Cumhuriyet' Sinemacılıkta son yenilikler Hayaller mücessem görüldükten m~acîa tabiî renklerde filimler yapılacak, eüıan bu " ^ ^ lerle ölçüîemiyecek kadar büyüyecek Sinemanm icadının kırkmcı yıl dönümünü kutlulamak üzere Romada yapılacak büyük şenliklere iştirak etmek için yola çıkmak üzere olan ihtiyar Fransız âlimi Louis Lumiere bîr Fransız gazetecisine si • nemaoın istikbali hakkında çok mühim beyanatta bulumnuştur. Sinemanm mucidlerinden biri sayılan Lumiere bugün yeni kesfettiği gözliikler sayesinde filimleri mücessem görebilmek isinden başka, korde • Iâlara hakikî renklerini vermek ve büyük haricî manzaraları çevresine alabilecek derecede büyük perdeler yapmak meselesi de mevzuu bahsolduğunu söylemiştir. Beyaz perdeleri büyütmek hususunda A • merikada da çok kuvvetli bir cereyan vardır. Pariste de 1937 sene • sinde hem beyaz perdesi hem de salonu muazzam bir sinema binası yapılmak tasavvuru mevcuddur. Louis Lumiere diyor ki: Beyaz perde üzerinde sevdi • ğitnir artistlerin hayallerini tabiî sekilden daha büyük veya daha küçük gcrdüğümüz zaman kısmen onIarın san'atkârhktaki kudretlerini düşünerek müteselli oluyor ve bu gayritabiiliği bizi üzecek birşey saymıyoruz. Fakat haricî manzaralar.. Hiçbir sinema perdesi güzel bir adanın işlek bir limanın, büyükçe bir çölün görünüsünü tamamı tamamına gösterecek derecede değildir. Otılan bir kartpostal üzerinde ne kadar tnüphem ve teferrüattan uzak görüyorsak beyaz perdede de öyle.. Keza, bugünkü beyaz peraelerin müthiş bir deniz muharebe sinde harb safı nizammda dizile • rek biribirlerine cehennemî ateş • ler yağdıran gemilerin hepsini birden istiab etmesi kabil mîdir? Is te Amerikahlann bugünkünden çok büyük sinema perdeleri istemeleri bu yüzdendir. Sonra fotografçılıkta <ln fra rouge> denilen kırmızi renkten daha az inkisara uğrıyarak karanhkta hararet gibi intişar ve ihtizaz etme meselesinin sinemaya tatbikı tniim • kün olursa hayaller büyük perde üzerinde küçük perdede göründüğü tarzdan çok daha mükemmel seçilebilecektir. Çünkü in fra rouge sayesinde Amerikalılar 465 kilometro uzak • lık doğuran bir resmi küçücük bir posta pulu üzerinde tesbit edebil • mektedirler. O halde perdeyi büyütebilmek için in fra rougeun si nemaya tatbikını beklemek lâzım. Vaktile Abel Ganceın vücude getirdiği «Napolyon» filmi için Fransada da büyük bir beyaz perde yapılmıştı, değil mi? Evet.. Fakat ondan pek çok evvel de ben böyle bir perde yap • tınnıştım. 1900 de açılan sergideki makine dairelerini halkın dikkat gözünü çekebilmesi için sergi miihendisi M. Picard yeni bir reklân vasıtası arıyordu. Makinelerin ko nulduğu yerin uzunluğu 400, enli • liği 114 metro idi. M. Picard bu büyük sahada bir filim göstermek hususunda da kuvvetli bir arzu izhar ediyordu. Biliyorsunuz, sinema, o zamanlar heniiz çocukluk devresinde idi. Buna rağmen ben, tuttum eni 30, yüksekliği 24 metro bir beyaz perde yaptırdım. Perde, kendisinin üzerine aksettireceğimiz resimle • rin aslmdan tam 10 bin defa daha büyüktü. Makineyi de perdenin 200 metro gerisine koydurtUım. Zırhlılardaki en kuvvetli peojek törleri getirterek resimlcri perdeye onlarla aksettirttim. Bahriye nefer • Ierinin bana yardıra edişleri, hâlâ bugünkü gibi gözümün cnündedir. Ekranın