4 Bdndteşrîn 1937 CUMHURIYET Filistin Lübnan Erdün Suriye Hatay tktısadî hareketleı Kıymetli bir eser 1929 senesi ortalannda başlıyan bü yük dünya buhranının doğurduğu bazı vaziyetler vardır ki bunlar iktısadî hayatm içine girmiş görünüyorlar. Buhranın seyrine göre, tatbik şekilleri zaman za man değişmiş olmakla beraber esaslan devam edip geliyor. îşte, döviz* kontrolu ve millî parayı korumak için ahnan ted bırler de bu tedbirlerin, malî sahada alınanlannın başmda gelmektedir. Memleketlerin tabiî hayata dönüş ihtimalleri başladığı şu zamanda döviz kontrolu kolay terkedilemiyeceğe benziyenbır tedbir olarak yaşıyor. Millî parayı koruma ise her memleketi meşgul eden başlıca meseledir. Gene Türkiye Cum huriyeti buhran yıllarının doğurduğu ahval ve şerait içinde iktısadî ahengini temin etmek ve paramıza istikrar vermek için birçok yeni tedbirler almış ve bugün bunların müsbet neticelerini görmüştür. Cumhuriyet hükumetinin bu siyasetinin hususiyetlerini bizzat Büyük önder son nutuklarında Meclis kürsüsünden ifade buyurdular. Ticaret Odası tetkikat ve istihbarat şubesi müdürü Tevfik Alanay kıymetli bir eserinde Cumhuriyet hükumetinin buhranı müteakıb iktısadî sahada aldığı tedbirleri aydınlatıyor. (Türkiyede döviz kontrolu ve millî parayı koruma) adım taşıyan bu eser, cidden tam zamanında neşrolunmuştur. Eğer aldanmıyorsak bu eser bu sahada tektir. Harb sonunda Türkiyenin vaziyetini kisa fakat veciz bir şekilde canlandıran eser sahibi, para buhranına tekaddüm eden zamanlardaki umumî vaziyet, buhran ve safahatıle devletin para piyasasına müdahalesi, konsorsiyom ve kambiyo murakabesi, para kıymetinin muhafazasile ticaret politikamız ve klering anlaşmala nnın döviz muamelâtına tesirini eserine mevzu yapmış, bu sahada neşredilmiş olan kanun ve kararnamelerin metinlerini de ilâve etmiştir. Döviz kontrolunun hususiyetleri nekadar bilinmeğe muhtac ise millî parayı koruma gibi köklü bir siyasetin takib ettiği safahatın da okadar tesbitine lüzum vardı. Tevfik Alanaym eseri bu boşluğu doldurmuştur. NOTLARI îlk mektebi ziyaret «Sopasile çocuklardan birini dürterek sönmüş nargilesine ateş istedi. Sonra iri göbeğini saran kuşağından enfiye kutusunu çekerek bana uzattı..» Yazan: KANDEMÎR 30 Kalın demir parmaklıklı pencerelerden tramvay yoluna müthiş bir gürültü akı yordu. Merakla yaklaştım. Gözlerimi içerideki loşluğa alıştırarak bir müddet baktım. Bu, hasır döşenmiş büyük bir odaydı. Yedi sekiz yaşlarmda elliden fazla ço cuk karmakarışık bir vaziyette, fakat yüzleri sokağa dönük, birer küçücük tahta rahlenin önünde bağdaş kurmuşlar, hel biri bir başka makam tutturmuş goygoy cular gibi, bellerinden yukansı alışılmı^ bir ahenkle öne arkaya gidip gele gele, gbzlcri cüzlerinde, ağızlan birer kanj açık, bağınp duruyorlardı. Pencerelerden birinin yanındaki kö çede, üzeri bir bakır divit, kamış kalem ler ve kitablarla süslü büyük rahlenin arkasmda yastıklara yaslanmış kallavi sarıklı, sakalı bıyığına karışmış korkunç yüzlü bir cübbeli oturuyor ve