14 Mart 1937 CUMHURİYET Fikirler Tıbbiyeliler Bayramı hangi gün yapılmalı? sini kutlulayacak, gene bu sene Monpelye'nin 648 inci, Pragm 589 uncu, Haydelberg'in 551 inci, Oksford'un 736 inci. Viyananrn 572 nci yıllarıdır ve İtalyan lar, Fransızlar, Çekler, Almanlar, İngilizler ve Avusturyahlar kendi faküîtele rinin Ortaçağ mahsulü olduğundan dolayı yerinmek şöyle dursun, bu eskiliği medeniyet yolunun çok eski yolcusu olduklannı göstermek için vesile sayıyorlar ve bu eski tarihleri kutluluyorlar. Bizde büyük bir ehemmiyet verilen tıbhane nedir? Yenileşmek arzusunun muvaffak olmuş bir eseri mi? Ne gezer? O tam manasile bir intikam mahsulüdür: Geçen seneye kadar hiç kimse tarafmdan bahsedilmiyen ve ilk defa bizim tarafımızdan, Başvekâlet hazinei evrakından çıkanlıp, neşredilen tarih vesikasını okuyan herkes bunu böyle bilir. Ayni vesikaya dayanarak hakikati bir daha hulâsa edelim: Mustafa Behçet Efendinin ilk hekimbaşılığı esnasında (Tersanei Âmirede tıbhane küşadile fenni tıb talim olunarak memaliki mahrusei şahaneye neşrolunmak iradesine mebni tıbhane ve Ispitalya diye birer daire inşa...) edilmişti, yani tıbhane zannolunduğu gibi 19 uncu asrın başlangıcında değil, 18 inci asrın sonlannda açılmıştı; bu kurağı tersane kumandanlığı 1806 ka üapattırdı ve sonraları Mustafa Behçet Efendi üçüncü defa Hekimbaşı olup kendisini da daha kuvvetli bulunca eski eserini, fakat bu defa tersaneye de ğil, seraskerliğe bağlıyarak, tekrar kurdu. Görülüyor ki tıbhanenin 110 senelik bir maziye işaret ettiğini söyliyenler ve onun adma bayram yapanlar onun tarihinde bile aldanıyorlar. Mustafa Behçet Efendi ikinci defa açtığı tıbhaneye hiç bir vakit garb ilmini sokmuş değildi. Esasen kendisi de garb ilmini anlamamışb; hatta kendi kitablannda Ortaçağ mahsulü olan Ibni Sina dan pek çok kopyalar yapmıştı ve tıb hakkında hiçbir müspet fikri yoktu. O sadece intikam maksadile hareket ediyordu. Onda açtığı müesseseye garb ilmini sokmak endişesi olsaydı memrekette bu ilmi anlamış biricik bir şahsiyet olan za vallı Şanizadeyi ortadan kaldırtmazdı. O tıbhaneyi açmakla onu kapıyanlardan intikam almış olduğu gibi açtığı mües sesede mutlaka yer almasa icab eden Şanizadeyi müthiş bir oyunbazhkla sürdürmüştü. Memlekette garb bilgilerine göre yazılmış olan teşrih kitabınm üstünde Şanizade imzası vardı ve bu kitab cidden zamamnın en güzel bir eseriydi. Mustafa Behçet Efendi intikam hislerile hareket ettiği için bu kitabı bile mektebe sokmamış, talebenin ellerine Ortaçağ mahsulü kitablar vermişti. Türkiye Irak münasebatı [Baştarajı l inci sahifede] Hava bayramı Yiğit, yiğitin aynasıdır! apurda iki gene, bir kadın üzerine konuşuyorlardı. Kulağıma çarpan kelimelerden anladığıma göre onlardan biri bahse mevzu teşkil eden kadını yakından tanıyordu, arkadaşı ise hiç tanımıyordu. Tanıyan, tanımıyana kadının gözünü, kaşını; ağzmı, burnunu yağlandıra ballandıra anlatmağa çalışırken