!30 NİMIJ 1935 Cumhuriyet o oa nminı Ziya ve Radyasyon Eğer güneşten gelen her ziya vücudumuza tesir yapsaydı... iki tam ve üç çeyGözlerimizi yer rek helezon vardır Profesör Salİh Murad yüzünden ayırıp Kulak bakımından rakiblerimiz do havaya çevirelim. Göreceğimiz şey muzla kobaydır. Domuz kulağı üç ler belli. Gündüzün güneşi, mavi gök, buçuk ve kobay kulağı dört helezon bulutlar ve geceleyln yüdızlar, ay ve ludur. Ahırkapıdaki sis düdüğü çalbelki birkaç seyyaredir. Bunlan şeffaf havamızdan geçen ziyalarile gö • dığı zam/n o dvardaki bir hastanede beslenen zavalh kobaylar kulaklarmı rüyoruz. Havamız bu cisimlerin gönkorumak için birbirlerine iyice so derdiği ziya şualarırun geçmesine karkulup kulaklanm sakhyorlarmış. Ne şı koymuyor. Bu hakikate o kadar akobayın kulağını lışığız ki bunu mütearife olarak ka • yapsınlar, tabiat yaratüğı zaman insanların sis düdü bul ediyoruz. Biz havayı, ziya şuala ğünü icad edeceğini düşünmemiş!... n m durdurmıyan gayet şeffaf, eşir Vücudlerimiz milyonlarca seneler kılıklı bir vasat gibi kabul ediyoruz. Fakat barometroya bakmakla hava • denberi tekemmül ettikçe ciğerleri miz, kanlanmız havanın kemmiyet ve nın nekadar ağır olduğunu bulabili keyfiyetine tempo tutarak değişmiş. riz. Hava tazyikini gösteren cıva sü tununu yönünden gösterirsek vücu • Derilerimiz kendilerini iklimlere uydümuzün uzerine 90 santimetro ka • durmuş, bazılarımız beyaz ve bazı larımız siyah derili olmuş. Binaen lınlığmda kurşun battaniye konmuş aleyh gözlerimizin güneşten çokça demektir. Nekadar talihli imişiz ki gelen ziya dalgalanna, yani gündüz bu ağırlık kurşunla değil, şeffaf hava ile tatbik ediliyor. Hava yerine kur ziyasma alışık olması bir talih eseri şun altında kalsak, yahud kurşun değil, belki tekâmülün emrettiği zabattaniyeye bürünse idik hiçbirşey ruri bir neticedir. Müşteri seyyaresi göremezdik. ne gitsek gözlerimiz bulutlarm yu kansındaki gökü göremezdi Fakat Seyyarelerin bazılan kesif bulut Müşteride uzun müddet yaşasaydık larla örtülüdür. Bu seyyarelerde gözlerimiz bulutlan yırtan hususî dalmahluk varsa bunlar semanın gü galara alışırdı. İşte o zaman Müşte zelliğinden istifade edemezler. ride yaşamaktan zevk duyar ve d* Ziyaya karşı şeffaflık veya gayri ğer seyyarelerde yaşıyanlara, hatta şeffaflık meselesini biraz daha kur böyle kaiın hava tabakasile örtülü calıyalım. Diğer radyasyon şekilleri olan bizlere; acırdık bile. gibi ziya da dalgalardan murekkeb • Arzımızm dışmdaki cisimlere aid riır. Dalgaların da uzunu var, kısası bilgüerimiz ziya veya radyasyonia var. DaJga uzunluğu denilince birbiri peşinden gelen iki dalgarun tümsek • geldiğine göre muhtelif neviden zi ya ve radyasyonun hassalannı öftrenleri arasındaki mesafe anlarız. Su mek ve bilmek faydalı olur. Alâimüsdalgalanna bakalım. Bunlar arasın semaya, üzerinde çiy teşekkül etmiş da Okyanusta gezen gemileri sarsan olan çimene bakarsak bir takım renkyüzlerce metro uzunluğunda dalga ler görürüz. Güneş kalın bulutlar arlar bulunduğu gibi sandallan, tahta kasma gizlenince ne alâimüssema kaparçasım sarsan küçuk dalgalar da lır, ne de çimen üzerindeki renkler. var. Bardaktaki su yüzüne üflemekle Bu halde bu renklerin membaı