13 tkinrikânun 1938 CUMHURİYET Dünyaya geçmiş olsun! Bir seyyare az kaldı kürremize çarpacaktı Bu küçiik seyyare, 30 birinciteşrın gecesi, mil mesafeden dosdoğru Dünyanm üstüne geliyordu; fakat... [Baştarafı 1 ind sahi]edel uzunuzadıya izahat veriyorlar. Bu gazetelerden Sunday Express'in 9 kânunusani tarihli nüshasında şu malumat vardır: «Hey'etşinaslar geçcn senc asrımızın en büyük felâket sadmesini geçirdiğimizi ancak diin ifşa ettiler. 30 teşrinievvelde Kürei Arzın küçük bir seyyare ile musademe etmesine ancak beş buçuk saat kalmıştı. Bu seyyare, Küremize doğru harekete gelmekte bulunan bir sürü küçiik seyyarelerden biridir. Hey'et ilmi teessüs edip de hey'etşi nasların fezayı tetkik ve müşahede etmeğe başladıklarından şimdiye kadar, ta rihte Küremizin böyle bir felâkete ma ruz kaldığını tarih ve fen kaydetmemektedir. Bu kücük seyyare geçen teşrinievvelin yirmi beşinde Küremizin üzerine fevkalâde bir süratle saldırmıştı. Bütün dün yanm büyük rasadhanelerindeki alimler büyük bir heyecan ve korku içinde seyyarenin üzerimize geldiğini müşahede ve takib etmislerdir. Çünkü seyyare hemen hemen hattı müstakil üzerinde dünyamıza doğru geliyordu. Tam küremize 400,000 mil kaldığı zaman seyyare seyrini değistirmiş ve bu suretle dünyamız muhakkak bir felâketten kurtulmuştur. Tam kıyametin kopacağı sırada sa vuşturduğumuz felâketi yakından takib eden hey'etşinaslardan biri Almanyada ki Haydelberg rasadhanesi memurlanndan Dr. Reinmuth bulunuyor. Muma ileyh 30 teşrınievvel gecesi serseri seyyarenin Küremize nasıl saldırdığının resmini, Astro photographique'le çekmeğe muvaffak olmuştur. Ayni gecede cenubî Afrikada Joha mesburg rasadhanesinde alman fotoğrafta dahi seyyarenin bu seyri tesbit edil miştir. Lâkin seyyarcyi ilk tesbit eden alim Alman hey'etşinası olduğundan şimdi bu seyyareye (Reinmuth cirmi) adı yeril miştir. Eğer bu küçük seyyare Küremize çarpsaydı n~ olurdu? Bu hususta İngiltere heyetşinaslar müttehid heyeti (British Astronomical Association) reisi ve Canning Tovvn'daki Holy Trinity yüksek mekteb müdürü Dr. Martin Davidson şu izahatı vermiştir: «Küremizin üzerine gelen küçük seyyarenin kutru ancak iki mildi. Fakat Küremizle musademe etseydi, çarptığı sahada volkan ağzı gibi birkaç yüz mil kutrunda bir krater açardı. Musademe nin şiddetinden ziyade bu yüzden hasıl olacak müthis hava dalgası ve hararet yüzünden felâkete uğrardık. Seyyare Kürei Arzın nüfusu kesif bir tarafına çarptığı takdirde insanca zayiat müthis bir trajedi şeklini alırdı. 1908 senesinde Siberyada sekenesi çok az olan bir sahaya isabet eden küçük bir haceri semavî, balta görmemiş ormanlan tıraş eder gibi dümdüz yapmış ve binlerce vahşi hayvanı öldürmüş, koca koca binaları havaya uçurmuştur. Bereket versin ki bu havalide yasıyan insanlar az olduğundan nüfusça telefat çok olmamıştır. Geçen sene teşrinievvelinin son gününde Küremizi yakından tehdid eden sey yareyi ötedenberi tanıyorum. 