salona bir bayan girdi. E h ; Tann sahibine bağışlasın. Bir içim suydu ve her ağzın suyunu akıtacak birşeydi. Yanıbaşımda konuşan genclerden biri şimdi telâş içindeydi, arkadaşma bu güzel kadını göstererek soruyordu: Nasıl, güzel değil mi? Alımlı değil mi? Zarif değil mi, lâtif deği! mi?.. Beriki dudaklannı büktü: Şöyle, böyle. Ve kadını bir kere daha süzdükten sonra ilâve etti: Danlmıyacağını bilsem çirkin diyeceğim!.. Malum ya, divan şairlerinden bir Zati var. Ziya Paşanın: «Avarei dilşikeste» dediği talihsiz üstad. Rivayete göre bu kudretli şair yetmiş altı yıllık hayatında (1600) gazel, 400 kaside, biri beş bin ve öbürü 2000 beyti ihtiva etmek üzere Şemü Pervane, Ahmed ve Mahmud adlı iki de mühim eser yazmıştır. Zati, gencliğinde eskiciydi. Elbise yamalardı. Sonradan dikiciliği bıraktı, yurdundan da Balıkesirden ayrıldı, İstanbula geldi. Bir taraftan şiirle iştigal, bir taraftan da Beyazıd camisi avlusunda dükkânımsı bir sergi açarak falcılık yapmıya koyuldu. Kasidelerine bir pul veren yoktu, fakat fahna inananlar çoktu. Remil döktürmek, uğur muskası yazdırmak istiyenler hep ona başvuruyorlardı. Fal sergisi, amatör şairler veya müteşairler için de mahfil rolü oynuyordu. Şurası muhakkaktır ki Zatinin minimini dükkânına gösterilen rağbet sırrı, ondaki güleryüzlülükte, tatlı sözlülükteydi. Üstad gerçekten espri mütehassısıydı. Yerine göre güldürücü, yerine göre de düşündürücü nüktelerle misafirlerini hem eğlendirir, hem müstefid ederdi. Arasıra onlan iğnelediği de olurdu. Lâkin kimse kendisine gücenmez veya gücenemezdi. İşte bu büyük şair, bir gün Ali adh ve çirkin yüzlü bir paşanın konağına çağınldı. Paşa da, Zati de birbirini ilk defa göreceklerdi ve şair, hayli rica ile, hayli ısrarla oraya götürülmüştü. Paşa, kalabalık bir meclise riyaset ediyordu. Üstadı görünce şöyle bir baktı ve yüzünü yanında bulunanlara çevirdi: Zati, dedi, güzel bir zat değilmiş!.. Şair, kızmadı, gücenmedi, sadece gülümsedi ve şu cevabı verdi: Yiğit yiğitin aynasıdır Paşam! Vapurdaki gene de, o bir içim su dediğim kadının yüzünde galiba kendi yüzünü görmüştü!.. Tıbhanenin açıldığı tarihi kutlulamakta isabet yoktur. Bayramı Sîna adına yapmalıyız Bugün Tıbbiyenin 110 uncu yıldönümü imiş, bunu kutlulamak üzere gündü zün Üniversite konferans salonunda, gece de Tokatliyanda toplanılacağı birkaç gündenberi ilân olunuyor. Yapılacak şeyin adına (Tıbbiyeliler bayramı) den meseydi bayram için ele alınan hâdisenin ehenuniyerini, onu büyük görenlerin heyecanlarma bağışlardık. Ancak iş bütün Tıbbiyelilere teşmil edilince bu yıldönü münün manasını ve değerini aramağı vazife bildik. Biz de Tıbbiyeliyiz. Üc sene evveline gelinciye kadar Tıbbiyeliler bayramı 80C Hicrî senesinin ramazanı ortasında kurulan ve Osmanlı Türkiyesinin ilk Tıbbiyesi olan Bursa Darüşşifasının açılış giinüne tesadüf ettirilirdi. Dokuz sene yapıldığı gibi gene ayni tarihin kullanılmasına devam