7 îkinciteşrin 1937 CUMHURlYEl tktısadî hareketler Nihayet Hatayda Her Hataylının dilinde, kalbinden gelen ayni dua var; yalnız ah şu «yavaş, yavaş» olmasa! Yazan: KANDEMİR 33 Balkanlı dostlarımızla Ciddiyet ve cinsiyet buhranı Bir okuyucumuza ticaret anlaşmaları cevabımız Davul Yeniliğin suiistimali Balkan Antantına dahil memleketlerle iyi dostluk münasebetlerinin yeni biı tezahürü görülmektedir. Bu memleket lerle aramızda yeni esaslara dayanan ticaret anlaşmaları yapılmak üzere bulunuyor. Türkofis umumî reis'miz Yugos lavyaya gitti. İktısad Vekâleti daimî müsteşannm riyaseti altında bir heyet de bugün yarın Romanyaya giderek yeni ticaret anlaşmasınm müzakerelerine başlıyacak. Dostumuz Yunanistanla ticarî mü nasebatımızın daha fazla inkişafı ise ötedenberi arzu edilen ve bu inkişafı temin edecek mahiyette yeni bir anlaşmanın yapılması mukarrer olan bır şeydir. Bunu göreceğimiz günlerin de sayılı olduğuna şüphe yoktur. Şu vaziyet yeni ihraç mevsimi başlarında muhtelif Avrupa memleketlerile yeni ticaret anlaşmaları yapılırken Balkanlarda da müesses dostluk çerçevesile hemahenk yeni bir ticarî münasebat zemininin hazırlanmasının ihmal edilmediğini gösteriyor. Üç dost Balkan devleti, yani Romanya, Yugoslavya ve Yunanistanla yekun itibarile ticarî münasebat;mız lehimizde dir. Bununla beraber bu yekun dahi çok bir şey tutmaz. 2,666,000 liralık ihracat ve 2,359,000 liralık ithalât geçen senenin ticaret muvazenesi istatistiklerinde yer bulmuştur. Şunu da ilâve edelim ki yalnız Yunanistanla ticarî münasebatımız lehimizde, diğerlerile aleyhimizde kapanmaktadır. En iyi ticaret münasebetlerimizin görülmesi tarafeynce arzu edilen dost Balkanlı memleketlerle bu münasebatın cılız bir hudud içinde kalması tabiidir ki istenemezdi. îşte şimdi vukua gelen ha reketler bunun tabiî bir neticesidir. Ve bunun da bu memleketler için iktısaden faydalı olacağmdan emin bulunmaklığımız lâzımdır. PAZABDAN PAZADA PENCERESiNDEN Kahve pişiren makine Davul Beyoğlu ve E • minönü kazaların \ dan sahur davulu kalkmış. Esbabı mucibesini bilmiyorum. Düşündüm, düşün düm, şuna hükmet tim: Beyoğlu günahkâr bir semttir, orada oruç tutmıyanlar ekseriyeti teşkil ederler; bundan başka nüfusunun ekseriyeti de gayrimüslimdir; azm azı bir ekalliyet için ekseriyeti geceyarıları uykudan uyandırmak reva değildir. Eminönüne gelince, orası da Balıkpazarı gibi şehrin en büyük yiyecek, içecek çarşısını içine almıştır. Bu kadar iştah verici madde arasında oruç tutmak zordur ve o cıvarda da sahur davuluna lüzum yoktur. Lâtife kılıklı sözleri bir tarafa bırakalım. Yalnız sahurda değil, birçok işlerimizde şu davul denen nesneye ne lüzum var? Sahura kalkmak istiyen çalar saatini kursun ve kalksın; askere gitmeğe, yahud da intihabatta rey vermeğe mecbur olan da gazete okusun; okuma bilmiyorsa öğrensin (okumak hiç fena birşey değildir) ; öğrenemiyorsa bilene sorsun; üstelik radyo gibi makineli bir münadî ve tellâl da var. Koca oparlörlerle meydanlarda avaz avaz bağırıp duruyor. Onun verdiği haberi sağır sultan duyar. Davula ne lüzum var kuzum? ahvenin; herkesçe