14 Nisan 1936 CUMHURİYET Günü gününe yaşıyanlarımız bize Neden anlaşamazlar? Meşhur Alman muharrirlerinden biri Pariste Hitler aleyhine yazılmış bir piyesi seyretmiş. İntıbalannı şöyle anlatıyor: «Salonda bulunan Yahudiler dehşetli gürültü yapıyorlar, terbiye kaidelerine uymıyacak bir tarzda içlerinde bize karşı besledikleri nefreti döküyorlardı. Sahnede ve seyirciler arasmda cereyan eden hâdiseler, orada bulunan Fransızlan pek eğlendiriyor gibiydi. Neşeli bakışlarla etraflarını süzüyorlar, arada bir kıs kıs gülüyorlardı. Bizi barbar diye itham eden bu Fransızlar Berlinde bulunsalardı, millî izzetinefse hürmet hususunda kendilerinden çok daha ileride bulunduğumuzu şüphesiz tasdik ederlerdi.» Memleketinde büyük bir şöhreti olan bu Alman muharririnin fikirleri, Fransa ile Almanya arasındaki ezelî anlaşamamanın sebeblerini nekadar açık gösteriyor. Fransız ruhunda, hayat mevzulanm yuğuran bir san'atkâr istidadı vardır. O, zaman zaman, en mukaddes tanıdığı mefhuflan karikatürleştirir; en komik hâdiselere bir facia mantosu giydirir; en ehemmiyetsiz şeyleri ön plâna alır. Bir Fransıza göre hâdiseleri muhtelif cephelerinden görmek kadar tabiî birşey olamaz. Almanyada meselâ bayrak, millî marş, ecdad, büyük tarihî adamlar, devlet reisi gibi mukaddes veya hürmet etlkin eden kelimeleri karikatürleştirmek kimsenin hatırından geçemez. Halbuki Fransızlar, Hitlerle alay ettikleri kadar kendi Cumhur Reislerile de eğlenirler. Millî marşlannı, Jan Dark gibi yan Allah yaptıklan bir kahramanlarmı revü sahnelerinde gülünç yaptıklarını hep işitiyoruz. Almanlar bunu yapamazlar, çünkü başka türlü yaratılnuşlardır. Ve ikisi de başka türlü yaratılmış ol dukları içindir ki, günün birinde bu milletlerin anlaşacaklarına pek inanamayız. Bu kasabaya yazık değil mi? Hepsi işsiz kalan bir işci ailesinin feci vaziyetL İhtiyar bir anne: «Üç evlâdın olsun üçüde iş bulamasın; yarı aç yaşamak çok acı!» diyor Ceyhan şehri yıllardan beri ihmal ediliyor! Büyük bir ticaret merkezi olan Çukurovanın bu feyizli toprağı büyük himmet ve gayrete muhtaç U Voltere cevab! Eli öpülecek filozoflanmızdan ve felsefe ile şiire ayni kudretle tasarruf eden alim şairlerimizden profesör Feridle dün karşılaşmak bahtiyarhğına ermiştim. Saym üstad, kızgın ve kırgın bir sesle: Al, dedi, şunu oku ve vazifeni yap! Üstadın uzattığı kâğıdda şu fransızca sözler vardı: «Quand nous fumes a Socrate, je le reconnus bien vite a son nez eepate. He bien, lui dis je, nous voila donc au nombre des confıdents du ires haut! tous les habitants de Ueurope, excepte les turcs et les tartares de crimee....» [*] *** Ustadın dileğini yerine getirerek ve ölmiyen hakikatlerin ölülere de haykınlabieceğini düşünerek işte Voltere cevab veriyorum: Avrupa, Sokratın adını henüz duymamışken Türkler, onun fikirlerini süzgecden geçirmişler, sakat olanlannı ayırıp bir yana atmışlar ve doğru görünenerini de kılı kırk yararcasına