26 Mayıs 1936 CUMHURİYET KUItür ve terbiye Cemiyeti yapan terbiye Nazan: Prf. Salih Murad 2 Bir cemiyet bünyesinin terbiyenin mahiyeti üzerinde büyük tesıri olduğu şüphesizdir. Terbiyenin hedefi cemiyetin ha yatını idame etmek ve yükseltmek ise de bu hayat ta cemiyeti teşkıl eden ferd hayatmdan gayri birşey değıldir. İdeal bir cemiyette cüz ile külün menfaatleri ara sındaki münasebetler birbiçimlik, bir armoni gösterirse de tanhte ideal cemiyete aid bir nümune görülmüyor. Bu nazarî mefhumdan ayrılıp hakikî sahneye girersek her cemiyette bir takım ferdlerin feragati nefis sahibi olmaları ve diğer bir takımlarının mcnfaatsever olmaları gibi bir takım bariz açık'ıklar göriiyoruz. Bu halde terbiye işlerinde muvaffak olmuş bir cemiyet demek ferd ve cemiyet menfaatlerini mümkün olduğu kadar mütvazin kılmış, yani armonili bir cemiyet demektir. Cemiyetlerde ilk temaslar ferdi tamamile hiçe saymağa matuf idiyse de garbde, bilhassa hıristiyanlığın zuhurundanberi, bu temayül tevkif ve tadil edilerek ferd hayatına verilen ehemmiyet ve kıymet gittikçe artmıştır. Büyük Harb bu iptidaî temayüller ve bunlann ifade ettikleri terbiyevî fıkirlere karşı olan reaksiyonu beslemiştir. Bu halde yeni terbiye sisteminde cemiyetle beraber ferdi düşünmek ve ferde kıymet vermek esastır. Bu cereyanlara göre terbiye nazariyesi azçok pedosentrik olmalı; yani kelimenin manasmdan anlaşılacağı veçhile maksad tek çocukta mihraka getirilmeli ve çocuğun kabiliyetı daima gözönünde tutulmalı dır. Bugün daha ileri gidilerek terbiyenin biricik gayesi ferdin kemale erdirilmesi olduğu iddia ediliyor. Bu iddia ile cemiyeti unutmak veya ihmal etmek kat'iyyen düşünülmez; bilâkis cemiyetin yükselmesi için ferdlerin yükselmesi lüzumu kabul edilmiş oluyor. Harbden evvel Amerikada azçok şuurlu bir şekıl almış olan bu cereyan harbden sonra bütün dünyaya sirayet etmiş gibidir. Müterakki memleketler terbiye sistemlerini bu cereyana göre değiştirmektedir. Bu cereyanm karakteristiği eski mefhum ki bunun biricik hedefi içtimaî bünyeyı terhınden ıbaret olan ılk ve orta tahsılyerine bütün sınıfa mensub çocuklara verilen bir ilk terbiyeden sonra gencin ihtiyaclarını tatmin edecek bir orta tahsil vermektir. Amerikada bu fikir ilk hükumet sistemile bunu takib eden (Junıor and senior High school kücük ve büyük orta mek^eb) smıfları yani 6i3f3 sistemidir. îngilterede ise bu fikir Maarif Nezaretinin teşkil etmiş olduğu bir isti şare meclisinn genc terbiyesi hakkında 1926 da verdığı raporda görülüyor. Ayni fıkrin Almanyaya da sirayet ettiği anlaşılıyor. Bu fikri körüklıyen başlıca amıl asrî sanayı sistemlerile yeni hükumet şekıllerinin, vatandaşların eskıden farklı ve daha yüksek ve faydalı bilgi hamulesıle mücehhez olması lüzumunu meydana koymasıdır. Asıl nokta yeni terbiye usullerinin bir cemiyet içinde yaşıyanlara mümkün olabildiği kadar yükselme fırsatını vermesi mefhumudur. Posta vasıtasile yapılan kaçakçılık Galatadan postaya verilen mektubun sahibi aranıyor Posta vasıtasile yapılmak istenilen bir döviz kaçakçılığının meydana çıkanldığını ve müfettişlerin işe el koyduklarım yazmıştık. Bu hususta yaptığımız tahki kata göre döviz kaçakçılığı şu şekilde olmuştur: Bundan birkaç gün evvel Galata postanesine İngiltereye