yüz ve tersinde topla ,nan 20 bin kişi birden bu büyük hayalleri seyrettiler. Beyaz perdeyi ıslatarak şeffaf bir hale geti/ltiğitn için hayaller her iki taraftan da görülebiliyordu. Onun için perdeyi büyütmek meselesi güç birşey değildir. Asıl me • sele filimlere mücessemlikle tabiî renkleri verebilmektir. Şimdiye kadar yapılan renkli filimlerin hepsi hakikat ile • ufak da olsa bir ayrılık göstermekten kurtulamıyor • lar. Elbise ve sairedeki gayritabiî renkler o kadar göze çarpmıyor ama, insanın teni, gökün maviliği henüz tam taklid olunamıyor. Iste a* sıl yenilikleri bunlarda yapmak lâzım. Yoksa 1937 de yapılması dü • sünülen büyük ekranı yukarıda anlattıgun gibi ben ta, 1900 de tecriibe ettim. Yani tam 37 ıene evvel,. Türkün yarattığı san'at eserlerı M. Gabrielin Pariste verdi&i konferanslar Niimune olacak bir idare adamımız Sarîyer kazasında devlet ve belediyeye beş para] sarfettirmeden yapılan köprüler, yollar ve rıhtımlar] Sesîi filimlerinde de sesslzdeklleri kadar muvaffak olan Greta Garbo acaba mücessem ve renkli kordelâlarda da ayni kudrett gosterebüecek mf [İsveçli yıldtz son çetirtnekte olduğu <Boyah Duvak» fılminde] nuş bir şeyî yeni bir icsdmış gibi tek37 yaşında bir kadına muhakkak ki ihtiyar denmez, fakat filimcilikte rar ortaya koymak ta büyük rnaribu, çok uzucı bir merhaledir. Yapılfet değildir. Gustavın yeni filmi Berîîn stüdyolarında çevrilen «Barkarol» kordelâsı için Italyadan goıı:!olcu!ar getirmek mecburiyeti hâsıl oldu Vaktile İstan' tanbula gelip «Boğaziçb sar ktsını çevirmu olan Gustav Fröhlich hiç süphe yok ki Almaa sinema âleminin en sevimli erkek yüdızlarından b ridir. Bu artist hiç durmadan çalışıyor. Son o larak Berlinde ki Nevebabels berg stüdyola rındaki «Barka rol* isminde bi> eserde bas erkek rolünü oynadı. Partöneri gene Almanyada ta nınmıs kadın artistlerden Lida Ba»rovadır. Bu filim biı karnaval gece si İtalyada <Venedik» şehrin • de geçen bir ma cerayi tasvir ediyor. Venedik c gece çılgin bir Gustav Frohlıchle Lida Baarovanın «Barkarol» fümindi hayat y&samak tadır. Her taraf guzel bir pozlart donanmıs.. Çalgılar çahnıyor.. GonBu filmin haricî manzaralann • dan bir kısmı Venedikte alınmışsa dullar sulann üzerinde ağır ağır ilerliyor. tçerisinde fraklı erkekler, da bir kısmı da Nevebabelsberg stüdyoîarında vücude getirilen ve dekolte kadmlar yer yer verilen ba • adeta Venediğ'n bir kösesini andı • lolara gidiyorlar. Her evin önünde ran yerde çekilmistir. Tabiî birçok havaî fisekler atılıyor, maytablar eski ttalyan konaklannın yüzlerile yakıhyor. Kont Kolleredo (Gustav) beraber gondol âlemi de taklid earkadasile bir bahse girişiyor.. U dilmi'tir. Fakat gondol 1 an kim idazaktan gö> dükleri güzel bir kadına re edecek? da diğerlerine olduÇu gibi kend'siönce Aîman fiküVanlardan ba • ni sevdirmeğe muvaffak olacak. zıları bu i?e memur edilmisse de Kont Kolleredo bundan emindir. kayıkları İtr.Iyan gondolcularla öl Çünkü simdiye kadar hangi kad'na çülemivecek derecede fena kfare etbas vurduysa yüz bulmustur. Her tarafta büyük bir Donjuan olarak tikleri için Venedikten gondolcu getanmmıstır. tirtmek mecburiyeti hasıl olmuş, Haki^aten bu kadından da yüz on iki gondolcu orad&n tayyareye buluvor ve arkadaşı bahsî kaybedibindîrilerek bfrkaç saatin içinde yor. Fakat bu sefer Donjuamn kolBerline yollammı«tır. lari, kanadı kınîmiştir. Şimdiye kadar çiçekten çiçeğe konarak bal tophyan arl gibi bir eteği birakip ötekini yakalıyan Kont kadına âsık olmuştur. Arkadaşuıın bahsi kaybetmesine mukabü Donjuan da a?kın tuzağına düsmüstür. Avrupa filim âmilleri de btı çesid bazı islerde Amerika f'Um âmille^inden g*"<"i kalmıyorlar. Her masrafı, her fedakârhğı göze alıyor • lar. Fakat tabiî o nisbette de kazanıyorlar. KıymetH Turk eserlerinden: Konyada Alâettin koşkunun eskı halı Paris 4 nisan (Hususî muhabiri • mizden) İstanbul için, M. Gabriel yabancı bir $ima değildir. Orada Fransız Arkeoloji Enstitüsünün müessîsi ve Tıirk san'atinin bütün subelerinde miitehassis bir bilgin olan bu zat, Tiirk • lerin, Anadoluya geçtikleri tarihten Avrupaya yayildıkları tarihe kadar, her çağdaki san'at eserlerini tetkik etmiştir. Türk san'ati garbde pek bilinmiyen birseydir. Hatta, garbliler, İstanbul ve sair Anadolu merkezlerindeki mimarî eserlerini melez bir Arab • Bizans san'atinin mahsulü sayarak, Türk san'ati • nin vücudünden şüphe bile ederler. M. Gabriel bu iddialan kat'î suret • te tekzib etmiş ve bizlere tetkikatmm neticesile Selçuk san'atinin hususiyet • lerini bildirmek üzere Sorbonneda üç konferans vermiftir. Güzel san'atler erbabile, mütefek • kirler, talebe ve mıistesriklerden mü • rekkeb kalabalık bir samiin kütlesi tarafindan alâka ile takib olunan bu konferanslardan birincisi Selçuk sehirle rine, ikincisi Anadoludaki Osmanlı şehirlerine, üçüncüsü de İstanbula hasredilmiştir. Konferansçı hulâsaten demiştir ki: «Türkler tarafmdan fethedildiğinde, Anadolu, gerek siyasal ve gerek soysal bakundan acinacak halde idi. Nüfusu azalmiş, müdafaa surlari yıkılmiş olan sehirler, geçmisteki sa'saalarmdan ancak donuk bir iz taşiyorlardı. FatihIer, her yerleştikleri yere bir kuvvet unsuru getirdiler ve ehemmiyetini kay • betmis olan sehirlerde asirlarin yiğdı • ğı harabelerin üzerinde yeni binalar yükselmeğe başladı. En önce, Türkler kaleleri tamir ettiler, yeniden burclar ve istihkâmlar yaptüar. Her mahalle • de, yükseîen bir cami, buralarda yeni bir mezhebin hakimiyetini ilân etti. Bu camiler, çok defa iddia edilmis oldu • ğu gibi, eski kiliselerden bozma değildir. Bunlar tamamile Türk yapuıdir. Ve ilkm basit bir üslubda yapilmağa başlanan bu eserler, gitgide tekâmül ederek, Alâeddinin zamaninda, Kon yadaki meshur cami nev'inden cesim binalara vücud vermiştir. Camilerin yanında birçok ta Evkaf, sayisiz medreseler, bahçeler, çeşmeler yapildı. Uzun yollarm her merhalesinde i$e, muhteşem kervansaraylar, yol • culara birer sığınak oldu. Büyüklerm saraylari mütevan, eş • hasin evleri ise çok daha sade idi. E • sasen, Türkler, açik havada yaşamayi tercih ediyorlardı ve şehirlerdeki ko naklarından baska, asayisin müsaade • si dairesinde, her Türkün, yaylada bir sayfiyesi bulunurdu. Bu suretle, orta çağ sehirlerinin, kitablarla müeyyed bir hususiyeti olan, vâsi varoşları vücude geldi. Bu şehirlerin san'at noktai nazarm • da» hususiyetlerine gelince, hâlâ >nev YuKartaa Sanyerae yapuan otr yol ve bir Ttoprü, aşağıda sağda Buytı\aere 7thlımt yaputrken, solda Sarryer Kaymakamı Memduh İçöz Yapılması devlet, yahud