güneş dalgacıklar hâsü edebiliriz. Ziya da ziyasıdır. Güneş ziyası doğru yolunu bir dalga hâdisesidir. Bunun da uzuşaşırırsa işte böyle renkler hâsü olur. nu var. kısası var. Güneş ziyası küçük su damlaların Güneşin bize gönderdiği radyasyon dan bir sağnaktaki yağmur dam bir takım dalgalardan murekkeb o lalanndan, çimen üzerindeki çiy damlup bunların dalga uzunluklan bir lalanndan geçince parçalanır ve bırinden farklıdır. Bu radyasyonda bir takım renkler görünür. Güneş zibu dalgalardan muhtelif miktarda yasını parçalamak için daha kolay mevcuddur. Bunlann bazılan az, bayollar var. Bir cam menşur bu isi dazıları çdktur. Gözlerimiz güneşten biha iyi görür. Bir odadaki kalın bir ayze az miktarda gelen ziya dalgaları • nanın kenanna güneg ziyası gelirse na hassas olduğu gibi çok miktarda perdede, duvarda veya tavanda bu gelen dalgalara da hassas değildir. renkleri görürüz. Bu renklere biz Bu dalgaların bazüannı zaten hava tayf (Spektrum) deriz. Tayfa bakar mız da geçirmez. Eğer havamız gü sak bir ucunda kırmızı ve öbür ucunneşten gelen ziya dalgalannm hep da menekşe renk görürüz. Kırmızı ile sini geçırseydi, bunlar bizi evvelen menekşe arasında sırasile turuncu, sakızartır, sonra kavurur ve öldürür rı, yeşü, mavi ve çivit renkler yatar. dü. Tuhafı şu ki bizi öldüren bu zi • Heksokunst olanlar yani altı renk göyayı gözümüz de görmezdi. renler çvidle menekşeyi pek ayırd e Gözlerimiz güneşten bize çok mikdemezler. Diğer bir ziyayı, meselâ bir tarda gelen ziya dalgalanna, daha elektrik lâmbasından veya, bir mum doğrusu gündüz ziyası dediğimiz zidan gelen ışığı parçalasak gene bir taya dalgalaruıa, hassastır. Buna da kım renkler görürüz. Bu renkler yuhayret etmemeliyiz. Müyonlarca ne karıda saydığımız renkler olmasa bile renklerin sıralan değişmez. İşte bu sillerin torunları olan bizlerin, göz nun sebebi muhtelif renkteki ziyalann lerimiz de dahil olduğu halde, azası uzunluklan başka başka olan ziya dalyavaş yavaş muhitine uymuştur. tş galarından ibaret olmasıdır. Her te bundan dolayı insanlarla hayvan tayfta muhtelif renkten ziyalar dalga larda lüzumsuz görünen bazı uzuvlar uzunluklanna göre tertib edilmiştir. görüyoruz. Vazifesi kalmıyan uzuv Ayni keyfiyet ses için de caridir. yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Hayat ta böyle değilmi? Bir vakitler büyük Ziya dalgalannm uzunluklannı kozırhlarla mücehhez zahifeler yaşar layca ölçebilıriz. Evvelâ bu ölçü va mış, sonradan bunlardan eser kalma hidini öğrenelim. Biz uzunluklan kâmıs. Havamız değiştikçe gözlerimiz ğıd üzerinde santimetro ve milimetde değişmiştir. Bu keyfiyet kulak i ro, yer üzerinde metro ve kilometro çin de doğrudur. Şehir gürültüleri ile ölçeriz. Yüce mekân dahilinde yüarttıkça bir gün kulak mekanizma dızların mesafesini ziya senesile [*] larımızda değişiklik olacağını şimdi • olçeriz. Ziya dalgası uzunluğuna ge den kestirebiliriz. însan kulağı pek lince bunu da bir santimetronun yüz iyi dokunmuş küçük bir cihazdır. Şeymilyonda biri olan angştrom dedi tan minaresine benziyen kavkaâda gimiz vahidle ölçeriz. Bu vahidler Ataturkun gordugü işler Musoiininin şlerinden büyüktür Rumen profesörü diin arkadaşlarına bir konferans verdi