olun saydı bu senenin Türk Tıbbiyesinin 538 inci yıldönümü kutlulanacaktı. Fa kat Tıbbiyelilerin bu bayram günlerin daki mana bazıları tarafmdan beğenil medi. Daha manalı ve daha mühim ol mak üzere başka bir gün için propagandalar yapıldı. En sonunda üç seneden beri eski âdetin yerine yenisi kondu ve bugün 538 senelik bir bb medeniyeti ilân etmek gibi mühim bir vesileyi bırakarak 110 yıllık bir varlıl: uğruna bayram yapılmaktadır. Bursa Darüşşifasının açıldığı. tarihin ehemmiyetini ortadan kaldırmak istiyen ler, hiçbir vakit iddia olunmadığı halde, burasınm ilk Türk müessesesi olmadığını ve onun için değersiz birşey olduğunu söylemekle işe başladılar. Hakikaten burası ilk Türk kurağı değildi; Osmanlı Türklerinin ilk eserydi. Bunun için onun değeri bir etnrivaki karşısmda kolayca geriye bırakılrverdi. Nitekim de öyle yapıldı ve öyle oldu. Sonradan işin mantığmı kurmak isti yenler Bursa müessesesinin Ortaçağ ilmini tedris eden bir yer olduğunu, halbuki bugün kutlulanan tıbhanenin fakülte başlangrcı olduğunu iddia ettiler. Bu mantık ilk bakışta doğruydu; Bir Ortaçağ m«dresesinin nesi tes'id olunabilirdi? Fakat fakülte... Bu bazılannca Türk âleminin tıb medeniyetinde garba teveccüh edişinin eseriydi ve onlar tıbhaneye fakülte dediler. Ancak bu deyişteki isa betsizlik kendilerine gösterilince, evet, dediler, fakültenin başlangıcı... yani 1925 te Sorbonne kürsüsünde, 1931 de Bükreş tıb tarihi kongresinde edilen ha talar, üç senedenberi 14 martta yapılmak suretile memlekete maledilmektedir. Bizde bir asırlık fakülte mevcudiyeti iddia edenler örneklerini Romanyadan ve Mısırdan almışlardır. Onlar da yakın se•nelerde yüz senelik fakültelerinin bayramlarmı yaptılar. Bu iki memleket hakh idi. Çünkü devletlerini kurduklan günden itibaren fakültelerinin tarihi de başlarruş oluyordu. Halbuki biz?... Altı asırlık Osmanlı Imparatorluğu, ondan evvel Sel çuklular ve ondan ötesi... pek çok asır lardanberi müstakil devletleri olan Türk âleminin terakki eseri olarak gösterilen yüz on senelik fakültesi gerilikten başka neyi ifade eder?!.. Irak paviyonunu sergi açılmadan evvel teftiş için Parise giderken Türkiyeyi de tekrar görmek bahtiyarlığına erdim. Yeni Türkiye ile eski Türkiyeyi mukayese edince hakikaten insan harikalarla karşılaşıyor. Seyahatimin sebebi sırf sergi işile alâkadardır. Otuz bin lira sarfile Paris sergisinde bir Irak paviyonu hazırladık. Sergide, Irakın bilhassa karakteristik ebniye inşaatını gösteren resim ve projelerle Iraka hâs mahsullerin ve ihracat maddelerimizin nümunelerini teşhir edeceğiz. Irakın ticarî ve iktısadî vaziyetine gelince: Memleketimizde de Türkiyedeki gibi bir kalkınma plânı üzerinde çalışmaktayız. Haricle olan ticaretimiz bilhassa İngiltere, Japonya, Almanya, Fransa, Amerika ve Holanda iledir. Türkiye ile 1935 36 senesinde 68 bin liralık ithalât ve 190 bin liralık ihra cat yapmışızdır ki bu da yüzde hesabile umumî