1932 senesinde Küremizden 7 milyon mil uzaktan gecmişti. Sonradan gittikçe Küremize yaklaş makta olduğundar endişe ediyordum. Nihayet korkulanm tahakkuk eder gibi oldu. Geçen teşrinievvel gecesi ancak 400,000 mil uzaktan geçti. Şimdilik t u seyyareden endişem yoktur. Çünkü Küremizin yanından ok gibi geçip pek uzaklara gittiğinden iki üç sene daha bunu göremiyeceğimizi zannede rim. Sonra gene gözümüze görünecek tir. O zaman tekrar seyrini takib ve mü sahede edec ğiz. Bu küçük seyyare ve emsali teleskopla görünmez. Ancak Astro photography ile müşahede edilir.» "I* *t* T* tktımdî hareketler Yumurtacılığımız ve blokaj hesabları Zâhiren şu iki şey hem yekdiğerinden ayrı, hem de münesebettar gibi görünür. Klering yolile ticareti tercih ettiğımiz, daha doğru bir tabirle, bu şekli hesabımıza daha uygun gördüğümüz için her ihrac malı gibi, yumurtalarımızın bedeli de blokaj hesablarında yer bulmuştur. Fakat bloke kalmış paraların yumurtacı hğımızın hal ve ve istikbali üzerinde müessir olmuş bulunacağı ilk görünüşte pek de akla yakın gelmez. Çok uzak değil, yakın bir tarihte menr lekete on milyon liralık bir gelir temin eden yumurta ihracatımız, acaba bugün ne haldedir? Bunu bize Başvekâlet istatistik umum müdürlüğünün 936 senesinin 11 ayı için neşrettiği istatistikler şöyle kıymetlendiriyor: 635,773 liralık... Yumurta ihracatımızın kısa bir za manda böyle bir sukuta maruz kalması, cidden üzerinde durulmağa değer bir mevzudur. Derhal ilâve edelim ki bunda maddî olduğu kadar manevî sebebler de âmil olmuştur. îspanya ile aramızdaki ticaret anlaş * rr.asının feshi bundan tam iki ay on iki gün evvel tebliğ edildi. Anlaşma yeni senenin ilk günü meriyet mevkiinden kalkmış bulunuyordu. Esasen İspanyadaki tarihî harbin başlangıc tarihi olan hemen hemen bir buçuk senelik bir devredenberı bu memleketle aramızda ticarî münasebat filen mevcud değildir. iki memle ket arasında yeniden iktısaden münase batın kurulması Ispanyada vaziyetin düzelmesine bağlıdır. Şu hale göre, îspanyaya yaptığımız ihracatın bedeli olan ve hemen hepsi yumurtacılara aid bulunan 400,000 küsur liranın verilmesi için ne bekleniyor? Eğer îspanyol millî bankası bu parayı karşılamışsa o hesabdan verilmesi, yok göndermemişse pek haklı olarak Ispanyanın merkez bankasındaki blokajından tediyesi iktıza etmez mi? Yumurta ticaretimizin bugünkü vazi yetine manevî sebebler de amil olmuş tur, dedık. Parasının mühim bir kısmını Ispanyaya gene diğer möhim bir kısmını Almanyaya kapatan ihracatcıdan nasıl teşebbüs ve is, kabiliyeti bekliyebi Hriz? Yumurta Türk köylüsünün hiçbir zahmete katlanmadan ve doğrudan doğruya bedelini kâr olarak aldığı bir mad dedir. Bunun için üzerinde nekadar meşgul olsak yeridir. Yumurta piyasasının bugünkü yükselişi dahi endişe vericidir. Otuz beş liraya bir tabut yumurta alın masına rağmen Anadoludan ve Trakya dan yumurta bulunamıyor. Eğer bu, köylümüzün