teşrih etmişerdi. Avrupa, yerli malı ilk büyük filozof olarak Bacon'u, Descartes'ı, Spinoza'yı. Leibniz'i, Hobbes'ı, Lockc'ı, Barkeley'i anır. Sen, ey krallar dalkavuğu çirkin dâhü, ancak bu filozoflann kırıntılarile dimağını gıdalandıran bir adamsın, felsefe serabınm dilencilerinden birisisin. Halbuki Türkler, Avrupanın yerli malı filozoflannın en eskisi olan Bacon'dan tam yedi yüz yirmi altı yıl önce Farabi'yi ve ondan yüz on yıl sonra da İbni Sina'yı medeniyet dünyasma armağan etmişlerdi. Farabi mi Sokratı tanıyordu, İbni Sina mı?.. Hayır, Volter, hayır. Onlar Sokratı da, Eflatunu da, Epikürü de tanımışlar e üstelik Avrupaya tanıtmışlardı. Türkü küçültmek isterken ilmi ve hakikati küçülten Volter!.. Rüyada konuştuğun Sokratla ahrette de tanışmıya imkân bulmuş olsaydın onu Farabilerin, İbni Sinalann önünde ve hatta gene Bacondan önce Istanbulda doğup ilk çağ filozoflarınm hepsini sigaya çekerek numaralannı ermiş olan Kınalızadenin karşısında dian durur görecektin. Buna şüphem yok. 'akat sıkılıp utanacak mıydın?.. İşte bundan iştibah ediyorum!.. Ceyhandan bir görünüş: İstasyon Ceyhan (Hususî) Çukurovanın en feyizli topraklan üzerinde ve kendi adile anılan büyük bir ırmağın kenarında ku rulmuş olan kasabamız, kendisini henüz tamamile tanıtamamış bir yurd köşesidir. Halbuki burası, ticarî ve ziraî vaziyeti, mevkiinin ehemmiyeti ve şayanı dikkat inkişaf kabiliyeti ile herhalde üstünde durulacak bir tetkik mevzuudur. Ceyhanda; 2000 ev, 800 dükkân ve mağaza, 15 otel ve han, mühim sermayeli ticarethaneler, 2 banka şubesi var dır. Yıllık ciro 8 milyon liraya yaklaşmaktadır. Toprakkale ve Veysiye gibi sevk merkezleri bir tarafa bırakılsa bile yalnız Ceyhan istasyonundan ihrac edilen hu bubat mıktan yılda 7500 vagonu bulmaktadır. Çeltik istihsali ise ortalama hesabla yılda 6,000,000 kiloyu geçer. Sonra, burada yerli ve Suriyeli tüccarlara her yıl vasatî olarak 200,000 koyun satılır. Bütün bu saydığım büyük kalemler arasında Ceyhanm pamukculuk bakımmdan ehemmiyetini de gözönünde tutarsak burasının nasıl büyük bir iktısadî kabiliyete malik olduğu kolayca anlaşılır. Kasabanın ilk kuruluşu, nahiye merkezi olarak takriben 70 yıl öncedir. O zaman adı Yarsuvat idi. 40 yıl kadar önce de Hamidiye adı verilecek kaza merkezi oldu. Bugün 10,000 nüfusu vardır. 927 sayımı ile 935 sayımı arasmda artış nisbeti yüzde 36 dır. Bu nüfus kasabanın sabit nüfusudur. Yoksa, yazm ve iş mevsimlerinde yurdun başka köşelerinden çalışmak için gelenlerle bu miktar 20,000 e kadar yükselir. Umumî değer ve çehresi hakkında bu kadarcık malumat vermekle dahi ehemmiyeti anlaşılan Ceyhan, ne yazık ki şimdiye kadar her cihetten mühmel kalmış zavallı bir kasaba halindedir. Içilecek ve hatta kullanılacak iyi bir suyu yoktur; ancak Ceyhan ırmağının bulaşık suyu ile bu ihtiyac karşılanmaktadır. Işığı yoktur; belediyenin mühim birkaç noktaya koydurduğu lüks lam balarile mehtab, bu