elindeki altı yedi metro uzunluğundaki incecik değneği havalandırarak, ikide birde ço cuklardan birinin omzuna, dizine, kafasına indiriyordu. Bu bir ilkmektebdi! Burada, bir yeni neslln, temeli kuru luyordu. Pencerenîn önünden aynlmadığımı, hâlâ dikkatle, hayretle baktığımı farke den hoca efendi sopasını sallıyarak ço cuklara yüksek perdeden bağırdıktan ve sol elinin şehadet parmağile bir müddet burnunda bir şeyler araştırdıktan sonra yılışarak bana döndü: Ehlen ve sehlen! Merhaba üstaz.. Keyif halek?.. Elhamdülillâh.. Faddal! îçeri, bu havasız, ratib loşluğunun güriiltüsüne dalmağı göze kestiremedim. Hoca efendile kırk yılhk ahbablar gibi pencere önünde yerenlik etmeğe başla dık: Sizde yaz tatili yok mudur üstaz? Lâ.. Lâ.. diye parmakhğa biraz daha yaklaştı, lâ!.. Mektebi kaparsak r.afaka nereden gelecek?. Sonra da utlubul ilmu buyurmuşlar. Demek seni talebe besliyor. E.. elbette, sana bir harf öğretenin kölesi ol buyurmuşlar.. Bu çocuklar bu halle Kur'an mt okurlar? Namazın şartlannı da bilirler. îstersen kaldırayım da gör. Hacet yok. Fakat başka memle ketlerdeki mekteblerde... Bırak, dedi, bırak diyan küfrü, bir çocuk Kur'anı belledi, namazı da öğrendi mi başka birşey istemez, iki dünyada da muammer olur. Sopasile çocuklardan birini dürterek sönmüş nargilesine ateş istedi, sonra iri göbeğini saran kuşağından enfiye kutu sunu çekerk bana uzattı. Kullanmam ya üstaz. Zihin açar ya havaca! (1) Havaca değilim.. Müslümanım, dedim. Şehîd pilot Ekremle IzmirPENCERESiNDEN den Istanbula bir uçuş Fennî lâtifeler Şimdi bir hava şehidi olan gene, on yedi gün evvel yağmurlu ve fırtınalı bir havada, Dağ tayyaresini iki saatte Izmirden Yeşilköye getirmişti üneccimlerin vaktile gaibden haber vermek yüzünden neler çektiklerini, ne sıkıntılara uğradıklannı tarihle meşgul olanlar bilirler. Onlann kehanetleri yüzde doksan dokuz ters çıktığı halde devrin âkıl geçinen gaBu yazıyı, Ankaradan îstanbula gazete taşırken ölen hava ve matbu filleri gene müneccime danışmaksızm bir at şehidlerinin, on yedi gün evvel beraber uçtuğum Ekremle arka işe el vurmazlardı. daşı Saminin ruhlanna ithaf ediyorum. A. D. Bu yüzden tarihe geçen fıkralann sayısı hayli kabank bir yekun tutar. Bunlaf rın içinde Onyedinci asır müneccimlerin* den Hüseyin Efendinin hikâyesi bilhassa mühimdir. Osmanlı sarayında elçileri tırtıklıyacak, muahedenamelerde tadiller yaptıracak kadar büyük bir nüfuz temin etmiş olan Hüseyin Efendi her yıl tertib ettiği takvime bir takım kerametler, kehanetler de ilâve ederdi. Dördüncü Muradın ölümü vukua gelince birkaç merak sahibi adam ona yanaşarak sormuşlardı; Hünkârın ölümünü istihrac buyurmadınız, neden gaflet buyuruldu üstad? O gülümsiyerek takvimi açtı, bir ibare okudu, ta'miye denilen usulle bundan «padişahı nâmurad» terkıbinin çıktığım gösterdi ve bu hokkabazlıkla bir kat daha şöhret aldı. Fakat aradan beş on yıl geçince adamcağızın rakibleri çoğaldı, ayağına karpuz kabuğu koymak istiyenler ziyadeleşti. Belki elli, belki yüz kişi onun bir