de yumurta ticareti işine küstüğüne delâlet ederse cidden üzülü necek bir netice olur. Fakat îktısad Vekilimizin bu hususta verdiği teminat her türlü endişeleri izale edecek mahiyette dir. Feyezan sahasından mektublar Su baskınına uğrıyan köy lüler yerlerine dönüyor Hükumet, köylü ile elbirliği ederek seylâbm zararlarma karşı tedbir alıyor İzmir (Hususî) Gözlerimizin ö nünde Küçük Mendıres ovası, silık ve donuk bir perde arkasında görünüyor. Sis değil, hava bulanıklığı.. Gök, boydanboya örtülü.. Yolumuzun sol tarafmdaki Küçük Mendires, daha birkaç gün evvelki taşkınlığını unutmuş gibi, biraz sükunetle akıyor... Fakat su içindeki tarlalar, seylâbın neler yapabileceğini sarahatle gösteriyor. Arazinin çukur kısımları sularla dolu.. Bir kısmı da boydanboya çamur. Yaklaşıp fotograf çekmek istedik. Ne mümkün; dize kadar gömüldük ve zorlukla kurtulduk. Karşı dağların tepelerinde, beyaz, bembeyaz bir ağartı ile gözümüze çarpan karlar, bu mıntakadaki hava tahavvüllerinin delilı olarak bizi düşündürüyor. Bizimle beraber bulunan bir köylü: « Bayım diyor öyle oynak, öyle dönek bir hava ki... Bugün kar yağıyor, yarın güneş açıyor, öbür sabah yağmur başlayıp arkasından ortalığı sular kap lıyor.. Şimdi hava açtı mı, karlar eriye cek, gene çaylar kabaracak. Haydi açmasın diyelim; ne olacak, yağmur değil mi?. O da ayni şey... Toprak son yediği sulan çekmeden bir yağmur daha başlarsa, işte o vakit, kıyamet kopacak.. Bu defa ucuz atlattık. Fakat..» Köylü doğru söylüyor... Evet tehlike bakidir, nitekim, bütün seylâb sahasında, hükumet, köylü eli birlik tedbirler ahyorlar. Küçük Mendires, azgın bir savletle Tire, Bayındır arasındaki ovadan geçip de Cellâd gölü istikamelinde giderken, gölün kurutulması için açılan ihtiyat kanala hücum etmiş. Zarar az amma, yukanda işaret ettiğim gibi, tehlike henüz yerinde duruyor... Otomobilimiz, süratle ilerliyor. Her taraf ıslak, her taraf çamur, her taraf rutubet. Ve bütün bu manzara, gökle rin kapanıkhğile elele vererek öyle bir ahenk teşkil etmiş ki... Gene bizim yol arkadaş ve rehberi miz köylü söylüyor: , « Hükumet elini uzath mı, uzatmadı mı, çok değil, kısa bir zamanda yılan:n kafasını ezeriz elbet. Bizim bildiğimize göre, su, nimet olmak gerek.. Fakat bizim gördüğümüze göre de, su; felâket kesiliyor. Küçük Mendiresin yatağının temizlenmesi, kanal açılmış olması, şimdilik vaziyeti kurtardı. Şu günleri de selâmet geçirirsek, elbet gelecek yıla kadar çayın batağı büsbütün temizlenir, derinleştirilir. Göl de kurutulunca, yü zümüz güler inşanllah.» Akarca ovasından geçerek Mahmud" lar köyüne vardık.. Nehrin zorlayıp, temellerini bozduğu köprü üzerinde aktarmasız sefere yeni müsaade edilmişti. Mühendis ve işçiler, tamir hazırlıklarile meşgul.. Gene yolun sol kısmında, boydanboya, bir köylü kalabalığı çalışıyor. Taşlar yığılmış, topraklar getirilmiş ve hiç durmadan çalışıyorlar. Burada şu izahatı veriyorlar: Nehri