ithalâtımızın 0,09 u ve ihticatı mızın 5.4 ünü teşkil etmektedir. Kardeş Türkiye ile olan ticarî müna sebetimiz şimdilik pek ileride değildir. Fakat ümid ederiz ki şark paktmın im•zasından birkaç sene sonra ve bilhassa Türkiyede kurulan yeni fabrikalar mahsul vermeğe başladıktan sonra ticarî münasebetimiz bugünkünden çok fazla ge nişliyecektir.» AbduIIah Hafız bundan sonra Türkiyedeki misafirperlikten pek mütehassis olduğunu, eğer yazın sıcaklanndan bunalarak serin yerlere iltica eden zengin Iraklılara Türkiyede şimdikinden biraz daha genişçe ko\aylıklar gösterilirse hiç şüphesiz İstanbulun Iraklılar için bulunmaz bir sayfiye yeri olacağını söylemiştir. cihadiyenin hasta ve mecruhlanna hazerde ve seferde kanunu tıb üzere bakılmak...) için açılmıştı. İnsaflı olalım, hazinei evrak vesikalanna göre yapılan bu tariften fakülte manası çıkar mı? Bursa Darüşşifasmı bayram vesilesi yapanların karşısına çıkanlar, onu ve ondan sonra kurulanlan Ortaçağ mahsulü diye itham ederler. O halde son asırda Ortaçağ ilmi tedris eden müessesenin nesini kutlulıyalım?.. Hasılı eski bayram gününe kabahat bulanlar ortaya ondan güzelıni koyamadılar. Ötekinde hiç olmazsa beş buçuk asırlık bir tarih vicdanlan heyecana dü şürüyordu, bundaki mana ise insanı dehşetten ürpertiyor. * * * Bayramlar, her düşünceye sevinc getiren hâdiseler olmalıdır. Tes'id olunan 110 senelik mazi bize hiçbir suretle se vinme arzusu vermiyor. Bu, tarihe aykın ve millî ılım tarıhimizı baltalayıcı dava nın hiç olmazsa bir daha tekrar edilme mesi için ortaya bir fikir atıyorum: Bundan sonra Tıbbiyeliler bayramı Sina adına yapılsm. Sina, Robert Jean Roulan'a göre 370 senesinin (986 Milâdî) safer ayında doğmuş ve 1038 de ölmüştür. Türk Tarih Kurumu onun hayatile uğraşmaktadır ve bu sene onun namına bir ihtifal yapılacaktır. Bu ihtifal gününü Tıbbiyeliler bayramı yapalım ve meslek bayra mrmızı böyle manasız esaslara dayanmaktan kurtaralım. Türklerin medeniyet tarihinde kıdemine işaret edecek olan böyle bir teklifi, kafasının doğruluğunu hakikatin kendisi olarak bilen egoistler müstesna olarak, herkesin kabul edeceğini umar ve Tıbbiyelilere 1 10 senelik değil 951 yıllık bayramlannı kutlularım. I Dun İstanbuUulan Hava bayramma çagıran ueyannameler bir tayyareden şehrin görünüşü [Baştarafı 1 inci sahifede] atan Sabahleyin 7,35 ten itibaren Sirkeciden hareket edecek olan trenler, Üniversite, lise, orta ve ilkmekteb talebelerini ellerindeki biletlerle parasız olarak taşı yacaklardır. Halk için de tren biletlerinde %50 tenzilât yapılmıştır. Otobüsler de Taksim, Eyüb, Sirkeciden Yeşilköye gidip gelme 60 kuruşa yolcu taşıyacak lardır. Hava bayramma, tayyare ve plânör lerin filo halinde yapacakları uçuşlarla başlanacaktır. Hava resmigeçidinden sonra akrobat taareketleri başlıyacak, kahraman tayyarecilerimiz meharetlerini halka göstereceklerdir. Akrobasi hare kelleri bittikten sonra kız ve erkek