19 Birinciteşrin 1936 CUMHURIYEI Suriye ve Antakyada tetkikler Antakyaya giden hususî Kredi talebi artıyor, devmuhabirimiz niçin hudud let varidatı yükseliyor haricine çıkarıldı? Fransız istihbarat zabitile bir miinakaşa Fransız delegesi, Suriyeden gönderilecek haberlerin yalnız kendilerinden alınmasını ve başka birşey yazılmamasını istiyormuş! [Hususî surette Antakyaya gönder • diğimiz muharibirimizden] Iskende rundan döndükten sonra, biraz istirahat etmek üzere oteldeki odama çekilmiş, yatağıma uzanmıştım. Bir ara kapım çalmdı, içeriye temizce giyinmiş, gözlüklü bir polis girdi ve bana: Mesalihi hassa zabiti, saat 15,30 da sizinle görüşmek istiyor. Lutfen o sa" atte, Hükumet konağındaki dairesinde kendilerini görmenizi rica ederim. dedı. Ben de: Pekâlâ, giderim. Cevabmı verdim. Polis, nazikâne bir selâmla odamdan çıktı gıtti. Zaten, Antakyaya gelip te, Cumhu rtyele ilk telgrafı çektiğim andan itibaren polis tarafından takib edıldiğimi bili yordum. Sancağın birçok yerlerini gezişımin, şehirde mütecessisane dolaşışımın, Cumhuriuete çektiğim telgrafların ve bilhassa Iskenderundaki davayı dinlemek i" çin pervasızca gidişimin Fransız istihbaratınca hoş görülmediğini de öğrenmiş tim. Binaenaleyh bu davetin manası bence gayet sarihti. Uzandığım yatağımda yorgunluk se bebile hemen uyuyuvermiştim. Gözümü açtığım zaman, ortalık kararmış ve sa ğanak halindeki yağmur da alabildiğine devam ediyordu. Randevu saatini geçir rr.iştim. Belki de şimdi başka bir polis gelecekri. Kalktım, giyindim, sokağa çıktım ve Hükumet konağının yolunu tut • tum. Orada Mesalihi hassa zabitinin dairesini öğrendim. İçeri girince karşıma güzel türkçe konuşan bir Ermeni çıktı. Yer gösterdi ve hüviyetimi öğrendikten sonra, daha içerideki odada olduğu an laşılan zabite, geldiğimi haber vermeğe gittj ve geldi. Üç beş dakikalık bir intizan müteakıb tercuman beni Fransız zabitinin yanına götürdü. Bana yer gösterildi ve otur dum. Tercuman ayakta ıdi. Zabit, ona yer gÖstermemişti. Fransız istihbarat zabiti, fransızca br lip bilmediğimi sordu. Hayır dedim ve görüşmemize, ayaktaki tercuman tavas sut etmeğe başladı. Zabitin, söze başlayısı hiç te hoşa gidecek bir ahenkte değildi ve tercuman, zabitin sözlerini eksiksiz denecek bir şekilde bana naklediyordu. Biraz da sertçe devam eden bu ilk konuşmanın mevzuu şu idi: Guya ben, Cumhuriuete çektiğim telgraflarda asılsız, sıhhatsiz malumat ve riyor ve böylece de hoşa gitmiyecek ve müsamaha götürmiyecek bir maksad takıb ediyormuşum. «Asılsız» ve «sıhhat • siz malumat» sözlerile neyi kasdettığıni ve hangi telgrafımda, hangi verdiğim haberin bu şekilde telâkkiye yol açtığmı Fransız zabıtmden sordum. Meğer benim; Bayır, Bucak nahiye lerindeki 25,000 Türkün de, idareten merbut bulunduklan Lazkıye hükumetinden aynlıp Sancaktaki soydaşlarının is • tiklâl davasına iltihak etmek kararında olduklarına dair çektiğim telgraf Fransız idare âmirinin hoşuna gitmemiş olmalı ki, Sancak delegesi Düryo namına benimle konuşan bu Fransız zabiti de «asılsız» Sofya (Hususî) Bulgar devlet bankasmm her ay neşrettiği mufassal raporlara