burada zor tuttuk. Daha ilerideki sedleri yıktı. Şimdi burasını ne kadar mümkünse o kadar kuvvetlendireceğiz ve ikinci bir seylâbla nehir taşarsa, bu sed, son müdafaayı yapacak ve şu gördüğünüz ovayı kurtaracaktır. Ya ileride kalan arazi? Zaran yok. oralannı gözden çı kardık.. Anlıvoruz ki, bu civar köyler halkı Yaran hâlâ acıyor mu? Yalnır biraz yanıyor. İki defa yaralandın. Üçüncü yarayı bekle. Mermer el akşamın güzelliğine doğru yalvaran bir hareket yaptı; sonra artık kanamıyan dudağa dokundu. Kırlangıcların ümidsiz uçuşlan sükutu deliyordu. Aldo'nun başı sevdiği omuza dayandı. Kendisine verilmiyen, ve ne olduğunu bilmediği, bir hediye bekliyordu. Küçük sözlerle çıkmasına rağmen ruhundan gelen ses derin bir şikâyeti anlatıyordu. Ne yapacağız? Beni biraz sonra, orada, küçük bir otel odasına mı kapatacaksınız? Uyumak istemiyorum. Paolo Tarsis insan ihtiraslarının anlaşılmaz bir şekilde heyecanlandırdığı gene ilâhın yüzüne bakıyordu; ve otuz beş yaşı, bir sıtm? nekaheti gibi endiseli güzelliğin yanmda daha ağırlaşıyordu. Delikanlmın kız kardeşine doğru her vaziyeti onda tarif olunmaz bir rahatsızlık uyandırıyordu. Benimle beraber fundalığa kadar gel, dedi. lcare'ı beklemek için mi? Şafağı beklemek için. Senin büyük tayyarenin bir kanahâlâ korkuyorlar. Nitekim, daha evvelce geçtiğimiz Tulum, Naime, Subaşı köy lerinde de ayni haleti ruhiyeyi görmüş tük. Herkes tetikte... Aksine olarak hava da gittikçe bozuyor ve yağmura çeviriyor.. Yani yeni bir muhaceret ihtimali var. Bu felâketin gelecek seneler vuku bulmaması, ancak başlanmış olan temizleme ameliyesinin tamamlanıp nehrin ana yatağma dönmesi ve gölün kurutulması tahakkuk ettikten sonra mümkün olacaktır. *** Gediz, Bakırçay mıntakasından gelen haberler, su basmış köyler halkmın yerlerine dönmekte olduklannı bildiriyor. Fakat bu demek, vaziyet normal şekli ni almış demek değildir. Çünkü arazi, hâlâ sular altındadır ve havalar açmadığı için, evvelce ekilmiş mahsul, su ve çamur içinde çürümeğe mahkum bulunmaktadır. Gedizin mansabından Manisa ovasının üst kısmına kadar olan çok geniş arazi içinde büyük büyük su yığınülan gözıikmektedir. Bakırçay da, şiddetini muhafaza etmektedir. Diğer küçük çaylarda bile mürur ve ubur çok zordur. Yolların çamurundan sarfmazar, yolcular, arabalar, otomobiller çaylardan yarıya kadar sulara dalarak gelip geçmektedirler. Gediz üzerindeki bazı köprülerde de hasarat olmuştur. Manisa ovasındaki seylâbda tahliye edılen köylerde, eski, harab damlar tamamen yıkılmıştır. Ayvalık Dikili arasındaki yolculuk lar da azamî müşkülâtla geçmektedir. Gerek gediz, gerekse Bakırçayın her sene tevlid ettikleri seylâb felâketi de ancak bu nehirler üzerinde hazırlanan ve pıojeleri kısmen tamamlanan ameliyele rın bitirilmesinden sonra mümkün ola caktır. O takdirde kış günlerinin felâketi or tddan kalkacağı gibi, yazın kuraklık çekilmesinin de önü almmış olacaktır. Çünkü sular, baraja