sakatlığını keşfetmek istiyoıdu. Nihayet bir yılbaşında çıkardığı takvim le almdı, vaktile kendisinden öğrenilen ta'miye usulile takvimdeki ibareler tahlil lundu, bir köşeye «Mehmedin ölümü» sözünün sıkıştırıldığı görüldü, o sırada Dördüncü Mehmed hükümdardı ve bu gizli kehanet onun öleceğini haber vernıiş oluyordu. Arkadaşımız Abidin Daverle pilot Ekrem Ege manevralarından Dağ tayyaresile dönüşte Yeşilköy hava istasyonunda [Solda duranlardan birinci Dağ tayyaresinin pilot muavini Kemal, ikinci tayyarenin pilotu ve son kazanın kurbanı pilot Ekrem, üçüncü Ekremle beraber şehid olan telsizçi Sami ] Onlar, yalnız hava şehidleri değil; ayni zamanda matbuat şehidleridir de.. Çünkü Ulusun ikinci tab'ını, kesif bir sise rağmen, mutlaka îstanbula yetiştirmek için düşüp ölmüşlerdir. Onun için, gene yaşlannda, Karamürsel tepelerinde parçalanan bu iki delikanlıyı matbuat şehidi de addederek iki katlı bir teessür duyuyorum. Samiyî şahsan tanımıyorum; fakat Ekremi tanıyorum; Ege manevralarından dönüşte onun kullandığı Dağ tayyaresile îstanbula gelmiştim. Şimdi, şu satırları yazarken onun gene, güzel, sevimli ve canlı yüzü çok tatlı tebessümile gözleri min önünden ayrılmıyor. Bu gene şehidi, ilk defa arkadaşı ve muavini Kemalle birlikte Izmirde A D karapalasm altındaki kahvede görmüş tüm. Kaç gündür, Cumhuriyet nam ve hesabına çalışan tayyaresile Istanbuldan gazetemizi getiriyor ve manevra resim lerini alıp götürüyordu. Bana teklif etti: Sizi de îstanbula tayyare ile gö türelim. îzmir îstanbul hava seferlerinin ilk yolcusu olursunuz. Tereddüdsüz kabul ettim. îzmir îstanbul hava seferinin intıbalannı gazeteye yazacağımı, pilot Ekreme, daha tayyareye binerken vadetmiştim; fakat, bu mevzuu Ege manevralarının son yazısı olmak üzere, nihayete saklamıştım. Şimdi, şu satırlan birkaç gün daha evvel yazmadığıma teessüf ediyorum. Çünkü, o sevimli gence verdiğim sözü, kendisi hayattayken değil, şehid olduktan sonra tutmuş oluyorum. Muhte rem okuyucular, vazife kurbanı delikanlının hatırasma hürmeten ve kendisile arkadaşmın ruhlanna ithafen yazdığım bu satırlan, fazla uzun bulmamanızı rica ederim. *** Birer deve hörgüçü gibi görünen bazı tepeleri de atladık. îlerledikçe rüzgâr arrıyor; bulutlar çoğalarak bize yaklaşıyor; ufuklar sisleniyor. Akhisar ovasında yağmur başladı. Fakat, yağmur yerdeki gibi tepeden değil; tam cepheden geliyor. Tayyarenin 235 kilometroluk sürati karşısında, bize çarpan yağmur taneleri camların üstünde ufkî olarak akıyor; tıpkı fennî filimlerdeki mikroblar gibi yürüyorlar. Arasıra dönüp, sanki emniyet ve cesaret vermek ister gibi en tatlı tebessümile bana bakan pilot Ekremin önündeki camda ise, yağmur taneleri, aşağı dan yukarıya fırlıyor. Şamda bir ilk mektebin kapısında çocuklar düğüm çeşid mekteblerde değil, fakat büyücü, efsuncu, falcı gibi bir sürii başka vasıtalarla halk arasında da serbestçe intişar etmekte olduğunu gizlemediler. Ve garib bir tesadüf eseri olarak, ertesi gün bir başka ve çok tuhaf vak'aya şahid oldum: Şamdan ayrılmıştım. Hama Humus yolile Halebe gidiyordum. Bu çıplak asfaltın, otuz kırk kilometroda bir rasgelinen bağlı bahçeli köyle rinden ve sık sık karşılaşılan otomobil ve otobüslerinden, bir de arasıra rastlanan deve kafilelerinden başka oyalayacak hiç bırşeyi yoktu. 