Türkkuşu paraşütçüleri paraşütlerle atlıya caklardır. Bu arada Türkkuşu üyeleri de tayyarelerle uçurulacaklardır. yasofya müzesi üstünden geçerken tay yareye bağlı bulunan tel halatı kopmuştur. Âli, plânörü büyük bir meharetle idare etmiş ve inebilecek bir saha araştınrken Gülhane parkının kapısına yakın ağacların üstüne konmağı muvafık bulmuştur. Tayyareciye birşey olmamış, yalnız gözlüğünün bir tarafı kırılmıştır. Âli, büyük bir soğukkanlılıkla plânörden ağac dallanna tutunarak yere inmiş ve imdada gelen polis motörüne bine rek Hava Kurumuna, oradan da Yeşilköye gitmiştir. Istanbul ve Beyoğlu itfaiye grupla nnıa merdivenli vasıtalarile ve mühen dislerin nezareti altında plânör ağacdan indirilmiştir. Dün yeni alınan Türkkuşu talim tayyaresinin de tecrübeleri yapılmıştır. Bir müfreze daha geldi Hafif geçirilen bir kaza Hava bayramı için Türkkuşu filosu tarafmdan dün sabah şehir üstünde gösteriş uçuşları yapılırken hafifçe savuştu rulan bir kaza olmuştur. Vecihinin idaresindeki tayyareye bağlı olarak römork uçuşu yapan Âlinin kullandığı plânör A Bugünkü hava bayramma iştirak et mek üzere bir plânör ve bir tayyareden mürekkeb bir Türkkuşu müfrezesi dün ^abah şehrimize gelerek Hava meyda nma inmiştir. Bu sabah ta bir müfreze daha gelecek ve bavrama iştirak edecektir. Tıbhane böylece intikam mahsulü olmayıp ta medreselerdeki düşkünlüğü düzeltmek gayesini takib etmiş olsaydı yaşryabilirdi. Fakat temeli gibi durumu ve gidişi de çürük olan bu kurağ birçok yamalar ve tamirlere rağmen on bir seneden fazla yaşıyamadı ve yerini hakikaten garba müteveccih bir müessese olarak kurulan Askerî Tıbbiye mektebine bırakBursa Darüşşifası Türk tıb medeniye ü. Tıbhanenin açılışmdaki maksad da tinin eskiliğine aid güzel bir sembol idi ve medenî insanlann Ortaçağdaki eserleri yanlış anlatıhyor. Orası fakülte veya fani kutlulamağa kalkışmalan hiç te ayıb külte başlangıcı değil; sadece (Asakiri değildi. Bu sene Padova 709 uncu sene mansurei Muhammediye ve sair asakiri M. TURHAN TAN H: Bir mektebli imzasile mektub yollıyan o!ru}Ticuya: Alâeddin Paşa, Orhan devrinde degll, bütün Osmanlı tarihinde iltıbası mucib olmıyacak kadar yegânedir. O adda baska ünlü Vezir yoktur. Gene o devir büyüklerinden olup daha sonra Sadrıazam olan Çandarlı Kara Halilin hocası Kara Alâeddinle Alâeddin Paşa ise elbette karıstırılamaz. M. T. T. 23 Nisan Hava Kurumunun yeni getirttiği talim tayycrcsi Dr. Osman Şevki Uludağ ve hangi yorganda göründüğü belli olmıyan dalgalanışlarla, yatakhanenin nereye kadar uzandığı farkedilmiyen derin sarı karanlığına gözleri dalıyordu. Kuvvetli bir rüzgâr camları sarsmıya başlamıştı. Denizin gürültüsü arttı. Ağır ağır odasına dönen Orhan yatağmın kenanna oturmuştu. Başmı önüne sarkıttı. Ruhunun diblerini sarartan büyük merhametlerden birini duyuyordu. Omuzlarından bir titreme gelip geçri. Başlangıcmda önü alınmazsa, bütün ruhu kaplıyarak iradeye