bilindiği üzere, lugat bakımmdan bir tarihçesi, keşfolunmak ve kaynağmdan taşıp yayılmak itibarile kendine malısus bir tarihi, edebiyatta yeri vardır. Kahve henüz mahiyeti meçhul bir nebatken tabiatile isimden de mahrumdu. Şazilî adlı bir Arab şeyhi, o ismi olmıyan ağacın yapraklarmı yiyen develerde bir dirilik, canlılık yüz gösterdiğini görerek kahve ile alâkalandı. Onun halifelerinden Omer de Yemendeki Zübeyd kasabası yakınlarında bulunan Usak dağında münzevî iken mürşidinin keşfini ileri götürdü, kahve pişirme usulünü icad etti. Fakat o ağaca ve dallarından toplanan tanelere kahve denmesi istiare ve kıyas suretiledir, daha doğrusu keyif ehlinin buluşudur. Çünkü arabcada kahve, şehve vezninde içki demektir. Hatta Arablar «şarab içildi» yerinde «kahve içildi» de derler. Gene kahve o dilde koku manasına gelir ve bu suretle kullanılmca rayihanın müradifi olur. Kamus mütercimi A» sım, büyük eserinde bu noktalan kaydettikten sonra kahvenin şehveti kestiğine de işaret etmeği unutmaz. Meçhul bir nebat iken dünyanın kısa bir müddet içinde en meşhur metaı haline gelen kahvenin bizim yurdumuza illc girişi 1554 yılmdadır ve Kanunî Sultan Süleyman devrindedir. Halebli Şems ad« lı bir açıkgöz, $eyh Şazilî ile müridi ö * merin keşiflerinden üç yıl sonra bütün Arabistanda, Mısırda ve hatta Suriyede tanındığı halde Anadoluya, Rumeliyt giremiyen kahveyi pişirilir, içilir bir kara inci diye îstanbula getirdi, o zamana ka« dar ayran içen Osmanlı Türklerini hızli kahve tiryakisi yaptj. Kahve, ayran severlerin ayranlığmi kabartmamış ve kendilerini köpürtmemiş değildi. Lâkin onlar, bu yabancı metaın haram olduğuna fetva almak, Halebli Şemsin kurduğu kahve ocağını başına geçirmek istedikleri vakit Şeyhülislâm Ebussuudun yardımını göremediler. Şarabı bol bol metheden Şirazlı şair Hafızm Divanını yaktırmak istiyen ham sofulara yaptığı gibi ayran severlere de Ebussüud ne yüz, ne fetva verdi ve bu tutumile kahvenia helâl olduğunu halka hissettirerek revacını temin etti. Halebli Şems de kahve yüzünden üç yılda beş bin altın kazanarak yurduna döndü. Kahveyi Arab şairleri «uykuya ve şehvete düşman bir zenci» diye tarif ederler. Şarabın arasıra yasak edildiği devir» lerde Osmanlı şairleri de: Humler şikeste, bade tehi yok vücudimey Ettin esir kahve bizi, hey zamane hey Ciddiyet ve cinsiyet buhranı Antakya kızları arasında İlk sabah; Antakyanın tcnbel tenbcl sırtını yasladığı yamaclann tepesinden güneş kızıl yüzünü gösterirken pancurları ittim. Odaya göz kamaştıran bir ışık doldu. Pencerenin önüne oturdum. Önümde yedi sekiz metro genişliğinde bir yol, sonra, buradaki herşey gibi bulanık Asi nehri, daha ötede, solda dört gözlii eski taş, köprü ve karşıda çınarların gölgesinde uyuklıyan öbür kıyı... Haritayı, coğrafyayı bırakalım isterseniz.. îşte önümde Antakya var. Ve ben rahat bir koltuğa gömülmüş, fakat içe üzüntü veren garib ve acib bir sesli filmi seyre dalan adamım. Şapkalı, fesli, sanklı, takkeli, külâh lı, şalvarlı, pantalonlu, entarili, abalı, her telden çalan, her dilden öten perişan bir kalabalık