350 kilometroluk bu uzun mesafede insan arkada bıraktığı ve artık bir hatıra olan Şamı düşüne düşüne kendini dinliyebilirdi. öylece dalmıştım. Otomobil birdenbire durdu. Eyvah.. Birini mi çiğnedik, lâstik mi patladı.. Şimdi bu güneşin altında acaba nekadar bekliyecektik? Şoför yerinden fırladı ve yolun sağında tepeden tırnağa kadar, sarığı, sakalı, cübbesi, entarisi, hatta yüzü, her yanı bembeyaz, iki büklüm, sopasına dayana dayana adım adım ilerleyen bir ihtiyarın önünde elpençe divan durdu. Sonra ilerleyerek onun ellerine sarıldı, öptü ve bağıra bağıra yalvarmağa başladı: Ya şeyh ayaklannı öpeyim gel, bir dakikacık bin arabama. tçki içmem, kumar bilmem, haram işlemem, beş vakit namazında bir dini bütün müslümanım. Şefaat et bana.. Bin şu arabama, bir lâhzacık bin!... ihtiyar hiç birşey işitmiyormuş gibi sarsıla sarsıla yoluna devam ediyordu. Şoför bir müddet, yalvara yalvara bir gölge gibi onu takib etti. Sonra meyus, elini cebine daldırarak bir avuc ufaklık çıkardı ve şeyhin yoluna serperek otomobile döndü. F.C. KÜLTÜR tŞLERt Muallimler için kurslar açılıyor îlk Tedrisat müfettişleri yaptıkları son toplantılarda ilk tedrisat öğretmenleri için meslekî kurslar açılmasını ve konferanslar tertib edilmesini kararlaştırmışlardır. Kurslar ihtiyarî olacaktır. Buralarda resim, beden terbiyesi, musiki ve aile bilgisi dersleri üzerinde tatbikî bilgi verilecektir. Konferanslar şehrimizin beş muhtelif semtinde verilecektir. Kursların çalış ma şeklile konferanslara aid program müfettişler tarafından hazırlanmakta dır. Keyfiyet tabiatile saraya bildirildi, müneccim efendi ölüme mahkum edildi. Adamcağız ilkin îstinyeye sürülmüştü, orada şakirdlerinden birinin evinde oturuyordu. Idamına ferman çıktığı gün remil döktü, yıldızlarla konuştu, halâs müjdesi aldı. Lâkin o müjdenin sevinci henüz yüreğinde dolaşırken ferman geldi, kafa« Yağmur gittikçe şiddetleniyor, doğru bulutlann üstüne ve rüzgânn tam gözü sı kesildi. ne gidiyoruz. «Yann» ı keşfetmek iddiasında buluPilot Ekrem dönüp soruyor. Ne söy nan müneccim, kendi mezannın üzerinde Iediğini duymuyorum. Çünkü motörler ıturduğunu bile anlıyamamıştı!. *** takırdıyor ve kulaklarıma pamuk tıkah. Bize daha yakın oturan muavini Kemal Ava giderken havanın iyi olup olmıyatekrarlıyor: cağını vezirinin telkinile bir çobandan Yeni Ticaret mektebi müdürü Profesör AH Fuadm Hukuk Fakültesi dekalığına tayini dolayısile münhal bulunan Ticaret mektebi müdürlüğüne iktısad profesörü ve eski Mülkiye mektebi müdürü Şükrü Babanm tayin edile îzmirin kuşbakışı manzarası çok gü ceği söylenmektedir. zeldir; fakat bu panoramayı seyre doy Pirede bulunan eserler Atina 3 (Hususî) Pirede yapılmakta olan büyük kanalizasyon için yapılan hafriyatta çok