gitmek üzere bir mektub atılmıştır. Bu mektub, harice gidecek diğer mektublarla beraber îstanbul postanesine gelmiş, fakat burada memurlar mektubun şeklinden şüphelendikleri için bunu müdiriyete vermişlerdir. Mektub usulü dairesinde açılmış ve içinde yüz küsur Ingiliz banknotu bulunmuştur. Bu nun üzerine işe posta müfettişleri vazıyed etmekle beraber meseleden zabıta ve kambiyo murakabe heyeti de haberdar edilmiştir. Taahhüdlü olan bu mektubun mürsili aranmış fakat mektubdaki mürsil adresinin asılsız olduğu anlaşılmıştır. Bu da, bu işi yapanın yaptığı suçu gayet iyi bildiği ve bu tarikle harice epeyce döviz kaçırdığı kanaatini takviye etmiştir. Dahilde ve haricde bir şebekenin bu işle uğraştığı zannolunmaktadır. Çünkü son senelerde her memlekette döviz takyidatı azamî haddini bulduğundan Av rupanın her tarafında döviz kaçakçılığile uğrasan şebekeler türemıştır. İstanbuldan yüz küsur Ingiliz lirasını gönderen şahsın adresi bu şekilde boş çıkmış olmakla beraber bu adamın bulun ması için çalışılmaktadır. Diğer taraftan îstanbul postanesinde nazarı dikkati celbeden zarfın Galatada memurlann gö zünden nasıl kaçabildiği de ayrıca ehem miyetle tetkik edilmektedir. Dumdum kurşunlan işinin içyüzü anlaşıldı Italyaya ajanlık eden bir serseri, Italyan sefaretinin talimatı dairesinde bir dalavere çevirdiğini itiraf ediyor Avam kamarasında Mister Eden ta rafmdan «yalancı malumat ve sahte vesaik tertib> etmekle itham olunan dumdum kurşunlarımn esrarengiz ajanı miralay Mezlerin hakikî hüviyetini Daily Herald gazetesi dün gelen nüshasmda teşhir etmektedir. Miralay Mezler, namı diğerle mira lay Lopez, namı diğerle Lingleton, namı diğerle Radbill diye anılan bu adam bir vakitler kabarelerde hokkabazlık yapan Henry Lawrence adlı bir Londrahdır. Lawrence. kendisile görüşen Daily Herald muhabirine esrarengiz «mira lay> ın kendisi olduğunu itiraf etmiştir. Bu adamın asıl ismi Henry Lawrence Bernstein olup harb esnasında sonun daki Bernsteini atarak sadece Henry Lawrence olmuştur. Lawrence 64 yaşındadır. Muhabirle görüşmeden evvel Lawrence iki saatten fazla Harbiye Nezaretinde sorguya çekilmiştir. Bu esnada kendisinden son altı aydanberi İtalya sefaretile olan münasebatı hakkında izahat alınmıştır. Lawrencein itiraflarına göre, son aylar zarfında, Londradaki Italyan sefa reti namına malumat topladığı, fakat buna mukabil masraftan gayri bir para alamadığı için bu işten sarfınazar ettiği yolundadır. Dumdum kurşunlan mese lesi veya İtalya sefareti namına topladığı malumatın esaslan hakkında ifşaatta bulunmamakla beraber, Lavvrence Londradaki Habeş sefaretine uğradığını itiraf etmiştir. Ayni zamanda Mr. Martinden îtal yan sefaretinin talimatı dairesinde dumdum kurşunlarına aid vesikayı aldığını ve îtalya sefaretindeki şayanı hayret bir usul sayesinde Londra ile AdisAbaba arasmda teati olunan bü [•] Bir yasağın içyüzü! n dokuzuncu asnn birçok yıllarını dolduran ve gene o asır içinde imzalanan sayısız muahedelerin hemen hepsinde yer alan bir mesele vardır. Zencı alışverişinin yasak edilmesi!.. Bu yasağı ilk düşünenleY İngilizlerdi. On sekizinci asnn başındanberi «insanî hedef» adını verdikleri bu yasagı kurmak için çalışıyorlardı. Fakat işin resmî mahiyet alması ancak on dokuzuncu