yokluğu gidermeğe çalışır! İki ilk mektebinden başka ne bir orta mektebi, ne de bir meslek mektebi var. Merzagî bir muhit olduğu halde küçüj; bir hastanesi bile yoktur. Hatta daha acısı, bu kadar zengin ve kalabalık bir merkezde bir hükumet konağı bile olmadığı için bugün hükumet daireleri şurada burada tedarik edilen yerlerde icarla oturmaktadır. Sonra belediyecilik bakımından da yakın zamana kadar pek zavallı bir vazi yetteydi. Vakıâ bugün belediyede yeni ve şuurlu bir canlılık göze çarpmaktadır, istasyon şosesi yapılıyor, etrafına beton yaya caddesi Üç kızı birden işsiz kalan talihsiz bir anne torunlart ve issiz kızlarile birlikte Ustünde eflâtun yollu beyaz basmadan bir entari, başında kulaklarını tamamile kapıyarak çenesinin altmdan bağlanmış bir siyah örtü. Çıplak ayaklarile ta§, toprak, çivi, teneke dolu yerlere hiç sakınmadan basıyor ve gözlerini güneşten korumak için başını bir yana bükmüş beni dinliyor ve dinledikten sonra: Sana annemi çağırayım; diyor. Annem, tam senin istediğin insandır. On iki yaşlarında olan bu kızın herhalde ayaklan acımıyor ki, onların üstünde bir tazı çevikliğile koşarak ortadan kayboluyor... Ve biraz sonra arkasında eski bir manto, başında eski bir örtü... Zayıf, esmer bir kadınla karşıma geliyor. Bu zayıf yüzlü esmer anneye kendisile neden görüşmek istediğimi izah ediyorum. O da bana hikâyesini anlatıyor: İsmim Refiadır. Kocam arabacı idi; öldü. Üç tane çocuğum var. Biri §u kız, biri ondan küçük bir erkek, bir de on sekiz yaşındaki en büyük oğlum... Kocam öldükten sonra ben Rejide amelelik ettim. Dizi açardım ve günde elli kuruş kadar alırdım. Halbuki, orası bana yaramadı. Tütün işçilerinin birçoğu gibi ben de hastalandım. Nihayet ustamız bir gün bana: «Sana tütün yaramadı, hastalan dın. Sen çık.» dedi, ben de mecbur ol dum, çıktım işten... Biz Kırklarelindeniz. Oraya döndüm, fakat baktım, orada iş yok. Gene bu tarafa, belki, tütünden başka bir iş bulurum diye geldim. O gündenberi üç sene oluyor; bir daha iş bulamadım. On sekiz yaşında bir oğlum var dedim ya, işte, o bize bakıyor... Bakıyor diyorum, sen de birşey zannedersin... Eskicilik yapmağa çabalıyor.. Inan bana! Çok gün on para getirmez eve. Ve para getirdiği zaman da getirdiği yalnız on, on beş kuruştur. Yardım eden kimsemiz yok. Tannnın günü kapı, kapı dolaşıp dilencilik eder gibi iş aramak kolay değil.. Evinde oturup aç kalmak ta kolay değil... Yanımıza yaklaşan ikisi siyah çarşaflı, biri yeldirmeli üç kadını göstererek: Iste bunlar benim kızkardeşlerim, diyor. Öteki de anamızdır. Onlar da işsiz... Siyah çarşaflılardan sanşın bir kız çocuğunu paylıyanı bana dönüyor: İşte, diyor. Bu çocuk ta benim çocuğum. Biz iki kardeş evvelâ Kantarcılarda bir fabrikada çalıştık, sonra bir yün fabrikasına gittik. Bir zaman halimiz pek iyi idi, hepimiz çalışıyorduk, anamıza bakıyorduk. Anam yemeğimizi hazırlıyor, işimize bakıyordu. Biz de güller gibi