Realitata İllus trata mecmuası müdürü M. Kos tantenin başkan lığı altında bu • lunan 142 kişilik Rumen gezginle ri dün Ayasofya yı ve Eyübü zi varet etmişler dir. Gezginler ara sında bulunan Romanyanm tanın mış profesörlerinProf. Mugur den Rumen radyo ve Romanya kültürel münasebat müdürü profesör Georgi Mugur dün Ayasofyada Rumen gezginlerine bir konferans vermiştir. Profesör bu konferansta evvelâ Bi zansm tarihini anlatmış ve yeni Türkiyeden bahsederek demiştir ki: « Atatürkün gördüğü işler Musolinin gördüğü işlerden çok büyüktür. Bu itibarla biz Rumenler için yeni Türkiyeden alacak çok dersleri miz vardır. Bilhassa kültür sahasın da yeni Türkiyede elde edilen bü yük muvaffakiyetleri dikkatle tetkik etmeliyiz, zira Türkiyede okuyup yazma bilmiyenlerin miktan çok azal dığı halde, bugün Romanyada cahil ler büyük bir yekun teşkil etmekte dir.» Taklide dair Cemiyet kurumunun bölük veya birlık ter biye tesirlerini bertaraf edince adem oğlunun ilk doğuşta bir buzağıdan farkı şüphesiz iki ayaklı uluşudur. (Hoş bu ayak t. .Jdiğine rağmen hilkatin kana ve kafaya koyduğunu devam ettirip gidenler de az değildir ya.) Ruhiyat bu mahlukun bütün insanlık melekelerini zekâ ve şuurdan önce sevki tabiiye baŞladıktan sonra yu karıki teşhis daha kökleşti: Dört ve iki ayakhlar arasındaki köprüyü sevki tabiî denilen iptidaî taklidle sürünerek geçiyoruz ama iki ayak üzerine kalkıp kafamız işlemeğe başladık tan sonra bu insiyak rolünü zekâya veya suura mı devrediyor? Ne ge zer.. Ölüme ve gömüîmeğe kadar hangi hareketimiz bir evvelkini taklid degil ki? r şehrindeki bu öltra modern müessese iki ahçı asistanla bir mühendis tara fmdan idare ediliyormuş ve uzun cam tüblere konulan yağlarla yemekler güneş hararetini teksif eden aynalar aksettirilerek pişiriliyormuş. Lokantayı halk sarmış, tübde pişecek yemekleri bekliyormuş. Henüz netice belli degiL Fakat bu mukadderatı güneşe bağh lokantanm akibe tinden şüphe ediliyormuş; hava kapalı, hele yağmurlu olduğu günlerde mutfak ta paydos edeceği için! Biz de güneş ılık havalarda kalorifer ve mangallık ederdi ama onu muftağa kadar indirmedikti. Bakalun soba borulanna ne vakit sokacağız? Tekaüd maaşı içtimaî bir sîgortadır Birkaç gün evvel bu sütunda dul kadtnlann haklannı koruyan bir yazı yazdım. Bazılannm bu meseleyi yan lış muhakeme ettiklerini gördüm. Tekaüd maaşmın bir hayat sigortası olduğuna itiraz edenlerin iddiası şudur: «Tekaüd maaşı devletin, kendisine muayyen bir zaman hizmet eden işçisine yaphğı bir yardımdır. Kadın evlenince. tekaüd maaşmın kesilmesine sebeb. kadının artık devlet yardımına ihtiyaa kalmaması, onu geçindirme yükünün kocasına geçmesidir. Ailede geçimden yalnız koca mes'uldür.» *** Ben bunun aksini iddia ediyorumî Tekaüd maaşı devletin ferde yapb» ğı bir yardım değildir. Bir mükâfat değildir. Herhangi bir müessesede çahşan bir ferd, çalıştığı müddetçe o muesseseye bir para bırakırsa bu sigorta mahiyetindedir. Eğer para bırakılan müessese, şahsî bir müessese ise hususî sigortadır, eğer umumi bir müessese ise, içtimaî sigortadır. *•* İçtimaî sigorta mecburi sigortalar • dır. Amme müesseselerinin tekaüd olarak verdiği paralar içtimaî sigortalardır. Fabrikalann işçiye kazalara karşu ölüme karşı tazminat vermesi, içtimaî sigortadır. Ferdlerin işsizliğe karşı rigorta edilmesi içtimaî sigortadır. *** Ben hukukçu değilim. Hukukşinaslar tekaüd maaşını bir hediyc, bir mükâfat, bir yardım telâkki etmislerse, hata etmişler. Bununla beraber kanunun bunu nasıl tefsir etnğini araşhrdım. 