bakacak olursak Bulgaristanın iktısadî vaziyeti hergün daha iyileşmekte ve bu salâh bütün iktısadî sahalara şamıl olmaktadır. Geçen seneye nazaran Bulgaristanın iktısadî vaziyetinde büyük bir fark olduğu söylenmektedir. Kredi talebinde de büyük bir artma göze çarp nıaktadır. Bir ay zarfmda Sofyanm yedi büyük bankası kredilerini 50 milyon leVa arttırmışlardır. Ayni zamanda Bulgar ziraat ve merkez kooperatif bankası da bu ay zarfında umum kredilerini 6 mil" yar 375,000,000 levadan 6,694,000,000 levaya, yani, bizim para ile tam yüz milyon Türk lırasına çıkarmıştır. Ayni zamanda Bulgar ziraat ve merkez koope ratif bankasındaki umum mevduat gene bu müddet zarfında 6,619,000,000 le vadan 7,151,000,000 levaya artmıştır. Alâkadarlar bütün Bulgar sanayiinin istıhsalâtı artmakta olduğunu söylüyor lar. Bahusus bu artma mensucat, kimya, inşaat, yiyecek ve içecek sanayilerinde göze çarpmaktadır. Bununla beraber umum sanayi satışları da artmaktadır. Bulgar Devlet Demiryollarının mal nakliyatı da artmıştır. Sekiz ay zarfında devletin varidatı 4,698,000,000 levayı bulmuştur. Geçen sene gene bu müddet zarfında devletin varidatı ise ancak 3,802,000,000 leva idi. Yani bu sene sekiz aylık bir müddet zarfmda umum devlet varidatmda 800 milyon levalık bir te~ zayüd vardır. Bu sekiz ay zarfında umum devlet masraflan ise 5,046,000,000 levaya çıkmıştır. Bulgaristanda iktısadî kalkınma Çoruh Vilâyetinde yol faaliyeti artıyor Şimdiye kadar yolsuzluktan adeta teneffüs edemez hale gelen halk bu mühim işte hükumetle beraber çalışıyor Tanılmak meselesi ir iki yıl önce bininci yıldönünümünün bütün dünyada akisler yapan bir tantana ile kutIulandığını gördüğümüz Firdevsînin büyük şöhretini, daha doğrusu heder olup gitmekten kurtuluş saadetini bir tesadüfe borclu olduğunu tarihseverlerin hepsi bilir: O, meçhul bir yolcu olarak Gazneliler payitahtına geldiği gün belki yarı aç ve yan çıplaktı. Yolu, nasılsa, Sultan Mahmudun has bahçesine düştü. Orada Unsuri, Ferruhi, Ascedi adlı üç saray şairi birleşmişlerdi, havuzbaşı safası sürüyorlardı. Firdevsî yanlarma geldi, selâm verip oturdu. Berikiler, tanımadıkları bir adamın aralarına karışmasından sinirlenmişlerdi, onu atlatmak istiyorlardı. Bu düşünce ile şiirden söz açtılar ve bu san'atta yüksek ehliyeti olmıyanlarm bu bahçede dolaşamıyacağını söylediler. Firdevsî, pervasız davrandı, kendinin de üstad bir şair olduğunu söyledi. Bunun üzerine ince bir müşaare başladı, saray şairleri fars dilinde dördüncüsü pek güç bulunan bir kafiye seçerek birer mısra söylemişler ve kıt'anın tamamlanmasını Firdevsîye bırakmışlardı. Şehnameyi ileride halk ederek ölmez bir şöhret kazanacak olan Firdevsî, bir lâhza bile düşünmeden dördüncü kafiyeyi hem de tarihî bir zarafetle buldu, imtihanı kazandı. Eğer bu tesadüf olmasaydı Gazneli Sultan Mahmud, Tuslu Firdevsîyi tanımıyacak, himayesine almıyacak ve bu dâhi şair, yokluk içinde, meçhuliyet içindp heder olup gidecekti. * * * Dün matbaaya bir gene geldi. Bakışı mahzun, duruşu mahzun, hatta gülümseyişi mahzundu. Ben, dedi, şairim. İki yüzden fazla manzume yazdım. Sağıma, soluma