geçiniyorduk. Peki nasıl oldu da işsiz kaldınız?. Evlere şenlik; fabrika müdürünün oğlu deli idi. Onun için işsiz kaldık. O nun aklı bazan başma geliyor, bazan gidiyordu. Sonsuz bir şefkatle sözüne devam ediyor: Babası onu kıyıp ta bir yere kapatamıyordu. Nasıl kıyar, bir evlâdı... Aslan gibi delikanlı... Aklı başında olduğu zamanlar iyi idi amma!... Deliliği tutunca amelelere saldınyordu. Birkaç amelenin ayağını sakat etti. Biz de iki kardeş korktuk. Öbür kardeşimiz de Rejiden çikmıştı. Hep beraber Kırklaeline gittik. Fakat orada iş bulup yaşıyamıyacağımızı anladık. Gene buraya döndük amma!.. Burada da arada bir tahta, çamaşırdan baska iş bulamıyoruz. İhtiyar anne elinde bir iple tuttuğu siyah köpeği torununa bırakarak yanıma geliyor: Çok müşkül vaziyetteyiz kızım; diyor! Üç evlâdın olsun, üçü de çalışmak N. istesin de iş bulamasın ve sen yan aç, yarı tok yaşa! Çok müskül diyorum sana... *** îşini kaybettiği dakikada sefaletin en karanlığına düşmeğe mahkum olan işçilerden, bir ailede üç tane bulunması hakikaten çok feci birşey olmalı!.. Bunu anlamak için bu aile kadınlannın solgun yüzüne, çocuklarınm perişan ve sefil kıyafetine bir kere bakmak kifayet Belediye Halic şirketi aleyhine açmış ediyor. olduğu davayı kazandığından karar ilâSUAD DEVRIŞ mı çıkar çıkmaz evvelce haciz altına alınmış olan vapurlar icra marifetile satılığa çıkanlacaktır. ADLtYEDE Belediyenin şirketten alacağı 99,000 Büyücülük yapmaktan suçlu ira tutmaktadır. Vapurlar müzayedeye bir kadın muhakeme ediliyor çıkanldıktan sonra Belediye talib olacak ve bunlan resmen satm almış olacaktır. Aksarayda oturan Ayşe isminde bir Mevcud borç bu suretle kapatılacaktır. kadın büyücülük yapmak suçile Adliyeye Işittiğimize göre vapurlann müzayede verılmis; dün üçüncü ceza mahkemesinde sine bazı ecnebi talibler de iştirak ede muhakemesine bakılmıştır. Iddia edildiği cektir. ne göre Ayşe ile birlikte ayni evde oturan Bununla beraber vapurlarm satılığa Bahattin bu kadının büyücülük yapmak çıkanlması, mahkeme karan mukabil tata olduğunu haber verdiği için bir gün rafça temyiz edilmediği surette kabil olaEmniyet memurlanndan Nihal, Ayşenin caktır. Eski şirket idare heyeti karan evine giderek büyü yaptırmak istemiş ve temyiz için hazırlıkta bulunmaktadır. buna mukabil de evvelce numarası Emni Temyiz lâyihasında mahkeme reisinin kayet Müdürlüğünce tesbit edilen bir lirayı rarda müstenkif kalmasındaki esbabı mualelhesab vermiştir. Para verildikten son cibe de zikredilecektir. Şirket tarafı temyize giderken de, şirket gayrisafi varidara komiser Necmi ile polis Yusuf ta içeri tmdan Belediyeye yüzde sekiz hisse ve girerek cürmü meşhud yapmışlardır. Dünrilmesi hakkında mukavelede mevcud kü celsede bir kısım şahidler dinlenmiş; maddenin iptali hakkındaki noktai nazaöteki şahidler de çağırılmak üzere dava ra istinad etmektedir. Şirkerin noktai nabaşka güne bırakılmıştır. zanna göre, 25 sene evvel konulmuş o* Halic vapurları Belediye tarafından satılığa çıkarılacak kaldmmı yapılıyor, ağaç dikiliyor. Çarşının parke kaldmmla döşenmesi için tertibIer alınmış bulunuyor. Mezbaha yapılıyor. Irmak kenanndaki belediye bahçesinin tanzimi ile uğraşılıyor. Kasabaya bol sulu bir umumî halâ yapılmıştır. Sokaklan fidanlamak için yeniden bir belediye fidanlığı yapılmaktadır. Bu fidanlıkta yetişecek fidanlarla iki üç yıl sonra şehirde vucuda getirilmesi düşünülen park ve bahçeler herhalde mühim bir eksikliği tamamlamış olacaktır. Kasabanın su ve elektrik işlerine de el atılmış bulunuyor. Bunlann da tahakkuku için herhalde çok zaman geçmiyecektir. Mamafih bütün bunlar, son bir yıl içinde bilerek çalışmağa başlayan belediyenin faaliyetlerinin birer eseridir. Bu bakımdan yeni belediye heyetini ve reisini takdir etmemek elden gelmez. Fakat, şu satırlarla şunu tebarüz et tirmek istiyoruz ki, bütün bü yapılan ve yapılacak olan işler, Ceyhanın binbir medenî ve sıhhî ihtiyacları karşısında devede kulak kabîlindendir. Yıllardır ihmal edilen ve bütün verimliliğine rağmen yapıcı ve anlayıcı bir himmet görmemış olan kasabamızm, tezelden başanlması gerekli öyle ihtiyacları vardır ki bunlar, bugün kasabanın mütevazı belediye bütcesile tahakkuk ettirilemez. Bunlann birkaçını şöylece söyliyebiliriz: 1 Ceyhan ırmağının üzerine behmehal ve zaman geçirmeden bir köprü yaptırmak lâzımdır. 2 Önümüzdeki ders yıhna yetişmek üzere bir orta mekteb açılmalıdır. 3 Ziraî ve ticarî ve faaliyetini tanzim edici bir zahire borsası kurulmalıdır. 4 Ihtiyaca yetecek derecede bir hükumet konağı yapılmalıdır. 5 Her yıl şehri biraz daha kuvvetle tehdid eden ırmağın tahribatına meydan vermiyecek tertibat alınmahdır. Bunlar başarılırsa Ceyhanın ilk safta gelen büyük ihtiyaclarına cevab verilmiş olur. Sonra Profesör Yansene yaptırılması kararlastırılan kasabanın müstakbel plânı mucibince belediyenin yapacağı işlerle de diğer işler bertaraf edilir ve Ceyhan, Cumhuriyet devrinin temiz, modern bir şehri olarak yükselir. Çünkü bu bakımsız kalmış kasabamız, kendisine verilecek bütün emeklere ve gösterilecek bütün alâkalara cidden lâyıktır. Af. TURHAN TAN (•) Bu sozler Volterin, Dıksiyoner Filozofık adlı eserınderl alınmıstır. Hırçm mu harnr, ruyada gorduğu Sokratı pat burnundan tanıdığmı ve zaten onu Turklerle Kırım Tatarlarmdan baska . butun Avrupanın bıldığinı soyluyor!.. Göçmen nakliyatı ilk vapur yarın Köstenceve gidiyor Bu sene Romanyadan gelecek göç menleri nakletmek üzere armatörler, dün, Deniz Ticaret Müdür muavini Rifatın riyasetinde toplanmışlar ve nakliyat işinin pazarlığmı yapmışlardır. Neticesinde nakliyat işi en müsaid fiatı veren armatöre verilmiş ve kendisile hükumet namma bir mukavele aktedilmiştir. Göçmenlerm nakliyatına derhal baş lanacaktır. İlk vapur yarın Köstenceye hareket edecektir. Mayıs nihayetine kadar ilk parti olan 6,000 göçmenin taşm ması ikmal edilmiş olacaktır. Ağustos sonuna kadar ikmal edilmek üzere ikinci parti 9,000 göçmenin taşınmasına da bir müddet sonra başlanacaktır. Çocuklar haric olmak üzere göçmenlerden dörder, araba ve hayvanlarından beşer lira almacaktır. Vapurcular her taşıdıklan göçmen kafilesi için Romanya konsolosluğumuzdan alacaklan bir beyannameyi Defterdarhğa ibraz ederek paralannı buradan kolayca alacaklardır. görmemişsen, pek çok duymuşsundur. Bir yere hırsızlamadan girmek, eşyalan kanştırmak, bu da bir sinir hastalığıdır. Maksadı, birşey çalmak değildir; hırsızlama iş yapmak... Ali Tunc, tasdik etti: Medeniyet ilerledikçe, sinir hasta hklannın da çeşidi değişiyor. Ve çoğalıyor... Bunda, cinaî ro manlann, sinemalann tesiri olduğu mu hakkak... Sana, çok yakm bir hâdiseyi anlatayım. Senin apartımanmdaki hâdiseden iki gece evvel, gene Beyoğlunda, bir eve de hırsız girmiş. Bu ev, seninki gibi de değil; evde kimseler yok, eşya dolu.. Ali Tunc, gayriihtiyarî doğrulmuştu: Evde, bekçi de yok mu? Hayır... Kumar oynatıldığı için zabıtaca basılmış, kapısı mühürlenmiş bir ev... Sahibi de dur bakayım... Unuttuğu ismi düşünür gibi durmuştu; Ali Tunc: Zülfü Şahin mi? Diyecekti, dişlerini sıktı: Eve<! lArkast var] Muşamba hırsızı iki aya mahkum edildi Mahmudpaşada Hüseynin dükkânından muşamba çalmakla suçlu Todori yakalanarak Adliyeye verilmiştir. Suçlunun dün Sultanahmed birinci sulh ceza mahkemesinde sorgusu yapılarak iki ay hapse konması kararlaşmıştır. lan bu madde hükmünü tatbika şirketin malî vaziyeti müsaade etmemektedir. Çünkü o zaman yılda vasatî olarak 10 milyon yolcu taşmıyor ve o vaziyette şirket taahhüdatını kolayca yerine geti rebiliyordu. Fakat yolcu miktannın dört milyondan aşağı düştüğü ve şirketin mütemadiyen açık vermekte bulunduğu son senelerde Belediye hissesini vermeğe maddeten imkân kalmamıştır. Artık içi rahattı. Ali Tuncun arkası na bir değil, birkaç kişi düşmüş olsa, izini bulmaları imkânsızdı. Arkadaşı, buluşacaklan kahvede onu bekliyordu. Ali Tunc: Matbaadan kurtulamadım, dedi. Ve «hâdise» yi, kısaca anlattı. Arkadaşı dikkatle dinliyordu; Ali Tunc sus tuğu zaman, o, durgun durgun baktı: Bu, bir sabıkah işçiliğine benzemiyor... Birşey çalmadan, hiçbir şeye el dokundurmadan da apartımanlara, ev lere girip çıkarlar; bu, ileride tasarladıkları bir vurgun için keşif hareketidir. Fakat, bunu, öyle ustalıkla yaparlar ki, evdekilerin ruhu bile duymaz. Hem, senin yaşayışnı, çok yakmdan, iyi bildiklerine göre, buna lüzum da yok... Zaten araştırmanın tarzı da başka•• Açık konuşa lım. Evinde, kıymetli antikalar, kollek siyonlar; hem yükte, hem pahada ağır şeyler; yani yüklü bir vurgun olabilecek, tamah etmeğe değer şeyler var mı? Bir münazaanın tahkiki Istanbul Ticaret Odası Umumî Kâtibliği, Oda müdürlerinden biri ile bir memur arasmda geçen bir münazaaya aid tahkikat ile meşguldür. Bu münazaanın dövüş ile nihayet bulduğu da iddia edilmekte ise de alâkadarlar