belediye • lere aid olan iflerden birinin neden yapilmadığı sorulduğu zanrvan ekseriya: Tahsisat yok! Cevabı alinir. Meşhur hikâyedir: Napolyon bir şehre gitmis. Selâm topu atmamislar. Şehrin kumandanini çağirarak çiki;mıs: Ne oluyor, niçin top atmadı n>z? Yoksa burada başka bir hava mi esiyor ? Kumandan: Efendim, top atamadığimizin 10 sebebi var. Evvelâ barut yok! Deyince Napolyon kumandanin sö zünü keserek bağirmis: Kâfi, alt tarafini sayma! «Tahsisat yok» cevabı da bu «ba • rut yok» mukabeîesi kadar müskittir. ö y l e ya para olmadan yol açilabilir, köprü kurulabilir, rihtim yapilabilir mi Geçen cuma günü yaptığimız bir Büyükdere gezintisi bu husustaki kanaatİeritnizT ten«etht€^n sarsacalc kadar «ayani dikkat oldu. '** "™~ * Bize Büyâkdereyf ~g«*]iren'oralı bir arkadas sirasi geldikçe izahat veriyordu: Ptyasa caddesinin eski halini bilmem gördünüz mü? Sekiz metro genişliginde idi. Cuma günleri biraz kalabahk olunca ya nakil vasıtalari işliyemez, yahud halkm çiğnenme korkusu olmadan rahat rahat gezmesine imkân kal • roazdı. Rıhtımlar bozulmustu. Telgraf, telefon ve elektrSc direkleri yollarm ortasında ayrica birer hail teşkil edi • yorlardı. Bu cadde şimdi 25 metro geni'liğindedir. Rıhtımlar yeniden yapilrais, meydanlar vücude getirilmis, e • lektrik, telgraf, telefon direkleri yol • larm kenarlanna çekilmis, caddede çiktntı yapan bina ve bahçeler kesilmiîtir. Büyükdereden Albnkuma giden yol düzeltilmis, bu yolla diğer bazı yollar a 1550 küsur ağac dikilmiftir. Eski Sariyer yanginyeri temizlenmis, yollan açilmıs, buradan geçen ve siv • risinek yuvasi olan Sariyer deresi te tnizlenmis, eski yanginyerinde pek kısa bir zaman içinde yapıhveren yüz • lerce evle yeni bir mahalle vücud bulmustur. Kibrit fabrikasina giden yol aydin latümtf, fidanlığin önundeki yol ve kÖprii yeniden yapılmiştir. Şurada bir çocuk bahçesi vücude getirilecektir. Hazirhk yapilmaktadir. Büyükdereden Tarabyaya doğru giden yol genişletilmekte ve yeniden yapilmaktadir. Şu bina Sanyer kavmakamlık binası olacaktir. Sariyer kazasi dahilindeon dördüncü asrin sonları, yahud ki on besinci asrin iptidalarindaki bir Osmanlı şehri, bilâhare İstanbulda da tesadüf ettiğimiz bazı hususiyetler gös • teriyordu. Diğer taraftan Selçuk dev • rinin an'aneleri de büsbütün terkedil • mediğinden, bütün bu muhtelif zevk • lerden çikan orijinal mimarî tarzi, nihayet İstanbulda en yüksek ifade tar zinı buldu.» M Gabrielin sözleri, İstanbul ve Anadohıdaki başlica abidelerin sinemada gösterilmesüe ayrica takviye edil • misti. Konferansçı Türk san'atinin mkisaf suretini ve meselâ eski bir Bizans kili sesi olan Ayasofya ile halis Türk eseri olan bazı camiler arasindaki farkı izah etti. Bu suretle, bu konferanslar, terbı • yevî kiymetlerinden maada bir de, bazı yerlerden de işittiğim veçhile, sarkra yok oldugunu sananlarin fikirle rini değiştirmis, sarkin varlığinı iddia edenlerin inancını kuvvetlendirmistir. Bunlar diyorlar ki: «İstanbul herşeye rağmen, sthirkâr şarklüığinı mu • hafaza etmekte imis. Oraya gidip ba guzellikleri görmeğe cidden değer!» Nemiye ki resmî daireler şimdi pek mütefernk bir haldedirler. Bu yüzden halk cok müşkülât çekmekte, tstanbuldan ge!ip iş takib edenler ise bir günde çikacak bir is