bakıyorum, şair tanılanlan şöyle bir süzüyorum. Çoğunu kendimden üstün bulmuyorum. Şiirlerim de, bence, fena değil, doyula, doyula, kıvranıla kıvranıla yazılmış şeyler. Hepsinde ruhumun izleri var. Fakat eserlerimi bir türlü bashramıyorum. Hangi gazeteye, hangi mecmuaya başvursam adımın tanılmış olmadığmı söylüyorlar, yazılann imzadan başlanarak okunacağını haykınyorlar. Şu durumda bir şairin kendini nasıl tanıtabileceğini bana öğretirseniz minnettar olurum. Pek yanık konuştuğu için müteessir oldum, adını öğrenmek istedim. Oğuz Turgud Yaylalı dedi, şiirlerinden ufak bir parça okumasını rica ettim, şu mısraları okudu: Taştıkça Dolmadı Bağnna Oyle çal taştı su hayal dünyast, boşalan gunlerin tası; bastığın bu kınk sazı ki sana yanan bulunsun. Çoruhta sarp yamaclar kenannda yapılan yollardan Çoruhtan Artvine geçen köprü ve hale Artvin (Vekılle rimizin doğu seyahatini takib eden arkadaşımızdan) Doğu mıntakasın da hemen her sahada geniş bir çalışma eseri görü lüyor. Bu havali halkının refahı yolunda her türlü tedbirler düşünül mekte ve devlet Çoruhun çahşkan çe büyük bir ehem Valisi Refik miyetle takib edilmektedir. Vekillerin, Karadeniz kıyılarındaki tetkiklerden sonra ilk uğradıklan Hopa Vilâyetinde de her sahadaki faaliyet göze çarpıyordu. Hopadan Borçkaya kadar 36 kilo metroluk yol, memleketimizde emsali az görülür bir şekilde yapılmıştı. gayret ve heyecanla bu yolun açılma sında elbirliği yapmışlar, küçük ve büyük 45 köprüsü de dahil olmak şartile bu mühim yolu iki ay gıbi kısa bir zamanda bitirmişlerdir. Borçkadan Maradit hudud kapısına giden 20 kilometroluk yol da atla geçilemez bir halde iken açılmış, Borçkadan Murzula varan 20 kilometroluk diğer bir yol da tamir ve ıslah edilmiştir. 52 kilometroluk Artvin Melo yolu da şimdi otomobille serbestçe ve emniyetle geçilebilir bir hale konulmuştur. Vilâyetin Erzurum istikametinde bulunan Yusufeli kazası yolundan Çoruh kenannda ve Cengertten Ersise kadar 30 kilometroluk kısım da tamamen düzeltılmiştir. Hopadan Sarp hudud kapısına kadar olan 36 kilometroluk yol da yapılmıştır. Artvinden Erzurum hududuna kadar bir otomobil yolu açılacaktır. Bunun için de Melodan Cengerde kadar devam eden 62 kilometroluk ka ya kısmını yarmak lâzım geliyor. Bu ağır iş te başarıldıktan sonra bu 120 kilometroluk yol Erzurumla doğrudan doğruya muvasalayı temin edecektir. Çoruhlular, ordunun kendilerine yol malzemesi ve mevaddı infilâkiye ver mek suretıle yaptığı büyük yardımdan da minnetle bahsetmektedirler. Çoruhun çahşkan Valisi Refik, bana vilâyetteki diğer işler hakkında şu malumatı verdi: < Vilâyet halkının en büyük derd ve ihtiyaçlarından biri de mekteb me selesi idi. Vilâyetin çok mahdud olan ve tahsılât muhammenatı 120 bin lirayı ancak doldurabilecek bütçesinden 74 bin lirayı bilhassa köy mekteblerine karşılık gösterdik. Bu para dahi ihtiyacın onda birine cevab vermiş değildi. Köy kanununun verdiği salâhiyetlere dayanarak ve köylünün takatini de daima gözönünde bulundurarak yeniden 45 mekteb daha yaptırmıya başladık. Tahsil çağındaki 28,205 talebemizi okutmak için her