asnn başında mümkün olabıldi ve meşhur Pitin heyecanh nutuklarile İngiliz parlamentosu zenci alışverişinin yasak edilmesini karar altına aldı. Şimdi sıra, bu yasağa öbür devletleri de iştirak ettirmeğe gelmişti. Ilkin Danimarka, sonra Portekiz devletleri Ingiltere ile imzaladıkları muahedelerde yasağı kabul etmeği taahhüd ettiklerinden maslahatı umumileştirmek kolaylaştı ve 1814 te Napolyonun yerine gelen krallık ta Fransa namına yasağa iştirake söz verdi. Ayni yıl içinde Viyanada toplanan büyük kongrenin görüstüğü çetin işlerden biri gene bu yasak meselesiydi. Çünkü Ingilterenin zoruna karşı «evet efendim, sepet efendim» diyen bir takım hükumetler ve o meyanda İspanya ile Fransa devletleri, Afrika ve Amerikadaki müstemlekelerindeki büyük çiftlikleri işletmek için zenci kollanna ihtiyac hissediyorlardı, bundan dolayı da o kârlı alışverişten vazgeçmek istemiyorlardı. Viyana kongresindeki îngiliz murahhaslan, Napolyon beliyyesinden Avrupanm kurtulmasında kendi mensub olduklan devletin oynadığı büyük role güvenerek bu işi mutlaka müspet bir neticeye bağlamakta ısrar ettiklerinden ve Rusya, Avusturya İmparatorlarile Prusya Kralmı kendilerine uydurduklanndan zenci alışverişinin kaldırılması nihayet bir emrivaki oldu, Ingiltere de yasağın jandarmalığını üzerine alarak denizleri kontrol etmeğe, esir taşıyan gemileri yakalamağa koyuldu. O günden bugüne kadar zencileri köle diye ahp satmak devletlerarası bir suçtu. Avrupa ve Amerika tacirlerinden kimse böyle bir alışverişe cesaret edemiyordu. Fakat hür ve müstakıl Habeşistan, kendi evlâdını müşteri buldukça satmakta ve insan avcılannın o mıntakadan çalıp sağa sola tasıdıklan bicarelere karşı kayidsiz kalmakta devam ediyordu. Gazetelerin yazdıklanndan anlasıh yor ki İtalyanlar şimdi adam ahşverişi yasağını Habesistana da teşmil etmişlerdir. Bu, ilk bakışta iki yüz yıllık bir insaniyet davasının son safhası gibi görünür. Fakat dikkat olunursa Habesistana sokulan yasağın 1814 teki Viyana kongresinde kararlaştırılan yasaktan büsbütün başka bir mahiyet taşıdnğı anlaşılır. Çünkü içinde İtalya Krallığı adını taşır bir tesakkülün mümessili bulunmıyano kongrede kararlaştınlan yasak, zencilere hürriyet zevkini tattırmak gibi insanî bir düşünceye istinad ettiriliyordu. İtalyanların koyduklan yasak ise on milyon Habeşliyi toptan köle ve halayık yapmak emeline müstenid!.. Hükümler maksada göre verilecekse içyüzü kendiliğinden sıntan bu yasağa da yanmamak elden gelmez!.. mesindendir. Filhakika Ingiliz mekteble rınin teveccüh ettiği gayeler beden ter biyesine, cesaret telkinine ehemmiyet vermek, çocuğun tavır ve hareketlerini düzeltmek, onu cemiyetseverliğe alıştırmak, ve kendi kendini idare kabiliyetini vermektir. İyi bir vatandaştan beklenilen bu kıymetli hassalar hemen hemen her mektebden beklenilen gayelerdir. Bundan sonra, mekteblerde çocuklara bir takım mevzular öğretmek meselesi gelir. Program meselesinde takıb edilecek yol bir takım tarzlar kabul eder. Bunlar da cemiyetin hayat ve ihtiyaclan bakımından kısa veya uzun cephelidir. Kısa cepheli programa göre cemiyet, ıktısadî ve diğer nevi faaliyetleri meydana getirmek üzere, ferdlerden muayyen neviden bilgi ile hüner ister. Bu halde mekteblerin vazifesi genclere bu