almacak, ovalarda ka nallar açılacak ve ihtiyaca göre, su ve~ rüecektır.. îzmir Kemer istsyonu ile Kızılçullu arasında, Altmdağ denilen yüksek arazide, dağ dıbinden geçen demiryoluna doğru bir heyelân görüldüğünü bildir miştim. Bazı gazeteler, gerek bu heye lânı, gerekse son seylâbı, o kadar büyültmüşler ki, bizzat tarlasmı su basmış köylüler bile, bu haberleri, hayret ve kah kühalarla karşılıyorlar. Bu meyanda bizim, şu heyelân da var: Dağlar yürüyormuş.. Dağların yürümesi, edebî ölçüde, belki enteresan birşeydir amma, hakikatte o dağ, yerinde duruyor, yalnız ayaklarr nı kımıldatmıştır. Bu heyelân, esasen yeni de değildir. Birkaç sene evvel de ayni şey görülmüştür. Çok yağmur olunca sathı maildeki topraklan çamur halinde indirip buradan geçen demiryolunu ört müştür. Ve bittabi seferler de tek hatta inhisar etmiştir. Alâkadarlar, bu sahadakı tetkiklerine devam etmektedirler. PENCERESİNDEN Akar Su en çölde susuzluk ne demek olduğunu sınamış bir adamım. Bağdadın kum tepelerile çevrili bir vahasından, Kübeyse'den Şama gitmek için vaktile uzun bir çöl yolculuğu yapmıştım. Kübeyse'de ilişip asılacak yüz bulamamış yetim bir gözü andıran bir kaynak vardı, gözyaşı gibi acı su veriyordu. Onun için çöle susuz çıktık. Her serab cennette içilecek kevserler kadar bize cazib görünüyordu. Fakat gene o kevserler gibi erişilmez bir hayal olup sönüyordu. Develerimizin dudaklarında beliren salyalar en nefîs şarab köpükleri kadar bizi imrendiriyordu. Lâkin içilemiyordu. Günlerce yandık ve günlerce dudaklanmızda yangınlar taşıdık. Güzel bir şiir için sık sık duyduğura hasret de o çöl yolculuğunda taşıdığım su iştiyakından farksızdır. înce ve işlenmiş fikirlere, nazik ve bediî duygulara sarılarak köpüre köpüre dudaktan kalbe, kalbden ruha inecek bir şiiri tıpkı çölde su arar gibi günlerce aradığım olmuştur. Acı bir itiraf ise de zahmetlerimin ekseriya heder olduğunu söylemek zorundayım. Çünkü su sandıklarımın çoğu bu yolda da serab çıktıl * * * Dün elime geçen «Akar Su» yu olurken içimde gene o bediî su ihtiyacı var* dı. Birkaç yudum berrak fikir, birkaç katra nefis duygu içmek iştiyakile gözlerimi akar suya kapamıştım. Şair Farult Nafizin rakik ruhundan billurî birer damla halinde çıkan bu akar suda iç su* suzluklarını giderecek bereketli bir ö l bulunduğunu umuyordum. Ümidim boşa çıkmadı. Kitabın her sahifesinde kevserî bir şiir bularak yıllan« mış susuzluğumun ıstırabından derece de* rece kurtuldum. Akar Su, ruhumu saran çölü vahaya çevirmişti. Kitabı kapadıgım vakit içimde kuraklıktan uzaklaşmış bir adam hazzı, sevinci ve heyecanı dalgalanıyordu. Akın şaîri «Akar Su» da gerçekten revan «iirler sırahyarak yepyeni bir ahenk bediası yaratmıştır. Bazan düşündüren bir ses, bazan elem veren bir feryad, fakat daima şiir olan «Akar Su» ya bediî bir nehir, bediî bir deniz de denebilir. Çağhyanlardan almacak bir avuç su onlardaki tabiî kıymeti nekadar ifade