nüzül indirmesinden korktuğu bir derin hassasiyetin baskınma uğrıyacağını anlamıştı. Bin defa bu iç hummasile mücadele etmiş olmaktan gelen bir pişkinliği vardı. «Hassasiyet bir hastalıktır.» fikrinin bütün şahsiyet içinde zaferini temine çok çalışmıştı. Kaç defa, arkadaşlarile münakaşalarında, başkalarına merhametimizin kendimizi daha merhamete lâyık bir hale getirmekten, yani bu hissimizin mevzuunu değiştirmekten ve onların ezalarına nefsimizin vekâletini peşkeş çekmekten başka manası olmadığını ve ahlâkî hiçbir tekâmüle yaramadığını iddia edip durmuştu. Kendisinde bu fikrin bütün hayatı idare eden bir prensip, irade haline gelmiş tam bir seciye direği olmasına yıllarca uğraştı. Tamamile uyuştuğunu sandığı bu hassa Çocuk Haftasınm başlangıcıdır. mürekkebi şişesile, yasemin çubuklarla, makara, iğne, makas, cımbız, çekicek, ayna gibi türlü türlü küçük ev eşyasile dolu masasının üstüne bir göz attı. Orhan ayakta durarak: Oturmıyayım, dedi, ejrvallah, naneşekeri istemiyorum, hocam. Kehanete başladınsa şu bizim mektebdeki istikba limizden bir haber ver bakalım. Dün olan bitenden malumatın var mi? Âlemi gaibden bir haber geldi mi? Orhan, başkalarile kendisi arasında mesafe tayin eden bir nevi istihzayı sev mediği halde, hep vahi şeylerle uğraşan bu manyak ihtiyara karşı uzaklıklannı lâtife ile örtbas etmek istiyen mualliınler gibi, onunla konuşurken, dilinin alışmadığı bu lâübali şaka üslubuna gayriihtiyarî sürükleniyordu. Sabri Efendi yüzünü hâlâ önüne iğmiş, kaşları yukarıda ve gözlüğünün çerçevesi üstünden mavi parıltısı taşan gözlerini Orhana dikmiş, başını hafifçe sallıyordu: Naneşekeri remizdir, dedi, kal bindekı docretle muhtac olduğun ferahlığm remzidir. İşte bak, istikbali soru yorsun. Gelişinden bize malum oldu ki bir sıkmtı içindesin. Belli. 13 mayısta doğmadın mı sen? Bu sabah bir kere daha zaiçen tetkik edılmıştir. (Arkası var) Cumhuriyetin edebî tefrikası: 17 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa geriye doğru kaçınyor ve bağırıyordu: Anne... Anneciğim... Çocukların çoğu uyandı. Karyolanm etrafına toplanıyorlardı. Orhan Tahsini bir daha kucakladı ve yatırdı. Yorganın altından iki elini de tutmuş, üstüne iğilerek tekrarlıyordu: Korkma! Ben senin amcanım, korkma! Çocuk iki üç defa silkinerek iyice gözlerini açtı. Bu sefer Orhanı tanırnıya başlamış gibi, korkusu azalarak yeni doğmuş bir hayretin cilâsile parlıyan bakışarını onun yüzünde gezdiriyordu. Muallim Tahsinin alnmı okşadı. Hademeye ışığı uzaklaştırmasını işaret etmişti. Çocuğun yastığmı düzeltti ve başının ucunda biraz bekledi. Tahsin, her seferinde içi biraz daha uyku dolan gözlerini ağır ağır, birkaç defa açıp kapadıktan sonra uyumuştu. Orhan doğruldu. En derin nefeslerinden birini alarak etrafına baktı. Hangi yataktan geldiği belli olmıyan iniltilerle Omuzları çırpınarak ağlıyordu. Yanıba§mdaki çocuk uyandı ve yatağının içinde oturdu. Ona hayretle