büyük laymeti haiz eski Baktım, direksiyona sarıldığı zaman ne eserlerden bakırdan mamul yedi aded Gözlerî alabildiğine açıldı, çarşaf kavazo bulunmuştur. dar enfiye mendilini fırlatıp önüne attı: redeyse ağlıyacaktı. Yanık yanık, içini çe Sen.. Sen mi müslümansın, dedi. Ne müslümanı, nereli? Türk... Bir uzun, tecvidli lâhavle çekti. Beni çıtır çıtır yemek istiyormuş gibi boynunu uzatarak dişlerini gıcırdatarak: Tesettür yok, sakal bıyık yok, nikâhı şer'î yok, dörde kadar tezevvüç yok, hurufu arabî yok, fes yok, medrese yok, tekke yok, türbe yok. Şeyh yok, derviş yok.. Ve tükrüklerini saça saça, kudura kudura, saydı saydı da; Bes eş fi? Diye acı acı sırıttı. Bu parmakhğm arkasında, demir kafes içinde çıldıran bir vahji mahluka benziyordu. Medeniyet. diye güldüm. Hoca ifrit kesildi, yumruğunu rahleye indirdi ve çocuklara dönerek avaz avaz bağırdı: Ya vulad, ben size Türkler dinden imandan çıktılar demedim mi? Bu yobaza acmmaz ve kızılmazdı, fakat o zavallı, masum yavruların günah lan neydi? O gece, bu sahneden bahsettiğim bir mecliste bana Suriyenin bazı yerlerinde yeni ilim yuvalan açılmağa başlandığını müjdelivenler, yobaz zehrinin sade gör ke çeke konuşuyordu: Simav hükumet doktorluğu Ah.. Bir gelseydi.. Simav hükumet doktorluğuna Lutfı Fakat biz aksi istikamette gidiyo Kudret Cansunar tayin edilmiştir. ruz. Zarar yok, dönerdik. Beni yolumdan mı çevirecektin, ne sürmez. Tövbe de ya bey, günaha giriyorsun! hakla? Merak etme alır.. Ve güle güle Dövsen de dönerdim, sövsen de harcar. dönerdim danlma ya bey.. Sen ne söylüyorsun ya bey, önüne Tuhaf sey, bu ne biçim şoförlük milyon düksen çiğner de geçer billâhi. böyle?.. Acelem yoktu. Allahın bir zavallı ku Vallahi ileride karımı kaçırdıklarılunu daldığı derin gafletten uyandırabilnı, anamı boğazladıklarını, evimi ateşle mek için on dakikacık feda edebilirdim: dıklerini bilsem gene geri dönerdim.. Dön, dedim, geri dön, ben şeyhi Bizim şoför birdenbire sıpıtı mıvermişkandınp otomobile sokacağım. ti? Sen misin bu vaidi veren.. Direksiyonu Fesini hırsh hırslı arkaya itti, ceketini kıvırdı, bir anda geri döndük ve yangınsıyınp yanına attı ve anlattı: dan mal kaçınr gibi koşmağa başladık. Bu şeyh erenlerdendir. Bir aydır Biraz sonra yolun kenarında, o bıraktıbu yolda, nereden gelmiş bilen yok. Kim ğımız yerde ihtiyan bulduk: Yere çök seyle konuşmuyor ki.. Sade Kâbeye gidi müş, paraları topluyordu. yor, diyorlar. Bir aydır yalnız iki kişile Gördün mü, dedim, şeyhin keramekonuştu. İkisi de şofördü bunların. Ara tini? balarına birer dakika bindi. Fakat biri Şoför, arabayı durdurmuş, hazîn ha bir hafta sonra Mısır piyangosundan büzin ensesini kaşıyordu. Sonra hırsmı yeyük ikramiyeyi kazandı, öteki hiç bekle nemedi. Sağ avcunu açtı, beş parmağını mediği bir yerden yüz bin liraya kondu. gererek kendi alnını karışladı ve: Ah bir lâhzacık arabama girseydi.. Ben Nah sana, diye homurdandı, bir de ihya olurdum. de şoför milleti akıllıdır der, dururlar. Sadaka verdin ya.. Gene şefaat Hele