tedbiri alıyoruz.» Vali Refik, köylerde her eve 200 er fındık fidanı dağıtıldığını, kozacılığın yeniden tesisine çakşıldığını, arıcılığa ehemmiyet verildiğini, tütün istıhsalâ tının artınlacağını ve tütün cinsinin ıslah olunacağını, el tezgâhlarile güzel kumaşlar dokuyan köylünün teşvik ve yardım göreceğini, Artvinin yakında elektrığe kavuşacağını, Borçka ve Hopa kazaları elektriği için de bir mütehas sısın tetkikat yaptığını, Kuarsan bakır madeninin devlet tarafından yeniden işletilmesi halkı ümid ve neş'e içinde bıraktığmı anlartıktan sonra, sözlerini şöyle bitirdi: c Bütün bu işler, bilhassa büyük Baş geçerken hafifçe iğiliyorlar, konuşurken adeta istemeksizin ona doğru dönüyor lardı. Ona gelince, bütün bu kalabalığın o r tasmda köşe minderine kurulmuş gibi rahat ve emniyetli idi. O kadar ki, dikkat edilirse, kahvedeki gürültünün kendisine yaklaştıkça derece derece azaldıgı, sindiği hissedilebilirdi: Böyle olmakla be raber o, etrafındakiler üzerinde bu nüfuzundan istifade etmek ister görünmüyor du. Hatta Demir kendi kendine: « Galiba bu kadar ehemmiyet ver diklerinin farkmda değil» diye düşün dü. llkönce yalnız olması yüzünden kendisini yadırgıyacaklar diye korkmuştu. Fakat çok şükür kahvede onun gi bi tek başına oturan, hatta hiçbir şey konuşmadan, kıpırdamadan boşluğa bakan kimseler vardı. Kahvenin dumanlı havasma alıştıkça yüzleri yavaş yavaş daha iyi seçiyordu. Gündüz şadırvan kenannda gördüğü bazı çehreleri tanır gibi oldu. Orada dalgın ve rüya içinde bakan gözlerin burada tutuşturulmuş fenerler gibi yandığını, kâ ğıdlann arasmda hırsla parıldadığmı farketti. Kenarda, küçük masa başında zayıf, Antakyaya gonderdığtiniz muhabirimiz Naci Akverdi damgasını vurduğu haberler arasından bunu seçmiş. Zabit: Bayır ve Bucak nahiyeleri Türklerinden, dedi, hiçbirisi Antakya Sancağma şimdiye kadar ayak basmamıştır. Onların hertürlü münasebetleri Lazkıye iledir. Binaenaleyh siz bu haberi nereden aldınız? Cevab verdim: Şimdiye kadar Sancağa ayak basmadığını iddia ettiğiniz ve fakat benim Sü\eydiyede tesadüfen görüştüğüm Bayır, Bucak nahiyeleri Türklerinden dört beş kişi, bana oradaki Türklerin bu ka rarını anlattı. İsimlerini biliyor musunuz? Biliyor veya bilmiyorum. Bunu size söyliyecek vaziyette miyim? Ne beis görüyorsunuz? Başlarına çorab örülmesini istemi yorum da.. Ve soruyorum size, Cumhu • r'ıuete verdiğim dört telgrafta sizce asılsız diye telâkki edilen haber yalnız bu mudur? Daha var; diyorsunuz ki, Erme niler de Sancak Türklerinin davasına müzaheret kararında imişler. Bunu nereden anladınız ve böyle birşeye nasıl ihtimal veriyorsunuz? Bu haber doğrudur ve doğru ol ması kadar da tabiî birşey yoktur. Çünkü Sancak mukadderatının Suriye hü • * kumetine devri şayiası karşısında Sancaktaki Ermenilerin, iktısadî menfaat ve kül" tür rabıtası itibarile bu şayianın istihdaf ettiği neticeye razı olmalarını akıl ve mantık kabul etmez. Bana Bityasta bir münevver Ermeni, çok şayanı dikkat gördüğüm şu sözü söyledi: « Sancak" ta Türklerle beraber yürüyemiyen Ermepi, kalksın Ermenistana gitsin.» Baska hiçbir tezahür görmemiş