maksada göre bilgi ve hüner vermektir. Uzun cepheli prog ram ise, bugünün faydalı (utilitarion) ihtiyaclarına fazla ehemmiyet vermiyerek talebeyi halkın tarihî hayatındaki en canlı ve dayanıklı medlulünde yatan unsurlarla temasa getirmek yoludur ki bu da; bizde kültür diye herkesin ağzmda çok dolaşan mefhum içine girer. Bu mütalealar arasindaki tezad muhtelif yol larda tekâmül ede ede meslekî ve lıberal terbiye arasindaki, asrî ve klâsik terbiye arasindaki, endirek olarak bilgi kıyme tine ehemmiyet veren terbiye ile disipline ehemmiyet veren terbiye (fikrî terbiye) arasindaki tezadlara müncer olur. İyi yapılmış müfredat programlan bu tezadlardaki münazaalı fikirlerin en sağlam noktalannı cemetmi$ olmalı. Böyle bir program ise yukanda (uzun cephe) dediğimiz tarza istinad eder. Bunun ana prensipine göre mekteb denilen müessese beşer ruhunun tekâmülünde büyük rol oynamış ve bu asnn tefekkürüne şekil vermiş olan fikrî, bediî ve amelî faaliyet usullerini cemetmiş olmalıdır. Buna göre programlarda edebiyat ve san'at, musiki, elişleri, riyaziye ve ilim (fen), coğrafya ve tarih mevzulan bulunur. Fakat bu mevzular programlara muhtelif tarzda sokulmakta olup programlar elâstik kılınarak muhtelif tipteki talebe bunlardan muhtelif tarz ve düzde istifade eder. Bu halde herhangi bir mesleğe intisab eden bir talebenin, kendi işine göre, bu biİRİlerden bir miktar bilmesi ve kendi işlerinden gayri olarak bir miktar da liberal terbiye almış olması lâ/ım^ır. SALlH MURAD Italyan ajanı Henrı Lawren.ce tün muhaberatın elde edilerek Romaya bildirildiğini de söylemiştir, Lawrence şu itiraflarda bulunmuş tur: < Ben İtalyanlar hesabına birçok işler gördüm. Bir defasında İsviçreden birisi gelerek Londrada muayyen bir otele ineceğini ve bundan sonra Habeş sefaretile temasa gireceğini ve benim bu adamı takib etmemi söylediler. Bu adamın Habeşistan hesabına îsviçreden mubayaa olunacak silâhların tesellü müne aid müzakereleri idare edeceği de söylenmişti. Bana tevdi olunan vazife bu tesellüm muamelesi hakkında mümkün olan malumatı elde etmekti. Eğer Italyanların buradaki işlere ne dere celere kadar nüfuz etmiş olduklannı benim kadar bilmiş olsanız hayret e dersiniz. Bu husustaki malumatımı ve bu malumatın hangi kanallardan geçi rildiğini Harbiye Nezaretine bildirmiş bulunuyorum.> Havalanan plânör Dört metro uçtuktan sonra yere indi Türkkuşundaki dersler devam et mektedir. Dün dersler esnasında ga rib bir hâdise olmuştur. Talebelere plânörle yerde yürümek talimi yaptırıl dığı sırada plânör rüzgârın tesirile havalanmış ve dört metro kadar uçtuktan sonra yere inmiştir. Plânör içinde Türkkuşu talebelerinden muallim Naciye bulunmakta idi. Naciye, plânörün ha vada iken nasıl idare edileceğini bil memekle beraber soğukkanlılığını muhafaza etmek suretile plârtörün muvazenesini bozmamış, kazasızca yere in miştir. Bu hâdise üzerine yerde yürü me talimleri yapan genclere havada i ken plânörün nasıl idare edilmesi lâ zım geleceği anlatılmış ve bundan sonra üç genc daha havada sıçramalar yapmışlardır. Amelî dersler bitmek üzere olduğundan gencler yakmda uçmağa başlıyacaklardır. Talebelerden bir kısmı kendilerıne birer pilot elbisesi yaptırmışlardır. Soma muallimlerinin bir toplantısı Limanda bir gemi