bak, elin pinpon bunağı bir aydır ader. topumuzu birden kafese koyuyormuş da Sinirli sinirli başını çevirdi: (1) Bizdeki esld çorbacı tabiri gibi hı haberimiz bile yokmuş... rMiyanlar hakkında kullanalır. , Almaz.. Vallahi bir kuruşuna el KANDEMÎR madan îzmiri solda ve arkada bıraktık. Îzmir körfezi hemen küçülerek bir göl oldu, iskeleler, liman birer satırlık çizgiler halini aldılar. Tepelerinde kara bu lutlar dolaşan dağlara ve sislerle dolu tehdidkâr ufuklara. doğru gidiyoruz. Eski zaman zırhlılannm burnuna benziyen Manisa dağını bordaladık. Gediz ovası, altımızda uzanıyor. Ekilmemiş bir kanş yer yok. Garib ve manasız ivicaclarla kıvrılan Gediz nehri çamur renginde akıp gidiyor. Nehir niçin böyle sağa sola kıvrılıyor? Havadan bakınca bunun sebe bini anlamanın imkânı yok. Ovada uzanan bazı yollar, bir defterin yapraklarındaki çizgiler gibi düz ve keskin. On gün evvel Bandırma İzmir treninde sıcaktan boğularak geçtiğimiz tozIu arazinin üstünden serin serin ve tren dekinden daha az sallanarak geçiyoruz. Altımızdaki araziyi bir kabartma haritaya bakar gibi seyrediyoruz. Dağlann ortasmda ovaların birer küvet şeklinde olduğu böyle yüksekten daha iyi görünüyor. Kasabalar, köyler, sanki Beyoğlunun oyuncakçı dükkânlarındaki oyuncaklar dır. Boşluğun azameti herşeyi yutuyor; bütün büyük tabiat varlıklarını küçültüyor. Tepeleri sisli ulu dağların, yüksek ve mağrur şahikalan bile, tayyareye boyun eğiyor; hepsi onun, bu parlak gü müşî kuşun kanadlan altmda hürmetle eğiliyor. Dağlar, başı dumanlı dağlar diye dağlann heybet ve azametini terennüm eden şairlere, tayyareye binip dağ Iarın üstünden geçmelerini tavsiye ede rim. O vakit, haşmetli ve başı yukarıda dağlarının nasıl küçüldüklerini ezilip bürüldüklerini görürler. Korkmuyorsunuz ya? soran ve çobanın bir keçi kuyruğuna ba Hayır! karak verdiği müspet cevab üzerine bir îki ovayı birbirinden ayıran sırtlann dağ eteğinde konuklarken boraya, yağüstünde, ata binmiş vaziyette gidiyoruz. mura, sele tutulan hükümdarın hikâyesi Altımızda vadiler, korkunc yeşil ve de de meşhurdur. O hükümdar, uğradığı su rin uçurumlar halinde, sağa, sola uzanı baskınından güclükle kurtulduktan sonra yorlar. Fazla sallanmağa başladık. Dağ vezirine dönüp t lardan ve onlarm yamaçlarındaki uçurum Çobandan müneccîm, keç! kuyru« lardan birini aşınca, diğerine yuvarlana ğundan usturlab olursa netice böyle ç> cak gibi oluyoruz. Korkmuyorum diyo kar! Demişti. rum amma manzara korku vermiyecek **• gibi değil! Bilmem neden, bir an evvel tekrar ovaya kavuşmak istiyorum. Bugünün rasadhaneleri de hiç olmazSoğuk arttı. Pilot Ekrem arada bir sa yılda üç beş defa eski müneccimler penceresini aralıyor. Yağmur taneleri gibi sözlerinde kâzib çıkıyor ve mahçub yüzümüze çarpıyor. Foto Zeki birkaç düşüyor. Yirmi otuz yıl önce Avrupa resim aldı. Bu aralık Ekrem arkasına rasadhanelerinden biri mühim bir fırtına dönüp baktı. Beni pardösüme sarılmış ü çıkacağını haber vererek birkaç yüz geşür görünce elektrik sobasmı yaktı. Şim miyi birkaç