bakıyordu. Gece bekçisi de onun yatağma yaklaştı. Yakında bulunan karyolalardan iki çocuk yere atladılar, çıplak ayaklannın uouna basa basa, Orhanın arkasından ve ona görünmeden, ilerlediler. Orhan idare lâmbasmı bekçinin eline Vererek yatağın kenanna oturdu ve Tahsinin elini tuttu. Çocuk hâlâ gözlerini açmamış, sayıklıyordu: Nihal bana on kuruş verdi, vapura bindim, hep seni düşünüyorum, babacı ğım, üstüme yürüdü benim, döğecekti, ekmek çarpsın, şırr, şırr, şırr... Donuyorum... Anneciğim... Tahsin ağhyarak gözlerini açtı. Orhan onu kucaklıyarak: Ben buradayım, dedi, korkma, bak hep buradayız, yat, korkma, üşür sün böyle... Fakat çocuk onu görmüyor, bir parmağını pencereye doğru uzatarak, başını siyet, gene şuurunun mazgallarından yukanya doğru vuruyordu. Gözlere doğru yükselmesine mâni olmak için ayağa kalktı, paltosunu çıkardı ve yatağının üstüne attı. Gürbüz kollarını açıp kapıyarak, adale kuvvetinin ruh içinde devamını istiyen bir telkinle, kendi kendine: «Haydi! dedi, uykuya. Eskilerinden bin kat beter günlere girmek mümkün. Sık dişini. Haydi, yallah!» Ve fırtınalı havada kayığa atlıyan insanın korkusuna tevekkül katan bir teslimiyet halile kendini bir bırakış bırakarak yatağma girdi. Hemen uyumak azmile gözlerini kapamıştı. Çok geçmeden, bir sigara daha içmek için dirsekleri üstünde doğruldu. III Ertesi gün, çocuklar ilk derse girince, haftada beş defa programın verdiği istirahat fırsatlarından birile kırk beş dakika serbest kalan Orhan, sabahtanberi idare Allahüalem, naneşekeri istemeğe den hiç kimse ile görüşmeğe vakit bula geliyorsun! dedi, bize malum olur. Hem madığı için, müdürden veya Celâlden senin derince bir sıkıntın da var. Gel bir haber sızmışsa onu öğrenmeğe karar bakalım, otur şöyle. vererek ikinci muavinin odasına çıktı. Kitabını bıraktı ve büyük dosya zarfSabri Efendi, küçük yazı masasından larile, renk renk nane ve limon şekeri biraz daha alçakta duran geniş koltu külâhlarile, tükürük hokkasile, enfiye kuğunda bağdaş kurmuş, yukarı doğru kır tusile, kamış kalemlerile, iki büyük bezir dığı bir dizinin üstünde açılmış el yazması divanlanndan birini karıştırıyordu. Başını kasımak için, farkına varmadan, elini seyrek ak saçlarının arasına atmış olacak, takkesi arkaya doğru kaymıştı. Çıkık alnınm yağlı, parlak sathı üstünde uzaktan görünmiyecek kadar ince, ağarmış san kaşlarını yukarı kaldırarak, bir kolu koptuğu için sağ kulağına iple tutturduğu gümüş gözlüğünün üstünden bakıyor ve sakalını göğsüne yapışbracak kadar başmı önüne iğiyordu. Ağarmiş yorgun sakalile hâlâ dinc mavi gözleri arasmdaki tezadı kabartan bir dikkatle, masasına doğru ilerliyen Orhanı süzüyor ve vücudünü ağır ağır yukarı kaldırıyordu. Çok defa ilk sözü muhatabına bırakmak âdeti olduğu halde, bu sefer elindeki kitabı gözlüğünün hizasına çıkararak, yaldızlı cildin kenar çizgisi üstünden, gözlerinin yapışkan mavisile OAanm yüzüne baktıktan sonra: