YABANCILARIN DİLİYLE TEVHİT TEFEKKÜRÜ Sokrates — Sen bak beg Fevkalâde sanatkârane ve hayat in en lâzım sev olan gözü li faza etmek icin, tarak gibi ince kıldan yapılmış, hızla acılın kapa- nır, kirpik dediğimiz meharetli bir perde görüyoruz. O, uyku dalgınlı- ğı icinde, söz muhafaza edilemiye- ceği zaman, kendi kendisine kapa- nıyor da uvanıklık Zamanında da görmek fiili icin acılıyor ve gözü rüzgârdan, tozdan, topraktan koru- yor. Gözlerin üstünde de kaş var... Bu da bastan ve alından dökülecek ter sibi sevlerin göze kaçmasına engel oluyor. Kulak... O, her za- man türlü türlü sesler aldığı halde, aslâ dolmuyor. O kadar ince ve sa- natkârane... Bütün hayvanların ön dişleri gıdayı kesmek ve yan diş- , leri kırmak ve öğütmek icin yara- tılmıştır. İnsanlar ve hayvanlar, ağızlarına aldıkları seyi hem gör - mek, hem koklamak, hem tadmak ve böylece iştahlarını acmak ve lezzeti bulmak için göz, burun ve ağıza, birbirine yakın bir nahiyede maliktirler. Buna mukabil hazım âlemi ve hazımdan sonraki vis ko- kuların kaynağı, bes hasseye uzak bir verdedir. Bu makul ve son de- rece plânlı tertip, azim bir Yaratı- cıya delâlet etmez mi? Bunları, te- sadüfe mi, yoksa azim bir tertipçiye mi hamletmek doğrudur? Sen, han- gisine inanabilirsin? Aristozimos — Düşünüp anlıyo- rum ki, bunlar, tesadüfün değil, gayet alim ve hakim bir Yaratı- cının eseri olmak iktiza eder. Sokrates —- Ruh sahibi erkekler- le kadınların birbirlerine yaklaşa - rak zürrivet kazanmaları için aşi- kâr olan sevgi ve şehvetlerini ve sonra annelerin, evlâtlarını koru - mak icin kalblerine ilham olunan rikkat ve sefkatlerini, sonra bütün insanların varlığa karsı muhabbet- lerini ve ölümden korkmalarını te- yali havale etmek mümkün mü- dür” Ariatörikd0Z — Hayır! Sokrates — Sana, kısaca saydı - gım sevler delâlet eder ki, bütün bu haller, bir tedbir, idare, irade, kudret, ilim, sanat ve kemâl Sahi- binin eseridir, Bütün bu âlemleri yaratan, insanların bekalarını arzu (Besmele birer ifadedir. daki vazife ifadesinin derinliği, &tezahürdür!.. Eski bir din kitabı, Besmele, size talâffuz şeklini bile gösteremediğimiz, fakat herke- sin kısa ve daha uzun şekliyle bildiğine kani olduğumuz iki örnek- ten ibarettir. Bu şekiller, ne harflerinden, ne asli talâffuzundan, ne de mânasından ayrılmasına imkân bulunmayan mutlak ve değişmez$& Her işe Allahın ismivle başlamış olmak şuurunun ve bu şuur- Besmele'nin sonsuz faziletleri hak- kında bir fikir verebilir. Henüz mektebe baslavan yavruya Beşmele öğretilir öğretilmez, ölmüş bulunan ve mezarda azap çeken babası - n hemen affedildiği hakkındaki nakil, Besmele'yi bütün kıymet ve faziletiyle hülâsa edici en varlak ölçüdür. Besmele, (her) kelimesi de beraber, her şeyin Yaradıcısına, her iş ve teşebbüsü ona bağlamak ve onun yaratıcılık sânını vazife ha- linde kalbe ve lisana getirmek şuuru bakımından ne harikulâde bir Besmele için «Kimyayı saadet» di- yor; evet, gerçekten saadetin -kimyası!.. Böylece, yatarken, kalkarken, ken, günlük işe atılırken, küçük veya büyük her teşebbüse girişir- ken, hülâsa, doğru, meşru ve hayırlı her hareketin başında, Besme- le, en güzel vazifedir. Öyle bir vazife ki, şuurlu bir müminin onu hiç bir işde ihmâl etmesine imkân yoktur. Bir işe baslarken, Allahın is- miyle hareket etmiş olmak şuurunun ve bu şuuru lisanla ifade etmenin kelimeleri.. Kes iti bu - dur. « Allahın imnisee vey «Rahman ve Rahim ölen Allahın ismiyle» mânalarına gelen her iki şeklin de, Besmele olabilmesi için zahiri mânalarını herhansi bir dil içinde tekrarlamak değil, herkesinğ bildiği aslıvle söylemek icap eder. Bu, tercümeye sirer ve sığar işler- den değildir. yemeğe başlarken, evden çıkar - VÂİZ ettiğinden, kalblerine bu gerekli duyguları vermistir. Aristozimos — Evet... Sokrates — Düşün bir kere! Sen aklını inkâr edebilir misin? Belki aklını her şevden evvel teslim €- dersin! Bak, gör de insaf et: Senin bödenin, dünyava ve yıldızlara nis- betle bir zerreden daha küçüktür. Bedenini teşkil eden unsurlar da kâinatta mevcut unsurlara nisbetle en cüz'i miktardayken, zannedebi- lir misin ki, bütün kâinatın akıl ve zekâsı kâmilen ve tamamen sa- na isabet etsin de, koskoca varlık âlemine; olus vlânına aslâ akıl isa- bet etmemiş olsun?.. Mümkün mü- dür ki, insan bedeninden sayısız defa büyük olan feza ve yıldızlar, külli bir ilmin fermanıma bağlı ol- mayarak şu hayret ve dehşete şa- yan intizamlarını muhafaza edebil- sinler? Aristozimos — Evet, kâinat gâa- yet muntazamdır. Bundan dolayı- dır ki, Hâlikinden bahsolunuyor. 16 Fakat ben, her sanatın üstadını gördüğüm halde, her seyin Hâliki olan Allahı görmüyorum. Bu ba- kımdan ona inanmayı âdet edinme- dim. Sokrates — Öyle mi? Öyle ise dinle ve cevap ver! Senin hareket- lerin makul mu, değil mi? Aristozimos — Makul... Sokrates — Nicin makul... Aristozimos — İsmi üzerinde... Zira aklım var Sokrates — Sen aklını gözünle görüyor musun? .Aristozimos — Görmüyorum! Sokrates — Görmeden, aklın ol- duğunu nasıl biliyorsun? Aristozimos — Benden zuhur eden fiillerin delâletinden... Sokrates — Sen kendinden zu - hur eden fiillere bakıv, görmediğin halde, aklın olduğunu anlıyorsun da, acaba nicin kâinattaki her şey- den zuhur eden fiillere ve bizzat kendi vücuduna bakıp külli aklı kabul etmiyor ve onun Sahibini ta- nımıyorsun?, M. IŞIKLI 7