için haftalarca gelip gitmekte dirler.» Arkadasimizin anlattığı bu ve buna benzer ıcraatta hiçbir fevkalâdelik bulmamiftık. Sariyerin çahskan bir kav makamı vardı, belediye vezaifi şaya ni takdir bir itina ve titizlikle yapüı yordu, iste o kadar.... Fakat arkadasumz en kuvvetli ko zunu meğer en sonraya sakliyormuş. Bir dakika susup sözlerinin tesirlerini çehremizde tetkik ettikten sonra de • vam etti: Bu islerin yüzde doksam, bu rıhtımlar, bu yollar, bu köprüler devlet ve belediye kasalarindan beş para çikmadan yapilmistir. Hayretle atıkhk: tmkâni yok. Siz gazetecisiniz! Tahkik ediniz! Peki «ma nasil?... Herseyden evvel maddî imkânsizlık var. Bu yollari, köprüleri, rihtımları yapmak için am*le ister, çimento ister, kum ister, taş ister, usta ister, mühendis ister, bunlari yaptiran adam nekadar çalişkan, np kadar enerjik bir adam olursa olsun bu müjkülâtı yenemez. Bu isler para • siz yapılamaz. Arkadasuniz güldü: Size bu isler amelesız, ustasiz, çimento ve taş kullantlmadan yapil d demiyorum. Amele olarak kaza nın tanzifat an>elesi kullanildı, fakat tanzifat isleri de geri kalmamak ratile... Çimento, tas ve saireyi buratar • da oturan zenginler sevine sevine verdiler... Usta ve mıihendislere gelince bunlarin vazifelerini de bütün bu isleri beceren kaza kaymakamı Memduh İçöz, kıs, yaz demeden, yağmur, gü neş dinlemeden amelenin başinda bu • lunarak bizzat yaptı. Onu tanisanız siz de bütün Büyükdere, bütün Sariyer, bütün kaza halkı gibi çahşkanlığma, zekâsina, enerji kuvvetine hayran olar sunuz.» Bu kiymetli idare adarainın sah^l üzerinde fazla durmadık. Halk onu taniyor ve seviyordu. Devlet te hiç şıip hesiz bilmekte ve takdir etmekte idi. Biz daha fazla altüst olan bir telâkkinm enkazi arasinda bocalıyorduk. Demek ki yapilamiyan bir âmme hizmeti için (tahsisat yok) luğa sebeb olamazdı. Yurd ve vazife sevgisi, enerji ve zekâ bu yokluk içinde birçok varhk lar varatabilirdi. Her kazamızin Memduh İçöz ifibi bir kaymakama malik olmasinı dile dik. Esnaf bürosunda.., Eski hesabarın tetkîki devamediyor Esnaf cemiyetleri bürosundaki suı istimale dair verilen malumata göre 933 ydında 2 0 cemiyetin iştirakile «»n~f cemiyetleri bürosu bilânçoları tetkik edilmişti. Cemiyetlerin hesablan arasmda bir cemiyetin hesabı öbürküne geçmis olmak gibi vaziyetler vardır. Esasen son günlerde cemiyetler idare heyetleri tarafmdan seçflen büro merkez heyeti bu hesablan tetkik ve tas fiye edeceği cihetle bu tetkikatın »onu almıncıya kadar meselenin mahiyeli hakkında kat'î birşey söylemek kabil değildir. Birlesrk büroda toplanmış olan cemiyetlerin idareleri nizamî sekilde yeni bir sistem üzerine tanzim edilmiş olduğundan umumî muhasiblik kaldı rılmış ve bund?n dolayı muhasebe kadrosunda bulunan bazı memurla • nn vazifelerine nihayet verilmlstir. Konyada Inceminare camisimn kapıst cud abideler, bu hususta umumî bir fikir beyanı için kâfidir. Bunlarin ikbal devirlerinde, her biri, yüksek kiymette ve hususî bir mahiyeti haiz mimarî e serler toplamish ki hepsinde Türfcle • rin bariz tesirleri görülür. Bundan dolayidir ki, Anadoluda • ki Selçuk sehirleri Türk îrktain yarat • tığı birer eserdir ve bu irkin inkılâbatindaki en mühim merhaleleri işaret eder, Moğol istüâsindan önce veya •onra,