gün limanlarda boş yeredi tatlı bir sıcaklık ayaklarımı okşıyarak alıkoymuştu. dizlerime doğru çıkıyor. Evvelki gün de bizim rasad yerlerinKaracabey harasının yeni güzel bina den biri Karadenize çıkılmanın tehlikeli larını, otlıyan atlarını, sığırlarını, meri olduğunu söyledi, yola çıkan gemilere noslarını yıldırım hızile geçtik. Apolyond Kavakta, îstinyede demir attırdı. Halgölü kurşunî bir renk almış, ortasmda bir buki bugün olduğu gibi dün de hava süt adacığı da var. Aşağıda arazi o kadar limandı. ıslak ki her tarafta akan sular, sümüklü Hemen ilâve edeyim ki rasadhanelerin böcek izleri gibi görünüyor. yanılmalan, eski müneccimlerin sözlerinDeniz! Marmara, birdenbire karşımı de kâzib çıkmalarile kıyas olunamaz. za çıktı; şiddetli bir sarsıntı ile tayyare Bugünün yanlışlan «fennî lâtifeleD> cümmizi selâmladı. Beyaz dalgalar, çamurlu Iesindendir. Müneccimlerinki ise vehmin kıyılara şiddetle saldınyor. Bugün, Mar iflâs etmesinden başka birşey değildi. mara pek hırçm ve sinirli olacak ki kö Bununla beraber anlaşılıyor ki hava, espükler içinde kalmış. Sağda Mudanya, rarını isterse muhafaza edebiliyor! solda kocaman bir balinaya benziyen ImM. TURHAN TAN ralı adası, önde sisler arasmda Bozbu run. Yüksekten bakınca dalgalar çok nazlı nazlı sallanır gibi görünüyorlar. bir çeyrekte aşmıştık. Kemerleri belimize taktık. Islak ve çaBozburun önünde Mudanya postasmı murlu sahaya inmek kolay iş değildi. O yapan küçük bir vapur, bataçıka, bir kaplumbağa hızile ilerlemeğe çalışıyor. Va ana kadar sakin ve endişesiz duran pilotpurun üstünden ok gibi geçiyoruz. Için larımızın biraz heyecanlandığını gördüm. Tekerlekler çamura gömülürse bir taklak dekilere Allah sabır versin. atmak ve yüzlerce kilometroyu, dağlan, Bir aralık aklıma ya motörler durur nehirleri, gölleri, denizleri aşıp da Ye « da inmek lâzım gelirse halimiz nice olur silköyde kafamızı kırmak tehlikesi var. diye korkulu bir sual geldi. Aşağıda Zavallı Ekrem, cidden takdire değer azgm dalgalar bizi yutmağa hazır. Onbir ustahkla Dağı yere indirip adeta, bir ları görmemek için gözlerimi kapıyorum. otomobil gibi hangarın önüne yanaştırdı. O zaman hayalimde daha feci manzaraDevlet Havayolları Yeşilköy istasyolar peyda oldu; hemen gözlerimi aç nu müdürü B. Abdullah, böyle bir fırtıtım. Hele şükür Adalar, Trakya ve nalı havada yaptıkları muvaffakiyetli uAvrupa kıyıları göründü. Hava da çuştan dolayı pjlotları ve gösterdiğimiz biraz açıldı. İlk gördüğümüz şey Bakırcesaretten dolayı da bizi tebrik etti. koy çimento fabrikasmın şerid gibi uzaO gün, güzel uçuşundan dolayı kennan dümanı oldu. Büyük ve Küçükçekdisini tebrik ettiğim bu sevimli gencin, on mece gölleri arasmda, toprak bir yarımayedi gün sonra, ölüm haberini gazeteye da gibi görünüyor. îstanbula giden ko yazacağımız kimin aklma gelirdi. caman, fakat bir istimbot gibi küçülen Kahraman çocuk senin ve arkadaşının şilebin üstünden birdirbir oynar gibi manevî huzurunda hürmetle eğilirim. atladık. ABİDİN DAVER üstündeyiz. Marmarayı