1930. 1931 senesinde Ünivenitedc, Hukuk fakültesinde tedris edüen den notlayda ;u cümleler var: «Tekaüd maaşı devlet hizmetine kendi ni vakfetmiş bir memur çalışamıyacak bir yaşa girdiği veya hizmet esnasmda malul olduğu için vazifeden çekilirse, haya • tında kendisine, öldükten sonra aile • sine daimî bir irad olmak üzere verilen bir tazminatnr. Tekaüd maaşı mükâfat değildir.» Kanunun tazminat olarak kabul ettiği para, sigorta mahiyetindîdir. Tazminat geri alınamaz. **• Ikinci iddia şudur: «Kadın evlenînce maaşının kesilmesine sebeb, kadm evlendikten sonra devletin yardımına ihtiyaa kalmaması, onu geçindirme yükünün yeni kocasına geçmesidir. Ailede geçimden yalnız koca mes'uldür.» Bu iddia da yanlışhr. Medenî ka • nun yoksulluk nafakası itibarile kadın erkek tasnifi yapmamışür. Ailede hangi taraf müreffeh ise, müreffeh olmı yan tarafı geçindirmeğe mecburdur. **• Kadının sırhna zamanma göre erkeği geçindirmek yükünü yükliyen kanun, kocasmın devlet kasasına bir si gorta mahiyetinde yaürdığı parayı kadından esirgiyemez. Vermeği taahhüd ettiği tazminan geri alamaz. Ferd, her ay aylığırun bir miktannı devlet kasasına bırakmakla kendini bir âmme müessesesine sigorta etmiş demektir, tekaüd maaşı içtimaî sigortadır. Ben o değilim! Canciğer iki arkaJaş mışlar, yegâne aynhklan vücudlerinin ayn ayn olmasmdan ibaretmiş. Gü nün birinde değişik yol larda istikbal aramalan lâzım gelmiş. Ileride ummadıklan mevkilerde karşılaşırlarsa birbirlerini nasıl tanıyacaklannı kararlaşünnışlar: « Birbirimize sokulur «ben oyum» deriz ve anlarız ki ben benim, sen de sen... Yıllar geçmi?, birisi Sadnazam olmuş, ötekisi serscri.. Yırtına, didine vezir paşanın huzuruna çıkmış, kula ğına iğilmiş: Medeniyet denilen ileri manzu menin ise daima daha iyiyi taklidden doğmadığım iddiaya imkân yoktur. Her devirde her kıvmetin taklidi ve sahtesi çıktı; birincisi belki ezelî sevki tabiinin zaruri bir piçi olduğu için yüzümüz kızara kızara onu kabulle niyor, hatta övünüyoruz. Fakat hı yardan dişle düzenîenmiş heykel gibi taklidin de bayağısı olan sahte taklidi her hangi bir teville ayakta Ben o yum, demiş. Sarvetli vetutmak ihtimali var mıdır? zir bu pis ve caüstekreh adamı baştan Bu mevzu hatıra gelmişken müşahede preskopu, herşeyden önce kendi aşağı süzerek: muhitimizdeki taklid s » "atinin üs iyi araa, demiş, artık ben o detünkörü nümunelerini gosteriyor. Me ğilim! selâ dün bir gazetede dünyayı idare Istanbul, bol verimli bir ilkbahar edenler adı altında koca bir sahife Profesör Mugur bundan sonra Atatoprağı gibi mütemadiyen manzara deresimle karşılaşınca ihtiyarsız gül türkün vecizelerini okuyarak bun ğiştiriyor; ordu ordu demir, beton ve düm. lann mânalannı arkadaşlarına an Bir Avrupa matbaasının iki sene ev kereste hücumile güzellikleri bogulu latmış ve dost Türk ulusunun inki yor, havası boğuluyor ve şehir bugün. vel