edebilirse «Akar Su» dan seçilecek bir iki örnek de kitabın değerini o derece tebarüz ettirebilir. Bu noktayı şu suretle kaydettikten sonra eserden gelişigüzel birkaç satır alıyorum: Ne kurban kes artik, ne de mum ada Yetmtyor bir ömür binbir muradat Bir tatlı gun geçti hayatında da *Geçme, dur, ey güzel zaman* dedtn ml? Üzüntüden Yatan iki ölüdür yanyana dünle yarın Açlık, ölüm kolkola gezen iki kardeştir Guneş, rengi toprağa çalan bir ihtiyarın Kuîlenmış mangalında parlıyan tek ateş Kış gecesi Diğer taraftan Fransız gazetelerinin neşriyatına göre, cenubî Afrikanın en meşhur hey'etşinası olan doktor H. E. Wood da, 30 teşrinievvel 937 akşamı, dünyanın büyük bir tehlike atlattığını ilân ediyor. Filhakika, Küremize doğru bütün süratile vol almakta olan «Rein muth 37» ismindeki küçük seyyare, o gün, Arzımıza adeta sürtünerek geçmiştir. Müthis ve neticesini kestirmek müşkül olan bir muspdemeyi, seyyare için bir hiç sayılabilecek 700,000 kilometro fark sayesinde atlatmış bulunuyoruz. Rein muth 37, bir hamledr aşabileceği bu mesafeyi de geçmiş bulunsaydı, insanlar, 30 teşrinievvel gecesi, uykularından, muazzam bir felâketle uyanacaklardı. Reinmuth 37 nin, 4 kilometro kutrunda muazzam bir kaya parçası olduğu düşünülürse, bunun, arzımızın herhangi bir noktasına sukutu neticesinde vukua gelecek en hafif felâketi, müthis bir zelzele tabirile ifade etmekte hata yoktur. Bu seyyare parçasının, düştüğü yeri hâk ile yeksan edip, koskoca bir mamureyi bir hatıradan ibaret bırakması, sukutu anın da neşredeceği hararetle, bütün bir kıt'ayı mahvetmesi, iklimlerde ve mevsimlerde değişiklik husule getirmesi gibi ihti maller vardı. Bugün, çok şükür geçişlirilmiş olan bu kazrnın dehseti hakkında bir fikir vere bilmek için, 30 haziran 1908 de, Siber yaya düsen bir haceri semavinin yaptığı t;sirleri hatırlamak kâfidir. Bu haceri semavî, yerde iki tane gayet büyük krater açmıştır. Sukut esnasında bir gaz infilâkı vukua gelerek, civarda, harareti 1000 dereceye çıkarmış, ormanları tutuştur muş ve 1500 kilometro murabbaı genişlikte bir mıntakayı yakmış, kül etmiştir. Haceri semavinin düştüğü yerden iti baren yüzlerce kilometro mesafeye kadar olan mıntakalarda tayfunlar olmuş, ve bu tavfunların geçtikleri yerlerde taş taş üstünde kalmamıştır. tirf. F. G. Yeni bir dalgıç rökoru Laspezia 12 (A.A.) Yeni bir âletle dalgıç tecrübeleri esnasında rökor Bütün bunlan bir haceri semavinin su teskil eden 250 metro derinliğe kadar inilkutu yapmıştır. Halbuki, 30 teşrinievvel mistir. Bu yeni dalgıç âleti 400 kilo sıkgecesi, bir seyyare icin oyuncak sayıla letinde ve ortacağ zırhları biçimindedir. bilecek be* buçuk saatlik bir mesafeden geçip giden Reinmuth 37 ile haceri sema Hazin bir ölüm vî arasındaki farkın, bir çakıltasile bir Sarıyer kazası kırkıncı okul Başöğ toz tane«i arasındaki fark kadar büyük retmeni Hasan Tahsin Altan müptelâ olduğu düşünülürse, dünyanm atlattığı