olsam bile, doğruluğuna itimad etmenizi rica eyliyeceğim bu söz dahi, benim öyle bir hdber vermeme pekâlâ müsaıddi. Şimdi, bu «asılsız» haberimi de anlamış bulunuyorum. Daha başka «asılsız» haberlerim hakkmda da beni lutfen tenvir etmenizi rica edeceğim. Söyliyeyim; siz bir telgrafınızda «Sancak Türkleri bir serf sürüsü gibi başka idareye devredilmelerini protesto eylediler» diyorsunuz. «Serf» kelimesinin manasını biliyor musunuz ve Fransız i daresinin, buradaki Türklere «serf» mu Bursa M. Kemalpaşa yolu Bursa (Hususî) Bursadan M. Kemalpaşa kazasına kadar yeni ve kes tirme bir şose yapılmakta idi. 20 kilo metroluk bir mesafeyi kısaltan bu şose bitmiştir. Nafıa miidürü ilk defa otomobille bu Borçkadan Yalnızçama uzanan 143 kişoseden M. Kemalpaşaya gitmiş ve yolometroluk yol da kısa zamanda düzellun toprak tesviyesinin bittiğini Vilâ tilmiştir. Bütün imtidadınca bir yani uyete telgrafla bildirmiştir. çurum olan bu yola, ne Ruslann istilâsından evvel, ne Ruslar zamanında, ne amelesi yaptığına dair bir misal göstere de daha sonraları hiç bakılmamıştır. bilir misiniz ki böyle yazıyorsunuz? Çoruhun çahşkan Valisi Refık, yol Bir kere, «serf» kelimesini ben cularm ve halkm ihtiyaç ve selâmeti değil, Sancak Türklerinin mümessilleri, bakımından olduğu kadar millî emni protestolannda kullandılar. Ve bu ke * yet bakımından da mühim olan bu yolu lımeyi tam yerinde kullanmışlardır. dört ay içinde dört bin amele çalıştıraÇünkü «serf» demek, toprağa bağlı esir rak açmıştır. Hopadan Yalnızçama gidemektir ki, toprak sahibinin değişmesile den yolun bu yıl bir afet halini alan selyeni efendinin esiri olurlar. Suriye ile lerden mütemadiyen harab olan kısımyaptığımz muahedeye göre, Sancak ü • ları da süratle tamir edilmiş, münakazerindeki mandaterlik hakkınızı, tama lât bir gün bile inkıtaa uğratılmamıştır. Çoruh Vilâyetinin yola en muhtaç men yeni Suriye devletine derediyorsu kısmı Şavşat kazasıdır. Halk yolsuzluk nuz. Suriye heyeti reisinin beyanatma da yüzünden adeta teneffüs edemez hale dayanan bu vakıa karşısında Sancak gelmişti. Şavşattan Ardahan hudu Türklerinin vaziyetini «serf» kelimesin dunda Shara geçidme kadar olan 30 kiden başka hangi söz daha veciz olarak lometroluk kısım altı metro genişliğinanlatabilir? de olarak yeniden inşa edilmiştir. Şav İyi amma, böyle birşey yok şim şattan Berta köprüsünde Ardahan yodilik. lunu amuden kateden ve Berta deresi Haşim Eletasi, bunun böyle ola* istikametinde bulunan 30 kilometroluk cağını söylemiştir ve bütün bu protesto kısımdan 20 kilometrosunun tesviyei lar da, karar verilmiş bir vaziyetin deği§ türabiyesi bitirilmişti. Burada birbirine yaslanmış vaziyette sarp dağlar vardır tirilmesi içindir. ki, şimdi yolun bu kısma tesadüf eden Her neyse, ben Sancak delegesi güzergâhı açılmaktadır. Bu mühim yol Ekselans Düryodan aldığım emir üzeribittiği zaman Hopa Ardahan yolu 25 ne size şunu tebliğe memurum ki, şayed kilometro daha kısalmış olacaktır. Bu böyle asılsız ve uydurma haberler ver suretle Şavşatlılar da mahsullerini vimekte devam edecek olursanız, sizi bu lâyet merkezi Artvine, Ardahan