hazırlayıp bütün dünya gazeteleşaflarına bundan sonra da devam edeBizans surlan içine sıkışbnldığından rine yolladığı fena bir albümdü. bilmesini temenni etmiştir. Frenk tâbi dünya nizamım yürüten çok daha bunalmışbr. Yegâne ümid Rumen gezginleri bugün Adalan ler arasmda Türkiye idarecilerinin iplândaydı, onun da henüz kime yap gezerek yann memleketlerine döne kincisi olan büyük Başbakanımızı ulınlacağı bile kararlaşmış değildir. ceklerdir. nutmuş. îşin fecaatine bakm ki bi Şüphe yok bir gün bu plân gelecek. zim taklidciler Hind Valisi Lord Vilfakat çirkin binalan, intizamsız teşki kolaylık olmak üzere konmuştur. nigton ve hâlâ Japonyanın hacn allân, ve hazin manzarasile dünyanm en Tayftaki ziya dalgalannm uzun tında bulunan Mançuku İmparatoru nefis kıyılanna perçinlenmiş olan Is • Pu Yi ile şimdi siyasetle hiçbir alâ luklannı ölçtüğümüz zaman kırmızı tanbul bu kargacık burgacık çizgiler kalan olmıyan bir sürü adam arasın renk dalga uzunluğunun takriben mahşerine surat ekşitecek: da bu büyük simanın bulunmayışı 8000 angştrom (yani santimetronun iyi ama, diyecek, ben aruk Is gibi bilhassa bizim eephemizden bümilyonda 80 ni) ve menekşenmki yük gafın farkma bile varmamışlar!. tanbul değilim! 4000 angştrom kadardır. Diğer renkBu beceriksiz kopyeyi gördükten son ,*•" r lerin uzunluklan bunlar arasına gi ra, Ali Naci üstadımızın, taklide daHatırhyor musunuz? rer. Seste de böyle. Meselâ bir piya ir nefis yazısındaki fikirleri daha hak1 Haydarpaşa iskelesi bu adı nelı buldum. Meğer bazan insanm taknoda vasat «do» nun dalga uzunluğu reden aldı? lid kabiliveti cidden papaganla may120 santimetro ve bunun bir oktav yu2 Descartes kimdir, hangi yılda mundan da aşağı imiş!.. karısındaki «do» nun dalga uzunluğu doğup hangi ytlda öldü? Ama mazur görmemek te elden gel60 santimetrodur. İki dalga arasındaki 3 Türkçesi (Cumhuriyet ırmağı) miyor. Biz ki «gayei hayal> bildiği fasılaya bir oktav deriz. Bu halde medemek olan (Republican River) nehmiz Avrupa matbuatını tertib, ro ri nerededir? nekşe rer.gi kırmızıya nazaran bir okman, yazı, başlık ve hatta adlanna 4 Zapolya kimdir? tav daha tizdır. Menekşe ve mavi kırkadar taklid etmeğe alışmış ve üste5 Gramojon hangi yilda ve fcimızıya nazaran daha tiz, yani dalga lik bunu marifet te saymışızdır. Bumin tarafmdan t/apıldt? na rağmen semeremiz çuvala kömür uzunluğu daha kısa olduğundan gü 6 Bizim teşkilâti esasiye kanudoldurur gibi rasgele istif edilmis, neş ziyasının mavi rengi havanın künumuzda kaç madde vardır? satırlar mahşerinden ibaret kalıp çücük zerreleri arasında yayüır. İşte 7 Bizim kaç kilometro murabbaı dururken, bi rarkadaş taklid ettiği bundan dolayı gök mavi ve güneş te toprağımız var? kompozisyonu yapanlann Türk hükırmızımtırak görünür. Havanın üs kumeti hakkında bir fikri olup ol Diinkü sorgulann karşılıklan tüne çıkıp baksak güneş daha parlak madığını nereden farkedecekti? 