kaçırma hâdisesi Beş sene evvel çalınan yüzük , bulundu Bundan beş sene evvel Çarşıiçinde kuyumcu Hamporsomun dükkânma müşteri sıfatile bir erkek gelmiş ve kuyumcunun çıkardığı mücevherlere bakarken içlerinden bir yüzüğü çalarak kaçmıştı. O vakit polisin bütün aramaiarına rağmen bu hırsız bulunamamıştı. Cuma günü Çarşıiçinde devriye ge zen îkinci şube ikinci kısım memurları bir kadınla bir erkeğin ellerinde bulunan kıymetli bir yüzüğü satmak ıstediklerini görmüşlerdir. Memurlar sa tıcıların üstlerinin perişanlığından şüpheye düşerek bunlan müdiriyete getirmişler ve sorguya çekmişlerse de bir şey sövletememişlerdir. Yüzük kuyumculara gösterilmiş, bunun Hamporsomdan çalınan yüzük olduğu anlaşılmıştır. Hamporsom, yüzüğün Pangaltıda o turan Madam Anjele aid olduğunıt iddia etmiş, Anjelin ifadesi alınmca yü züğün ona aid olmadığı anlaşılmıştır. Fakat dün Emin adında bir adam esrarengiz yüzüğe sahib çıkmıştır. Bu yüzüğün Sarıyerde katledilen ve katilleri bulunamıyan Madam Elmas yana aid olduğu zannedilmişse de sonradan bu mesele ile alâkası olmadığı anlaşılmıştır. Programlar Bu hedefler bizi şüphesiz programlar meselesine getirir. Bu hedefe varmak için çocuklara ne öğretmeli? Bu suale verilecek cevabı terbiyeden beklenilen mak sadda aramalıyız. Mektebden beklenilen gaye aile hayatının çocukta yaptığı tesirleri tashih etmek ve çocukları memleke tin refah ve saadeti icin lüzum sösterdıği hedeflere tevcih etmektir. Bu halde mektebler evvelemirde bir ideal peşinde koşan müesseseler olmalı ve bu ideale de muayyen bir programla teveccüh etmiş bulunmalı. İngilterede «Public SchoolsUmumî mektebler) denilen mekteblerin şöhret kazanması bu hedefe teveccüh et[*] Birinci makale 24 mayıs tarlhli sayu ıızda çıkmıştı. Beyazıd kulesinden paraşütle atlanamıyor ! Soma (Hususî) Köy mekteblerinin tatili üzerine kazamız muallimleri bir toplantı yapmışlar ve geçmiş ders yılı içindeki meseleleri konuştuklan gibi gelecek yıl içinde yapılacak işler hakkında da kararlar vermişlerdir. Muallimler tatil esnasında iç Anado luya bir de gezinti tertib etmişlerdir. Yukarıki resim bu toplantıda bulu nan muallimleri bir arada göstermek tedir. Paraşütle atlama kulesi olarak kul lanılmasına karar verilen Beyazıd ku Berlin Ticaret Müşavirimiz lesinin, fen heyetleri tarafından yapı şehrimizde lan tetkikler neticesinde bu işe elverişli olmadığı anlaşılmış ve burada yapıl Ankarada yapılan Türk Alman timası takarrür eden tadilât ve tamirattan vazgeçilmiştir. Şimdi b»şka bir yer caret anlaşması müzakerelerinde bulunan aranmaktadır. Berlin ticaret müşavirimiz Avni şehrimize gelmiştir. Avni dün yeni anlaşma hakYunanistana kömür kında barsak tacirlerile görüşerek kendiihracatımız lerine izahat vermiştir. Bugün de yumurYunanistanda eski vekillerden Kana ta ihracatçılarile görüşecektir. karisin riyaseti altında yeni bir kömür Berlin ticaret müşavirimiz buradan îzşirketi teessüs etmiştir. Bu şirket daha ziyade memleketimizle çalışacak ve git mire gidecek ve Ege mıntakasında da tikçe artmakta olan kömür ihracatımızın tetkikat ve temaslardan sonra Ankaraya bilhassa Yunanistana teveccüh etmesini giderek Vekâlete izahat verecek ve sontemin edecektir. • ra Berline dönecektir. dan, boyununa bir şal atmış, saçlan