kaynıyor. Eşek, at, öküz, inek, koyun, keçi, tavuk, kedi, köpek... Ve sinek sürülerini yaran şoförler sağa sola kornalı küfürler savurarak arabalannı sürüyorlar. Nuhun gemisinde miyim? Şalvan; bir besli Karaman kuyruğu gibi yalpa vura vura, bajındaki simid dolu tepsile geçen yalınayak çocuk yayık yayık bağırıyort Kaakeee! Ve türkçe ilâve ediyor: Taze taze... Bakır güyümünün önüne koyun boğazlar gibi çömelmiş, kupkuru ihtiyarın ağzı bir karış açık: Haliiib!... Sıcak sıcak... Kaynı yor! Kıyıda, balıkçmın uzun kamı§mdan sarkan oltanın ucunda pırıl pınl çırpınan balığa iki bedevî kahkahalar savuruyor. Belli, bu çeşid ölümü hiç görmemi}ler... Başmda melon şapkası, ayağında sapsan getrleri, ve beyaz eldivenli elinde koskoca altın saplı bastonunu gere gere gelen, bıyıkları ve saçları boyalı kalantur bey, doksan dokuzlu tespihini çeke çeke giden ağa ile, yerden, kandilli birer te menna ile selâmlajıyorlar. Garsona: Kapa şu pancurlan.. diyorum. İçeri serin bir loşluk doluyor. Yıldız kahvesi.. Onun adını daha îstanbuldayken duymuştum. Nehir üzerindeki bu muazzam ayd'nlık yalı sofasında yabancıyı, bir anda, fakat müz'ic bir göz hapsine alıyorlar. Kötü huy.. Fakat çıkacak! Bir limonata.. Önüme yüklü bir tepsi geliyor: Bir kâse buz, bir kâse şeker, bir kadeh limon usaresi, bir boş bardak, bir surahi sü... Arkasından minimini bir kadehin dibinde bir yudum kakuleli acı kahve ikram ediyorlar. Şam usulü... Fakat kalkacak! Yanımdaki masada sekiz on sandalye birden takır tukur yerinden oynadı. Sekiz on kişi birden ayakta elpençe divan durdu. Sonra hepsi secdeye varır gibi, oldukları yerde bir geri bir ileri giderek hep beraber tekrar sandalyelerine oturâular. Ve hepsi, talimli asker gibi sağ ellerini yüzlerine kaldırarak seri bir hare ketle birbiri ardısıra bir sürü burunlannı tokatladıla. Meğer yeni gelen arkadaşlarını karşılıyorlarmış.. Köhne ve gülünc Suriye âdeti... Fakat kökünden kazınacak! Herkesin ağa.. ağa diye [*] saydığı bir ihtiyara: Şapkayı giymek, lâtin harflerini bellemek ve yaşasm Türkiye... demekle iş bitmez, dedim. Yüzüme bön bön bakarak sordu: Ya ne yapalım?.. Türk inkılâbının bütününü, nok sansız ve hilesiz hurdasız benimsemek, ve hazmetmek lâzımdır. Siz baştakilcr hâlâ Osmanlı huylarına ve yirmi senedir alıştığınız bir sürü Suriye âdetlerine bağlı kalırsanız, gözlerini sizden ayırmıyan halkı da kötü yolda bırakırsınız.» Ellerini uğuşturarak gülümsemek istedi: Doğru. Fakat yavaş yavaş... Hayır.. Yavaş yavaş yok. Çünkü hiçbir hazırlık istemiyen, ne siyasî, ne içtimaî hiç, hiç bir mahzuru akla bile gelmiyen öyle derhal yapılması mümkün ve lâzım işleriniz var ki, bunları yavaş yavaş bırakmak, tekrar ediyorum, Türk inkılâbının farkında olmamak demektir.. O gece bana bir ziyafet vermişlerdi. Zengin sofrada yirmi kişiden fazla idik. Fakat keşke bu sofra çok fakir olsaydı da, üzerinde bir kapçık olsun Türk ye meği bulunsaydı.. Hele o cıvık cıvık, üzerinde parmak izleri beliren, kırmızı bibere batınlmış çiy et köftesi ortaya gelince, birdenbire kabaran bir iştiha ile şapırdıyan ağızlan görseydınız. ı^,;^r^^ ii*m** ^w mıi»«! F. G. Muğlada