1 Hayır sever bir Türk kadını buz renkte görünür. Şu izahattan anKabahat o saygısız ve cahilde ki bu dır. Mektebile, mescidile, hamamile resimleri hazırlarken; Türkiyede onu laşıldığma göre gündüz ziyası bir okİstanbulda bir mahalle kurmuştur. kopye edeceklerin dahi Türkiye haktav teşkil eder. Kulaklarımız on bir (1H2) de ölmüatür. kında malumatlan olmıyabileceğini oktavlık ses fasılasına göre âyar edil2 Andre Dorya. ve bizim onlann cehlini de aynen tak3 (1839) da Dager Wimipes ta diği halde gözlerimir ancak bir ok lid edeceğimizi düşünmemiş! ra 'ından. tavlık ziya görür. 4 Bir milyar dokuz yüz doksan Güneşte pişen yemekler iki milyon üç yüz bin! Saîih Murad Âlimler ölüm şualannın asılsızlığı5 650000 [•] Bir ziya senesl takriben 9460000000000 nı ispata, fizik bilginimiz Salih Mu 6 Herodot. (Bu adamdan önce takilometrodur. Bu halde Androıneda vü rad yakıcı aynalardan alınan zayıf rih yazanlann eserleri kaybolmuştur. dızı 800,000 ziya senesi uzaktadır der . neticeleri izaha çalışa dursun. Ame7 Türk denizcilerinin en ünlülesek bunu kllometroya çevlrmek lcln rikada bütün mutfaklan güneş hara800,000 nl yukarıdaki rakamla zarbet rindendir. Osmanhlar devrinde üç retile faaliyete geçirilen bir lokanta tnellyts. açılmış! Kaliforniyanın San Diyego defa başamiral olmuştur. vaffakiyet beklemiyorum. *** Ellerimi yüzüme kapıyorum: Halbuki yaşamak, mes'ud ola rak yaşamak için halketmeğe muvaf fakiyetten, muvaffakiyete koşmağa, herkesin takdir ve tebrikine presteşle sanlmağa ihtiyacım var. Bana her • kesin hayranlığı lâzım. Bana muvaf • fakiyet, muzafferiyet, şan ve şeref lâzım... anhyor musun? Şaşkın ve müteessir bir bakışla ba na bakıyor: Hayır anlamıyorsun... Anlayamazsm ve ben yaşamak için muh tac oldugum bütün bu şeyleri senin yüzünden, senin için kaybettim. Susuyorum... Cevab veremiyor ve bilmiyorum kaç da^ka böyle geçiyor. Yerimden kalkıp, gene yanına gidiyorum: Elbisesinin yakasından tutmuş vü züne bakıyorum: Benimle artık herkes eğleniyor... Artık bütün füsunumu, bütün kud retimi, bütün kuvvetimi kaybettim. Yüzümü göğsünde saklıyorum: Oh yemin ederim Buna tahammülüm yok. Bu şey beni öldurüyor. Ben bütün insanlan zevkle, he « yecanla titreten... Bütün insanian zabt ve teshir eden bir büyücü. bir san'atkârrm... ve Ve Bilmiyorum... Bilmryorum, oh senden nefret ediyorum Nihad. Kırmızı abajurlu lâmbadan döküIen alev rengi ışıkların içinde yüzüm onun simokininin göğsünde saklanmış hıçkınyonım. îri elleri siyah şarmoz elbisemin açık bıraknğı kollarımı okşuyor. Ne yapıyorsunuz? Füzenle oynarken resminizi yapmağa başladım... Başınız hakikaten Dek şayanı dikkat $efik Bey. sizin bir portrenizi yapmak isterdim. Eğer poze edebilecek vaktim olsaydı... fakat... ne oldu?. Hiç... Yalnız lutfen biraz böyle durunuz... Evet biraz daha dönü nüz. Siz adeta kemali ciddiyetle ca lışıyorsunuz... Cevab vermiyorum. Elimdeki def terin üstünde süratle dolaşan füzenin sesi tatlı, tatlı kulaklanmda ötüyor. Bu sesi dinlemeği ne kadar çok seviyo rum. Arkası yüksek ceviz koltukta otur muş, iki kollan koltuğun kenarında. başı arkaya dayanmış bana bakıyor. Gö'zlerimi kaldırdıkça bana bakn ğmı görüyorum. Eski altm rengindeki güneşin ışı ğı pencerelerden içeri doluyor. Kahverengi duvar kâğıdının üze rindeki yaldızlı çiçekler bu ışıkta ne güzel pınldaşıyor... Ne güzel bir ziya oyunu oluyor... Güneş onun san saçh başmın et raf'nda altından bir hale çevirmiş... Elleri ceviz koltuğun iki kenannı tutan damarlı, zayıf elleri ne