olduğu hastahktan kurtulamıyarak tefelâketin azameti derhal anlaşılır. davi edilmekte olduğu Balıklı Rum hasMaamafih, Hey'etşinaslar, seyyare tanesinde rahmeti rahmana kavuşmuştur. Cenazesi bugün saat 11 de mezkur nin birkac sene sonra tekrar civarımızdan hastaneden kaldırılarak, öğle namazı tfeçmesi ihtimali olduğunu söylüyorlar. Eyübsultan camisinde kılındıktan sonEsasen, Anteros isminde bir başka yıldız ra, Tokmaktepeve defnedileceğinden parçasının, önümüzdeki ilkbaharda yer arzu eden arkadaşların teşrifleri rica vüzüne vaklasacağı da malumdur. olunur. yor mu? O zaman Aldo derin derin içini çekerek, acık balkondan uzandı: Bize biraz merhamet yok mu? Bir parça dinlenmemize müsaade etmiyecek misiniz? Hepsi semaya doğru nefes alıyorlardı. Nihayetsiz gün!. Söğüdlerden çalılıklardan, sazlardan serin bir hava yükseliyordu. Ne yapacağız? Dördü de, bataklığın göründüğü, demir balkonlardan birine dayanmışlardı. Arkalarında eski Turnuvaların metruk oteli avlusu susuyor, ve önlerinde, gölgesiz bir âlem gibi, mükemmel bir temizlik uzanıyordu. Isabella, İsabella, görmüyor mu sun? Müphem bir ıstırab Aldo'nun kalbini boşaltıyor ve derinliklerden (haykırarak yeryüzüne binlerce süvarinin çıkışını an dıran ölçüsüz bir hamle dolduruyordu. îza ellerin mükemmel mermerden yapılmış gibi... Paslı parmaklığın üzerindeki iki çıplak el harika idi. Istırabla, arzu ile, hatıra ile, korku ile titriyen ve heyecanlanan Isabella'nın heykel gibi elleri vardı. O. R. G. «AkarSu» daki şiirlerden aruz vezni ile yazılan ve «Bir şairin mezarına kitabe» adını tasıyan nefise üzerinde de du* racaktım. Fakat mürettibin şiire açtığı yaralardan gözüm nemlendiği, yüregimi elemlendiği için vazgeçtim. Bu gibi eser* lerde o gibi hatalar, berrak göllerde kuw baSa ölüleri gibi can sıkıyor. Siir üstadımızı bize verdiği «Akar Su^ dan dolavı tebrik ederken mürettib sehiv* lerine bundan sonra dikkat etmesini di rica edeceSim. M. TURHAN TAN Ingilterenin hava kuvvetleri Londra 12 (A.A.) Hava Nezareti, hava kuvvetlerinin birinci sınıf tayyareleri adedinin halihazırda, havaî teslihat programmın tatbik mevkiine konulması tarihi olan 1935 deki miktarın iki misli olduğunu bildirmektedir. dı altında mı? Sabahleyin bir tecrübe uçuşu yapacağım. Bu is için ilk ve son yıldızlar faydalıdır. Aldo tayyareciye değil, başı kız kardeşinin omzunda, derin derin semaya bakıyordu. Herşey en güzel bir çoban sarkısı gibi saftı. Hicbir rüzgâr sazlann tepesini, haeha^larm alevini, sulann ay nasını kım'ldat^ııyordu. Yalnız, beyazlığm titreyisi gibi, kurbağaların korosu, etrafa hayalî bir hareket ahengi yayıyordu. Aldo nen var? dedi Vana, birdenbire nekadar sarardm? Onda vahi öpüşün hatırası bir şimşek hızile canlandı. Sarardım mı? Bu ışıktan olacak. Birşeyim yok. Sizler de solgun görünüyorsunuz. Aldo kör heyecanının önüne geçemiyordu. Parmaklığ? eğildi ve demirin üzerinde nabzının vuruşlarını duyduğunu zannetti. Fakat