Atatürk heykeli Hayır dostlanm, hayır... Çiy eti de bütün çiyliğile öteye bırakacak ve hef$e • yiniz gibi kafalarınızı da Atatürk inkı lâbınm o sönmez nurile pişireceksiniz. Bakın; gene sizin eşleriniz, gene sizin kardeşleriniz ve kızlannızdan mürekkeb bir Antakya bayanlan toplantısında, onlar, bana ne dediler: Biz, Atatürkün kızlanyız. O öl masaydı, birer esir gibi sürüne sürüne kahrımızdan ölecektik.. Bizi hayata, saadete, şerefe kavuşturan odur. Onun yolunda ölüme kadar sevine sevine gide • cek biziz.» Vakıâ, evet, her Hataylının dilinde, kalbinden gelen ayni dua var. Yalnız, ah şu (yavaş yavaş..) olma sa. [•] Ne de bol ağa var! KANDEMİR Muğla (Hususî) Atasının heykeline kavuşmak için büyük tehalük gösteren sehirlilerimiz nihayet bu mutlu güne Cumhuriyet bayramında kavuşmuşlardır. Muğlalıların inkılâba ve Büyük Öndere bağlılıklarının ifadesi olan abidenin kaidesi somaki merfnere benziyen çok güzel işlenmiş renkli granit taşlarile yapılmıstır. Bronzdan, tabiî büyüklükten iki buçuk misli fazla olan heykel Atalürkü askerî kıyafette ve bası açık olarak ve ufuklara bakarken göstermektedir. Heykelin seref verdiği meydanı süslemek için icab eden tertibat alınmıs ve geIecek seneye yetistirilmek şartile 81 bin lira deeerinde bir Halkevi ve otel binasınm temel atma merasimi yapılmıştır. Yeni Bursa Belediye Reisi söze basladı Bursa (Hususî) Bursa Belediye reisliğine intihab edilen emekli kurm&y yarbayı Neşet Kiper işe başlamıştır. Neşet Kiper akademi tahsihni müteakib Genel Kurmayda calışmış, bilâhare Askerî lisesi müdürlüğünü yap mıştır. Neşet Kiper Yeni Beledive reisini ziyaretle tebrik ettim. Bütçe dar, yapılacak işleri pek çok olan bir seyyah ve su şebrinde beledive reisliŞi yapmanm zorlukları karşısmda kendisine muvaffakiyetler diledim. Neşet Kiper, eneriik bir sahsivettir Kendisinden Bursa için iyi hizmetler umulmaktadır. On kadar gazeteci arkadaş Sirkeci rıhtımına koşuyorlar. Bardaktan boşanırcasına yagan yağmur altında, hepsinin gözleri, koyu kurşunî bir sisle örtülü denizin kaynar su gibi fıkırdıyan dalgaları üstünde: Ha geldi, ha geliyor... Aman kaçmasın... Ve arkadaşlar birbirlerine vazifeler dağıtıyorlar: «Sen vapura gidersin, sen iskelede durursun, ben burada beklerim, o şu köşeyi tutar.» Fotografçı, muhbir, muhabir, röportajcı, hep birden faaliyetteler. Îşte geldi, geliyor, vapur yaklaştı, aman dikkat, esvabını değiştirip sıvışmasın, aman, «sen kolundan yakala, sen eteğinden tut, sen boynuna sarıl!» Ne oluyor? Kim geliyor? Amerika Reisicumhuru mu? Japonya Imparatoru mu? Greta Garbo mu? Kimdir? Vapur yanaşıyor. Herkesten evvel gazetecilerin bir kısmı içeride. Güverteden bir ses: Yakaladım! Burada I Hemen fotograf objektifleri âyar ediliyor, kalemler kâğıdlar çıkıyor, gazeteciler aranan insanın etrafını sarıyorlar. Ertesi gün, gazetelerin birinci sahifesinde, en büyük memleket ve cihan davaları arasında, koskocaman resimlerle okuduğunuz haber şudur: Izmirden bir kız gelmiş, erkek elbisesi giyiyormuş, orada başka bir kızla nişanlandığı rivayeti çıkmış. Havadis bu kadarcık mı? Evet! îstanbul