile kadını kovala dığını ve hatta bir aralık ateş ederek vurduğunu söylemiştir. Maryanti isminde diğer bir şahid de hâdiseyi anlatarak kadmın yaralandığını gördüğünü bildirmiştir. Polis Rifat da Hüseyinin Fatma Ali yeden sonra Prenses Fethiyenin üzerine ateş ettiğini, suçlunun bilâhare kendini denize attığını beyan etmiştir. Muhakeme, diğer bazı şahidlerin de celbi için baska bir güne talik edilmiştir. Kıbrıstaki ırkdaşlarımızın yardımı Lefkoşa, (Hususî) Kırşehir havalisesindeki zelzelenin vukua getirdiği tahribat Kıbrıs adasınm bütün Türk ve hatta Rum sakinleri arasmda büyük bir hevecan ve teessür uyandırmıştır. Her tarafta hararetle iane toplanmasına başlanmıştır. Yekunun asgarî on bin lira tutacasfı tahmin edilmektedir. Para. Kıbrıstaki Türk konsoloshanesi vasıfasile Kızılaya gönderilecektir. Demesile, Şinasinin: Eşek ifratı neşatmdan anırdı der iken Sanki karpuz kabuğu gördü, yahud taze Kürdlerin Antikemalist cepheye iltihak diken ettiğini ve bu yüzden bir takım hâdiseler Beytini yazmasile, Sabitin: zuhur evlediğini ve sükunetin ancak asZahidi şehr yeni cubbeler etmiş peyda kerî müdahaleler savesinde temin edile Eşeğınden çulu yey eski meseldır guya bildiğini anlatıyor. Bunun gibi Oryan, Mısralarını çiziktirmesile eşeğin edebiİskenderun ve Kırıkhan mıntakalarında yata, manasız bir şekilde de hendeseye da Türk listelerinin mağlubiyete uğradı girdiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Hapisağını söylüyor. Beyrut hâkimlerinin uşak neye eşek cenneti, yağsız ve yavan pasları tarafından çıkarılan bu gazete yüz tırmaya eşek pastırması denildiği de dusüzlüğü biraz daha ileri götürse «bizim yulup duruyor. Eşek şakası, eşek inadı Türk kardesler maâlub olacaklar!» dıye da meşhur. etrafa feryad ve figan salıverecek ve Lâkin eşek hasretini şimdiye kadar gözvasları dökecek! duymamıştım. Okuyucumun sualle kanGözyasları dökmüyor amma, Türkle şık ihtarı üzerine bu tabirin de nerelerde re akıl öğretmeği de unutmuyor. Öğretti ve ne suretlerle kullanılıp nelere delâlet ği akıl sudur: Bu intihabattan vazgeç ettiğini anlamağa çalıştım. Bir çok kitab mek, Hatayı bugünkü halinde bırakmak karıştırd:m, eşekler ve eşeklikler hakkınve Fransanın manda rejıminı «muvakka da yazılmış birkaç düzine makale gözden geçirdim, eşeğe hasret mevzuuna uzaktan ten» ıdame etmek! ve yakından temas eder bir kayda tesaÖğretilen aklın bu olduğuna göre bu düf edemedim. aklı öğretenın kim olduğunu ve Hatayda Bu araştırmalar arasında eskilerin sık cereyan etmekte olan hâdiselerin de ki sık kullandıkları eşki hasret tabiri hatırımin tarafından ve ne suretle tertib edildima gelmiyor değildi. Malum ya. Eşk göz ğini anlamak güç birşey olmasa ge yaşı demektir, farsçadır. Divan Edebiyarektir. Oryan gazetesinin sıf bu söz tının bu kelime adeta tuzu biberidir. Olerı söylemek üzere Hataya gön nun için girmediği gazel veya mersiye derilmiş bulunduğunda şüphe edil yoktur. memek icab eden muhabirine gö Fuzuli, su redifli kasidesinin «Saçma re «Mılletler Cemıyetının komısyonu ey göz eşkini gönlümdeki odlara su Kim huzurunda yapılacak olan ıntıhabın netı bu denlu tutuşan odlara kılmaz çare su». cesi Türkler için Hfat'î bir mağlubiyet o şeklindeki ilk beytine bile o kelimeyi soklacaktır. Hatayda arada bir iki ücretli çı tuğu gibi Abdülhak Hâmid de Fatma ğırtkanın «Yaşasın Fransa!» diye bağır Hanım için: dığını her vresıle ile ılân eden bu uşak ga Çarpar goze eşk bar olur o zete, Türklerin mağlub olduklarını iste Gökten sanırım nisar olur o Beytile ağlarken ayni kelimeyi kulmiyor! Dünyada bu kador tuhaf şey olamaz. Halbuki, ayni gazete, doktor Aras lanmıştır. Fakat eşkin eşek olarak okunmasına ve buradan geçerken ona karşı halkın yaptığı eşki hasret terkibinin eşek hasreti biçimihararetli dostluk nümayişlerini «budalaca nümayışler!» dıye tavsıf etmıştı. Şımdı ne girmesine imkân olmadığından okuyucumun sualine müsbet bir cevab vermekbu gazetenin Türk dostluğundan bahse ten âciz kaldım. Bu, olsa olsa, hedefini dişine inanacak olursa hakıkaten biz şaşırmış bir tahassür olacak ki manasını Türklerin budala olmamız lâzımgelecekancak çeken bilir! tir.Oryan bir Lübnanlı gazete bıle de M. TURHAN TAN ğildir; sadece bir uşak, müstemleke kölesi, pis işleri tutmıya mahsus bir maşa gaYoksul çocuklar menfaatine zetedir. İş böyle olduğuna göre bu gazete bir müsamere ile yapılan propagandaya «budalaca proÜsküdar 19 uncu ilkmekteb yoksul paganda!» demek farz olur. Çünkü bu çocukları menfaatine Fransız tiyatro propagandayı yaptırmağa başlıyanlar, sunda önümüzdeki cumartesi günü akpropaganda yapayım derken sadece su şamı bir müsamere verilecektir. ratlarındakı maskeyı atm:ş oluyorlar. Antakyaya döndükten sonra iki taraflı beyanatlarda bulunan delege Garro C. T. ı Ayasofya etrafındaki çirkin manzara J Bursa (Hususî) Belediyemiz tarafından Atıcılar meydamnda ilk defa olarak açılan İlkbahar panayırı, civar köylerden satış için panayıra getirilen muhtelif hayvanlarla panayır daha ilk gecesinden kalabalık olmıya başla mıştır. Panayırın birinci günü olmasına rağmen sahada oldukça mühim bir hareket ve faaliyet görülüyordu. Kah veciler, küfeciler ve muhtelif satıcılar buraya barakalar kurmuşlardı. Bilhassa arazi çok müsaid olduğundan bu kabil esnafm panayıra rağbeti fazla idi. Su ve elektrik gibi tesisatın mükemmel bir şekilde yapılmış olması, Atıcılara muntazam bir otobüs servisinin temini de rağbeti artırmafrtadır. Ayrıca panaYıldırım çarparak öldü yır münasebetile sehir otel ve lokantaDünkü Cumhuriyet'in «Hem nahna, hem mıhına» sütununda AyasofBursa, (Hususî) Yaylacık köyün îarında tatbik edilen yüzde yirmi tenyanın çirkin manzarasmdan bahsedilerek bunun temizlenmesi rica ediliyordu. den İsmail oğlu Durmağ adında biri ba zilât ivi bir tesir yapmıştır. Foto muhabirimizin dün aldığı yukarıdi resim bu çirkin manzarayı karilere bası ile birlikte köye giderken, köyün yani başmdaki mezarlığın kenanna bir yıldı Sağlam vücudda sağlam I daha iyi anlatmış olacaktır. Bu resimde eski Adliye saraymın bir türlü kaldırılmak bilmiyen molozlannm büyük tarihî abideyi nasıl berbad bir hale rım düşmüş, yıldırım Recebin başına isakafa 1 koyduğu görülüyor. bet ederek onu öldürmüştür. Bursada açılan ilkbahar panayırı İstanbul Nafıası mühendislerinden Necati Köylü henüz otuz yaşmda olduğu halde ve fat etmiştir. Mer hum meslek hayatının iki seneyi mütecaviz bir za manını İzmirde Kü çük Mendires nehri ıslahatı ve Cel lâd bataklığı ku^utmasmda büyük gavret ve fedakârlıkla çalışarak geçirmis ve is ba«ında hastalanmıştır. İki senedir tedavisi için sarfedilen bütün emeklere rağmen temiz duygulu ve merd bir memleket evlâdı olan kıymetli fen adammı kurtarmak kabil olamamıstır. Kederli ailesine ve memleket mühendisliğine tazivetlerimizi sunarız. Acı bir zıya Acı bir kayıb Genc ve güzide doktorlanmızdan. Üniversite Tıb Fakültesi emrazı asabiye doçenti ve merhum doktor Raşid Tah sin Tuksavulun oğlu binbaşı doktor Esad Raşid Tuksavul dünkü salı günü zatürrieden rahmeti rahmana kavuş muştur. Cenazesi bugün saat 10 da Kadıköy Altıyolağzı Bayram sokak 23 No. lı hanesinden kaldırılarak Edirnekapı daki aile mezarlığma defnedilecektir.