ve Kars topraklardan uzaklaştırıp hudud dışına pazarlarına ve Hopa iskelesine kolay çıkarmağa mecbur kalacağız. Eğer ala" lıkla indirebileceklerdir. cağınız haberleri bizden de tahkik edip Bu vilâyet sahil halkının bilhassa kımuvafakat'mizi istihsal ederek telgraflar şın hemen her tarafla muvasalası ke çekmek isterseniz daha doğru haber ver silmekte iken Hopa Vilâyetinin Rize miş olursunuz ve bu takdirde Sancakta hududundaki Viçe nahiye merkezine bütün bir hürriyetle ikametiniz mümkün kadar yolun açılmasile bu vaziyetin de dür. önüne geçilmiştir. Bu yol 52 kilomet rodur. Karadeniz çocukları, büyük bir AKVERDt hakikatte ne çalgıcı, ne de kumarbazlar bu değişiklikten müteessir görünmüyor * du. Halinden çolak olduğ* hissedilen adam, sazı koltuğunda masalann önünds dolaşıp parsa toplamağa başladı. Bazılan kayidsizce tabağın kenanna beş on para bıraktılar. Mehmed Demir garib bir hisle belki de mahsus görmelerini istiyerek tabağa herkesten fazla koyduğu halde, hakikatte gözleri parlıyarak tabağını boşaltan çalgıcıdan başka kimse buHemen bir kenara ilişti. Kimseyi ta nun farkına varmamıştı. İhtiyar yerden nımıyordu. Kimse de onu tanımıyordu. selâm verip geri geri gitti ve kapıdan çıkKılığını yabancı görüp çekindiklerini, tı. hatta korkarak bakt\klarını hissetti. OnKüçük izbe nefesten, sigara dumanmlara munis görünmek için ne yapabilir dan sisli bir hale gelmişti. Camlar buğud'? Neden sonra içeri elinde «bağlama» lanmış, göz gözü görmez olmuştu. İçki denen yerli sazile yaşlı bir adam girdi. ve kumarın hırsile oyuncuların gözleri Çalgınm yeknesak, çelimsiz sesi kahve panldıyordu. Bunlar, bir büyük masa uğultusu içinde kayboluyordu. Bir ara etrafına toplanmış olan asıl kümeden lık tavla gürültüsü, oyuncuların ba başka, ikişer üçer küçük masalara ay ğırmalan azalır gibi oldu. Denebilir ki rılmışlardı. onu dinliyorlardı. Ancak bu duruş çok Büyük masanm başmdaki tıknaz, sürmedi; biraz sonra eskisinden daha bü kumral bıyıklı, rahat yüzlü adam, bol yük bir gürültü başladı. kurşunî esvabı ve düzgiia kılığile ötekivayı seyreden semtlere daldı. Hasır iskemleli, tahta sedirli bir mahalle kahvesinin önünde durdu. Yarı bakkal, yan kahve hizmetini gören bu eski izbenin kapısı akşamdan sonra gitgide sıklaşırdı. İçeride, tahta masaların etrafında kâğıd oynıyanlara, tezgâhbaşı yapanlara bakılırsa bu izbenin akşamdan sonra civarda en canlı kumarhane ve belki yegâne meyhane haline geldiği anlaşılırdı. lerden derhal farkediliyordu. Sükunel içinde, masaya hükmeden bir hali vardı. Belki hissedilmeksizin bütün kahve halkı ondan çekiniyordu. Ötekiler yanmdan Üslub, ahenk, eda ve hatta müedda bana Gevherileri, Zihnileri, Karacaoğ lanları hatırlatmak gerekti. Bilmem, neden, Firdevsîyi düşündüm ve sonra içimi çektim: Haklısın evlâd, dedim, tanılmak güç. Fakat koruk, dura dura üzüm olur. Sen de fütura düşme. Çalış, çabala. Bir gün tanılır ve şair diye anılırsın. M. TURHAN TAN bakanm doğu illerini tetkik ve teftişinden sonra yapılmıya başlanmış, Büyük Atatürk devriminin ve Cumhuriyetin koruyuvu ce kurtarıcı eli buralarda da ışlemeğe koyulmuştur. İdare makinesi şevk ve sevda ile çalışmakta, halk can dan alâkayı coşkun bir sevincle karşılıyarak bu çalışmalara bütun heyecanile katılmaktadır.