matbuatını rıhhmlara koşturan, gazetelerin birinci sahifelerini kaphyan haber bu. Üstelik, etrafını saran bu gazeteci kalabalığı içinde hayretten hayrete düşen kız, îzmirde başka bir kızla nişanlandığı haberinin de yalan olduğunu söylüyor ve ortada erkek elbisesi giymiş bir kızdan başka hiçbir hâdise kalmıyor. Bu, bir hâdise midir? Ata binen her kadın, aşağı yukan erkek elbisesi giyer; bunlardan başka, garabeti çok seven veya kendi cinsini hiç sevmiyen bazı kadınların da erkek elbiseleri giymeleri görülmemiş ve işitilmemiş birşey değildir. Matbuatımız bunu fazlaca garib buluyorsa, iç sahifelerinde, dünya ve memleket garibeleri arasında, bu küçücük habere de birkaç satırlık yer verebilirdi. Bize sorarsanız, cidden garib olan şey, bir kızın erkek elbisesi giymesinden ziyade, gazetelerimizin bu mevzuda kopardıklan gürültüdür. însan bu kızcağızın mı, yoksa matbuatımızın mı bir ciddiyet buhranı geçirdiğini soruyor. Bu kızeağızın erkekliğe hevesi nekadar âşikârsa, gazetelerimizin dedikodu peşinde koşmak suretile kadınlığa o kadar heves ettikleri meydanda. îşte hem bir ciddıyet, hem de bir cinsiyet buhranı! Yeniliğin suiittimali Bazı yeni keli meler var. Dilimizi zenginleştirdiği ve şjvemize uygun geldiği için hoşumuza gidiyor: «Kalkm ma» kelimesi bunlardandır. Yirmi sene .\e evvel «seziş» ke ' limesi de ortaya atıldığı zaman buna benzer bir rağbet kazanmıştı. Misal çoktur. Fakat biz yazı adamları, böyle bir kelime yakaladık mı, onu olur olmaz her yerde kullanmak istiyoruz. Geçen gün, bir gazetede, altı satırlık bir haber içinde dört tane «kalkınmâ» kelimesine rasladım. Bu kadarı fazla. Yeniliğin suiistimal yüzünden böyle bir çok kelimeler de halkm hoşuna gitmek üzere iken canını sıkmağa başlamış, bir daha kullanılmaz olmuştur. Yeni bir kelime, yeni doğmuş bir çocuk gibidir: îtina ile ele alınmaz, kucaktan kucağa her yere taşınıp durursa hastalanır, meselâ bir soğuk alır, ölür. Yeni kelimelerin soğuk almalan da halkın onlardan soğuması demektir. Amerikan şakaaı Milletleri güldü ren şey birbirine benzemez. En çol millî olan şeylerder biri de mizahtır. Hele kıt'alar arasında şaka, mizah, komik telâkkisi birbirinden çok farklıdır. Amerikalıyı güldüren şey Asyalıyı hüngür hüngür ağlatabilir. Hiç değilse insan bu yeni dünya şakası önünde buz kesilir. îşte bir misal: Amerikanın Bufalo şehrinde zengin bir tüccar ölmüş ve ölümünden sonra da, sağlığında pek hoşa giden şakalarına devam etmiş olmak için şöyle bir vasiyetname yazmış: «Ihtiyar karıtna sevgilisile avunmasmı üasiyet ediyorum, bu suretle zannetliği kadar aplal olmadığımı da anlatmak isliyorum.» Soğukluğa ne buyurulur? îki satır daha okuyalım: «Kızıma yüz bin dolar bırakıyorum; bunun da sebebi kendisini değil, müstakbel kocasmı memnun etmekiir.» Amerikalılar bu zarafete katıla katJa gülerler. Onların bu kahkahaları da gösterir ki hayatta Amerikalılar kadar muvaffak olmak jcin zekâ şart değil, hele espri hiç şart değildir. SERVER BEDİ gibi sözler nazmetmişlerdi. Rahmetli babamın da, bilmem ne münasebetle, kahveyi: Bir siyeh telh'âbdır amma ki şirinmeşreban