yüzünü düzeltmek ve ıstırabmı gizlemek için biraz kuvvet topladı; otel avlusunun perişanlığını görmek istiyormuş gibi geriye döndü ve gizli bir kaç adım attı. Birikmiş ağlamalarm üzerine çöktüğünü hissediyordu. Delice bir Necib Fazılın yeni piyesi Cumhuriyet ailesinden güzide şair v« edıb Necib Fazılın (Bir Adam Yarafel ' mak) isimli piyesi 15 şubat 1938 sah a k \ şamı temsil edilecektir. Ehemmiyetli ^ * bir edebiyat hâdisesi mahiyetinde ha • ber verilen bu eser alâka ile beklen * mektedir. kaçmak ihtiyacı onu keşfolunmaz hara* benin içinde eşikten eşiğe, koridordan koridora, odadan odaya, meçhul bölmelere attı. Elbisesi yanıyormuş ve süratinden doğan rüzgâr alevleri parlatıyormuş gibi nefes nefese koştu. Şimdi gölge pencerelerden girmiyor, odaların içind* teşekkül ediyor, deliklerden cıkıyor, en U7?k V^'Pİeri istilî °^;vor, bir siyah kül gibi birikivordu. İsabella! îabella! îsim, bir kı«!adavmış gibi akisler uvandırdı, faW son>a «i'^iinun hayati katmerleşti. IsabelM îsim, çöken bi'sey gibi akissiz düştü. Harab damdan lâciverd bir ışık görünüyordu. Gölgede yumufak bir yarasa uçuşu vardı. îsabella! Harabenin dolambacları içinde yolunu kaybetmişti ve arası açık kaldırımlarda sarsılıyor, düşmüş sütunlara çarpıyor el yordamile kapılan aşıyor, meçhul şekiller karşısmda bütün kemiklerile titrivordu. Ve bütün korkusunun üstünde korkunc öpüşün hayali, kanlı şehvetis* hayali canlanıyordu. (Arkast tar) Jfazan: Cabriele d'Annunzîo 9 Tercume eden: Cemil Fikret Aldo gülmüyordu. Dudaldarını, Isa Isabella! Isabella! bella'nm avcunu açarak kendisine uzatAldo bu ismi duvarlarda okuyordu. tıgı elinin, parmağına değdirdi. Sen evvelce de îtalyanm en zarif Hah.. İşte böyle. kadınıydm, dedi; bu^ün Luisa Casati, Daha kuvvetle emiyordu. Ottavia Sanseverino, Doretta Rudini ile Yeter. rekabet yapıyorsun; evvelce rakiblerinir Paolo'ya beyaz nilüferlerle dolu ka ismi, Beatrice Sforza, Renata d'Este. jal boyunca, kütük yüklü arabayı geç Lucrezia Borgia idi. tikten sonrakinin zayıflamış bir aksi saÇocuklar gibi gülüyorlardı. Rüyalandası gibi gelen bir gülüşle «ülüyordu. nı uzağa götüren mukavemetsiz nesele Yeter. Artık hemen hemen acımı rinden diğer ikisini unutmuslardı. Onlar, yor. Yalnız yakıyor biraz. pencerenin köşesinden tuhaf bir tiyatro Vana'nın bakışı fenaydı. Kız kardesi sahnesi seyreder gibi bakıyorlardı. Yegülüşile bütün odayı dolduruyor, vıldızb niden billur kapıdan geçtiler ve on üç yuvarlağını açan bir tavuskuşunun a!tın basamaklı merdivenden yeniden indıler. ve gök mavisi zenginliğini andıran, zarif Adımları beyaz ve uzun bir koridorda, hareketlerile etrafında koşuyordu. sonra metruk bir başka merdivende, son Biliyorum, biliyorum! En güzel ra bir salonun gölgesinde akisler uyanelbiselerim bu dolablarda değil mıydP dırdı. Paslı rezelerinde bir kapı gıcırdaIpeklilerimi, satenlerimi burada bırakına dı. mıs inıvdım? Güzellik mütemadiyen yenileni f