> MEKK1 SA1D oldukça yaşlı bir adam kendi kendine oturmuş, kâğıd parçalanna birşeyler ka rahyordu. Kahvenin havasına büsbütün zıd olan bu manzara Mehmed Demirin dikkatini üzerine çekmişti. Bu kuru, kemikli, yüzü vaktinden önce buruşmuş, hemen hemen ak saçlı denecek kadar kır düşmüş, kesik ve kır bıyıklı bir adamdı. Hareketlerinden fazla titiz, vehimli ol duğu görülüyordu. İkidebirde etrafına bakınıyor; kendisine dikkat edilmesinden çekiniyormuş gibi sinirli tavırlar alıyordu. Bir aralık tezgâha kadar gitti, ayak üzerinde iki kadeh çekti, bir parça balık salatası aldı. Mendilile ağzmı silerken kahveci kulağına birşeyler mınldanıyordu. Fakat kahveci ona karşı mültefit görünmüyor du. Hatta sesinin tonunda adeta çıkışıı gibi bir hal vardı. Bir lâhza ayakkabla rının ucuna bakarak yerinde mıhlı kalan ihtiyar adam, hiç sesini çıkarmadan ağır ağır eski yerine oturdu. Gene vehimli ve ürkek tavırlarile etrafına bakındı. Kâğıd parçaları üzerine fasıla ile bazı şeyler karalamağa koyuldu. lArkası varl adam Cumhuriyetin içtimaî romanı: 6 Kapalı çarşıdan geçti. Eski bıçakçılar, yazmacılar ve kuruyemişcilerin tezgâh lan üzerine serilmiş eşyayı seyrederek gidiyordu. Burada herşey ona renkli ve manalı görünüyordu. Sabahki can sıkıcı ziyarete rağmen, o hâlâ neş'esini kaybetmeden etrafına bakabiliyordu. Tanıdık bir yüze raslamak ümidile her tarafı gezmek istiyordu. Ulucami civarındaki kahvelerde oturdu. Büyük çınarlann gölgesinde, şadır van seslerini dinliyerek daldı. Akşam oluncıya kadar şehri dolaşıp her köşeden ayrı bir zevk çıkardı. Ona bütün yüzler bu sükun içinde, sanki asırlardır hep es ki yerinde imiş gibi, rahat ve sakin ge liyordu. Milletlerin son kozunu oyna mak için bütün güçlerile boğuştuğu har bin dumanlan bu tenha köşelere sokul mamıştı. Çınar diblerinde, sıcak şadırvan ses Ieri içinde sükunla yaşıyanlar yeryüzü nün en büyük değişmelere sahne oldu Yazan: Hilmi Ziya ğundan habersiz tatlı bir rüyaya dalmış görünüyordu. Bir kere o uzun köşe minderlerine bağdaş kurup yerleştikten sonra saatlerce bu rüya içine giriyor, ve o nun ahengini bozmamak için başlarını kımıldatmadan, o halde güneş bahncıya kadar kalıyorlardı. Sanki bu rüyayı bozacakmış gibi, her değişrneden kaçınıyorlardı. Orada sular şadırvanlarda değişmeden akıyor; rüz gâr ninni gibi okşıyarak esiyor; ezan ve şarkı sesleri bu derin asırlık rüyayı beslemek için hiçbir şeyi değiştirmeden ağır ağır bestesini yüseltiyordu. Mehmed Demir onlann, yanıbaşlarında kopan fırtınadan nasıl olup ta bu derece habersiz yaşadıklannı hayretle düşünüyordu. Akşamın gönül ve hüzün getiren sesleri içindeki asi düğümü çözemeO kendi kendine, bu hale üzülmüştü. diği için yeni sesler ve yeni renkler aramağa koyuldu. Gölgeler kararıp ta eller «Zavallıya aldıran bile yok!» diye dir elekler çekildiği zaman, şehrin yamaç şünüyor, hatırını almak istiyen bir şefkat larında yüksek bir sırttan baştanbaşa o tavrı takınıp yüzüne bakıyordu. Fakat