Meclisinde akdemi gulşekkeri ikram olur Bir okuvucumuza cenabımtz Dr. Schacht'm istifası Londra 6 (Hususî) Alman İktısad Nazırı Dr. Schacht yakında istifa edeceğini bir îsviçre aiansmın muhabirine söylemiştir. Doktor Schacht dört sene lik iktısadî plânm bif elden idaresini temin için istifa edeceğini söyliyerek, bazı devlet ricalile ihtilâfta bulunduğuna dair çıkan haberleri kat'iyetle tekzib etmistir. îstanbul Üniver sitesinin Romano loji Enstitüsünde Fransız edebiyatı tarihi dersi veren zat bir Almanmış. Dersini fransızca ver meğe çalışıyormuş amma bu lisanı iyi bilmediği pek belli oluyormus\ Okuyu cularımızdan biri bize soruyor: «Fransızca ve almanca bilmiyen değerli Türk profesörü Berline gitse ona orada Fransız edebiyat tarihi kürsüsü verirler mi?» Ne münasebet! Almanyada fransızca bilmiyen bir adama Fransız edebiyatı tarihi kürsüsü vermezler; fakat Alman5"ada almanca bilmiyen adama kürsü değil, su bile vermezler! beytile methettiğini hatırlıyorum. Fakat bu mübarek metam tadı, güzelce kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekilerek pişirilmesindeydi. Sonraları motöre bağlı makinelerde öğütüldüğü için tadını kaybetmeğe başladı. Benim gibi günde en aşağı on büyük fincan kahve içenler bu değişikliğe henüz zevklerini alıştıramamışken ortaya bir de kahve pişiren makine çıktı. Sık ve zarif birşey. Fennîn yaratbğı bütün âletler gibi bunda da gülümsiyen zekâ hali var. Fakat dişleri arasma konulan iri kıyım kahve ununu homurdanarak ve bir tutam ıslak duman püskürerek tek saniye içinde simsiyah su haline getirmesi hoşuma gitmedi. Kahve ağır ağır pişmek, köpüre köpîire kaynamak için yaratılmıştı. Makine onun bu hususiyetini öldürüyor!.. M, TURHAN TAN N O V O T N i' de S Ü R P R i Z Budapeşte Operet Şantözfi RUDOLFFY Tamamen yeni bir repartuvarla ve Yunan Operet artisti Ankara tayyare seferlerinde değişiklik Ankara ile îstanbul arasındaki tayyare seferleri tarifesinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Badema pazardan maada her sabah saat onda îstanbul Ankaraya bir yolcu tayyaresi hareket edecektir. Ankaradan Istanbula gene pazardan maada hergün saat 14,10da bir sefer yapılacaktır. Istanbuldan Ankaraya gidecek yolcular için her sabah saat dokuzda Havayollarının otobüsü Karaköyden hareket edecektir. Bu suretle sabahlan saat yedide ya pılmakta bulunan sefer kaldırılmış olu yor. înegölde güreş sporuna ehemmiyet veriliyor ARiS HRYSOHOOS'un iştirakile eğlenceli numaralar Hurrem Sultan M. Turhan Tanın en güzel eseri YUNKA'nın ve sevimli tenor BERLITZ Akşam lisan kurlan lnegöl (Hususî) • Şehrimizin birbirile meşru bir surette rekabet eden kulüblerinden biri olan idman yurdu şubelerini artırmağa karar vermiş ve bu münasebetle evvelâ sporumuz olan güreş için bir kısım ayırmıştır. Gönderdiğim resim bu eski yurdun ilk güreşçilerini teşkil eden gencleri fut • bolclarla birlikte göstermektedir. 373 istiklfil caddesl Piyasaya çıktı Üstadm o rengin ve zengin üslubile ve tarihlc edebiyatı merzcederek yazdığı bu şehkârı mutlaka ikuyunuz. FRANISGA INGiLiZGE v. s. Ayda 4 llradır. Haftada 3 ders