büyük... Ikimiz de konuşmuyonız... Elim mihanikî bir emniyetle kâğıdın üstün de dolaşıyor... Gözlerim onun yüzü nün zeki ve çirkin çizgilerinde. O bana bakryor... Hep bana... Odanm sükutunu yalnız kâğ'dın Gzerinde dolaşan füzenin sesi bozu yor. O susuyor... Manidar bir sükut la adeta arünahkâr bir sükutla susuyor. Bana bakıyor. Bana beğenerek bakıyor. Ona bakıyorum. Sert gözlerinin çelik b?kışlan albnda o kadar heyecanhyım ki... * Dışarda ufka yaklasan günef cam SABlHA ZEKERlYYA Ren nehri taşıyor Coblence 29 (A.A.) Ren nehri ile kollannın sulan telâş ve endişeyi mucib olacak şeküde yükselmektedir. Sular, saatte iki ilâ üç santimetro olmak üzere durmadan yükseliyor. Büyük feyezanlar vukuundan endiçe edilmektedir. ağaçlannm arkasmda kayboldu. Gölgeler değişti. Artık çalışmak mümkün değil. Defterimi dizime bırakıyorum. Bir elim koltuğun yanından sar • kıyor Yorgun bakışlar halmın parlak çiçek'erinde... Ona bakıyorum. Sert gözlerinin çelik bakışlan altında o kadar heyecanhyım ki... ¥** Edebi tefrika: 10 Yazan Suad Derviş Şimdi oyle sevdalı, oyle mes'udum ki!» Gülüyorlardı, müstehzi tebessümlerle gülüyorlardı: «Halbuki biz büyük aşklar, büyük san'atkârlara büyük eserler ilham edermiş diye bilirdik» diyorlardı. O zaman hiç samimî olmıyan bir kanaatle edeta küstah görünerek cevab veriyodum «evet diyordum ben de sükun ve saadet zamanımda büyük bir eser için kazırlanıyorum. Büyük aşkımın büyük eseri için!» Halbuki yalandı.. Ben hiçbir şey için çalışmıyor, yalnız seni seviyordum. Benim için dünyada yalnız sen vardın sen... •*• Koltuğun yanından kalkıyorum. Onun karşısındaki masaya oturuyorum, yüzüne bakıyor ve devam ediyorum. Hayır Nihad, yemin ederim ki ben alelâde bir ressam değilim. Bunu kendi saadctimi kendi elimle yıkma ğa, san'atim için aşkıraı feda etmeğe razı oldugum gün anladım. Evet Nihad, san'atimin benliğimde başka bir ipti Iânm rekabetini kabul etmedigini an ladığnn senin aşkının beni bu derece hodbm bir kudretle yalnız kendine bağlayıp san'atkâr Suzanı öldürdü ğünü anladığım gün kalbim sana karşı kinle doldu. îşte bunun için senden kaçbm. Çünkü hayahmda yalnız o olamaz, yalnız o olmamalı diye dü şündüm ve... Seni sevmemeğe uğraş nm. Seni sevmemeğe başladım. Eski muhitime susamış bir tehalükle koş rum... O muhit beni nasıl kabul et mek lâzımsa öyle kabul etti.... Yeniden eski hayatıma avdet ettim, aş kımı ve seni ihmal ettim ve işte altı aydanberi beyhude yere ölmüş, kör leşmiş istidadı dirillmeğe uğraşıyorum. bir eser yaphm... Güzel olmadı... Hayır bütün münakkidler ne yazarlarsa yazsm. Ben sana güzel olmadı, diyo rum... Ben bunu biliyorum... Ben artık hasta zavalh bir insanım... Mu • vaffakiyetten jüphe ediyorum.. Mu • 9 Oda o kad&r sessiz ki.. Ufak bir hareketim tahta rengindeki ioek elbisemin ucundaki sırma püsküüeri adeta büyük bir gürültü ile canlandınyor. Halmın kalın tüyleri içinde bir ses boğuluyor. Titriven parmaklanndan füzen yere düştü. ••• îpek eteklerimin üstünden deffet büyük bir hışıltı çıkararak halıya yu • varlandı. Onun ayaklan dibinde duruyor. Susuyoruz. Kalbim öyîe kuvvetli çarpıyor ki.. Niçin Allahım niçin?.. Niçin bu kadar oerişanım? Suzan! Çirkin ses gürüldüyor. (Arkast var}