dağınık, sıska, tepeden tırnağa kadar bir kemik torbası halinde, gözleri öfkeli ve dikkatli bir kadm geldi. Suzan bu evde oturduğu zamanlar Şadi onunla darğın olduğu için Madam Afroyu tanımamıştı, ilk defa görüyordu, içinden: «Ne meymenetsiz kan be!» dedi. Fakat Suzan Şadinin oda tutmak istediğini söyleyince Madam Afronun suratında nereden çıktığı belli olmıyan bir sevinc aydmlığı peyda oldu. Şadi hemen kadıncağızm epey zamandır kiracısız ve ihtiyac içinde olduğunu anlamıştı. Suzanın lâkırdıyı idare edememesinden korkarak hemen dedi ki: Madam! Sizinle anlaşacak olursak ben öyle iki ay oturuo g d'cı kiracılrd" da değilim. Para da her ay tıkır tıkır pe şin. Hatta iki üç aylık ta peşin verebili rim. Gelenim, gidenim, kalabalığım, ıçkim, takıntım, alacakhm yoktur. Süslü, aydınlık, rahat, geniş oda da istemiyo rum. Bana şu iki odayı kiralasanız yeti şir. Çünkü antişambr olması daha çok i§ime gelır. Durunuz, beni sonuna kadar dinleyiniz. Eğer sizinle uyuşacak olursak ben ev kirasından başka da sıze hergun, müşteri oldukça, adam başına muayyen bir ücret vereceğim. «Ne müşterısi?» dıye soracaksınız. Acele etmeyin. Su/.ar biliyor. Suzan akıllı kızdır. O da bu ıjJ^ benimle beraber olacak. Biz çok eski ahbabız. Biliyor o. Korkulacak birşey yok. Herkes yapıyor. Biraz açıkgözlülük kâfi. Şimdi isin ne olduğunu sövliyecermı. Ben profesörüm. Ne demek bu biliyor musunuz? Rumca daskalos mu derler, ne dir, o işte. Fakat ders okutan cinsinde/ı değil. Hindistanda bulundum, orada çok okudum ve öğrendim, diploma al • dım, insanın ruhundan anlarım, psikolo jisini bilirim. Derdi, kederi olanlara yoî gösteririm. Şadi bunlan söylerken ikide rini başına götüren ve bilhassa şakağına parmaklarını bastıran Afroyu hiç görmüyormuş gibi ilâve etti: Meselâ sizin derdinizi bir elîesol taraf Madam yaparak söyleyim: Limammızda garib bir gemi kaçırma hâdisesi olmuştur. Böner isminde Ingiliz bandırah bir gaz gemisi geçenlerde Ingiltereden gelerek limanımızdan geçmiş ve Köstenceye gaz almağa gitmiştir. Bu vapurun, Türk petrol şirketinde Mithat, Mehmed Ali ve Firuzan isimlerindeki üç hissedan îstanbulda bulunmaktadır. Geminin diğer hisseleri İngilterede bulu nan başka birisine aiddir. Böner vapuru nun Aslan hanında Diyakanof müessesesi de acentahğını yapmaktadır. Vapur Köstenceye gittiği sırada bir eroin kaçakçılığı hâdisesi olmuş ve Rumen zabıta memurları gemiyi basarak araştırmalar yapmışlardır. Orada bu vapur hakkında zehirli maddeler kaçakçılığı suçundan tahkikat yapılmakta iken Londradan şehrimizdeki acentaya gelen bir telgrafta vapur transit olarak lstan bul limanından geçerken durdurularak kaptanın azledildiğinin bildirilmesi ve geminin Londradan gönderilecek olan diğer kaptana teslimi bildirilmiştir. Bunun üzerine vapur süvarisine tebliğ edilmek üzere Köstenceye telgraf çeki lerek kaptanın azledildiği bildirilmiş, geminin îstanbul limanında yeni süvariye teslimi tebliğ olunmuştur. M. TURHAN TAN Buna rağmen Böner vapuru evvelki gece limandan gizlice geçmiş ve resmî Galatasaraylıların aile yemeği tebligata rağmen durmamıştır. Gemi saGalatasaraylılar cemiyetinden: Bü hibleri, vapur kaçıran bu söz dinlemez sü tün Galatasaraylıları mayısın otuz bi variyi protesto ederek alâkadar makam rinci