işin yalnız münazaa mahiyetinde kaldığını söylemektedirler. Tahkikat bir iki güne kadar ikmal edilecektir. zi yanıltmaz. Öyle birşey de yok. Peki, ne yapalım? Sen, neden ve kimlerden şüphe ediyorsun ? Ali Tunc, yutkundu: Neden, kimlerden mi şünheleniyorum! Güldü: Hiç kimseden! O halde, en münasibi beklemek... Apartımanın etrafına gözcüler koruz, bekleriz. Kurduğumuz ağa, av, kendiliğinden düşer. Evet, en münasibi bu! Arkadaşı, düşünür gibi durmuştu: Azizim, bütün hırsızlık vak'alanna, tek cepheden bakmamalıdır. Her vak'a, muhakkak hırsızlık kasdile değildir. Zabıtanın ortaya çıkardığı ve mahkemeye düşen birçok hırsızlık vak'alarının, hastalık olduğu da anlaşılıyor. Kleptomani, şekil şekildir. Ve şunu bil ki, hırsızlık hastalığı gibi, hırsızlama iş yapmak hastalığı da vardır. Sinir bozukluğu, çeşid çeşid... Kleptomaniyi, sana anlatmağa lüzum görmüyorum. Bilirsin ve gözünle Aşk ve macera romant Yazan: MAHMUD YESARt 71 Ali Tunc, kahveye gitmek için, tramvaya bindi, Taksime kadar çıktı, durak yerine gelmeden atladı; koştu, bir oto mobil çevirdi: 1 Şişliye! Dedi, ve yanyolda caydı, Harbiyenin önünde indi, başka bir otomobile bindi, Tünele kadar indi. Tünel başından ters geri döndü, yürüye yürüye Galatasaraya çıktı, ve bir yan sokağa saptı, oradan tekrar bir otomobile atladı, Sirkeciye geçti. Sirkecide otomobil değiştirdi, Be yazıda çıktı. Beyazıddan Veznecilere kadar yürüdü, tekrar tramvaya bindi, Fatihe gitti. Fatihte bir kahveye girdi, bir çay içti, gazeteleri okudu. Kahveden çıktı, ağır adımlarla parkta dolaştı ve etrafın bir an tenhalaşıvermesinden istifade ederek ileriye yürüdü, ve daracık, ıssız sokaklardan geçerek Lâleliye geçti. Lâleliden bir otobüse atladı, Bakırköye gitti ve Bakırköyden trene binerek Kumkapıda indi. Kumkapıdan Aksaray yolunu tutmuştu; kendi kendine gülüyordu: Yoruldum ama, izimi de kaybettim sanırım. aşağı yukarı, herkesin evinde bulunan, bulunabilecek şeylerdir. Yüklü vurgun olarak tama edilecek malım yok... Arkadaşı, binbir vak'anın şahidi olmuş, görgüsü çok, görüşü derin insanlarm ina nışile basmı sallıyordu: Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür. Kimbilir, sende, ne ummuşlar dır? Bilinmez ki... Hatta, sen de bilemezsin. Ali Tunc, içinden titredi, boynunu büktü: Kimbilir? Belki de... İstersen, sana bir sivil komîser göndereyim, kıyafetini değiştirir, gelir. Hiç çakılmaz. O da bir kere baksın... Fakat, ne bulacak? Ne görecek? Elimi ateşe sokarım; bu, sabıkah işi değil... Parmak izine rasladı, yahud ayak izine... Kimin izlerile karşılaştıracağız? Yere düşmüş bir düğme, saç kılı, kâğıd parçası, bunlar, yerine, sırasına göre, mühim izlerdir. Gel Eielelim, kat'î ipucları değildir. Eğer a Ali Tunc, güldü: partımandan birşey çalmmış olsaydı, iş Hayır... Eşyalanm yenidir, bana, degişirdi. Çalınan şeye göre, araştırma bir parça pahalıya mal olmuştur, fakat yolu çizebilirdik. Bu yol, çok defa da, bi