pazar günü Galatasaray lisesinde bir araya getirecek olan toplantıya aid lara müracaat etmişlerdir. davetiyeler, gerek mektebin kapısında, Balkan kupasını Rumenler gerek Galatasaraylılar cemiyetinin İs tiklâl caddesinde Saray sineması biti kazandı şiğindeki Lüksemburg apartımanmın Pazar günü Bükreşte yapılan Balkan İ numaralı dairesinde tevzi edilmektekupası final maçında Rumenler Bulgar dir. Toplantıda bulunmak istiyen Ga ları 4 l le yenerek Balkan kupasını ka latasaraylılar davetiyelerini oralardan tedarik edebüirler. zanmışlardır. Galiba biraz sinirlisiniz. Madam Afro: Çok! diye bağırdı. Sinir bir şey değil, baş ağrılarınız, yanm baş ağrılarınız var. Galiba sol taraf ınızda! • Madam Afro Suzana dönerek: Panayamu! Nasıl da biliyor! diye bağırdı. Şadi ellerini pantalonunun cebine sokarak: Bu birşey değil, dedi, ben neler bilirim. Ah... Oğul, bu baş ağnlanmı geçirir misin? x Şadi bu sinirin parasızlıktan ve sıkmtıdan olduğunu tahmin ettiği için: înşallah madam, dedi, bir şeyciğin kalmaz. Benim müşterilerim var. Buraya gelecekler. Sen de eşe dosta söylersin. Her gelen adam başına sana yanm lira veririm. Oda kirası da ayrı. Günde on kişi geldiği olur. Düşün bir kere. Ayda en aşağı yüz yüz yirmi lirayı cebinde bil. Kadın hayret ve endişeye kaçan bir sevinc içinde: Nasıl iştir bu? Anlamadım ki iyice? Dedi ve Suzana baktı. Şadi lâkırdıyı Suzana bırakmak istemediği için hemen atıldı: Buna Hindistanda fakirizm derler. Dünyanın her tarafında böyle profesör ler vardır. Fakat bizim memlekette ah şılmamış. Hükumet pek böyle şeyler istemiyor. Ama telâş etme. Evvelâ hüku met nereden bilecek? Fala bakan evler yok mu? Nihayet, olsa olsa, olmaz ya, beni mahkemeye verirler. Sana göre ne? Ben kiracıyım. Sen benim ne iş yaptı ğımı bir türlü anlıyamamış olursun. Kadın Suzanın yüzüne bakıyor, fakat Şadi onun düsünmesine meydan bırakmamak için habire söylüyordu: Hoş polislik, mahkemelik bir iş yok amma cünkü ben falcı değilim, profesörüm, mahkemede ispat ederim fakat boş yere rahatsız olmamak için işi gizli tutmak daha iyidir. {Arkast var} Cumhuriyetin tefrikası • 15 SERSERI Yazan: Server Bedi upuzun ve karanlık bir koridordan ge çirdi. Sağ tarafta bir sıra sandığın büsbütün darlaştırdığı yolda zahmetle yüyüyorlardı. Duvarın içine geçmiş bir camlı dolabda yanan Meryemana kandıli, bu karanlık ve uzun yola, Şadinin bir falcı evinde yaratmayı düşündüğü esrar havasmı veriyordu. Fakir döşenmiş bir yemek odasına girdiler. Şadi Suzanın göster diği bir sandalyaya ilişti ve bu odaya kadar bütün evi dolduran karanlığa, yapacağı işin sermayesi imiş gibi memnuniyetle baktı. Suzan bitişik odaya giden ve bir kanadı açık camlı kapıdan içeriye girmişti. Anlaşılan Madam Afro orada yatıyordu. Rumca bir kaç kelime konuştular. Sonra Suzanla beraber, arkasın Bir sakathk çıkmasın? Korkmu şum ben. Ne sakatlığı? Yakalanmıyasm? Yok be... Merak etme. Fakat Madam Afroyu nasıl razı edeceğiz? Karı istemez evinde böyle şeyler... îşte orası var. Beni de ürküten bu. Acaba karıyı da kandırıp ortak alsak nasıl olur? Gel yemekten sonra bir kere gidip kendisine meseleyi açalım. Olmaz ını? Lokantadan çıkınca İmamsokağında • kî eve gittiler. Madam Afro hasta imiş. Hizmetçi onlan yatak odasına götürmek için dar,